HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Bir süredir Kürt ulusunun gündemini dolduran ve ilanı Kürtler tarafından adeta bir devrim coşkusuyla karşılanan demokratik özerklik modeli nedir ve Kürt sorununun çözümünde neden en uygun model olarak tercih edildi? Kadının bu modelin uygulanmasındaki rol ve misyonu nedir?

Bu sorulara doğru yanıt geliştirmek öncelikle kendini tekçi sistemin tarih çarpıtmalarından arındırmayı gerektirir. Zira tekçi sistem, erkek egemen zihniyetin yaratımları olan milliyetçi ve cinsiyetçi yapıları içerisinde barındıran ve bu sayede toplumsal doğanın özünü zehirleyen, dejenere eden, dolayısıyla da toplumsal gerçekliği inkar eden bir yalan ve çarpıtma sistemidir. Bu anlamda evrensel tarih perspektifinden Ortadoğu toplumlarının tarihsel gerçekliğini çözümlemeye çalıştığımızda toplumsal doğaya dayatılan devlet olgusundaki ısrarın günümüz Ortadoğu cehennemine yol açan esas nedeni oluşturduğunu rahatlıkla görebilmekteyiz. Ortadoğu toplumları açısından kangrenleşen, kördüğüm halini alan ve neredeyse bir kaderciliğe götüren tüm toplumsal sorunlarını etnik ve dini çatışmaların kaynağı, bize ulus devleti ve onun yarattığı tahribatları işaret etmektedir. Ahlaki ve politik dokusu zayıflatılmış, kültürel kırımlardan geçirilmiş, ekonomisiz, politikasız ve savunmasız bırakılarak iktidar sahiplerinin kendi çıkar savaşlarının hizmetine koşturulmuş bir toplumsal gerçeklik daha doğrusu bir toplum kırımı söz konusudur. Toplumlar vatan-millet edebiyatı ve aldatmacasıyla ulus devlete mahkum edilerek toplumsal örgütlülükleri parçalanmış, dağıtılmış ve iradeleri teslim alınmıştır. Keza ulus devletin varlığını mümkün kılması da ancak bu sayede olabilmiştir. Çünkü ulus devlet kurumsal örgütlenmesini toplumsal emek, üretim ve değerlerin gaspı ve sömürüsü toplumsal ahlak ve politikansın zayıflatılması üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu anlamda sermaye ve iktidar tekellerinin ideolojik kurumlaşması ve örgütlenmesidir. Dolayısıyla da toplumun güçsüzleştirilmesi savunmasız bırakılması ve her türlü sömürüye açık hale getirilmesi dışında bir rolü ve işlevi yoktur.

Kürt ulusunun demokratik özerklik tercihini bu gerçeklikle bağlantılı olarak ele almak gerekir. Kendisi açısından bir yönüyle ulusal özgürlük hareketi, bir yönüyle de aydınlanma ve bilinçlenme hareketi olarak anlam kazanan PKK, şahsında bu derin gerçekliğin bilincine varan Kürt ulusu, kapitalist sistemin ısrarla kendisine dayattığı ‘Küçük Kürdistan Devleti’ne’ diğer bir deyişle ulus-devletçiğine hayır demiştir.  Tüm Ortadoğu halkları adına kendi demokratik çözüm alternatifini demokratik özerklik olarak ortaya koymuştur. Bu açıdan demokratik özerklik modeli, Kürtler için öncelikle bir politik demokratik yönetim sistemi olarak anlam kazansa da esas itibariyle ulus devlet karşısında toplumu yeniden güç ve irade kılmayı, sosyal, politik ve ekonomik yaşamın öznesi kılmayı, kurumsal örgütlülüğünü oluşturmayı, ahlaki politik özünü yeniden işlevli kılmayı ve öz savunmasını geliştirmeyi içeren bir modeldir. Dolayısıyla devlet yetkilerini paylaşmadığı gibi, merkeziyetçi bir yönetimi veya iktidarı oluşturma hedefinde de değildir. Toplumun her kesiminin tüm dini, etnik, kültürel ve politik kimliklerin veya farklılıkların kendisini her ortamda özgürce ifade etmesini, örgütlemesini ve gerçekleştirmesini sağlayan yerele dayalı bir yönetim sistemidir. Toplumun demokratik temelde örgütlendirilmesi en esaslı hedefini oluşturmaktadır. Bu açıdan her topluluğun kendi demokratik toplum birimini oluşturmasını demokratik özerklik uygulamasının öncelikli şartı koşar. Burada birim tekçi sistem karşıtı her topluluğu kast etmektedir. Demokratik ulustan bir köy derneğine, uluslar arası bir konfederasyondan bir mahalle şubesine, kent konseyinden mahalle meclisine her topluluk ve her yönetim organı birer birimdir.

Bu anlamda demokratik toplum birimleri demokratik ulusun gerçekleştirilmesinin de ön koşulu olmaktadır. Demokratik toplum olmadan demokratik ulus düşünülemeyeceği gibi, demokratik ulus olmadan demokratik özerklik de düşünülemez. Zira demokratik ulus, ulus-devletteki ulus kavramından farklı olarak tekçi devlet zihniyetini, devlet sınırlarını ve giderek devletin kendisini aşan, milliyetçiliği ve cinsiyetçiliği içermeyen bu anlamda farklılıkların birliği ve özgürlüğü ilkesine dayanan demokratik bir birliği ifade etmektedir. Bu da erkek egemen zihniyetin kurumsal ifadesi olan ulus devletin toplumsal öze aşıladığı toplumsal cinsiyetçiliğin, etnik-dini-kültürel ayrımcılığın, tecavüz kültürünün aşılmasını, toplumun demokratik karakterinin açığa çıkarılıp yeniden hakim kılınmasını gerektirmektedir. Bu bakımdan demokratik ulusun, giderek demokratik özerkliğin kadın özgürlük sorunuyla güçlü bir bağı söz konusudur. Dolayısıyla cinsiyetçilikle mücadeleyi, cins ayrımcılığını ve köleliğini aşmayı hedefleyen ve bu anlamda toplumsal yaşamın öznesi ve örgütleyici gücü olan kadını toplumsallığın dışına itilen konumundan çıkartıp yeniden toplumsal yaşamın tüm alanlarında aktif ve işlevli kılmaya çalışan kadın özgürlük çalışmaları, demokratik özerklik için hayati önemdedir. Yalnızca bu açıdan değil, kadının toplumsal yaşamın esas örgütleyici ve belirleyici gücü olması, dolayısıyla da durum böyledir. Yine ulus devletin toplumu politikasız bırakma çabalarına karşılık, demokratik özerkliğin bir başka kurum sal hedefi olarak öne çıkan demokratik siyasetin kurumsallaştırılması çalışmalarında da kadına büyük rol düşmektedir. Çocuğun yetiştirilmesi ilk ve esas eğitmencisi olması, ailenin düzen ve disiplinini sağlayan olması ve yaşamsal günlük işlerin esas çekip çevireni olması bakımından kadın toplumsal ahlakın kaynağı, geliştirici gücüdür. ‘Ahlakın rolü, toplumun sürdürülme, ayakta kalma kurallarına sahip olma ve uygulama gücüdür. Politika ve toplum için gerekli ahlak kurallarını sağlamak ve toplumun maddi-zihni ihtiyaçlarını gidermenin yol ve yöntemlerini tartışarak kararlaştırmaktır’ Toplumun iki temel varlık stratejisi olarak anlaşılması gereken ahlak ve politika somut ifadesini demokratik siyasette bulur. Bu bakımdan kadın ahlakın esas kaynağı ve geliştirici gücü olarak demokratik siyasetin kurumlaşmasında öncü bir role sahiptir. Ayrıca ulus devletçi sistemin azami kar, sermaye birikim, mülkleştirme ve aşırı büyümeye dayalı kapitalist yaşam sunumuna karşılık, demokratik özerkliğin köy tarım ve toprağa dayalı ekolojik yaşamın ve onun ekonomi politikasının geliştirilmesinde de kadının belirleyici bir konumu söz konusudur. Ekonomi kadının kutsal mesleği olarak önce kadından ardından da toplumdan kopartılarak iktidar ve sermaye tekellerinin hizmetine verilmiştir. Toprak ekonomisinden para ekonomisine (ya da ekonomi karşıtlığına) geçişi ifade eden bu durumla birlikte kadın ve toplum için büyük yabancılaşma ve tutsaklaşma gerçekleşmiştir. Zira ekonomi alanı toplum için olduğu kadar kadın için de üretimi beslenme, korunma, barınma ihtiyaçlarının giderildiği en hayati alanı oluşturmaktadır. Kadının kendisini ve yaratıcılığın en fazla gerçekleştirdiği alandır. Bu bakımdan bu alanın gasp edilmesi kadının temel özgürlük alanlarından birinin gasp edilmesi ve bir nevi temel öz savunma alanının yitirilmesidir. Dolayısıyla kadının bu kutsal mesleğini tekrar geri alması ve kendi örgütlülüğünü bu alanda yeniden sağlaması hayati önemdedir. Eğitim ve sağlık için de benzeri noktalar kadın için belirtilebilir. Yani bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak kadının demokratik özerklik modelinin uygulanması ve inşasındaki misyonu için genel anlamda şu belirtilebilir;  ulus-devlet cinsiyetçilik, milliyetçilik ve dincilik üzerine inşa edilmiş bir yönetim sistemidir. Bu ideolojilerin besin kaynağı ise düşürülmüş, teslim alınmış, örgütsüz bırakılmış köle kadındır. Buna karşılık demokratik yaşamı gerçekleştirmenin hedefi olan demokratik özerkliğin besin kaynağı da özgür kadın çalışmaları ve örgütlülüğü olacaktır. Dolayısıyla kadın siyaset akademilerini yaygınlaştırma, kadın kooperatifçiliğini geliştirme, yerel yönetimler ve meclis birim çalışmalarını derinleştirmek, demokratik kadın birimlerini yaygınlaştırmak ve bu temelde komünsüz, birimsiz, kadın bırakmamak her kadının en temel acil görevleri olmaktadır.

Ekin Gever