Sömürgeci AKP hükümetinin gündeme taşıdığı ve yazımını başlattığı anayasa üzerine yapılan tartışmaları yıllardır yapılmaktadır. Bu konuda AKP’nin kendi faşist sistemini anayasal bir zemine kavuşturmak için belli bir hazırlığı da bulunmaktadır. Ancak kamuoyunda oluşturmaya çalıştığı algı ise, “ yeni, demokratik bir anayasa oluşturmaktır.”
Anayasalar genel olarak toplumsal sözleşme olarak tanımlanırlar. Ancak sömürgeci Türk devletinin hiçbir anayasası toplumsal bir sözleşme, yani mutabakat sonucu ve Kürdistan halkının iradesini tanıyan bir şekilde oluşturulmamıştır. İlk anayasadan başlayarak, hepsi Türk ulus-devletini oluşturmak, pekiştirmek, Kürt ulusu başta olmak üzere diğer azınlık kültürleri ve inançları eritip-yok etmektir. Hiçbir anayasa Kürt halkının, halk olmaktan kaynaklanan haklarını tanımamıştır. Yani tüm anayasalar, Türklerin, ezen ulus olarak, temelde Kürdistan’ı sömürge statüsünde tutmak, Kürt ulusunu Türk ulus devlet içinde eritip yoketmek, kendi içindeki demokratik muhalefeti bastırmak esasına göre oluşturulmuşlardır. Sömürgeci Türk devletinin esas anayasası 1925 yılında hazırlanan ve bir soykırım belgesi niteliğini de taşıyan Şark İslahat Planıdır. Gerisi ise soykırımı gizleme ve onun üstünü örtme siyasetini ifade etmektedir.
Sömürgeci Türk devlet anayasasının yeniden ele alınması ve değiştirilmesinin gündeme getirilmesinin esas nedeni yine Kürdistan- Kürt ulus gerçekliği ve özgürlük mücadelesidir. Yanısıra 82 faşist anayasanın eskimiş ve artık Türk egemenlerinin ve uluslar arası sermayenin de çıkarlarına yanıt vermemesidir. Özellikle askeri faşist bir darbe döneminde yapılmış olması ve genel olarak kamuoyunda yoğunca eleştiriler temelinde tartışılıyor olması da diğer önemli bir nedendir. Genel olarak anayasa tartışmaları ve yapımına geçilmesinin nedenlerini üç ana başlık altında toparlayabiliriz.
Birincisi : Önder Apo öncülüğünde gelişen Kürdistan özgürlük mücadelesi, beyaz Türkçü faşizme dayanan sistemi darmadağın etmiştir. Türk devletinin Kürdistan’da varlığının ve Kürt ulusu üzerinde hiçbir meşruiyeti kalmamıştır. Türk sömürgeciliğinin tek ulus, tek vatan, tek dil, tek din, tek bayrak yaratma stratejisini mücadelemiz çökertmiştir. Artık Güneş-Dil teorileriyle, Kürdü tümden yoksayma, görmezden gelme dönemi kapanmıştır. İşte bu zeminden en büyük faydayı sağlayan da yine AKP faşist çekirdeği olmuştur. Unutulmamalı ki, tek vatan, tek ulus-tek devlet, tek dil, tek bayrak Türk devletinin kuruluş felsefesi ve zihniyetidir. Kürt ulusunun yok edilmesi temelinde oluşturulan bir stratejidir. Dolayısıyla Türk sömürgeciliğinin Kürdistan da meşruluğunun kalmaması, varlığının ciddi bir biçimde tartışılır olması, bu stratejinin bitişi anlamına gelmektedir. Bu nedenle de, AKP sömürgeci hükümeti de, Türk-İslam sentezi adına, varlığı-meşruluğu ciddi bir biçimde tartışılan, Kürdistan’da sömürgeci Türk faşist sisteminin bir dağılmayı yaşadığı bir dönemde, Kürdistan’da yeniden meşruluğunu bir biçimde yaratma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Yani Kürdistan’da Türk sömürgeciliğini yeniden kabul edilebilir, meşru kabul edilebilir bir duruma getirmek istemektedirler. Bu tabi ki Kürdistan özgürlük mücadelesinin zayıflatılması ve tasfiye edilmesi temelinde yapılmak istenmektedir.
Çünkü ortada bir meşruluk krizi vardır. Türk sömürgeciliği bugün Kuzey Kürdistan’da çıplak işgal güçlerinden başka bir şey değildir. AKP’nin, Fethullah Cemaatinin Kürdistan’da vargüçleriyle çalışma yürütmeleri, özellikle kutsal İslam dinini bu denli yoğun bir ideolojik araç olarak kullanmalarının temelinde böyle bir gerçeklik vardır. Bu kez İslam kardeşliği- din kardeşliği adı altında Kürt ulusuna yüklenmektedirler. Herkesi Türk yapacağız, Herkes Türktür stratejisi Kürdistan dağlarında halkımızın serhıldanlarında kırılınca, bu kez daha çok “ hepimiz islamız, din kardeşiyiz” sözüyle Kürdistan’de zemin bulmaya, varlıklarını meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Adına “yeni” dedikleri anayasanın gündeme girmesinin temelinde böyle bir gerçeklik bulunmaktadır. Aslında özüne bakılırsa bu Kürdistan özgürlük mücadelesini tasfiye etmeye yönelik bir “anayasa komplosu”dur.
İkincisi:Sömürgeci Türk devletinde, iktidarında bir değişiklik yaşanmaktadır. Kayseri-Konya burjuvazisinin ağırlığını koyduğu, Fethullah Gülen cemaatinin ideolojik öncülüğünü, AKP’nin ise siyasi temsilini yaptığı yeşil faşizm artık iktidara tam anlamıyla oturmuştur. Dolayısıyla ortaya çıkan bu yeni güç dengelerinin anayasaya yansıtılması bir zorunluluk haline gelmiştir. Yaşanan bu hegemonik kaymanın anayasaya yansıtılmaması zaten düşünülemezdi. Yani birinci neden, sömürgeci Türk egemenleri arasında yaşanan iktidar çatışmalarında galip gelen AKP-Fethullah Gülen cemaatinin anayasayı kendi dünya görüşleri ve güç ilişkilerine göre oluşturmasından başka bir şey değildir. İktidar çatışmasından egemen olan kesimin başta anayasa olmak üzere, yasaları kendi strateji ve programına göre yapacağı açıktır. Bugün esas olarak yaşanan bu gerçekliktir.
Üçüncüsü ise, Türk devleti ilk kuruluşundan günümüze kadar, sürekli bir biçimde uluslar arası sermayenin Ortadoğu’da kendisine verdiği role uygun bir pozisyon almaktadır. Unutulmamalıdır ki, Kürt ulusunun tarihten silinmesi ve Türk uluslaşmasının hammadesi haline getirilmesi için kurulan Türk ulus devletinin, bir İngiliz projesi, Önder Apo’nun deyimiyle pro-israil bir oluşum olduğu bilinmektedir. Bölgenin ulus-devlet esasına göre şekillenmenin gerekli ve zorunlu olduğu dönemde böyle bir oluşuma gidilmiştir. Ortadoğu’ya bir nifak tohumu, sistemin ajanı niteliğindeki ulus-devlet böyle oluşmuştur. İkinci dünya savaşında ise, çok partili döneme geçiş tesadüf değildir. Altmış yıllardan itibaren askeri darbeler dönemi de, yine uluslar arası sermayenin, ABD’nin bölge politikalarının bir gereği olarak şekil almıştır. Şimdi ise, ABD’nin ve diğer güçlerin çıkarlarına göre, radikal İslamın önüne geçmek, bölgede İran sömürgeci devletinin öncülük ettiği şiia oluşumları geriletmek için ılımlı sunni İslamın geliştirilmesi temelinde Türk devletine bir rol verilmiştir. Dolayısıyla yapılacak anayasanın tüm bu durumları gözeten bir durumda olması gerekmektedir.
Üzerinde durulması gereken diğer bir konu da, demokratik bir anayasanın oluşumunun ortamı var mıdır-yok mudur sorununu da açıklığa kavuşturmak gerekmektedir.
Gerçekten de söylendiği gibi bir demokratik anayasa yapılmak isteniyorsa, o zaman öncelikle serbest tartışma, özgür düşünme ve örgütlenme zemini olmalıdır. Kürdistan ve Anadalodu’da yaşayan tüm halklar, kültürler, inançlar nasıl bir anayasa istiyorlarsa bunun için özgürce düşüncesini açıklama, onu bir örgütlülüğe ve eyleme dönüştürme özgürlüğü ve hakkı olmalıdır. Peki gerçeklik böyle midir?
Anayasa yapımı öyle basit-sıradan, hergün, her hafta, ay veya yılda yapılacak bir iş değildir. O zaman eğer gerçekten demokratik bir anayasa yapılacaksa, anayasanın etkileyeceği her birey, çevre, inanç topluluğu, ulus ve kültürler anayasanın her sözcüğünün tartışmasına özgürce, hiçbir sınırlamaya tabi tutulmaksızın katılım göstermelidirler. Öncelikle bunun zemini yaratılmalıdır. Ancak anayasa tartışmalarının gündeme taşındığı günden bu yana ve yazılımına başlandığı şu günlerde bir kere gerçek anlamda böyle bir ortam yoktur. Kuzey Kürdistan’da Kürdistan özgürlük gerillası ile işgalci-sömürgeci güçler arasında giderek yoğunlaşan bir savaş yaşanmaktadır. Yanısıra siyasi soykırım operasyonları kapsamında hergün yoğun gözaltı, tutuklanma, işkence, fişlenme vb. uygulamalar süreklilik arzetmektedir. En önemlisi de, anayasa tartışmalarına asıl katılması gereken Kürt ulusu, Önderliği, aydınları, sanatçıları, siyasetçileri, kadın-gençleri, emekçileri hepsi büyük bir tehdit altında bulunmaktadır.
Demokratik Kürt ulusu adına söz söyleyecek, tartışma yürütecek, muhatap olacak olan Kürdistan halk Önderi Abdullah Öcalan sadece zindanda bulunmuyor, aynı zamanda bir yıla yakın bir zamandan beri ağır bir tecrit altında bulunmaktadır. Ve bu tecrit artık bir işkenceye dönüşmüştür. Hem de kendi kanunlarını çiğneme pahasına bu yapılmaktadır. Öte yandan Kürtlerin legal-yasal siyasal temsilcileri, dil bilimcileri, kültür çalışanları, basıncıları, insan hakları savunucuları, hukukçuları siyasi soykırım operasyonlarıyla zindanlara doldurulmuş bulunmaktadır. Esaret altına alınan Kürt temsilcilerinin kendi ana dilleriyle savunma yapma hakkı dahi tanınmamaktadır. Kürt halkının seçtiği milletvekilleri politik rehine olarak zindanda tutulma hali ise devam etmektedir.
İki gün içinde sır küpüm dediği Hakan Fidan için özel yasa çıkarmasını bilen sömürgeci sistemin başı durumundaki Tayip Erdoğan, Kürtlerin kendi dilleriyle savunma yapmaları için hiçbir adım atmaması neye nasıl yaklaşıldığını da açıkça ortaya koymaktadır. Kuzey Kürdistan’ın birkaç il-ilçesinde Kürtlerin anayasal taleplerini ortaya koyan imza kampanyası gibi bir çalışmaya dahi izin verilmemiştir. Bu çalışma suç sayılmış ve çalışmayı yürütenlerden bazıları rehin alınmışlardır. Roboski’de içlerinde Kürt çocuklarının da bulunduğu 34 Kürt katledilmiştir. Katliam emri veren, uygulayan belli ancak hala katliamı yapanlar ne açığa çıkarılmış ne de haklarında bir işlem yapılmıştır. İşte en son bir Kürt poşusu için Cihan isimli bir gence 11 yıl gibi son derece ağır bir ceza verilmiştir.
Kürt-Kürdistan adına konuşacak, söz söyleyecek kim varsa, hemen hemen hepsi ya rehin alınmış, ya da rehin alınma tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadır. Bu muhatabı tasfiye etme politikasının uygulanması anlamına gelmektedir. Öte yandan insan hakları ihlallerinin en fazla olduğu ve dünyada en fazla gazetecinin tutuklandığı bir süreç yaşanmıştır.
Bu saldırı sadece Kürtlere yönelik olarak yapılmamıştır. Kürt halkının eşit-özgür haklara kavuşması için, aydın-gerçek demokrat ve devrimci olmanın şeref görevini yerine getirenlen birer birer tutuklanmakta, bu kesimler üzerinde de tam bir faşist devlet terörü estirilmektedir. Birçok Türk halkından aydın-yazarın sırf bu nedenlerle zindanda bulunması her şeyi ortaya koymaktadır.
Kürt halkının sesi-soluğu olan Roj tv’nin kapatılması için bu süreçte rüşvet olarak satılmadık, pazarlanmadık değer kalmadı. Kürt yurtsever basıncılarına rehin alma, gazetelerine toplatma ve kapatma cezaları en fazla bu dönemde devreye girdi.
Ortada bir anayasanın yapılması için ne bir özgür tartışma, ne de bir örgütlenme zemini vardır. Tek taraflı olarak Fethullah Gülen ve AKP’nin borazanları, kalemşörleri meydanı boş görmüş ve önüne gelen siyaseti, siyasetciyi, sanatçıyı adeta linç etmektedirler. Nasreddin Hoca’nın tabiriyle, taşları bağlamışlar, itleri de ortalığa salmışlar. İşte böyle bir ortamda anayasa yazımına geçilmektedir. Özgür bir tartışma ve örgütlenme, toplanma özgürlüğünün olmadığı bir ortamda demokratik bir anayasa yapmak mümkün değildir. Hiç kimse de yapılmakta olan anayasayı demokratik ve Kürdistan halkının köklü ulusal-toplumsal sorunların çözecek bir anayasa olarak göremez, gösteremez.
Şimdi de, böyle bir zemin ve ortamda yapılmaya çalışılan bu anayasa ile varılmak istenen hedef üzerinde durmaya çalışalım. Gerçi böyle bir ortamda yazılacak anayasanın nasıl bir anayasa olacağı açıktır. Sonucunu beklemeye gerek yoktur. Bununla birlikte yine de konu üzerinde durmakta yarar vardır. Sömürgeci Türk devletinin oluşum sürecinde ve sonrasında İttihatçıların ve CHP’nin Kürt ulusuna yaklaşım zihniyetini AKP güncelleyerek sürdürmek istemektedir.
Bilindiği gibi 82 faşist anayasasında 42. Madde eğitim ve öğretim durumunu düzenlemektedir. Bu madde de şöyle bir bölüm vardır. “ Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tâbi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası andlaşma hükümleri saklıdır.” İşte bu madde, kurs, seçmeli ders vb. ile restore edilmeye çalışılacaktır. Yani Kürtlerin ulusal hakları çerçevesinde kendi anadillerini her ulus gibi kullanma değil de, bireysel haklar çerçevesinde kurs veya seçmeli ders ile sınırlamayı hedeflemektedirler. Böyle bir tartışma yürütülmüş, bunun kamuoyu zemini oluşturulmuştur. Yapılan tartışmalara, bakarak bu maddenin böyle düzenleme ihtimali vardır.
Üzerinde kalem oynatacakları, redakte edecekleri diğer bir madde de, iller kanununda yapılacak kimi değişikliklerle yerel yönetimlerin inisiyatifini biraz daha geliştirmektir. Yine 12 Eylül Anayasasının Türk vatandaşlığını tanımlayan 66. Maddesinde şöyle bir ibare vardır: “ Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.” İhtimal odur ki, herkes Türktür, tanımı yerine, “herkes Türkiyelidir” vb. biçiminde bir düzeltmeye tabi tutulsun. Yani Kürtler, bu biçimiyle Türk olmaktan, “Türkiyeliliğe” terfi etmiş oluyorlar! ( Ne kadar büyük değişim ama!) Böylelikle hesapladıkları biraz Kürtlerin tepkilerini dindirmek suretiyle Türk ulus-devleti içinde daha rahat eritmek hesaplanmaktadır.
Aslında bununla, AKP hükümeti nasıl ki, 2010 yılında yaptığı referandum oyunuyla, Türk toplumundan ve Kürtlerden bazı kesimleri “ yetmez ama evet” deme noktasına getirerek, yurtsever- devrimci cepheyi zayıflatmaya çalıştıysa bugün de aynı şeyi yapmak istemektedir. Bu “yetmez ama evet” diyen kesimler, özünde Kürdistan’daki Türk sömürgeci sistemin askeri, siyasi, istihbarat, polis, ekonomik, kültürel, hukuki, eğitim gibi temel konulardaki varlığını meşrulaştırmaya çalışmışlardır. AKP sömürgeciliğine güçlü bir payanda olmuşlardır.
Zaten bu anayasa süreci planlanırken, bazı hain-işbirlikçi kesimler Kürdistan’daki sömürgeciliği meşrulaştırmak ve Kürdistan özgürlük hareketini tasfiye etmek amacıyla getirilmişlerdir. Yine İslam dinini kullanmak suretiyle, Kürtler içerisinde böyle bir kesimin önünü açmak, teşvik etmek amacıyla bazı girişimlerin yapıldığı da sır değildir. Bir taraftan KCK adı altında yurtsever Kürtler üzerinde siyasi soykırım operasyonları sürdürülürken, öte yandan kendilerine “İslami” diyen bazı kesimlerin önü açıldıkça açılmaktadır. Bu biçimde zalim sömürgeci AKP devleti kendisine Kürtler içinde zemin bulmaya çalışmaktadır. Bunu da, propagandasının merkezine daha çok İslam kardeşliği-din kardeşliğini yerleştirerek yapmaya çalışmaktadırlar. Çünkü, artık eski ideolojik argumanların, Kürdü kendisine bağlamada, yapıştırıcı özelliği kalmadı. Onun için, yeni bir çimento olarak, ki bunu AKP yetkilileri defalarca söylemişlerdir, kutsal islam dinini kullanacakları görülmektedir.
Ancak Kürt ulusal uyanışı-bilinçlenmesi ve örgütlülük düzeyi gözönüne alındığında, zalime, sömürgeciye ne laiklik, ne de islam adına hizmet edecek hiçbir Kürt bulamayacakları açıktır. Kürtler zaten ağırlıklı olarak İslami bir toplumdur. Kürdistan özgürlük hareketinin paradigması, demokratik zihniyeti, bazılarının iddia ettikleri gibi, İslamı dışlayan, kabul etmeyen değil, tam tersine demokratik modernite perspektifi temelinde İslamın devrimci, zulme , sömürüye, baskıya karşı çıkan özüne sonuna kadar sadık bir harekettir. İslamiyetin özgürlükçü, eşitlikçi özünü samimiyetle savunanların bu anlamda Kürdistan özgürlük hareketiyle karşı karşıya getirilmesi mümkün değildir. Fakat her zaman, her ulusun içinden, bazı işbirlikçi-hain kesimler de çıkabilir. Çıkacak bazı birey düzeyindeki veya bazı marjinal kesimlerin de Türk sömürgecilerini kurtaramayacağı açıktır. Bu dönemde Türk sömürgeciliğinin yeni patronu, AKP ile hareket edecek kim, onun Kürdistan’daki işini kolaylaştıracak kim olursa olsun, ne adına hareket ederse etsin, Kürdistan da Türk sömürgecilerinin döktüğü bütün kanların da ortağı olacak ve Roboski katliamını gerçekleştiren AKP hükümetinin de suç ortağı olmaktan kendisini kurtaramayacaktır. Bu da tüm inançlara mensup Kürdistan halkı tarafından lanetlenmek demektir.
Yapılmak istenen anayasanın çerçevesi aslında ortaya konulmuştur. Başta AKP kurmayları, CHP ve MHP gibi partiler yaptıkları açıklamalarında TC anayasasının 1,2,3 maddelerini kendileri için kırmızı çizgi olarak kabul etmektedirler. Peki bu maddelerin anlamı nedir?
Sömürgeci Türk devletinin kuruluş felsefesi ve zihniyeti bir kez daha belirtelim ki, Kürt ulusunu tarihten silmek, yani Kürtlüğün yokluğu ve yokedileceği üzerine kurulmuştur. Sözü edilen maddeler Kürt ulusuna yoketme fermanıdır. Bu maddelerin varlığının korunması, kırmızı çizgi olarak tekrardan anılmaları, şu anlama gelir: “soykırım gerçekleştirdim, yetmedi, geri kalanına da soykırımı uygulamaya devam edeceğim, hatta daha da fazla gerçekleştireceğim” Çünkü bu Türk devletinin kuruluş zihniyetidir. Nitekim 1924 Anayasasının 88. Maddesinde " Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur." denilmektedir.
Bu zihniyet önemli oranda darbelenmiş olsa da, esas olarak yürürlükteki yerini korumaktadır. Çünkü Kürt halkının varolmasında, kendi topraklarında özgür ve eşit bir biçimde yaşamasında, kendi sonlarını gören bir zihniyet vardır. Çünkü Türk ulus-devleti, Kürt ulusunun yokluğu temelinde oluşturulmuştur. Dolayısıyla bu zihniyet bugün egemen olan zihniyettir ve pek az insan kendisini bu zihniyetten kurtarabilmiştir. Onun için de, bu maddelerin tartışılmasına dahi izin verilmemesi, değiştirilmesinin dahi teklif edilmemesi gibi koruyucu kalkan maddesiyle bu maddelerin korunması önemlidir. Burasının görülmesi gerekmektedir. Dikkat edelim Türk anayasasının tüm maddelerine, hiçbir madde bu kadar koruma altına alınmamıştır.
Şimdi bazı sözüm ona liberal aydınlar, siyasetçiler bu maddelere dokunulmadan da, Kürt sorununun çözüleceğini iddia etmektedirler. Bunlar ya gerçekten çok saf, ya Türk devlet gerçeğinden, kuruluş felsefesinden bihaberdirler, ya da sömürgeci Türk devletinin, AKP’nin Kürdistan’daki varlığını meşrulaştırma göreviyle görevlendirilmiş kişiliklerdir.
Kürt sorunu öyle bazılarının sandığı gibi, bazı maddelerin redakteleriyle çözülecek bir sorun değildir. Kürt sorunu bir kadim ulusun özgürlük sorunudur. Kürdistan Özgürlük hareketi, Kürt sorununun çözümünü ulusların kendi kaderini tayin hakkının devletçi olmayan demokratik tarzda gelişeceğini savunmaktadır. Yani Kürdistan topraklarında kendini yönetme, bunun mekanizmalarını yaratma, kendi kaderini, demokratik ulus perspektifiyle özgürce tayin etme, geleceğini belirleme hakkını ifade etmektedir. Bugün bu hakkını demokratik özerklik biçiminde ortaya koymaya çalışmaktadır.1924 anayasasıyla üzerinde inkar-yoketme kararı alınmış, şark islahat planı kapsamında iskan kanunu, istiklal mahkemeleri, sürgün politikasıyla ulusal topluluk konumundan çıkarılma, işkence-idam uygulamalarıyla sindirme, ekonomik olarak yoksullaştırma, Kürt dili-kültürü üzerinde uygulanan soykırım ve asimlasyon politikasıyla Türkleştirme gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Öylesine incelikli üzerinde durulmuş ve o kadar hainane planlar yapılmıştır ki, insan kırk sene düşünse aklına gelmez… Ancak bir taraftan bunlar yapılırken öte yandan da hep kardeşlikten dem vurulmuştur. Bu sömürgeciliği meşrulaştırmanın bir ifadesi olarak ortaya konulmuştur.
Kürtlerin ve Özgürlük hareketinin de hiç kuşkusuz kırmızı çizgileri vardır. Dünyanın ve bölgenin en eski ülkesi, Kürdistan ülkesi ve Kürt ulus gerçekliğinin hakları açıkça, hiçbir yoruma, muğlaklığa, tartışmaya yer vermeyecek açıklıkta anayasada yer almalıdır. Nasıl ki faşist anayasanın ilk üç maddesi hiçbir yoruma, tartışmaya yer vermeyecek kadar net ve herkesin anlayabileceği bir açıklıkta yer almış ise, aynı şekilde yer almalıdır. Bugün Ortadoğu’nun en eski, nüfus ve coğrafik bakımından da en büyük uluslardan biri olan Kürt ulusu “nötr” vb. ifadelerle üstü örtülemeyecek büyüklükte bir gerçekliktir. Eğer iki halkın ve diğer tüm milliyetlerin, inançların birlikte eşit-özgür bir biçimde yaşanması isteniyorsa, en asgari koşul budur.
Aksi taktirde Kürt demokratik ulus hareketi sömürgeci türk devletiyle birlikte yaşamaya mecbur değildir. Birlikte, eşit-özgür koşullarda yaşamak seçeneklerden birisidir. Halkların eşit-özgür kardeşliği önemlidir. Ancak ister sağdan gelsin, ister soldan gelsin çokta yabancısı olmadığımız egemen ulus zihniyeti, büyüklük kompleksi ve kibriyle bu teklif görmezden gelinirse, Kürt ulusu da kendi yolunu çizmesini bilecektir. Yok olma noktasından bugüne kadar gelmesini bilen bu halk herhalde bundan sonra da özgürlük yolunda ilerlemesini bilecektir. Bunlar da Kürt halkının ve özgürlük hareketinin kırmızı çizgileridir. Bu halk bu kadar direndikten, hergün toprakları, kimliği, özgürlüğü ve onuru için kanını akıttıktan sonra, kimseye boyun egmez, eyvallahta etmez.
Peki Kürdistan halkı bu anayasal komplo sürecine nasıl yaklaşılmalı? Yaklaşımın doğru tanımlanması için öncelikle son birkaç yılda demokratik bir anayasa için Önder Apo’nun, hareketimizin yönetimi ve demokrasi güçlerinin gösterdiği çabalar üzerinde kısaca durmak gerekir.
Geçmişte, üçüncü dönem olarak adlandırdığımız dönemde anayasal bir çözüm mümkündü. Önder Apo ve hareketimizin yönetimi önemli bir çaba harcadı. Özellikle Önder Apo ile yapılan görüşmeler ve gerekse de Oslo’da Hareketimizin yönetimiyle yapılan görüşmelerin sonucunda hazırlanan protokollere eğer AKP hükümeti olumlu yanıt vermiş olsaydı, Türk devletiyle uzlaşmanın asgari şartı demokratik özerklik somutlaşabilirdi. Ortak bir siyasi çatı altında yaşamanın imkanı yaratılabilirdi. Ancak Kürdistan halk Önderi Abdullah Öcalan’ın protokolleri hükümete sunmasıyla herşey tüm açıklığıyla ortaya çıkmıştır. Sömürgeci AKP hükümetinin başbakanı protokolü olumlu karşılayacağına, Protokolü hazırlayan Önder Apo için “ ben olsaydım, asardım” biçiminde Önder Apo şahsında bir kez daha Kürdün ölüm fermanını açıklamıştır. Bu ferman ve yukarda izah ettiğimiz gerçeklik göz önüne alındığında yapılmak istenen anayasa yapımı vasıtasıyla, Kürt halkı ve Özgürlük hareketine karşı bir komplo sergilemektir.
Kürdistan halkı ve özgürlük hareketi gerek sömürgeci Türk devletinin oluşum zihniyeti ve izlediği inkar-imha siyaseti gerekse de gerçekleştirdikleri katliamlar ve gerekse de, en son AKP hükümetinin pratiği gözönüne alındığında, Kürdistan halkının yazılmaya başlanan anayasadan bir beklentisinin olması düşünülemez.
Beklenti, kendi gündeminden, yani Önder Apo’nun özgürlüğü ve demokratik özerkliğin inşası ve serhıldandan kopması anlamına gelir. Zaten Fethullahçı derin devlet elemanları, MİT, basınları, AKP’nin özellikle hain Kürt milletvekilleri, altan-alta (yeni milli şef Erdoğan’ı kastederek) “ beyefendi şöyle dedi, beyefendi böyle dedi” vb. dedikodularla sürekli bir biçimde böyle bir beklenti yaratmaya çalışmaktadırlar.
Beklenti yaratmanın diğer bir biçimi de anayasanın yazma yöntemidir. Anayasanın gizlice yazılması yöntemi üzerinde durmak gerekir. Anayasanın yazılımının gizlice yapılması ve önce üzerinde anlaşılan maddelerin yazılması gibi bir yöntem de, zaten Kürdistan halkını ve demokrasi güçlerini beklenti içinde tutmaya yönelik özel bir yöntemdir. AKP için zaman kazanmak istiyor.
Sömürgeci Türk devletinin anayasa ile yapmak istedikleri, kullandığı yöntemler, baskı-sindirme yöntemleri herşeyi gözler önüne sermektedir. Dikkat çekmek istediğimiz bir diğer konu da, 4-4-4 eğitim sisteminin asimlasyoncu mantığı, neredeyse kundaktaki çocuğu ana kucağından alarak asimlasyona tabi tutma yasaları aslında yapılacak anayasanın niteliğini de ortaya koymaktadır. Bir sistemin eğitim programı ne ise, anayasanın özü de o dur. Bu anlamda aslında anayasa yapılmıştır da diyebiliriz. Bir çocuğu 12 yıl boyunca sömürgeci eğitim sisteminden geçirdikten sonra, geriye ne kalacaktır ki…Kürtlükten eser mi kalır geriye?
Dolayısıyla Kürdistan halkının ve özgürlük hareketinin artık kendi çözümü olan demokratik özerkliği tüm boyutlarıyla inşa etmekten başka hiçbir seçeneği kalmamıştır. Çünkü AKP inkar-imha zihniyetini güncellemekten başka bir düşüncesi yoktur. Dolayısıyla da Kürdistan halkı artık kendi demokratik çözüm seçeneğini pratiğe geçirecektir. Geçen yıl ilan edilen demokratik özerk Kürdistan’ın tüm boyutlarıyla örülmesi gerekmektedir. Ancak AKP sömürgeci hükümeti ise, bu inşanın önüne geçmek için yoğunca siyasi soykırım operasyonları çerçevesinde rehin alma politikasını uygulamaktadır.
ABD’nin bölge politikasının taşeronluğunu yaptığı için AKP hükümeti, ABD ve bölge gericiliğinden yoğunca destek görmektedir. Buna dayanarak amacına ulaşacağını sanmaktadır. Geliştirdiği baskı-sindirme politikasının temelinde böyle bir yanılgı da vardır. Ancak bunun fazla bir sonuç yaratmayacağı da açıktır.
Kürdistan halkı hem demokratik özerkliği inşa edecek, inşa ettiğini savunabilecek kararlılık ve güçtedir. Siyasi soykırım operasyonları ve gerillaya yönelik imha saldırıları halkımızın özgürlük iradesini geriletemeyecektir. Tam tersine halkımız hem örgütlülüğünü, hem serhıldan eylemliliğini daha da nitelikli kılarak zaferi kazanmasını bilecektir.
Kırk yıla varan Önder Apo öncülüğündeki ulusal-toplumsal özgürlük mücadelesi Kürdistan halkına, tarihte kendisine kaybettirilen ne varsa buldurmuştur. Kendisi olma, kendisine güvenme, özgürlüğü için mücadele etme kararlılığına ulaşmıştır. Dolayısıyla ulusal hakları ve özgürlüğü için her zamankinden daha bilinçli, duyarlı, örgütlü ve kararlıdır. Farklı inanç ve kültürlerden olsa da, yakalanan bu ulusal bilinçlenme düzeyi, düşmanın parçalama, bazı kesimleri yanına çekme ve hizmet ettirme arayışları artık eskisi gibi sonuç vermeyecektir.
Hareketimizin asıl gündemi hiç kuşkusuzki, Önder Apo’nun ve Kürdistan halkının özgürlüğüdür. Bu özgürlüğün öyle çok kolayca, sıradan gerilacılıkla, çağrılarla, kimi yürüyüş, miting, kimi eleştirilerle sağlanamayacağını düşman gerçekliğinde ve kendi gerçeğimizde gördük. Türk sömürgeci devlet karekteri, kuruluş felsefesi ve zihniyeti çok daha iyi anlaşılmıştır. Eğer bir mukayesede bulunacak olursak, ABD yetkilileri hiçbir zaman Vietnam halkı özgürlüğüne kavuşursa, ABD biter. ABD’nin sonu gelir demedi. Aynı şeyi İtalyan yöneticileri Libya için söylemedi. Fransa yöneticileri Cezayir giderse, Fransa biter demediler. Yine Portekizli yöneticiler bir dönem sömürgeleri olan Mozambik, Angola için dile getirmediler. Fakat Türk sömürgeci devletinin yöneticileri Kürdistan’ın ve Kürt halkının özgürlüğünde kendi sonunu görmektedirler.
Neden böyledir? Çünkü Kürdistan ve Kürtlüğün yokedilmesi temelinde oluşturulmuş bir devlettir. Dolayısıyla sorun onlar cephesinden bir varlık-yokluk sorunudur. Her iki halkın birlikte eşit-özgür yaşayabileceklerini kabul etmemektedirler. Abdulhamit’ten, İttihat-Terakicilerden başlayarak, Kürtlüğün yokedilmesi temelinde oluşturulan TC. sisteminin, deşifre olan raporlara bakıldığında bu zihniyetin çok köklü oluşturulduğu görülecektir. AKP-Fethullah Cemaat faşizminin hazırladıkları raporların özüne bakıldığında da, bu zihniyetin ısrarla sürdürülmek istendiğini ortaya koymaktadır.
AKP-Fethullah Gülen faşizmi de bu gerçekliklerinin Kürt halkı açısından önemli oranda anlaşıldığının farkındadırlar. Bunu derinden hissetmektedirler. Dolayısıyla işi zamana yayarak, Kürdistan halkını oyalayarak, umutsuzlaştırarak, Özgürlük hareketini güçten düşürüp zayıflatmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Tüm amaçları da, hem anayasa tartışmalarıyla Kürdistan halkının gözlerini, umutlarını yeniden sömürgeciliğin başkenti Ankara’ya çevirmek istemektedirler. Böylelikle de Kürdistan’da yitirdikleri meşruiyetlerini yeniden kazanmak istemektedirler. Ama bu mümkün değildir. Önder Apo’nun hazırlayıp taraflara sunduğu protokolleri, yeni Dehak olmaya soyunan Tayyip Erdoğan’ın elinin tersiyle itmesiyle böyle bir dönem artık geride kalmış, aşılmıştır. Olabilseydi, yeni anayasada Kürtlerin halk olmaktan kaynaklı tüm doğal haklarının yani demokratik özerklik formülünün anayasada yer almasıyla sorun çözülmüş olacaktı. Ama Kürdü tarihten silme yemini etmiş AKP’nin, 2023 yılını, yani sömürgeci Türk devletinin yüzüncü kuruluş yıldönümünü, Kürtlüğü bitirmiş olarak karşılamak istediği için, böyle bir çözümü kabul etmesi mümkün olmamıştır. Kürt ulusunun en tehlikeli stratejik düşmanı olan Tayyip Erdoğan ve ekibinin maskesi de böylelikle düşmüştür. Bundan sonra da kimse Kürtlerin yönünü bir kez daha Ankara’ya çeviremez, umudunu bağlayamaz.
Bir kez daha belirtelim ki, Kürtler seçeneksiz değildir. Sürekli bir biçimde, sorunun çözümünü Türk anayasasında aramak, aslında Kürtleri seçeneksizliğe mahkum etmekten başka bir şey değildir. Varsa-yoksa bunlarla bu biçimde yaşamak! Türk devletiyle ortak yaşamanın en asgari şartı, “ Kürt öz kimliğinin ve özgür yaşamının anayasal güvenceye kavuşmasıdır. Anayasal güvence yetmez, ayrıca yasalarla belirlenecek statülerle bu güvencenin somut koşullarını yaratmaktır.” ( Önderlik) AKP faşistlerinde ne böyle bir zihniyet, ne de böyle bir eğilim vardır. Soykırımcı uygulamalar da ortadadır. Hergün etkilerini derinden yaşıyoruz.
Tüm bu gerçekliklere rağmen, hala böyle bir beklenti içinde olma ve herkesi de buna yönlendirme gibi yanlış yaklaşımlar da yaşanmaktadır. Birçok iyi niyetli insan farkında olmadan, habire çözümü yapılacak anayasada aramaktadırlar. Bir kere, bu anayasanın yapılış ortamı ve anayasa yapımını gündeme taşıyanların zihniyeti çözüme kapalıdır.
Diğer nokta ise her durumda Kürtleri mutlak bir biçimde Türk devletiyle birlikte ele almak, Kürtleri seçeneksiz kılmaktır. Sömürgeciliği meşrulaştırmaktır. Kürtler, Türk devletiyle, kendisini yok etmeyi, tarihten silmeyi bir strateji, program ve yemin olarak ele almış bir devletle neden illa da yaşamak istesin ki…Kürtler artık bu biçimde yaşamak zorunda değildirler. Olmadıkları için de özgürlük mücadelesini başlatmışlardır.
Bu hareketin özünde sosyalizm vardır. Halkların eşit-özgür birlikte yaşadığı Ortadoğu ve dünya özlemi vardır. Bu da ancak egemenlerin iradelerinin kırılmasıyla mümkündür. Bu anlamda halkların demokratik kongresi olumlu bir girişimdir. Gerçek eşit-özgür kardeşliği böyle bir proje gerçekleştirebilir. Bu nedenle de Kürtleri ister sol adına, ister İslam adına aldatmaya dayalı kardeşlik ifadeleri bir yana bırakılmalıdır. Gerçek, eşit-özgür kardeşliği öne çıkaran, Kürt halkına karşı dürüst samimi demokrat, devrimci, sosyalist ve islami kesimler de vardır.
Sonuç olarak:Öncelikle AKP’nin kendi iktidarını ve geleceğini güvence altına almak ve Kürdistan’daki sömürgeci varlığını meşrulaştırıp-kurumlaştırmak için yaptığı bir anayasa olduğu asla göz ardı edilmemelidir. Ve bunun bir komplo olduğu iyice görülmelidir. Kürtlerin, ulus olmaktan kaynaklı doğal haklarına açıkça yer vermeyen ülkesini tanımlamayan hiçbir tartışmaya izin vermemelidir. İnsan hakları, insan onuru, hukuk, laiklik, demokrasi ve özgürlük vb herkesin kendisine göre tanımlayıp içini doldurduğu yaklaşımlara asla prim vermemelidir( bu kavramları 12 Eylül anayasasında fazlasıyla görmek mümkündür)
Kendi gündemimiz. Devrimci halk savaşıdır. Türk sömürgeciliğinden şunu- bunu dilenmiyoruz. Kürtler kendi demokratik özerkliklerini inşa edeceklerdir. Bunun için Kürt ulusal birliği önemlidir. Yine Kürt halkının tabandan başlayarak tüm kesimlerin birliğinin sağlanması önemlidir. Bunun söylem olmaktan çıkartılarak örgütlü birliğinin ve mekanizmaların oluşturulması lazım.
Bazıları bilerek-bilmeyerek bazen muğlak, ne anlama geldiği fazla bilinmeyen bir dil kullanmaktadırlar. Daha somut ve daha açık bir biçimde taleplerini ortaya koymalıdırlar. Burası Kürdistan’dır ve bir Kürt ulusu vardır, artık bu halk statüsüz yaşayamaz.
Kürtler ve Kürdistanlılar, aydınlar, sanatçılar ve siyasetçiler Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’daki varlığını kabul eden, meşrulaştırmaya çalışan her türlü söylem, düzenleme ve yaklaşımlar karşısında duyarlı olmalı, eleştirmeli ve kabul etmemelidirler. Hatırlanacağı gibi anayasa referandum sürecinde “yetmez ama evet” diyen birey anlayışlarla karşılaşmıştık. Bazı sözüm ona Kürt aydın ve siyasetçileri de havaya kendisini kaptırarak “yetmez ama evet” demişlerdir. Yetmez ama evet anlayışının sonuçları ise ortadadır. Bunlar özünde Türk sömürgeciliğini Kürdistan’da meşrulaştırmaya çalışan yaklaşımlar olduğu açıktır. Bu anlayışlarla da yoğun ve ilkeli bir mücadele yürütülmelidir.
Kürdistan halkı, kendisine bu anayasa ile yeniden bir statüsüzlüğü dayatmak isteyen AKP sömürgeciliğine karşı kendi gündemi olan demokratik özerkliğin tüm boyutlarını örgütlemeli, örgütlediğini de serhıldanlarla savunmaya çalışmalıdır. Bunun için de öncüler, geçmiş pratiklerden de ders çıkararak, daha güçlü bir biçimde halkı eğitmeli, örgütlemeli ve sonuç alıcı serhıldanlara hazırlanmalıdırlar. Tarihin, Mayıs şehitlerinin, topraklarımızın ve bölge halklarının başlattığı özgürlük baharlaşmasına verilecek en doğru karşılık budur.
Herdem Serhıldan