Adım adım yükseliyor savaş. Beklendiği gibi bir anda tüm ülkeyi kapsamıyor ve şiddetinin alevi herkesi yakmıyorsa da ilerliyor savaş. Bir bakıyorsun Kürdistan’ın yüksek bir dağında, bir bakıyorsun bir şehrin merkezinde iniyor düşmanın başına yumruk. Şiddetiyle şok oluyor bazen, bazen de göremiyor darbenin geldiği yeri…
Gerillayla, onun savaş kabiliyetiyle çok fazla uğraşıldı. Savaşamaz, zayıftır, örgütsüzdür, hakim değildir, sınırlı güç sahibidir, olursa eskisi gibi dağlarda yürür salt, sadece askerle çatışır diyerek savaş teorisyenliğine soyundu çoğu. Hem de dağın, gerillanın ne olduğunu bilmeden, anlamadan. Bilmediler yürürlüktekinin sınırlı ve kontrollü bir savaş olduğunu. Hele bir de sabrın tükendiği andakini görseler…
Yine, gerillanın saldırarak, büyük operasyonlarla, teknik bombardımanla tüketilebileceğini söylediler, yazdılar, propaganda ettiler. Hoş, halen devam ediyor asalım, bitirelim havası ama millet de tam inanmıyor artık buna. Gerillanın bu yöntemlerle bitirilebilme ihtimali olsaydı zaten 90’larda biterdi çoktan. Bazı operasyonlara 150.000 askerin katıldığı, sabah akşam dağların bombalandığı, Kürdistan’daki her ağacın bomba parçalarıyla yaralandığı, söylendiği üzere ‘taş üstünde taş’ bırakılmayan bir anlayışla yönelim sahibi olunduğu zamanlarda biterdi gerilla.
Ama olmadı. Olamazdı da.
Peki, bu savaş kışkırtıcılığı, kazanılmayacak bir savaşın propagandası neden yapılır? Neden böylesi bir yönteme başvurulur?
Tabii ki tüm toplumun pohpohladığı; kulluk düzeninin, kahramanlık özentililiğinin bir ürünü olan asker ve orduyu motive etmek için! “Haydi aslanım, sen yaparsın!”, “senden büyük yok!”, “şanlı ordumuz, kahraman askerimiz!”, “ez, geç, kurtul!” nidalarıyla savaştan yenilgiyle çıkmış orduyu ve askeri yeni bir sefere hazır etmeye çalışıyorlar.
Askerin kendisi 84’ten beri aktif olarak savaştığı bir gücün karşısında yenilgiyi kabul etti. Ordu yapısı bu yenilgi nedeniyle cezalandırılıp, yeni bir biçim ve vizyon ile yeniden yapılandırılmaya çalışılıyor. İşte bu yeni yapılanma sürecindeki ordunun moral ve motivesini sağlama adına ordunun daha öncesi saldırıları, harekatları öne sürülerek savaş kabiliyeti hatırlatılmaya çalışılıyor. Boğaya kırmızı şal gösteriyorlar anlayacağınız.
Ama nafile. Yine de yaratamıyorlar bu motiveyi.
Çünkü ordunun eğitim sistemi ve genel kültür yapısı artık gerilla ile mücadeleyi kaldıramıyor. Gerilla ile mücadele içinde kendine yabancılaşan, ne idüğü belli olmayan ucube bir yapıya dönüştü ordu. Bir heyula, bir bilinmez, kocaman bir muamma oldu gerilla bu ordu için. Korkunun kaynağını tüketemeyen ordu bir gerillanın başı için yapmadığın bırakmadı. Öldürdüğünü daha da öldürmek için cenazesine işkence yaptı. Korku ve çaresizlik karmaşası ilginç bir psikolojiyle kâbuslarda yaşamaya başladı ordu. Kimyası bozuldu, ölçüsü kaçtı, ilkesi kalmadı ordunun.
Bir ordunun düzeyi, savaş kapasitesi, moral ve motivesi, teknik ve taktik hakimiyet ve yaratıcılığı bir nevi o orduyu komuta eden baş ile ölçülür. Savaşan askeri gücün komutası o gücün neler yapabileceğini, gücünün nereye kadar yetebileceğini, ne kadar başarılı bir savaş vereceğini de gösterir. Boşuna “Komutan birliğinin aynasıdır” dememişler.
Buna göre gelin de siz yenilmiş TC ordusunun gelip geçen komutanlarına ve duruşlarına bir bakın. Hangi genelkurmay başkanı gerçekten bir askeri zafer havası estirebiliyor sizde? Hangi komutan gücüyle gerilla karşısında mücadele edebilecek irade sahibi biri gibi görünüyor?
Alın size bir liste; Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hayri Kıvrıkoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Murat Bilgel, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Mehmet Erten ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir Kalyoncu. Şimdiki ordunun en üst yönetimi bunlar. Mümkünse bir de fotoğraflarını alın bir yerden de bakın (Daha iyi yorumlayabilmeniz, bu tespitin haklılığının ölçmeniz için). Bakın, bakın da ne kadar acizler görün. Hepsi toplu olarak kalkıp bir operasyonun nasıl gittiğine ilişkin aynı yerde brifing alıyorlar. Yani anlayacağınız artık tek başlarına gezecek cesaret, tek başına gücünü yürütecek yetenek de kalmamış.
Ne moral, ne motive, ne ilke, ne onur, ne de kalite kalmamış anlayacağınız. Ama boş sözler değil bunlar. Uzun yılların tecrübesi, çok komutan görmüş olmanın yarattığı izlenimdir bu sözleri söyleten. Boş LAW silahı ile hava atanı mı dersin, tüm arkadaşlarını ve gücünü sattıktan sonra pişkince Erdoğan’ın emir erliğine soyunanı mı dersin, arabaya tav olanı mı dersin, soyadına dayananı mı dersin, bir sürü kuru gürültü işte. Kimyevi dediler diye kendini bir şey zanneden Özel çıktı şimdi de karşımıza. Asker olarak bile kabul etmediğimiz, komutanlığının altındaki nedenleri ve onu oraya getiren pratikleri yaşayarak gördüğümüz Özel’in hiç de özel olmadığını biliyoruz.
Velhasıl, ordunun savaş kabiliyeti yok diyorduk. Oraya dönelim.
Boğayı kırmızı şal ile kandıramıyorlar ya, bu sefer farklı yöntemlere başvuruyorlar. Medyada takip etmişsinizdir. Her gün neredeyse yandaş-candaş medya el ele ordunun teknik donanımının ne kadar arttığından, askerin biricik, akıllı, zehir gibi yardımcılarının PKK’yi nasıl sonlandıracağından söz ediyorlar. Nöbetçiye gerek kalmayacak erken uyarı robotları, altı bilmem kaç cm kalınlığında zırhlı araçlar, termal kameralar, hareketli uzaktan kumandalı silahlar, sinyal bozucu son teknolojiyle donatılmış araçlar, bomba yüklü insansız keşif uçakları, kirpiler, akrepler, çıyanlar, bilmem daha neler…
Buna da biraz akıl izan sahibi insanların inanmaması gerekir ama nedense kanan çok. Her eylemimiz ardından gerilla karşısında teknik bir donanımsızlığın, teknik desteğin azlığının yattığını bu nedenle öne çıkarıyorlar. Gerillayı tanıyan, bilen bilir. Gerilla her teknik gelişim karşısında kendisi de yeni teknik ve taktik hamleyle cevap verdiğinden aslında bu gerekçelerin hiçbirinin kıymeti harbiyesi yoktur. Yok heron gördü de neden kobra gelmedi, yok jamer vardı da neden sinyali kesemedi, yok F16’nın vuruş gücü teknik modernizasyonu nasıl yapılmazmış da, vay ABD bize predatörleri neden vermezmiş’e kadar binbir türlü yalan, zırva dolanıp duruyor.
Çocuklara oyuncak vaat etmek gibi bir şey aslında. “Bak oğlum sınıfını geç söz sana bisiklet alacağım” v.b çocukları işe sevk etmek için kullanılan yöntemler şimdilerde orduyu motive etmekte kullanılıyor. Sana patik alacam, sana uçan insan alacam. Oldu olacak hazır ABD ile model ortaklığını bu kadar zirveye ulaştırmış, yek vücut olmuşken birkaç süper kahraman da ayarlayın, bu iş bitsin. Bir Süpermen, bir örümcek adam, bir hulk ile bir haftada PKK’nin işini bitirirsiniz. Mavi, kırmızı, beyaz renklerinden oluşan süper kahraman kıyafetleriyle Kürdistan dağlarında taşeronluğu tam zirveye taşımış olursunuz. Cidden! ABD’den yarın bunları isteyen de çıkarsa şaşırmayın.
Gelelim sadede!
Şimdi gel de bu orduyu adam yerine koy. O kadar yalana bulaşmış ki artık ne diyeceğini bilemiyor insan. Zaten namertlik olmasa on kilometre yüksekten bombayı bırakıp kaçmaz adamlar. Zaten karadan gelip gerilla karşısında savaşma gücü yok, teknik kullanımında bile artık eski cesareti sergileyemiyorlar. Eskiden savaş uçakları dalış yapar bombalarını bırakırlardı. Bu daha iyi bir vuruş gücü için neredeyse bir mecburiyettir. Ama şimdilerde doçkalarımızdan korktuklarından gözle görülemeyecek denli havadan bırakıp gidiyorlar bombalarını. Bunu da “pilotlarımız o kadar usta ki artık istedikleri mesafeden bırakabiliyorlar bombaları” diyerek kamufle etmeye çalışıyorlar. Hadi canım…
Yani anlayacağınız gerilla karşısında yenilgi almış bir ordu ve bu orduyu yeniden bir savaşa sevk etmeye çalışan bir medya ordusu var karşımızda. Kraldan kralcılar kışkırtsa da, yeniden saldırmaya ikna etse de, en büyük teknik donanımı yükleseler de, en şahane planı yapsalar da nafile, gerilla karşısında zafer kazanamazlar. Yıllardır Kürdistan dağlarında kelle koltukta gezen, açlığa, soğuğa, imkansızlığa, vahşi yönelimlere karşı sadece iradesi ve yoldaşıyla, yoldaşına ve inancına duyduğu sevgiyle, aşkla ayakta kalan gerilla karşısında bunların hiçbiri işe yaramaz.
Tek emir ve tek vücut altındaki ordu yapamadı, AKP’nin elinde emir eri pozisyonuna getirilen orduyla hiç yapamaz. İnanmıyorsanız deneyin, çağrı yapın da gelsin. Kandil’in, Medya Savunma Alanları’nın yerini herkes biliyor, buyursun gelsinler… Çok gördük çok geçirdik, isterse Kimyevi de denesin kendini. Bakalım kimyevinin kimyası nasıl bozuluyormuş…
Pir Kemal