HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Seçim günü yazmak hem neşeli, hem de zor. Uzun, sert ve yorucu bir seçim maratonu ardından şimdi herkes oyunu veriyor. Bu satırlar okunurken sonuçlar netleşmiş olacak. Fakat benim bekleme şansım yok, yazmak zorundayım.

Aynı zorluk siz okuyanlar için de geçerli. Çünkü netleşmiş seçim sonuçları üzerinde tartışıyor, olası gelişmeleri yorumluyor olacaksınız. Böyle bir durumda şimdi benim yazacaklarımın ne değeri olabilir? Ya da ben ne yazmalıyım ki değer ifade etsin?

Seçim sonuçları tartışılırken seçim dışı şeyler yazmanın da pek anlamı olmayabilir. Seçim sonuçları üzerine fal bakar gibi yazmak da elbette anlamlı değildir. Ama olası seçim sonuçlarının ne anlam ifade edeceği üzerinde durmak yararlı olabilir.

12 Haziran seçimlerini değerlendirirken, her şeyden önce adil, demokratik bir seçim olmadığını, yani eşit koşullarda bir yarışın gerçekleşmediğini belirtmek gerekir. Çünkü yüzde on seçim barajı nedeniyle başta BDP olmak üzere çok sayıda parti seçime girememiş, bağımsız adayları desteklemek zorunda kalmıştır.

Yine içerikli ve seviyeli bir seçim tartışması da ne yazıkki yaşanmamıştır. Kısır sözlerle birbirini suçlama, demagoji, küfür, hakaret seçim meydanlarına egemen olmuştur. Son derece gergin ve sert bir seçim kampanyası yürütülmüştür.

Kuşkusuz bu durumun birinci dereceden sorumlusu AKP’dir. Hem birinci ve hem de iktidar partisi olarak AKP’nin üslubu yumuşatması ve tartışmalara içerik katması gerekirken, tersine baştan itibaren gerginlik ve sertlik yanlısı olup demagojik bir üslubu esas almıştır. AKP en çok “çılgın” kelimesini sevmiş ve çılgınca bir seçim kampanyası yürütmüştür.

Elbette AKP’nin en tehlikeli çılgınlığı da PKK Lideri ve BDP’ye ilişkin söz ve davranışları olmuştur. Bunlar AKP ve Tayyip Erdoğan’a çok şey kaybettirdiği gibi, toplumu bölen ve geren sonuçlar yaratmıştır. Kısaca AKP ve Başbakan Tayyip Erdoğan ülke ve toplum açısından ciddi tehlikeler yaratan bir oyun oynamıştır.

Öyle anlaşılıyor ki, AKP’nin başlangıçtaki sertliği, bu biçimde daha fazla oy alabileceği hesabına dayanıyordu. Fakat seçim kampanyasının sonuna doğru adeta bir histeri düzeyinde içine yuvarlandığı çılgınlık, kaybettiğini görmenin yarattığı hırçınlık ve basitlik oldu.

Elbette seçim sonuçlarının ne olacağı, kimin kaybedip kimin kazanacağı sandıklar açıldıktan sonra belli olacak. Ancak sandıktan ne çıkarsa çıksın, bu seçimden AKP’nin ciddi bir biçimde yıpranarak çıktığı kesin bir gerçektir.

Bu genel tanımlar ardından, seçimden çıkabilecek bazı olası sonuçların ne anlama geleceği üzerinde duralım.

Bunlardan bir tanesi kuşkusuz AKP’nin seçim öncesi gücünü koruyarak yeniden iktidara gelmesi olacak. Her ne kadar AKP’liler oy oranlarını arttırmayı ve meclis gruplarını büyütmeyi hesap etseler de, bunun çok zor ve zayıf bir ihtimal olduğu açık. AKP yapsa yapsa en fazla mevcut oy oranını koruyabilir ki, bu da kendisi için ciddi bir başarı olur.

Bu durumda, yani AKP’nin mevcut gücünü koruduğu durumda ülkemizin daha ağır bir çatışma ve savaş içine sürüklenme olasılığı güçlüdür. Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP sözcülerinin seçim sonuna doğru yaptıkları açıklamalar, “idam”dan söz edilir hale gelmesi bunu göstermektedir. Belliki AKP böyle bir gücü kendi iktidar hegemonyasını tam oturtmak için kullanacaktır. “Bir daha kazanamam” kaygısı onu daha da saldırgan yapacaktır. Kürtlerle savaş ve halkla çatışma AKP’nin genel politikası olacaktır.

Diğer bir olasılık, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun seçim meydanlarında gösterdiği başarıyı sandığa da taşıması ve birçoklarının belirttiği gibi 35 civarı milletvekiliyle meclise girmesidir. Hiç kuşkusuz bu durum, birincisinin tersine gelişmelere yol açar. Yani AKP’nin kazanması çatışma ve savaşı tırmandırmayı ifade ederken, Blok’un kazanması da sorunlara siyasal çözümün önünü açarak barışa doğru yol alınmasını sağlar. Böylece demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü yönünde gelişmeler yaşanır.

Seçim kampanyası gösterdi ki, eğer yüzde on barajı olmasaydı Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku belki de yüzün üzerinde milletvekili çıkaracaktı. Bu da AKP’nin iktidardan düşmesi ve ülkemizin demokratikleşme yolunda ilerlemesi olacaktı. AKP’nin neden yüzde on barajına sarıldığı ve bu barajın nasıl antidemokratik olduğu şimdi daha iyi anlaşılıyor.

Üçüncü olasılık olarak, AKP’nin çok az bir çoğunlukla tek başına iktidar olması olasılığı vardır. Bu da seçim kampanyalarının gösterdiği ciddi bir olasılıktır. Böyle bir durumda AKP, kuşkusuz öngördüğü gerginlik ve çatışma siyasetini etkili bir biçimde yürütemeyecektir. Çünkü, her şeyden önce buna gücü yetmeyecektir. Diğer yandan, bu durumda çatışmayı dayatırsa güç kaybedecek ve iktidarını sürdüremeyecektir. Bu durumda AKP, oyalama, oyun, hile, tartışma ve benzeri yöntemlerle gündemi doldurmaya ve iktidar ömrünü uzatmaya çalışacaktır. Burada CHP ve MHP’ye dayalı olasılıklar üzerinde durmaya bile gerek yok. MHP zaten çizgisi ve gerçeği bilinen bir güç. CHP’ye gelince, Kemal Kılıçdaroğlu AKP’ye alternatif bir iktidar profili çizemedi. Başta Kürt sorunu olmak üzere temel sorunlarda AKP’yi aşan politikalar sunamadı. Bu durumda Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan yapılmasının esas amacının Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nu zayıflatmak olduğu netçe açığa çıktı. Bunu da yapabileceği kadar yaptı ki, Kılıçdaroğlu’nun siyasi ömrünün bu seçimle bittiği söylenebilir.

Seçimden önce seçim sonuçlarına ilişkin yorumlarımız işte böyledir. Bakalım sandıktan ne çıkacak? Ona göre sonuçları yorumlamaya devam ederiz.

Adil BAYRAM

Özgür Gündem