HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Sizler bu yazdıklarımı okurken 12 Haziran genel seçimi gerçekleşmiş ve sonuçları belli olmuş olacak. Dolayısıyla seçim sonuçlarını tartışıyor bulunacaksınız. Bu nedenle, şimdi yazacaklarıma ne kadar itibar edeceğiniz belli değildir. Yapılmamış seçimin bilemediğim sonuçlarına ilişkin yorum yapamayacağıma göre gündem dışı kalabilirim. Böyle olmamak ve tartışma dışına tümden düşmemek için, seçim kampanyalarındaki bazı ayrıntı ve önemli sonuçlar üzerinde duracağım.

Sanırım herkes, çok gergin ve sert bir seçim sürecinin yaşandığını kabul edecektir. Yine seçim tartışmalarının en içerikli kısmının Kürt sorunu ve demokratik özerklik çözümü üzerine olanı olduğunu da kabul edecektir. Onun dışındakiler klasik seçim konuşmalarının ötesine pek geçmemiştir. Hatta bu seçimde hitap ölçüleri biraz daha kaçmış, küfür ve hakaret daha çok öne çıkmıştır.

Hiç kuşkusuz bu durumun birinci dereceden sorumlusu da AKP ve Tayyip Erdoğan’dır. MHP’yi dikkate almazsak, CHP yönetimi birkaç pot dışında fazla ölçüyü kaçırmamıştır. Demokratik Ulus Bloku ise, demogoji ve hakaretin yerini fikirlerin alması için yoğun çaba harcamıştır. Tüm bunlara rağmen yaşanan küfür ve hakaretlerin esas sorumlusu, AKP’nin izlediği sertlik ve savaş politikasıdır.

AKP ve onun lideri Tayyip Erdoğan’ın bu seçim propagandası sürecinde sarf ettiği küfür ve hakaret içerikli sözler dışında kullandığı ve serdiği kavram “çılgınlık” olmuştur. AKP’nin “çılgın projeleri” seçim kampanyası süresince ortalıkta uçup durmuştur. Bu çılgınlıklar yeni İstanbullar ve Ankaralar yapmaktan yeşil alanlar inşa etmeye kadar her düzeyde yaşanmıştır. Fakat AKP ve Tayyip Erdoğan, çılgınlıkları içerisinde en ciddisini seçim kampanyasının sonuna doğru Kürtler, BDP, Kürt Halk Önderi ve idam konularında sarf ettiği sözlerle yapmıştır.

Bu kapsamda söylenenlerin çılgınlık olduğu hususunda bütün Kürtler birleşmişlerdir. Bu durumun içerdiği tehdit ve tehlikeye dikkat çekmişlerdir. Fakat AKP ve liderinin bu sözlerine “çılgınlık” demek yerine, onların gerçeğinin açığa çıkması demek belki daha doğru olur. 12 Haziran seçiminin AKP ve Tayyip Erdoğan gerçeğini biraz daha açığa çıkarıp netleştirdiği ortadadır. Doğrusunu söylemek gerekirse, eğer kalmıştıysa birkaç cila da seçim sürecinde silinerek kapkara AKP gerçeği ortaya çıkmıştır.

Örneğin, “taammüden insan öldürmek” anlamına gelen idamı Türkiye’de isteyen birinci parti AKP’dir. Bu konuda besbelliki BBP ile yarışmaktadır. Bu açıdan Tayyip Erdoğan’ın söylediği “Biz olsaydık asardık” sözü, yeni söylenen ve MHP oylarını almak için sarf edilen bir söz değildir. Baştan beri AKP gerçeği buydu da, bazı maskelemeler veya yanılgılar nedeniyle görülmüyordu. Yoksa Tayyip Erdoğan’ın yardımcısı mı, akıl hocası mı olduğu pek belli olmayan Bülent Arınç’ın, ikibinli yıllarda meclis kürsüsüne çıkarak, “Öcalan dosyası niye meclise getirilmiyor?” diye kaç kez sorduğu unutuldu mu? Yine 2002’de idam cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilirken Bülent Arınç’ın sözcülüğündeki meclis grubunun idamdan yana oy kullandığı unutuldu mu? Bu zevatın, “Asmayalım da besleyelim mi?” diyerek Kenan Evren cuntasının her hafta insan astığı süreçte bu idamlardan yana olduğu ve desteklediği bilinmiyor mu?

Bütün bunların hepsi yakın tarihte yaşadığımız ve bilincimizde canlı olan gerçeklerdir. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan doğru söylemekte ve kendi gerçeklerini ifade etmektedir. Kaldıki bunları yeni de değil, her zaman söylemektedir. Yani Türkiye’nin en tehlikeli faşisti AKP ve Tayyip Erdoğan’dır. En zalim ve sinsi Kürt düşmanı yine bunlardır. Bütün bunlar yaşamın ortaya çıkardığı gerçeklerdir. Fakat gerçek böyle olmasına rağmen, algılar farklı olmaktadır. Bunda çaresizlik içinde gerçeği görmek istemeyip farklı algılamak zorunda kalmalar rol oynadığı gibi, psikolojik savaş uzmanı yandaş medyanın çarpıtma, cilalama ve maskeleme çabaları da rol oynamaktadır.

Şimdi artık bu cilalar da dökülüp AKP gerçeği iyice açığa çıkmış durumdadır. En azından Kürtler açısından bu durum gerçekleşmiştir. AKP’nin sahte dincilik yaparak Kürtlere dayanmaya çalıştığı gerçeği dikkate alınırsa, şimdi bu kanadının tümden kırılmış olduğu söylenebilir. 12 Haziran seçim sürecinin açığa çıkardığı en önemli gelişme herhalde budur. Bundan sonra da bunun devamı geleceğe benzemektedir.

Biz, zaman zaman AKP ve Tayyip Erdoğan gerçeğine dikkat çekmeye çalışmıştık. Aslında ortada AKP diye bir şey yoktu, tamamen ABD türetmesi bir oluşum vardı. ABD siyaseti, “yürü ya kulum” demiş, Tayyip Erdoğan da yürümüştü. ABD’nin, “milli görüşçü” İslami Harekete, yani Necmettin Erbakan liderliğindeki harekete yönelik müdahalesi sonucu ortaya çıkmıştı. Bu gerçekleri asla unutmamak gerekir.

AKP ve Tayyip Erdoğan, 28 Şubat 1997 postmodern darbesinin ortaya çıkardığı bir oluşumdur. ABD’nin “yeşil kuşak projesi”nin “milli görüşçü” İslami Harekete yönelik tasfiye müdahalesi AKP ve Tayyip Erdoğan’ı yaratmıştır. Dolayısıyla İslami Harekete yönelik bir ihanet ve tasfiye akımı olarak ortaya çıkmıştır. Necmettin Erbakan liderliğindeki İslami Hareketi tasfiye ederek, ABD hizmetinde sahte Müslüman bir hareket olmayı ifade etmiştir.

Bu gerçeği Necmettin Erbakan taraftarları çok iyi bilirler. Onüç yıl boyunca “siyasi yasaklı” adı altında Necmettin Erbakan’ın ne hale getirildiğini ve nasıl kahrından öldüğünü herkes gördü. Bu nedenle, AKP ve Tayyip Erdoğan gerçeğinin hain, tasfiyeci ve işbirlikçi özelliklerini asla unutmamak lazımdır. Bunların dıştan, ABD tarafından görevlendirilmiş olduğunu bilmek gerekir.

Şöyle de formüle edebiliriz: Son kırk yıldır ABD ve işbirlikçileri, kendilerine karşıt olan demokratik akımları tasfiye etmeye çalışıyorlar. Baykal, Perinçek ve benzerleriyle sol ve sosyalist hareketi tasfiye etmeye çalıştılar. AKP ve Tayyip Erdoğan eliyle de “milli görüşçü” ve demokrasiye açık İslami hareketi tasfiye etmek istediler. 28 Şubat olayı işte böyle yaşandı. AKP gerçeği işte budur.

Doğrusunu söylemek gerekirse, AKP ve Tayyip Erdoğan kendilerine verilen bu görevi başarıyla yerine getirdi. Onu görevlendirenler bu başarısını görünce, ellerindeki bu kozu bırakmayıp yeni hedeflere yönelik kullanmak istediler. İşte bu ikinci hedef Kürt Özgürlük Hareketi oldu.

AKP ve Tayyip Erdoğan, esas olarak 1997-2002 yılları arasında İslami Hareketin işini bitirdi. 3 Kasım 2002’de ise, hem bu görevini tamamlamak ve hem de Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek amacıyla iktidara getirildi. Kendisine yüklenen esas görev, Ecevit başkanlığındaki koalisyon hükümetinin tam başarıya götüremediği uluslararası komployu başarıya götürmekti.

AKP, tam dokuz yıldır bu görevi başarmak için çalışıyor. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edebilmek için izlemediği yöntem, yapmadığı ittifak, çalmadığı kapı kalmadı. Allah ve ABD ne verdiyse Tayyip Erdoğan da Kürtlere karşı kullandı. Fakat şimdiye kadar başarılı olamadı. İşte Tayyip Erdoğan ve AKP’yi bu seçim sürecinde çılgınlaştıran ve “çılgınsever” haline getiren gerçek budur.

Bir aydın, “ya AKP Kürt sorununu çözer, ya da Kürt sorunu AKP’yi çözer” demişti. Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye edemeyen AKP, şimdi bu hareket tarafından tasfiye ediliyor. Önümüzdeki sürecin en ciddi gelişmesi bu olacağa benziyor!..

Selahattin ERDEM

Özgür Politika