HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Zorlu ve tarihi öneme sahip bir mücadele sürecini yaşıyoruz. Zorluklar kadar kazanma imkan ve fırsatları da büyük. Belki de yakın tarihte ilk defa özgürlüğü kazanmaya bu kadar yakın oluyoruz. Fakat bu da kendiliğinden elde edilmiyor, zorlukları yenen başarılı bir mücadele ile kazanılması gerekiyor. Elbette bunun için de doğru ve derin kavrayış ile herkesin kendi üzerine düşen görevi başarıyla yapması gerekli oluyor.

Zorluk sadece Kürtler açısından sözkonusu değil, bütün Ortadoğu halkları zorlu bir mücadele sürecinden geçiyor. Daha çok da kapitalist modernitenin ortaya çıkardığı tiranlıklar büyük zorluklar yaşıyor. Halklar için özgür ve demokratik yaşam umuduyla dolu bir “Bahar” yaşanırken Birinci Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı ulus-devlet diktatörlükleri bir bir düşüyor. 2011 yılının olayları Ortadoğu’yu neredeyse altüst ediyor.

Genelde olduğu gibi, Kürdistan üzerinde hükümran olan devletler de çok zorlu bir süreci yaşıyor. Kaddafi’den sonra düşme sırasının Beşer Esat’a geldiği noktasında hemen herkes birleşiyor. Belki 2011 yılı Esat rejiminin sonuna da tanık olur. Ondan sonra da sıranın İran’a geleceği ve esas çatışmanın İran’da yaşanacağı açıkça görülüyor. Yani İran rejimi de düşüşün eşiğinde bulunuyor. Tabi bir de AKP iktidarı var. Komşularla “Sıfır problem” diplomasisi ile yola çıkıp da sonunda tüm Ortadoğu’ya yönelik NATO savaşının karargahı haline gelen AKP! Onun sonucunun ne olacağı da pek hayra alamet görünmüyor.

Bütün bunlara rağmen, tüm bu rejimlerin hiç biri de Kürtlere saldırmaktan geri durmuyor. Yıkılmanın eşiğindeki Esat yönetimi hala “Kürt halkının demokratik haklarını tanıyoruz” diyebilmiş değil. Ahmedinecat yönetimi ise Kandil ve Xinêre üzerinden açık bir savaş yürütüyor. AKP hükümetinin ise, “PKK ile görüşmeyin” diye İran ve Suriye yönetimlerini sürekli uyardığı bilgileri geliyor. Dikkat edilirse, ölüm döşeğindeler ama halâ “Kürtler kazanmasınlar” diye çalışıyorlar. Kendilerinin kaybetmelerini önlemekten önce ve daha çok Kürtlerin kazanmasını önlemek için çaba harcıyorlar.

İşte bu gerçeği tüm Kürtlerin çok iyi görmesi ve anlaması gerekiyor. Bu öyle normal bir karşıtlık durumu değildir, hastalık düzeyine ulaşmış bir Kürt düşmanlığı durumudur. Dolayısıyla da mevcut rejimlerin Kürt sorununu çözeceği beklentisi adeta bir hayale benzemektedir. O halde geriye ne kalıyor? Kürtlerin gerçekleri iyi görmesi ve çözümü kendi güçleriyle direnerek yaratması! Bunun dışında başka bir yolun kalmadığı ortadadır. İşte bunun için de herkesin tarihsel görev ve sorumluluğunu doğru anlaması ve bunların gereğini pratikte yerine getirmesi gereklidir.

Herkesin üzerine düşen görevin gereğini yapması ne demektir? Bu konuda Kürtlerin programı tarihin bütün dönemlerine göre çok daha netleşmiş durumdadır. Birincisi, Demokratik Toplum Kongresi 14 Temmuz tarihli oturumunda “Demokratik Özerklik İlanı”nda bulunmuştur. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm toplumu “Demokratik Özerkliği inşa etmeye” çağırmıştır. Bu, son derece somut bir görevdir ve istisnasız herkes için geçerlidir. herkesin bulunduğu her yerde, köyde, kasabada, mahallede, şehirde demokratik özerklik inşa çalışmasını bir seferberlik düzeyinde yürütmesini gerektirir. O halde herkese şunu sorabiliriz: Demokratik Özerklik inşa çalışmaları nasıl gidiyor? Ne kadar ne kadar ilerleme oldu, nereye gelindi? Varsa ne tür sorunla karşılaşılıyor?

İkinci görevi Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan belirlemiştir. Kürt sorunun barışçıl siyasi çözüm müzakeresi için gerekli karar tasarılarını hazırlayıp AKP hükümetine sunduktan sonra, “Hükümet barışçıl-siyasi çözümün önünü açıncaya kadar benim yapabileceğim bir şey kalmadı” demiştir. Meclisin ve hükümetin bu konuda adım atıp kendisine rol tanımasını istemiş, kendisinin “Sağlık, güvenlik ve özgür hareket edebilme” sorununun olduğunu belirtmiştir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Sağlık sorunu”, “Güvenlik sorunu” ve “Özgür hareket edebilme sorunu”, elbette başta tüm Kürtler ve demokratik güçler olmak üzere tüm Türkiye toplumunun ve devletinin görevidir. Çünkü İmralı’da ağır tecrit koşulları altında tutulmaktadır ve bundan AKP hükümeti, TC Devleti ve küresel sistem sorumludur. Bunlarla birlikte bu sistem altında yaşayan, bu sistemin varolmasına evet diyen toplum ve toplumlar sorumludur. Elbette en çok da Kürtler sorumludur. Çünkü kendi Önderlerinin durumu sözkonusudur. Önderlerinin durumu doğrudan kendi durumları demektir. Önder Abdullah Öcalan’ın durumuna ilişkin sorumlulukların yerine getirilmesini sağlatma görevi herkesten önce Kürtlerin üzerindedir. Ve her Kürt bundan sorumludur, herkesin bu konuda görevi vardır. Herkesin kendi görevini yapması demek, Kürt Halk Önderi’nin “Sağlık, güvenlik ve özgür hareket edebilme” sorunu konusunda üzerine düşen görevin gereğini yerine getirmesi demektir. O halde bu noktada herkese şunları da sorabiliriz: Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sağlı, güvenlik ve özgür hareket edebilme durumu nasıldır? Sağlığı ne kadar yerindedir? Güvenliği ne kadar sağlamdır? Özgür hareket edebilme imkânı ne kadar vardır?

Burada bir hususun daha altını çizmek önemlidir. Tüm Kürtler için ifade ettiğimiz bu görevler birbiriyle bağlı ve iç içedir. Bunları birbirinden ayrı düşünmemek, ele almamak ve birbirinin önüne koymamak gerekir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sağlı, güvenlik ve özgür hareket edebilme durumu ile demokratik özerkliğin inşası elle tırnak gibi birbirine bağlı ve iç içe bir durum arzetmektedir. Biri olmadan diğeri olmaz. Birinin gelişimi mutlaka diğerinin gelişimini de sağlar. Kısaca Kürt Halk Önderi’nin sağlık, güvenlik ve özgürlüğü için mücadele, aynı zamanda demokratik özerkliği inşa mücadelesidir. Bunun tersi de doğrudur. Demokratik özerklik inşası Kürt Halk Önderi için özgürlük mücadelesidir.

Şimdi bu tarihi görevler karşısında Kürtlerin duruşu nasıldır? Kürt gençleri, kadınları, tüm toplum ne yapmaktadır? Bu tarihi göreve ne kadar sahip çıkmaktadır? Demokratik özerklik inşası ne durumdadır? İmralı tecridinden öteye, Kürt Halk Önderi’nin sağlı, güvenlik ve özgür hareket edebilmesi için ne kadar mücadele edilmektedir? İşte bu sorular çerçevesinde her an, her gün durum değerlendirmesi yapmak ve eksiklikleri aşmak gerekir.

Çünkü görevlerin tam sahiplenilmediği ve herkesçe yeterince yerine getirilmediği açıktır. Örneğin, yaklaşık elli gündür Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile avukat görüşü olmamıştır. AKP hükümeti tarafından avukat ve aile görüşü keyfi olarak engellenmektedir. Bırakalım Kürt Halk Önderi’nin özgür hareket edebilmesini, elli gündür durumu hakkında toplumun bilgisi yoktur. Sağlığı, güvenliği nasıldır bilinmemektedir. Durumu tümüyle endişe verici hale gelmiştir. O halde Kürt gençleri, insanları neyi beklemektedir? Gün mücadele günüdür ve bu da herkesin görevidir. Herkes görevini yaparsa tarihi süreç kazanılır.

Burada birkaç yetersiz yaklaşıma dikkat çekmek de önemlidir. Örneğin, yukarıda belirttiğimiz iki görevi birbirinden ayırmak kesinlikle yanlıştır. O durumda mücadele alanını daraltma ve tek yanlı kılma yaşanır. Diğer yandan, Kürt Halk Önderi ile görüşülmesi önemli olmakla birlikte, her şeyi avukat görüşmesine bağlamak doğru değildir. Kaldiki son görüşmede Kürt Halk Önderi de avukatlara “Artık gelmeyebilirsiniz” demişti. Kürt halk Önderi’nin sorunu artık avukat görüşmesinin yapılıp yapılmaması sorunu değildir; kendisinin de açıkça ifade ettiği gibi sağlı, güvenlik ve özgürlük sorunudur. Bir de Kürt Halk Önderi söyleyeceğini söylemiş, yapacağını önemli ölçüde yapmıştır. Artık iş yapma, mücadele etme sırsı Harekette ve halktadır. Her şeyi Önderlikten beklemek, kendi görevimizi Önderliğe yüklemek doğru değildir. “İmralı’ya gitsek sorun çözülür” demek ve sadece bunun çabasını vermek doğru ve yeterli bir tutum olamaz.

Oysa yürütülecek mücadele, yerine getirilecek görevler çok açıktır: Bir, Kürt Halk Önderi’nin sağlık, güvenlik ve özgür hareket edebilme sorununu çözmek! İki, demokratik özerkliği yaşanan her yerde inşa etmek! Bunları da Kürt Halk Önderi değil, halkın kendisi yapacaktır! Biz yapacağız! Kürt gençleri ve kadınları yapacak! Hem de seferberlik düzenindeki bir çalışmayla yapacağız! O halde kendine “Apocu gençlik” diyen, “yurtseverim” diyen herkes görev başına!

Selahattin ERDEM

Özgür Politika