Uluslararası 15 Şubat komplosunun 16. Yılındayız. 15 Şubat, Partimiz ve halkımız için bir kara gün, insanlık için bir yüzkarası günü olmuştur. Öncelikle tarihte eşine ender rastlanan bu acımasız ve çirkin komployu gerçekleştiren güçleri şiddetle kınıyor ve lanetliyorum. 15 Şubat uluslararası komplosuna karşı başta zindanlar olmak üzere, Kürdistan'ın dört parçasında, Avrupa’da ve Asya’da “ Güneşimizi Karartamazsınız “ nidalarıyla bedenlerini ateş topu yaparak önderlik çizgisini temsil etmenin en yüksek iradesini gösteren bu büyük insanların anısı önünde saygıyla eğiliyor, minnetle anıyorum. Ölümsüz, kahraman şehitlerimizin anısını mücadeleyi her düzeyde yükseltip özgür önderlikle birlikte, özgür Kürdistan'ı gerçekleştirerek yaşatacağımızın sözünü veriyorum.
Böyle günler yönetim olarak bizlerin, tüm kadro yoldaşların, savaşan tüm güçlerimizin ve halkımızın ciddi sorgulama günleri olarak değerlendirilmelidir. Unutmak ihanettir. 15 Şubat kara gününü hiçbir zaman, asla unutamayız. 15 Şubat uluslararası komplonun neden ve niçinlerini bu kirli ve hain komploda yer alan güçlerin rolünü ve Önder APO’nun değimiyle “ sahte dostlar “ ile “ yetmez yoldaşlığı “ sorgulamadan 15 Şubat’ı anlayamayız.
15 Şubat uluslararası komplosunun 16. Yıl dönümünde hareket, halk, yönetim ve kadro yoldaşlar olarak şimdi her zamankinden daha önemli görev ve sorumluluklarla karşı karşıya olduğumuzu unutmayalım. Özgürlük hareketinin tarihine bakıldığında aslında daha başından beri sürekli çeşitli komplolarla karşılaştığımız görülecektir. Gurup döneminde, Ankara’da Pilot vb. kişiliklerin başvurduğu komplo girişimleri olmuştu. Ancak Rêber APO tüm bu komplo girişimlerini sahip olduğu inanılmaz öngörü ve aldığı tedbirler sonucunda her defasında boşa çıkarmasını bilmişti. Sömürgeciler ancak Rêber APO’nun şahsında hareket ve halk geleceğimizi karartabileceklerine inandıkları için Rêber APO’yu imha planlarını her zaman devreye koymuşlardır. Bugüne kadar sayısız tasfiye ve komplo girişiminde bulunmuşlardır. 1996 yılında tonlarca patlayıcı yüklü bir aracı Önder APO’nun kaldığı evin hemen yakınında, Şam’ın göbeğinde patlatmışlardı. Rêber APO’nun almış olduğu tedbirler ve biraz da şans eseri bu komplo da boşa çıkarılmıştı.
Sömürgeciliğin hareketimize karşı sonuç aldığı ilk komplo Beş Parçacılar, Tekoşin denilen bir ajan ve sızma güruhun eliyle Antep’te 1977 yılı 18 Mayıs’ında Haki Karer yoldaşa yönelik gerçekleştirdiği komplo olmuştur. Haki yoldaşın şahadeti bizim için büyük derslerle dolu ve ama çok ağır olmuştu. Haki Yoldaşın şahadetine parti programını hazırlamak ve partileşerek cevap vermiştik. Haki Yoldaşın şahadetiyle gördük ki, sömürgeciliğe karşı mücadele ederken güvenliğimizi almak zorundaydık. Bu da kitleselleşerek örgütü büyütmek ve devletin resmi ve sivil faşist güçlerine karşı silahlı mücadeleyi geliştirmekle mümkün olacaktı. Siyasi, silahlı mücadele diyalektiği bizi bugünlere getirecekti ki, nitekim böyle de oldu.
Türk sömürgeciliğinin, işbirlikçi feodal komprador güçlerin ve ajanlarının önderliğin şahsında hareketimizi tasfiye etme çabaları hep oldu. Fakat önderliğin kadroyu netleştirme, açıklık, eğitim, ideolojik mücadele ve bizim dahi pek bilemediğimiz kendine göre aldığı ve geliştirdiği tedbirler tüm komplo girişimlerini boşa çıkarmaya yetiyordu. 1990’lı yıllara geldiğimizde durum biraz daha farklıydı. Özgürlük mücadelesi muazzam gelişiyordu. Halk serhıldanları süreklilik kazanarak radikalleşiyordu. Gerillaya katılım müthişti. Yani mücadele tamamen halklaşmıştı. Buna karşın TC sömürgeciliği de o sertlikte bir savaş geliştiriyordu. Tarihsel tüm tecrübelerini, çağın en teknik silahlarını kullanıyordu. Karşılıklı topyekun bir savaş ve direniş vardı. TC sömürgeciliği, her türlü savaş hukuku ve ahlakını bir tarafa bırakıp, tam bir özel savaş yöntemiyle üzerimize geliyordu. Bunun için itirafçıları kullanıyordu. Şimdi bazı yönleriyle daha çok açığa çıkan Jitem vb. güçleri harekete geçiriyordu. Hizbullah eliyle cinayetler işliyor, Kürt işbirlikçilerini üzerimize saldırtıyordu. Legal siyaset, Kürt iş adamları, yurtsever basın ve hareketimizle ilişki içinde olan herkese yöneliyor, katlediyor, adeta nefesiz bırakıyordu. Halkı teslim almaya çalışıyordu. Bize karşı özel ve psikolojik savaşın tüm yöntemleri kullanılıyordu. Öyle ki, özgürlük hareketini darbelemek ve halkımızı teslim almak için her şey mubahtı. En önemlisi de biz NATO’yla savaşıyorduk. Türkiye, NATO anlaşmasının 5. Maddesine dayanarak her türlü desteği rahatlıkla alabiliyordu. Yoksa TC’nin bu savaşta bu kadar direnmesi ve direnç göstermesi mümkün olamazdı. Ama böyle de olsa tüm bu zorlu koşullara rağmen özgürlük hareketi ivme kazanarak gelişiyordu. Hareket halklaşıyor, halk da PKK’lileşiyordu. Özgürlük hareketi artık öyle bir düzey kazanmıştı ki, uluslararası politikaları etkiliyor, bölgesel dengeleri ciddi biçimde zorlayan bir düzey kazanıyordu.
Türk sömürgeciliği bu nedenle tüm hışmıyla ve imkanlarıyla yüklenmesine rağmen sonuç alamıyordu. Bu durumu iyi gören zamanın cumhurbaşkanı Turgut Özal 1993 Mart’ın da, sayın Talabani’yi ve başka aracıları da devreye koyarak önderlikle dolaylı görüşmek ve ateşkes sağlamak istemişti. Rêber APO’nun 1993 yılında Suriye’nin Barliyas şehrinde Türkiye ve uluslararası basının katıldığı bir toplantıyla aldığı ateşkes kararı, Özal’ın öldürülmesi ve sonraki gelişmeler bilinmektedir. Daha sonraki yıllarda TC tarafından, yine ateşkes önerileri geldi. Önderliğin zamanın başbakanı Erbakan’la karşılıklı mektuplaşmaları gerçekleşti. Ancak Erbakan’ın ister yeterli irade sahibi olmaması, ister devlet tarafından baskılanıp kuşatmaya alınması sonucu, bu ilişkiyle de her hangi bir adım atılmadığı gibi, Erbakan’ın gücü partisinin kapatılmasına ve kendisinin de başbakanlıktan istifa etmesine yetmemişti. Meşhur 28 Şubat Postmodern darbesinden söz ediyorum….
Türk devleti, 1997 – 98 yılında cezaevinde arkadaşlar üzerinden, yine Avrupa örgütümüz üzerinden tekrar önderliğe mesaj gönderiyordu. Bir ateşkesin sağlanması durumunda Kürt sorununun çözümü için adım atacaklarını, görüşmelere başlayacaklarını söylüyorlardı. Önderliğin, 1998 1 Eylül’ünde MED TV de yaptığı basın toplantısıyla açıkladığı ateşkes kararı bunun üzerinde olmuştu.
Şimdi burada önemli olan şuydu: Türk sömürgeciliği, yükselen mücadelemiz ve Ortadoğu'daki gelişmeler karşısında oldukça zordaydı. Kürt sorununun çözümü artık ertelenemez bir noktaya gelmişti. İnisiyatif Rêber APO da ve hareketimizdeydi. Uluslararası hegemonik güçler ve Türk devleti ya çözüme gelecek, ya da mücadelemiz Kürdistan'da ve Ortadoğu'da yeni ve radikal bir durum ortaya çıkaracaktı; bu kesindi. Kapitalist modernite uluslararası hegemonik çıkarları gereği hareketimizin güçlü olduğu bir pozisyonda, o koşullarda Kürt sorununun çözümünü istemiyordu. İşbirlikçi Kürtler de çözüm istemiyordu. Partimizi uluslararası alanda terörist göstermek için büyük bir gayretkeşlik içindeydiler. Diğer taraftan Kürt sorunu nede olsa TC devletinin bir yumuşak karnıydı, kullanmalıydılar! Türk devleti de kendi içinde sorunluydu. Tüm gelişmeler ya çözüm, ya da halkımız ve hareketimiz için tam bir tufan olan uluslararası komplo gibi yeni bir durumu dayatıyordu. Uluslararası hegemonik güçlerin, TC’nin ve Kürt işbirlikçilerinin tercihi bir uluslararası komploydu. Ve işte 15 Şubat uluslararası komplosu bu temelde planlandı.
Uluslararası komplonun amacı, Rêber APO’nun öncülüğünde partimizin ve halkımızın geliştirdiği özgürlük hareketini yok etmekti. Böylece PKK önderliğinde gelişen son isyan da bastırılmış olacaktı. Dolaysıyla PKK’de daha önceki isyanlarda olduğu gibi bastırılmış, yenilmiş olacaktı. Tarihe, yiğitliği, direnişi ve kahramanlığıyla nostanjik biçimde anılan bir kadere mahkum edilecektik. Uluslararası hegemonik sistemin, TC sömürgeciliğinin, bölge gericiliği ve işbirlikçi kürdün çıkarları burada çakışıyordu. Rêber APO’nun ve PKK’nin yerine başka bir işbirlikçi Kürt kişiliği ve başka bir sahte Kürtçülük öne çıkarılacaktı. Bir halk bir kez daha kaderiyle baş başa bırakılıp üzerinde kirli çıkar hesapları yapılıyordu. Böyle vicdansız, çirkin, her türlü ahlaki ve insani değerlerden yoksun biçimde üzerimize geliyorlardı.
Rêber APO Avrupa’ya çıktığında, Avrupa demokrasisinin neme nem bir demokrasi olduğu daha iyi görülecekti. Modernizemin canavarlaşan yüzü bir kez daha açıkça ortaya çıkacaktı. Zira modernitenin tarihte insanlığa yaşattığı tüm acılar, onun kirli ve vahşi yüzü kapitalist modernite de saklıydı. Kapitalist modernite sistemi tüm insanlık değerlerini ayaklarının altına alarak kendi hukuk ve demokrasisine de ihanet ederek el birliğiyle Rêber APO’yu tanımamak ve kabullenmemek için her şeyi yapıyordu. Cümle iblisler birleşmişti. Başını ABD’nin, büyük ölçüde AB devletlerinin, İsrail ve Yunanistan’ın çektiği uluslararası komploda Türk devletine düşen ise sadece zahmetsiz ve basit bir taşeronluk göreviydi. Zaten bundandır ki, zamanın başbakanı Ecevit “ halen bilmiyorum, bu APO niçin bize teslim edildi “ diyecekti. Plan kirli olduğu kadar, büyüktü. Belirttiğim gibi Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi bile bu kadar olmamıştı.
Önder APO, Türkiye'ye teslim edildiğinde dünyalarımız yıkıldı. Hiç beklemediğimiz, hazır olmadığımız, tasavvur bile edemediğimiz bir durumla karşılaşmıştık. Bu büyük hainlik, sahte dostlar ve yetmez yoldaşlık nasıl olurda bir arada birleşebilir; Rêber APO Türkiye'ye teslim edilebilinirdi! Şaşkındık! İlk sefer uluslararası komplo karşısında adeta çaresiz kalmıştık. Sahte dostlar, gizli ve saklı düşmanlar, herkes ağız ve duruş birliğiyle kökümüzü kazmaya çalışıyorlardı. Halk ve hareket olarak üç ay sonra ne olacak diye önümüzü dahi göremeyecek kadar zordaydık. Her taraftan büyük bir saldırı ve kuşatma altındaydık. Yani can evimizden vurulmuştuk. Önderliğin değimiyle başsız bir gövde haline getirilmek isteniyorduk. Bu bizim için büyük bir sınavdı. Rêber APO’nun yoldaşları, öğrencileri ve militanları olarak bu tufandan yeni fırsatlar mı yaratacaktık yoksa ruhsuzlaşmış kişiler için olduğu gibi artık her şey bitecek miydi? İnsanlık, sadakat, gerçek APO’culuk sanki tam da bugünler içindi. Rêber APO öyle bir hareket ve halk yaratmıştı ki, dünya da başına kalsa direnmesini bilecek, bağlılık ve sadakatten bir an olsun şaşmayacaktı. Onlarca yurtsever ve yoldaşlarımız bedenlerini cayır cayır ateşe verdiler. Önderlik eksenli geliştirdikleri direnişle hainlere, uluslararası komploya karşı çelikten bariyer oldular. Hepsini bir kez daha minnetle anıyorum.
15 Şubat uluslararası komplosuna karşı tutumumuz tartışmasız ve kesin olarak direnmekti. Her birimiz fedai ruhlu birer canlı bomba olarak düşmanın beyninde patlayacaktık. Fırsatçı ve sahte bazı kişilerin ( ki bunların bugün esamesi bile okunmamaktadır ) dışında, parti ve hareket olarak; kadın, gençlik, hepimizin tutumu buydu. Ama Rêber APO bilindiği gibi her zamanki tarihsel kişiliğini bir kez daha gösterip, kendisinin de üçüncü doğuş dediği yeni paradigmasıyla yeni bir süreç başlatacaktı. Artık bize düşen Rêber APO’yu yeni paradigmasıyla daha çok derinliğine anlayıp pratikleştirmekti. Büyük yetersizliklere rağmen hainlerin ve tasfiyecilerin tasfiyesi gerçekleşmişti.
Peki şimdi geldiğimiz nokta ve uluslararası komplo hangi aşamadadır? Şunu çok rahat ve kesin olarak belirtebilirim ki, uluslararası komplo tüm çıplaklığıyla ortaya çıkarılmış, kaybetmiş ve yenilmiştir. Kazanan ise Rêber APO’nun paradigması, Rêber APO ve onun şahsında hareketimiz, halkımız ve insanlık olmuştur.
Rêber APO’nun İmralı zindanında gösterdiği direniş, verdiği mücadele, gelişmeleri neredeyse günlük yürüten ve denetleyen tarzı bunda kesinlikle belirleyici olmuştur. Bu da Rêber APO’nun önderlik tarzıdır. Tarihte ne 15 Şubat komplosu gibi bir komplo vardır, ne de Rêber APO’nun direnişiyle yol açtığı gelişmelere benzer bir örnek vardır. Hz. Musa’nın Kenan’a yarım kalan hicreti, Hz. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra Hıristiyanlığın başına gelenler bilinmektedir. Hz. Muhammed’in daha cenazesi yerdeyken ortaya çıkan iktidar ve halifelik çatışmaları ve sonrası gelişmeler de bilinmektedir. Aynı akıbetten kurtulamayan Marx ve Engels’in hareketini, Lenin sonrası Sovyetleri vs. de örnek gösterebiliriz. Tabii Rêber APO’nun İmralı adasına derdest edilmesiyle PKK’nin dalması, çözülmesi ve tasfiye edilmesi hedeflenmişti. Zalimce bir kuşatmaydı. Uluslararası hegemonik güçler, TC ve Kürt işbirlikçi çizgisi, PKK’nin içine oynamak istiyorlardı. PKK’yi kimliksizleştirip özünden boşaltarak işbirlikçi kürdün, ilkel milliyetçi çizginin öne çıkarılması hedefleniyordu. Bunun için her türlü baskı ve kuşatmanın yanında inancı kalmamış, iradesi kırılmış kişiliklere ve onların zaaflarına hitap eden türlü türlü vaatlerde bulunuyorlardı. Askeri, politik, ideolojik ve yaşamsal anlamda büyük bir saldırı içindeydiler. Özetle saldırılar ne kadar acımasız ve büyük olduysa, direnişle verdiğimiz karşılık da o kadar sert ve kesintisiz oldu. Tutarlı devrimcilik, sadakat ve Rêber APO’ya bağlılık bugünler içindi. Bunda yetersizliklerimiz olduysa bile, kesinlikle taviz verilmedi. Şüphesiz Rêber APO’nun savunmaları, günlük talimat ve perspektifleri çok hayatiydi. Yoksa halimiz ne olurdu, belli değildi. İhanet asla! Ama ne ölçüde başaracağımız tartışmalıydı. Sanıyorum tarihe belki de kahramanca direnen ve fakat kazanamayan bir PKK olarak geçecektik. İşte Rêber APO’nun savunmaları ve müdahaleleri tam da böyle bir noktada sonucu belirleyen gelişmeler ortaya çıkarıyordu. PKK zor zamanlarda, yine zoru yenmeyi başaracaktı. Zaten PKK zoru başaran değil miydi. Başka türlü olamazdı. Kocaman bir dünya sistemiyle savaşım içindeydik. Savaşımız bir zihniyet ve sistem, bir özgürlük ve ahlak savaşıydı. Önderlik bunun savaşımını büyük verdi. Egemen zihniyet uygarlığını 5 bin yıllık sorguladı. Demokratik Sosyalizm ve Demokratik Modernite paradigmasını geliştirdi. Şimdi bu paradigma bütün ezilen halkların ve kültürlerin tek umudu ve güvencesi haline gelmiştir.
Sonuç olarak; uluslararası komplo ilk hamlesinde başarılı olduysa bile, karşısına gerçek kimliğiyle direnebilecek bir PKK bariyeri çıkmıştı, bu önemliydi. Uluslararası komplo günlerinden bugünlere kolay gelmediğimiz bilinmektedir. Bu süreçte büyük bedeller ödendi. Radikal halk serhıldanları gerçekleşti. Binlerce yoldaşımız şehit düştü, yaralandı. Fakat önderlik çizgisinde gösterdiğimiz ısrar ile uluslararası komplodan bu yana verdiğimiz mücadelenin ve geliştirdiğimiz direnişin toplam sonuçları alsında 2014 yılında gözle görülür biçimde ortaya çıktı. Bu anlamda 2014 yılı bizim için gerçekten kazanımlarla dolu bir yıl olmuştur. Özellikle HPG – YJA-STAR, YPG – YPJ ve Şengal Direniş Birliklerinin fedai ruhla geliştirdiği görkemli direniş, Kobani ve Şengal’de gerilla güçlerimizin IŞİD faşizmine karşı verdiği mücadele, hareketimizin Ortadoğu halkları ve insanlık nezdindeki itibar ve saygınlığını daha da artırmıştır. Kadın devrimi niteliğinde bir yıl yaşadık. Kadın kurtuluş çizgisi, dünya ezilen kadınlarına öncülük edebilecek bir düzey kazandı. Özgürlük hareketi, Ortadoğu'daki siyasi ve askeri dengeleri sarstı. Yeni dinamikler ortaya çıkardı. Rêber APO’nun Ortadoğu için öngördüğü Demokratik Ulus ve Demokratik Özerklik projesi halklar ve kültürler tarafından benimsendi ve güçlü bir umuda dönüştü. Partimizin üzerindeki terörizm yaftası yaygın biçimde tartışılır oldu. Özgürlük hareketi için siyasi ve diplomatik alanda birçok imkânlar ortaya çıktı. Hepsinden önemlisi, Rojava devriminin statüsü artık kazanılmış bir mevzi olarak kabul gördü. Rojava devrimi, demokratik Suriye’nin yapılanmasında temel bir unsur haline geldi. İktidarcı, ulus devletçi zihniyet özellikle KDP’nin şahsında iflas etti. Ortadoğu'da, PKK’siz bir statünün oluşturulamayacağı açıkça görüldü. Kürdistan'da halk serhıldanlarının yanında Demokratik Özerkliği inşa çalışmaları ve öz savunma örgütlenmesi gelişti. Rêber APO, AKP devletini baskılayarak çözüme zorladı. Bu minvaldeki mücadele halen de devam etmektedir.
Çok kısaca özetlemeye çalıştığım bütün bu gelişmeler bir de şunu ortaya çıkardı: uluslararası komplo yenilmiştir. Komplo, PKK’nin üzerinde hedeflediği hiçbir amacına ulaşamamıştır. Aksine komplocu güçler arasında çelişki ve sorunlar yaşanmış; önderlik halk ve hareket olarak bütün bu süreçlerden güçlenerek çıkmışızdır.
Fakat şu var; bizim kapitalist moderniteyle mücadelemiz stratejiktir. Zihinsel, ahlaksal, sistemseldir. Bu nedenle bu mücadele Kürdistan halkıyla birlikte Ortadoğu halkları özgürleşip Ortadoğu demokratikleşinceye kadar sürecektir. Yani ideolojik mücadelede ısrar, bağımsız, özgür ve özgün kimliğimizde ısrar hep olacaktır. Aksi durumda rehavet ve atalet kesinlikle kaybettirir. Şunu da belirtmek durumundayım ki, kazanımlarımız da, kayıplarımız da doğrudan önderliği anlama ve uygulama düzeyimizle ilgilidir. Önderliği asgari düzeyde temsil etmekle bile, nelerin başarıldığını Kobani’de ve Şengal’de gördük. Kayıplarımızın temel nedeni de, önderlik tarzıyla mücadele etmeyişimizdir. Öndelik hamleseldir. Var olanla yetinmez; böyle bir diyalektiği vardır. En zor koşullarda daima başarıyı önüne koyar. Plan ve tedbirlerini zamanında alır ve kesin kazanır. Sürekli kendini yenilemek, önderliğin temel özelliğidir. Tüm hayatını kadroların eğitimine adadı dersek yerindedir. Yaşam onun için eğitimin kendisidir. Zamanla adeta yarışır. Durağan değil, akışkandır. Hiçbir sorun ve engel karşısında çaresizliği ve çözümsüzlüğü asla kabul etmez. Bu anlamda olağanüstü yaratıcı bir kişiliktir. Her koşulda mutlaka çözüm gücüdür.
Uluslararası komplonun 16. Yılında, Kürdistan'ın dört parçasında büyük kazanımlarla, kendimize olan büyük güvenle, önderlik çizgisinde, zafer yolunda yürüyen bir hazırlık ve donanımla mücadeleyi daha kararlı biçimde yükselteceğimiz kesindir. Uluslararası komployu 16. Yılında böyle yüksek bir mücadele ruhuyla karşılıyoruz. Böyle tarihi ve ama lanetli günler her birimiz için kendimizi büyük sorgulamanın; hata ve yetmezliklerimizden dersler çıkarmanın, yoğunlaşmanın ve önderlikle tekrar buluşmanın gerekçesi olan günler olmalıdır. Bu temelde 2014 yılı kazanımları ile 2015 yılını önderliğimizle birlikte, halkımızın özgürlüğünün gerçekleştiği bir stratejik zafer yılı yapalım. Bu vesileyle HPG ve YJA,STAR,YPG, YPJ’nin tüm komuta ve savaşan güçlerini, kahraman gerillamızı sevgiyle selamlıyor, üstün başarılar diliyorum.
Cemil Bayık