AKP sömürgeci devleti Kürdistan Halk Önder ile görüşmek zorunda kaldı. Şimdi de heyetler gidiyor. Öte yandan linç amacıyla Kürtlere saldırılar yapılıyor. Bu saldırılar 90’lı yıllardan bu yana artarak devam ediyor.
Hatay’da yine ellerinde zulmün simgesi Türk bayraklarıyla Kürtlere linç saldırısı yapıldı. Sinop’ta, Samsun’da yapılan da buydu. Siyasi soykırım operasyonları ve askeri operasyonlar ise devam ediyor. Öte yandan da bazı KCK’li rehineleri bırakmak durumunda kalıyorlar. AKP hem vurur, hem öldürür, hem görüşürüm, ister tutuklar, ister bırakırım, diyor. Kürtler de, bu entegre saldırı konseptine karşı hem direnir hem cevap veririm demeli ve cevap vermelidir.
Çok yönlü bir saldırıyla karşı karşıyayız. Kimden gelirse gelsin, hiçbir saldırıya karşı Kürtler sessiz kalmamalı. Bugüne kadar linçlere yeterince ses çıkarılamadı. Onun için mutlaka saldırılara gecikmeden cevap verilmeli. Unutulmamalıdır ki, cevapsız bırakılan her saldırı, Kürde uzanıpta kırılmayan her el, daha fazla saldırı demektir.
Önder Apo’nun İmralı’da başlatıp yürüttüğü görüşmelere sahip çıkmanın en doğru yolu, direnişi, örgütlülüğü yükseltmek, her türlü saldırıya anında cevap vermektir.
Görüşmek, tartışmak önemlidir, ancak gerçek çözüm… Yani Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kürdistan’ın özgürlüğü için daha çok birlik, daha çok örgütlülük ve daha çok serhıldan geliştirilmelidir.
Beklentiye girme zamanı değildir. Unutulmamalıdır ki, sömürgeci AKP’nin zalimleri 2012 yılı boyunca yürütülen destansı bir mücadelenin sonucu olarak Önder Apo ile görüşüyorlar.
Görüşmenin zaferle sonuçlanması ise, daha fazla birlik, daha fazla örgütlülük, daha fazla serhıldan geliştirmekten geçer. Yani ne kadar serhıldan o kadar özgürlük, ne kadar serhıldan o kadar gerçek ve onurlu barıştır.
Herkes Liceli gençlerin, kadınların ve welatparêz’lerin sömürgeci-işgalci Türk ordusuna karşı geliştirdikleri direnişi örnek almalıdır. Bu direnişi selamlıyoruz. Ve bu direnişi hem dağda, hem sokaklarımızda geliştirerek Liceli halkımızın direnişini her alanda yaygınlaştırmalıyız.
Lice halkı dağlarda işgalci Türk ordu birliklerine karşı “defolun gidin, bu dağlar bizim” diyebiliyorsa ve güçlü bir direniş sergileyebiliyorsa, halkımız, gençlerimiz neden Kürdistan şehir-kasabalarında aynısını yapmasın? Neden hala sömürgeci Türk polis sürüleri sokaklarımızda rahat dolaşabiliyor? Neden hala gençlerimizi, çocuklarımızı katledebiliyorlar? İstediğini, istedikleri zamanda evlerinden, işyerlerinden alabiliyorlar?
Şu işe bakın, Kürt şehri Amed’te halen sömürgeci Türk devletinin valisi ve emniyet amiri görevlerinin başında bulunuyor ve koltuklarında oturabiliyorlar. Hem de elleri bu kadar gencimizin kanına bulaştığı halde. Halk imza topluyor, istemediklerini söylüyor, ama onlar hala yerlerinde bulunuyorlar. Hem Amed halkı, hem Şahin’in katilleri aynı havayı teneffüs edemezler. Amed halkı gitmeyeceğine göre, sömürgeci Türk devletinin bu katilleri biran önce Amed’i terk etmelidirler. Eğer imza kampanyasıyla olmuyorsa- ki olmayacağı görülüyor- o zaman halkımız bunların peşini bırakmamalı ve onları çıkarmasını bilmelidir. Hem de halkımızın deyimiyle kuyruklarına teneke bağlayarak….
Amedi Amed’lileler yönetmeli. Amed’liler kendi güvenliğini almalıdırlar. Çünkü: “Özyönetimden yoksun kalmış bir toplum sömürge olmaktan kurtulamayacağı gibi, bunun doğal sonucu olarak asimilasyon ve soykırımla süreç içinde yok olması kaçınılmazdır. Öze yabancı yönetimler iktidarın en zorbaca ve sömürgen biçimini temsil ederler. Dolayısıyla bir toplum için en hayati, ahlaki, bilimsel ve estetik görev özyönetim gücüne erişmektir. Bu görevi başaramayan toplumun ahlaki, bilimsel ve estetik gelişimi mümkün olmadığı gibi, siyasal ve ekonomik kurumlaşma ve gelişmesi de yok olur.” (ÖNDER APO)
Yok olmamak için, kendi topraklarımızda kendimizi yönetmeliyiz. Hem de bin defa daha demokratik.
Herdem Serhıldan