Bir kez daha Kürdistan özgürlük mücadelesinin öncü kadrolarından, PKK kurucularından Sakine CANSIZ yoldaşı ve yanında şehit düşen Fidan DOĞAN ve Leyla SAYLEMEZ şahsında Kürdistan Özgürlük hareketine, Kürdistan halkına ve Kürt kadınına yönelik Türk sömürgeci yeşil gladyonun bu alçakça saldırısını tüm devrimci nefretimle lanetliyorum. Bu her üç öncü yiğit Kürdistanlı kadına sıkılan kurşunlar, Kürdistan halkına, Kürdistan özgürlük hareketine ve Kürdistan kadınına ve özgür geleceğine sıkılmıştır. Halk ve ülke olarak bizi yok etmek, geleceksizleştirmek için yapılan bu katliam, kendi topraklarımızda özgürce yaşamımızın önünde engel olamayacaktır.
Leyla SAYLEMEZ’in kızkardeşinin Paris’te yapılan mitingde, yaşadığı büyük acıya rağmen söylediği “siz ne yaparsanız yapın, biz Kürdistan’ı kuracağız, Kürdistan’a gideceğiz orada yaşayacağız, ne yaparsanız yapın…!” sözleri Türk sömürgecileri başta olmak üzere, bu katliamda şu veya bu biçimde yer alan tüm uluslar arası güçlere verilen en büyük cevaptır!
Bu yiğit Kürdistanlı üç öncü kadın için, bu direniş ve cesaret abidesi, bu özgürlük ve onur sembolü devrimci kadınların anısı önünde eğilirken, bir kutsal yemin gibi söylenen sözlere canı gönülden katıldığımı belirtmek istiyorum. Bu tüm Kürdistanlıların da sürekli yenilenen yemini olmalıdır. Acımızı güce, birliğe,örgütlüğe, SERHILDANA ve büyük tarihsel intikama dönüştürmeliyiz. Bu eşsiz güzel insanlarımızın anısına verilecek en doğru cevap ancak böyle olur. Başka türlü yaklaşım ne düşünülebilir, ne kabul edilebilir.
Katillerin Türk sömürgecileri olduğundan kuşku yoktur. Son yıllarda PKK-KCK-HPG yönetiminin sömürgeci Türk hükümeti tarafından açıkça imha edilmesinin hedeflendiğini bilmeyen yoktur. Hatta bu ABD büyük elçisinin Türk hükümetine nasıl bir teklif götürdüğü de bilinmektedir. Tayyip Erdoğan, Hüseyin Çelik ve basınlarının katliamı “PKK’nin iç çatışması” olarak nitelemesi katillerin gerçeğini gizlemeye yetmez.
AKP devleti, Kürdistan Halk Önderiyle yaptığı görüşmeyi, çok farklı bir biçimde yansıtarak kendine göre istediği gibi bir atmosfer oluşturmaya çalışmaktadır. Bir taraftan AKP-Fethullah Gülen basını bir taraftan da, bunun etkisinde kalan bazı liberaller ve sınırlı Kürt çevreleri tarafından ortalık adeta “Barış” a kesilmişken, öte yandan Sakinelerin katliamı, hiç eksilmeyen siyasi soykırım operasyonları, gerillaya yönelik imha operasyonları ve en son olarak Nusaybin’de gerçekleştirilen operasyon sonucu Mehmet Şirin Cebe ’nin katledilmesi…Zap ve Gare’nin saatlerce sömürgeci Türk ordusunun savaş uçakları tarafından bombardıman edilmesi…Keşif uçaklarının yoğun keşif faaliyetleri…
Bütün bunları nasıl anlamak lazım? Bu nasıl bir barış sürecidir? Eğer barış bu ise, peki savaş nedir?
Sömürgeci AKP devletinin tüm tasfiye planları, Kürdistan halk önderinin İmralı’daki duruşu, Gerillanın devrimci hamlesi, halkın serhıldanlaşan eylemliliği ve Batı Kürdistan’daki Kürt halkının zaferi karşısında çökmüştür, çökertilmiştir. AKP devletinin başbakanının Kürdistan halk Önderi’nin ayağına gitmesinin temelinde böyle bir gerçeklik vardır. Kürt halkının yeminli düşmanlarından birisi olan Tayyip Erdoğan’ın sürekli bir biçimde söylediği ve izlediği bir politika vardır: krizi ve çıkmazları fırsata dönüştürme ve burdan çıkış yapma. Kürdistan özgürlük mücadelesi karşısında bir çöküşü yaşamasına rağmen bu durumu kendi lehine çevirmek için aynı yolu-yöntemi izlemek istediği anlaşılmaktadır.
Sömürgeci AKP rejiminin psikolojik savaş konusunda oldukça tecrübeli olduğunu belirtmekte yarar vardır.Türk devleti zaten Kürt ulusunun yokluğu temelinde oluşturulmuş bir özel savaş devlettidir. Sömürgeci AKP devleti yaşadığı krizli ve çöküş durumundan çıkarken başvurduğu en temel araç psikolojik savaş olmaktadır. Bunu da büyük mali gücü, iktidar olanakları ve eriştiği geniş medya tarafından yürütmektedir.
Öyleki, sanki bir barış ortamı var, sanki gerçekten de Kürdistan halk Önderiyle bir anlaşmaya varılmış gibi bir hava yaratılmış, yol haritası bile çıkarılmıştır! Cumhurbaşkanından, başbakanına ve basınına kadar AKP sömürgeciliği bir taraftan böyle bir hava yaratırken, öte yandan Kürdistan özgürlük hareketine, yönetimine ağzına geleni söylemeye devam etmektedir. Ancak öte yandan da, sanki bütün bunlar yokmuş gibi,” süreci sabote etmek isteyenler olabilir, süreç hassastır, herkes sözlerine, hareketlerine, üslubuna dikkat etmelidir, Kürdistan demeyin hassasiyet yaratır, Türklerin hassasiyetine dikkat etmek lazım( peki Kürt ulusunun hassasiyetleri ne olacak)” diye habire nasihatlar geliştirilmektedir! Ta bi Lice’de yılbaşı günü katledilen 10 özgürlük savaşçısına nasıl ve neden operasyon yapıldığı üzerinde neredeyse kimse durmak dahi istememektedir. Demek oluyor ki, Kürt çocuklarının ve özgürlük savaşçılarının payına düşen ölümdür! İşte psikolojik savaş operasyonu denilen olay böyle birşeydir.
Yine bir taraftan Hüseyin Çelik ve Tayyip Erdoğan Kürdistan özgürlük hareketini suçlarken öte yandan Bülent Arınç Amed’de timsah gözyaşlarını dökmektedir. Öyle döküyor ki, bazı Kürtleri gerçekten de etkileyebiliyor.
AKP sömürgeciliği açıktan planlanmış bir psikolojik operasyon yürütmektedir. Genel olarak psikolojik savaş, özgürlük mücadelesi yürüten örgütlere, birey ve çevrelere karşı yürütülen bir savaş olarak tanımlanır. Amaç, ''onların hislerini, düşüncelerini, objektif muhakeme yeteneklerini, davranışlarını etkilemektir''. Bunun için de, özel olarak semboller, bilgiler ve sözcükler seçilir. Yani zihinler, ruhlar ve davranışlar hedef alınır. İstenilen kalıba sokulmaya, sınırlar çizilmeye çalışılır. Söz ve davranış kalıpları hedef kitleye kabul ettirilmek hedeflenir. Öte yandan da hedef kitle içinde kafa karışıklığı, muğlaklık, kuşku yaratılarak, sonuçta parçalanarak etkisizleştirilmek istenir. “Zihin ve hafıza konularının inceliklerinden faydalanır, iyi bir konu seçip, onu çekici hale getirip, ısrarla tekrar etmek anlamına gelir. Bir tür beyin yıkama yöntemidir. Halk kitlelerinin daima, inanmak isteklerine ve ihtiyaçlarına hitap eder.” (psikolojik savaş)
Yukarda da izah ettiğimiz gibi, AKP için artık yolun sonuna gelinmişti. Plan-projeleri çökmüştür. Artık halkların barış ve çözüm talebi ve arayışı görmezden gelinmeyecek bir duruma gelmiştir. Barışa, Kürt ulusunun haklarına saygılı olma, tanıma ihtiyacından değil, buna mecbur olmuş olmaktan hareketle konuşmaktadır, sömürgeci hükümet. Tam da böyle bir ortamda, “Barış, diyalog, müzakere” sözcükleri bu AKP cenahı tarafından kullanılmaya başlandı. Kürt ulusunun özgürlük sorunu sadece Türk devletinin değil, bölgenin ve uluslararası sorun haline gelmiştir. Böyle bir ortamda kitlelerin dikkatini çekecek, taleplerine denk gelecek sözcük ancak ve ancak “Barış, diyalog, müzakere” sözcükleri olabilirdi. AKP de bu sözcükleri seçti ve bunları bugün çok yaygın bir biçimde kullanmaktadır. Bununla birlikte “terörü bitirmek, terör belasından kurtulmak, PKK’yi silahsızlandırmak” kavramlarını kullanmaktadır. İlk sözcüklerle Kürtleri, liberalleri avlamaya, diğer sözcüklerle de Türk kamuoyunu kazanmaya çalışmaktadır.
Burda samimiyet ve gerçek, adil çözüm değil, tasfiye planından sözetmek için çok daha somut neden vardır.
Öyleki Oramarda Kürdistan özgürlük gerillasına teslim olmak zorunda kalan sömürgeci türk ordusuna mensup sekiz türk askerini teslim alma ve kurtulması için girişim yapma yerine, “ keşke ölselerdi” diyen M.Ali Şahin gibi birisi, bugün bu sözcükler ağzına hiç yakışmamasına rağmen, bol bol kullanabilmektedir.
2009 Baharında iyi şeyler olacak diyerek, adeta siyasi soykırım operasyonlarının başlangıç vuruşunu yapan sömürgeci sistemin cumhurbaşkanı Abdullah Gül’de bugün herkese süreç konusunda nasihat etmektedir. Bunu da, Kürdistan özgürlük hareketine her türlü hakareti yaptıktan sonra yapmaktadır. Oysa bu Abdullah Gül dün gerillaları katleden sömürgeci ordu komutanlarına “ iyi iş becerdiniz çocuklar” diyen birisiydi. Ne oldu?
Tayyip Erdoğan ise sanki daha dün “ kadın da olsa, çocukta olsa güvenlik güçleri gereklerini yerine getireceklerdir, tek devlet, tek millet, tek vatan…bunu kabul etmeyen varsa başka yere gitsinler” diyen kişi değilmiş gibi, “barış savaştan daha zordur, biz zoru seçtik” diyebilmektedir. Roboski katliamını gerçekleştiren komutana ödül veren, Roboski katliamının yıldönümünde, katliamı savunan, normalleştiren T.Erdoğan nasıl olurda gerçek barış konusunda samimi olabilir? Kim inanır?
Hele hele Kürdistan halk Önderiyle görüşmeler başlatıldıktan sonra söylediklerini nasıl anlamak gerek? “Açık söyleyeyim. Anadilde eğitim diye şu anda masamızda verilmiş herhangi bir şey söz konusu değil. Böyle bir gündemimiz de yok. Şu anda Türkiye'de ana dilini öğrenmek için bütün imkanları hazırladık. Üniversitede, lisede buyursun seçmeli ders olarak girsin ana dilini öğrensin. Ama biz ülkemizde bölünmeye vesile olabilecek bu tür fırsatları veremeyiz. Birileri bizimle farklı konuları tartışıyorlar ve konuları da bilmiyorlar…Bölücü terör örgütünün Türkiye’yi terk etmesidir amaç, silah bırakarak terk etmesidir..Yani önce Kuzey Irak’a çekilmek sonra silah bırakmak değil.. Silah bırakarak çekilmek..AK Parti iktidarında af veya İmralı’ya ev hapsi olamaz”
Ya Fethullah Gülen münafığının son söylediklerine ne denmeli? Kürdistan özgürlük hareketine ve halkına yönelik olarak, “hakkı kötektir olan bunlar, allahım bunların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sar, feryadını figan sar, köklerini kes, kurut ve işlerini bitir”. Kürdistan da, asimlasyonu geliştirmek ve Kürt ulusunun soykırımını tamamlamak için kurduğu cemaatin kadrolarının nasıl canla-başla çalıştıklarını, polis örgütünün de nasıl halkımıza, welatparezlere saldırdığını da herkes bilmektedir.
Kürdistan Halk Önderi ve KCK yönetimi türk sömürgeci sistemin temsilcileriyle üç yıl boyunca tartışma, müzakere yürüttüler. Sonuçlarının ise ortaya çıkan protokollerin reddi olduğunu artık herkes bilmektedir. Kürdistan özgürlük hareketinin samimiyeti karşısında, Kürdistan özgürlük hareketini tasfiye etmenin ve oyalanmanın hesaplandığı artık kimse için bir sır değildir.
2006 1 Ekim tarihinden başlayarak ilan edilen tüm tek taraflı ateşkesler karşısında, nasıl namertçe ve kalleşçe Kürdistan halk Önderinin İmralı da zehirlendiğini, gerillalara karşı imha operasyonları, halka baskı ve siyasi soykırım operasyonların yapıldığı bilinmektedir. Tabi bütün bunların da, Tayyip Erdoğan’ın 2005 yılında Amed’de, “Kürt sorunu benim sorunumdur, ben çözeceğim” dedikten sonra böyle bir sürece girilmişti. Ancak Tayyip Erdoğan’ın “düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur” sözünü de Kürtler unutmuş değil.
“Aman barış süreci vardır, süreç bozulmasın, herkes dikkatli olmalı…vb.” sözlerin, nasihatların hedefi Türk sömürgecileri değildir. Bu nasihatların hedefi esas olarak Kürdistan Özgürlük Hareketi ve halkıdır. Kendileri istediğini söyleyecek, istediğini yapacak, ancak Kürdistan özgürlük hareketi ve Kürdistan halkı ise sessiz kalacak! Böylelikle Kürdistan özgürlük hareketi ve Kürdistan halkının morali bozulmak istenmekte, hareketsiz, eylemsiz bırakılarak teslim alınmak istenmektedir…
Bugün hemen hemen hepsi birer barış güvercini postuna bürünmüştür. Fakat bu postun altında kana susamış bir akbaba olduğu görmek gerekir. Zaten ne kadar kendini güvercine benzetmeye çalışırlarsa çalışsınlar, ağzını her açtıklarında bir akbaba ve leş kargası sesi çıkardıkları görülmektedir. Son olaylar bunu fazlasıyla ortaya koymaktadır.
Sömürgeci AKP devleti, halen bir ulus olarak Kürtleri ve anavatanları Kürdistan’ı kabul etmiş değildir. Halen tasfiye konseptinden vazgeçilmiş değildir. Bunu da, tüm AKP şeflerinin açıklamalarının yanısıra, en son olarak Yalçın Akdoğan’ın yazısındaki Hz.Muhammed’in Mekke’deki Müşriklerle yaptığı Hudeybiye anlaşması analizinden daha iyi anlıyoruz. Fethullah Gülen denilen münafığın ortaya attığı bu örnekten hareketle Yalçın Akdoğan’ın ulaştığı sonuç, başlatılan görüşmelerden neyin hedeflendiğini ortaya koymaktadır. Açık olan şudur ki, savaşla, sömürgeci devlet terörüyle yenemediği, tasfiye edemediği Kürdistan özgürlük hareketi ve hudeybiye anlaşması mantığıyla tasfiye etmektir.
Bütün bunlar gerçekten eşitlik, özgürlük temelinde Kürt sorununu çözmek isteyen güçlerin davranışları, sözleri, üslupları olabilir mi?
Sömürgeci devletin en akılı beyleri! Siz haşa Hazreti Muhammed ve ilk müminler topluluğu değilsiniz, biz de Mekkenin müşrikleri hiç değiliz. Siz zalimsiniz, müşriksiniz ve Kürdistan’da sömürgeci, işgalci bir güçsüzsünüz! Kürdistan halkına karşı bu kadar katliam uyguladınız, inkar-imha politikası geliştirdiniz. Biz anavatanımız Kürdistan’da özgürce yaşamak isteyen bir halkız! Sizin konumunuz müşriklere daha fazla benziyor! Haklı ve geleceği olan biziz! Kazanacak olan da…
21. Yüzyıl Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın felsefesinde Serhıldanlaşarak ilerleyen Kürdistan halkının olacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Herdem Serhıldan