HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

gerilla cenazesiÜnlü anarşist Bakunin; “Devlet bütün kötülüklerin anasıdır” der…

Hem tarihsel süreç içerisinde, hem de günümüzde Bakunin’in bu sözünü haklı çıkartacak onlarca örnek var!

İnsanlığın acılı tarihinde devletin kötülüklerini yazmaya çalışmak ve bunların üzerine araştırma yapmak neredeyse imkansıza yakın bir konu olmaktadır.

Neden mi?

Çünkü dünyadaki bütün devlet mekanizmaları; kendini gizlemeye çalışır. Kötülüklerinin ortaya çıkmaması için elinden geleni yapar. Dezenformasyondan tutun da, yasal-hukuki kılıflara kadar bunların gizlenmesi ve gizli kalması için elindeki bütün gücü ve enstrümanları kullanır.

Devletin kötülüklerine ve acımasızlıklarına en ilginç örneklerinden bir tanesini günümüzde Türkiye devleti sergilemekte!

Geçtiğimiz günlerde Malatya Adli Tıp Kurumunda çalışan biri; “çatışmalarda yaşamlarını yitiren gerillaların organları devlet yetkilileri tarafından gizlice çalınmaktadır” diye bir açıklama da bulundu.

Böylesi bir durum; devlet dediğimiz o çalkantılı düzlemde ve özellikle de Türkiye devleti nezdinde acımasızlığın/alçaklığın sınırsızlığını da gözler önüne sermektedir. Savaş halinde bulunan ve kendisine düşman olarak belirlediği güçlere yönelik bu yaklaşımı geliştirmesinin mantıklı ve insani hiçbir açıklaması yoktur!

Devletin bu yaklaşımlarının ve yaptıklarının açıklama ihtiyacı hissettirmemesi başlı başına garabet bir durumdur. Fakat bundan daha önemlisi ve acınası ise; basın adına çalışanların-yazanların, STK olarak geçinen toplulukların sessizliği olmaktadır…

Ortada gerçekten de hatırı sayılır bir çifte standartlık var!

Nasıl mı?

Örneğin şimdi bu yazının konusu; devletin gerilla cenazelerinden çaldığı organlar değil de, PKK’ye ve Kürtlerin değerlerine yönelik hakaretvari açıklama da bulunan herhangi birine yönelik, onun anladığı dilden üslubu benimseyen bir yazı olsaydı ne olurdu?

Ortalıkta müthiş bir fırtına kopar ve her yerden açıklama üstüne açıklama gelirdi; “PKK sivilleri tehdit ediyor” diye. “Farklı sesleri susturmak için elinden geleni yapıyorlar” diye.  Bu yönde sözde insan haklarına saygılı, sözde demokrasinin gereği (!) olarak bir sürü ıvır-zıvır ortalığı kaplardı. Hatta bazıları “albayraklı” kravatları takarak açıklamalarda bulunurdu. İmza kampanyaları-kınama açıklamaları havada uçuşurdu…

Durumun ciddiyeti ortada… Bu savaşa dair yazanların-çizenlerin ve STK olarak açıklamalarda bulunanların, bu dönemde takınacakları tavır oldukça önemli olacaktır. Burada tavır olarak kastettiğimiz; Erdoğan’ın dediği gibi “herkes tarafını belirlesin” mantığında değil.

Bu kesimlerin gösterecekleri tavır; kendi kimliklerine yönelik bir samimiyet olacaktır! Kendi aydın ve duyarlı gerçeklikleriyle, kamunun vicdani olma yolundaki iddiaları hakkında, bu süreçteki tutumları bir kilometre taşı olarak belirleyici konumuyla tarihteki yerini alacaktır…

Dünyanın herhangi bir ülkesinde böylesi bir durum ortaya çıksaydı gerçekten de yer yerinden oynardı. Günlerce bu konuya dair yazılı/görsel medya konunun üzerine gider ve insan olmanın gerektirdiği yaklaşımı sergilerdi…

Ama elbette bu normal olan bir ülke de geçerli olabilir. Burası gibi bir yerde devlet organ mafyacılığına soyunduğunda, basının susması/STK’ların dut yemiş bülbül olması çok da acayip değildir.

Peki bu durum değişir mi? Zor, hem de çok zor…

Toprak Cemgil