HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

  rojava kurdistan1Batı Kürdistan’da Kürtler uzun yıllara dayalı mücadelelerinin neticesinde özgürlüklerine kavuştular. Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın dünya görüşü ve felsefesinden etkilenen PYD’nin öncülüğünde gelişen devrim ve diğer Kürt partileriyle oluşturulan birlik Batı Kürdistan devriminin başarısı ve geleceği için önemli bir adım olmuştur. Yüksek Kürt Konseyi biçiminde oluşan Batı Kürdistan yönetiminin giderek kendini sistemleştirmesi yaşamı tüm boyutlarıyla örgütlemede kararlı olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.

   Rojava devrimini sadece son bir yıllık süre içinde Suriye’de yaşanan çalkantı ve boşlukla izah etmek yanlıştır. Tamamen Türk özel savaşın uydurma ve iftirasıdır. Kürtleri küçümsemek hor görmek ve sömürgeci Suriye rejimi ile ilişkilendirmek ise gerçekleri ters yüz etmektir.

   Öncesi de olmakla birlikte Batı Kürdistan devriminin esas gövdesini oluşturan yapı esas olarak ‘80’li yıllarla birlikte Kürdistan Halk Önderi Abdullah ÖCALAN’ın Rojava Kürdistan’ındaki çalışmalarıyla oluşturulmaya başlanmıştır. O günden bu güne en az 3500- 4000 civarında Kürdistan devrimine şehit veren bir halk gerçekliği vardır. PYD ve DEV-DEM acılı, zorlu ve mücadeleyle yüklü böyle bir sürecin ürünü olarak ortaya çıkmıştır. PYD ve DEV-DEM ne sırtını AKP’ye, ABD’ye ve AB’ye dayanan Suriye muhalefetiyle hareket etmiş ne de mevcut rejimle hareket etmiştir. Üçüncü ve alternatif bir güç olarak Kürt, Arap, Dürzü, Alevi, Ermeni ve Süryanilerle halkların kültürleri, inançları, özgürlük eğilimlerini temsil etme temelinde bir siyaset izlemiş ve kazanmıştır. Dolayısıyla kazanan ve başaran sadece Batı Kürdistan’da yaşayan Kürt Ulusu değil bölgede yaşayan ve bölge mozaiğini oluşturan özgürlüğe muhtaç tüm halklardır.

    Bu devrimin diğer bir özelliği de, Kürdü yoksayan, Kürdistanı parçalayan Lozan antlaşmasına ölümcül bir darbe vurulmasıdır. Lozan vurulan her darbe aynı zamanda, sömürgeci Türk devletinin kuruluş ve varoluş zihniyetine de vurulmuş bir darbedir. Unutulmamalıdır ki, Lozan anlaşması 24 Temmuz 1923 yılında gerçekleştirildi. Kürdün ölüm fermanı olan  sömürgeci Türk devletinin kuruluşunun ilanı da 29 Ekim 1923 yılında gerçekleştirildi. Aradaki zaman farkı, Türk sömürgeciliğinin neyin üzerinde kendisini yaşattığını ortaya koymaktadır. Bu nedenle de Lozan’a vurulan veya onu anlamsızlaştıran, tartışılır kılan her darbe, Kürdistanın özgürlüğüne giden yolda bir kilometre taşıdır.

   Şimdi sömürgeci AKP hükümeti birliklerini oluşturan, kendi öz yönetimlerini oluşturarak kendi bayrakları altında Arap halkıyla eşit ve özgürce yaşamak isteyen Kürt halkının bu kazanımları karşısında büyük bir ırkçı, inkârcı ruhla saldırmaktadır. “Bir oldubittiyi kabul etmeyiz.”, “Güvenliğimizi tehdit edecek bir terör oluşumuna izin vermeyiz” ve “müdahale ederiz” türünden tehditler savurmaya başlamışlardır. Bunun içinde günlerce toplantı üstüne toplantı yaptıktan sonra sömürgeci rejimin dışişleri bakanını Güney Kürdistan’a göndermişlerdir.( bu yazı görüşmeden önce yazılmıştır.) Sömürgeci Türk devleri açıkça ve alenen herkese göstere göstere Kürtlerin ve Kürdistan’ın içişlerine müdahale etmektedir. Ve kendi sömürgeci politikasını dayatmak istemektedir. Ancak bunun Türk devleti lehine bir sonuç yaratmayacağı uzun vadede Kürt ulusunun birliği ve örgütlü gücünün kazanacağı açıktır.

   Sömürgeci Türk devleti bir taraftan Kürtlerin özgürlüklerini kazanmalarını engellemek için harekete geçerken diğer taraftan son birkaç gün içerisinde Türk metropollerinden İstanbul Ayazağa ve Bursa’da Kürtlere karşı azgınlaştırdıkları ırkçı faşist kesimleri harekete geçirmişlerdir. Kürdistan’da ise Malatya’nın Sürgü beldesinde Türkleşen bazı işbirlikçi kesimleri Alevi halkımıza karşı harekete geçirmişlerdir. Alevi ve Kürtleri hedefleyen bu saldırıların hem de kutsal Ramazan ayında gelişmesi AKP devletinin özünde ırkçı ve faşist olduğu fakat İslam dinini bir örtü olarak kullandığı gerçeğini gözler önüne sermiştir.

   Daha öncede Dörtyol, İnegöl, Erdemli vb yerlerde Kürtlere karşı saldırılar gerçekleştirilmişti. Daha birçok yerde Kürt gençleri linç edilmek istenmiş, hakaret uğramıştır. Bu saldırıların bazılarında yurtseverler şehit edilmiştir. Fakat Kürtler bu saldırıların amacını gerçek anlamda anlayarak bunlara karşı gerekli tavrı göstermede yetersiz kalmıştır. Öncelikle bu saldırılarla metropole zorla göçertilen Kürtler korkutularak, sindirilmek ve örgütsüzleştirilerek kimliğinden ve özgürlük hareketinden vazgeçirilip Türkleştirilmeye yönlendirilmek istenmektedir. Bu yüzyıllık bir projedir ve bugün de sürdürülmek istenmektedir.

  Ancak önemli bir kesim bu soykırım planı gerçeğini yeterince anlamış olmaktan uzaktır. Bunu nereden anlıyoruz. Başta metropolde yaşayan halkımız olmak üzere tüm halkımızın bu saldırılar karşısında gösterdikleri tutumu sadece basın açıklamalarıyla sınırlı tutmalarından anlıyoruz. Ulusal refleksler son derece zayıf ve etkisiz kalmaktadır. Hala “milliyetçi damgası” yenilmekten mi çekiniliyor bilemiyoruz. Unutulmamalıdır ki biz bir halkız ve her halk gibi nerede olursa olsun kendimizi savunma hakkımız vardır. Şüphesiz halkaların kardeşliği arzumuzdur. Ancak bu ırkçı ve bizi yok etmek isteyenler ile kardeşlikten bahsetmiyoruz. Biz Kemallerin, Hakilerin, Denizlerin ve Mahirlerin gerçek kardeşliğinden bahsediyoruz.  Gerçek eşit özgür kardeşliğin yolu da Kürt halkı olarak varlığımızı ve özgürlüğümüzü savunmaktan geçer. Varlığınız yok olduktan sonra kimse ile kardeşlik yapacak durumda da olamazsınız. Başka halklarla eşit özgür kardeş olabilmek için öncelikle topraklarımızda özgürce ve özgür kimliğimizle yaşamamız gerekiyor. Başka türlü ne özgürlük ne de kardeşlik olur. Hele hele ırkçı ve faşist bir ruhla kışkırtılmış kesimler karşısında sessiz kalmakla ya da yeterince ve gerektiği kadar ulusal demokratik refleksle hareket etmemekle de sadece bu kesimler azdırılmış olur.

  Gerek İstanbul ve Bursa gerekse Malatya’da Kürtlere ve Alevilere karşı sergilenen ırkçı ve faşist saldırılara karşı hala da kimse ciddi bir tepki ortaya koymuş değildir. Sadece Pir Sultan Abdal Derneği Genel Başkanı Kemal Bülbül’ün “ bizi Zülfikar kuşanmaya zorlamayın” sözü ve kimi grupların sınırlı gösterileri dışında ciddi bir refleks açığa çıkmış değildir. Neden? Ne zamana kadar?

   Kürtlerin ve Alevilerin Maraş, Malatya ve en son Madımak katliamlarından ciddi dersler çıkarmaları gerekir. Yapılan tehditleri ve saldırı pratiklerini küçümsememek gerekir. Hele hele atılan tokattan sonra öbür yanağını da çevirmek gafletinde hiç olmamak gerekir. Irkçı, faşist, Kürt ve Alevi düşmanları olan bu kesimler kardeş Türk halkını asla temsil etmiyorlar. Bu kesimlere karşı savunma hakkımızı kullanmak, atılan tokat karşısında diğer yanağımızı çevirme yerine onları bir daha tokat atamaz duruma getirmek esas alınmalıdır. Gerçek kardeşlerimizle kardeşleşmek o zaman mümkün ve anlam kazanmış olacaktır.

   Unutmayalım ki Rojava’daki Kürdistan devrimini tehditler savurarak tasfiye etmek için harekete geçen ırkçı AKP hükümeti ile Kürt ve Alevi halkımıza saldıran zihniyetin beslendiği kaynak bir ve aynıdır. Bu nedenle bu saldırıları birbirinden ayrı ele almamak gerekir. Rojava’daki Kürtlerin devrimini ve kazanımlarını savunmak bu ırkçı saldırılara karşı serhıldanları yükseltmekten geçer.

   Şıtazın ve Oremar Devrimci operasyonundan sonra Şemzinan’da 23 Temmuz 2012 tarihinde başlayan yeni devrimci operasyonu aynı zamanda halk olarak serhıldanlarımızı daha fazla örgütlü ve sürekli kılmaya çağrı anlamına gelmektedir.

Herdem Serhıldan