HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Çekirgenin uzatmalı sıçrayışlarla ömrünü uzatması, açıkça görülüyor ki, 2012 yılında sonuca bağlanacak ve hazin olan sonu yaşanacaktır. Tek tek’leyerek, sek sek’leyerek, perdeleyerek, maskeleyerek, vs. iktidara iyice yerleşen ve giderek faşizmi kurumsallaştıran AKP ve Gülen Cemaati, 2011 yılında Ortadoğu ve Kürdistan'da yaşanan mücadelelerde izlediği yanlış strateji ve taktikler sonucu giderek köşeye sıkışmış ve bunun verdiği acıyla azgınlaşmış durumda.

Abdullah Gül, “PKK oyunlarımızı bozdu” diye itirafta bulunarak, başbakan Tayyip Erdoğan KCK operasyonlarını desteklediğini açıkça beyan ederek ve Amerika’nın kucağında oturarak okyanus ötesinden Türkiye'ye yön vermeye çabalayan ve bunda belli düzeyde etkili de olan Fethullah Gülen “onların köklerini kesin, kurutun, evlerini ateşe verin, beşbin, ellibin, ne kadar olursa olsun öldürün” biçiminde “Kürtlerin katline” fetva vererek, aslında Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesini kararlıca sahiplenip, sürdürmesi karşısında çaresiz kaldıklarını, başarısız olduklarını ve aciz duruma düştüklerini itiraf etmek zorunda kaldılar.

AKP ve Gülen Cemaati’nin bir histeri, paranoya, kâbus halini yaşamaları elbette anlaşılır bir durumdur. “PKK'yi biz bitiririz, Kürd’ü inkar ve imha siyasetini en iyi biz yürütür ve Kürt soykırımını ancak biz sonuca götürürüz” iddiasıyla iktidara gelen ve on yıldır burada tutulan bu iki güç, PKK'yi tasfiye etme şurada kalsın, kendisi giderek tasfiye olma aşamasına gelmiş bulunuyor. Dolayısıyla kendisine verilen krediyi de tüketmiş ve bazı iç ve dış dengelere dayanarak uzatmaları oynamaya çabalıyor.

İktidarda bir şartla tutulduğunu çok iyi bilen AKP ve Gülen Cemaati, bunu gerçekleştirememe halinde sonlarının ya hapishane ya da çeşitli yollarla ebedi istirahata kavuşma olacağını iyi bilmektedirler. Çünkü Türklerin o ünlü sözü her an kulaklarında çınlamakta ve kendilerine ecel terleri döktürmektedir: Ya devlet başa, ya kuzgun leşe! Devletin başına gelindi, ama orada kalınamayacağı da netleştiğine göre, artık sonlarının kuzgunlarla mutlu bir birliktelik olduğunu, kuzgunların beslenme zincirinde belli süreliğine yer alacaklarını da iyi görmektedirler.

“Bu telaş, bu saldırganlık, bu faşizm niye?” diye soranlara, “AKP demokratik açılımlar yapıyor, askeri vesayeti sonlandırdı, ekonomi çok iyi durumda, peki birden bire ne oldu” diye şuursuzca soru soranlara cevap işte bu kuzgunlara yem olma korkusunda saklı!

AKP yetkililerinin açıklama üstüne açıklama yapmaları; bir yandan, nereden çıktığı belli olmayan içişleri bakanı Naim Şahin adlı zevatın, Hitler’e rahmet okutacak o düşünceleriyle, Kürt Özgürlük Hareketine ve Kürt halkına ölümü göstermesi, diğer yandan Arınç ve Atalay’ın yumuşak mesajlarla Kürtleri sıtmaya razı etme çabaları, artık işlerin kontrolden çıktığını, Ortadoğu'da siyaset yapmanın öz dinamiklere dayalı olması gerektiğini, yoksa dışa sırtına dayayarak, Amerika’nın kucağında oturup badem bıyığıyla efelenmeye kalkmanın insanın başına çok büyük işler açacağını çok iyi görmüş olduklarını net bir biçimde göstermektedir.

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde ağırlaştırılmış tecrit uygulamasının sürdürülmesi, HPG gerillalarına karşı kimyasal silah dahil her türlü teknik kullanılarak vahşice saldırılar geliştirilmesi, KCK operasyonları adı altında Kürt demokratik siyasetini etkisiz kılma çabalarından hız kesmeme, bu ölüm korkusunun dışavurumundan başka bir anlam ifade etmemektedir. Evet, iktidarda kalmanın diyeti ödenmemiş ve alacaklı kapıya dayanmış, hatta kapıyı kırarak içeriye girmeye başlamış durumda!

Bu duruma nasıl gelindiği de biliniyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ve PKK’nin 2009 yılından bu yana Kürt sorununu barışçıl-siyasi yollardan çözme çabası içinde olduğunu ve bunun için elinden gelen tüm çabayı harcadığını herhalde kimse inkar edemez. Dıştan kimsenin müdahalesine fırsat vermeden Kürt sorununu kendi içimizde çözelim, bu çözüm halklar yararınadır, bundan her iki taraf da fayda görür” yaklaşımında olan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ve PKK, bu iki yıl içinde bu yaklaşım temelinde Türk devleti ve AKP hükümetine defalarca çağrıda bulundu, çözüm için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan Yol Haritası hazırladı, iyi niyet göstergesi olarak barış gruplarını Türkiye'ye çağırdı, PKK'den sürecin selameti için eylemsizlik ilanında bulunmasını talep etti. Ve bilindiği gibi PKK, Önder Abdullah Öcalan’ın bu tüm istemlerini hiç zaman geçirmeden yerine getirdi.

Kısaca, iki taraf arasında karşılıklı yerine getirilmesi gereken hususlarda Kürt tarafı kendi payına düşeni yerine getirdi. Dolayısıyla artık adım atması ve üzerine düşeni yapması sırası AKP hükümetine gelmiş oldu.

Fakat bu barışçıl-siyasi yollardan çözüm arama girişimleri AKP tarafından çok farklı ele alındı ve değerlendirildi. Bu girişimleri bir zayıflık işareti olarak algılayan ve PKK'yi tasfiye etmek için bir fırsat olarak kullanmak isteyen AKP, 2011 yılına gelindiğinde artık ya bu işi çözmek, ya da kendisinin çözülme aşamasına geleceğini görmesi sonucunda, gerçek yüzünü, niyetini, amacını açık etmek zorunda kaldı. Böylece AKP’nin Kürt sorununun çözümünde rol oynayacak bir aktör olmadığı açıkça ortaya çıkmış oldu. Şu ortaya çıktı ve netleşti: AKP bir çözüm gücü değildir!

Açık ki, AKP ve Cemaatin devletine, faşizmi giderek kurumsallaştıran bu devlete karşı mücadele gücü olarak ayakta olan ve etkili mücadele eden tek güç olarak Kürt Özgürlük Hareketi ve Türkiye'nin gerçek demokrasi güçleri olmaktadır. Dolayısıyla son savaş hükümeti olan AKP’nin maskesini düşüren ve gerçek yüzünü açığa çıkaran da -diğer savaş hükümetlerinin akıbetinde olduğu gibi- yine Kürt Özgürlük Hareketinin ve Türkiyeli demokrasi güçlerinin geliştirdiği özgürlük ve demokrasi mücadelesi oldu.

Bu mücadele sonunda artık Türkiye toplumunda da AKP’nin gerçek yüzünün ne olduğunu gören, daha önceden çeşitli nedenlerle ona destek vermiş olan kesimlerin de giderek bu faşist oluşumun gerçekliğini kavrar bir duruma geldikleri ve giderek seslerini yükselttikleri de yaşanan bir diğer önemli husus oldu.

Bir yandan “Kürt sorununu en iyi ben çözerim” diye iktidara gelme, ama bunu başaramama; diğer yandan Ortadoğu'da “komşularla sıfır sorun” stratejisi temelinde etkinlik kurma çabalarında dibe vurma ve neredeyse Ortadoğu'da istenmeyen devlet haline gelme durumu açık ki AKP ve Cemaat’i giderek köşeye sıkıştırmış ve izledikleri yanlış strateji ve taktikler sonucunda bir bütün kaybetme noktasına getirmiştir.

Peki, 2012 yılında AKP ve Gülen Cemaati’nin hali ne olur?

Bu konuda kesin ifadeler kullanmak ve tespitler yapmak usulen yanlış olsa da, kanaatimizce sonları pek hayırlı olmayacaktır. İç ve dış sorunlar karşısında çaresiz olan ve çözüm üretemeyen bir gücü ne içte Kürt ve Türk toplumu, ne devletin kendisi, ne de dışta Ortadoğu'nun siyasi coğrafyası kaldırır. Dolayısıyla bu iktidar koltuğunun yavaş yavaş ya da birden altlarından çekilmesi durumu sözkonusu olacaktır.

Peki, iktidara oturmuş, giderek kurumlaşmış ve bir bütün devleti ele geçirme hevesinde olan bir güç, acaba bu iktidarını başkalarıyla paylaşmaya yanaşabilir mi? işte Can alıcı soru budur. Eğer AKP ve onun arkasındaki cenah buna razı olursa, belki bu yılı topallayarak sürdürebilirler. Fakat eğer bu konuda katı bir tutum takınılırsa, cemaatin ne olacağını bilmeyiz ama, tepetaklak olan bir AKP hükümetini görmek hiç de şaşırtıcı olmayacak.

Eğer Tayyip Erdoğan yeniden neşter altına alınmak istenmiyorsa uzlaşmaya razı olmak zorunda kalacak. Yok eğer tek başına bu işleri götürmek isterse, yine onu neşter altına alıp, yani onu santim santim santim saf dışı edecekleri de aşikardır. Ve bu durumda da hafızalar tazelenecek ve herkes “Özal ve Ecevit’e de aynısı yapılmıştı” diyecek.

Diğer yandan, özgürlük ve demokrasi güçleri için 2012 yılı daha büyük imkanların var olduğu ve mücadelenin giderek yükseleceği ve kesin sonuçların alınacağı bir yıl olacağı gibi, sömürgeci faşist güçler için de zayıflama, küçülme ve giderek bir daralmayı yaşama yılı olacaktır.

Bu vesileyle ilerici insanlığın ve tüm halkların miladi 2012 yılını kutluyor, demokrasi ve özgürlük mücadelelerinde başarılar diliyoruz.

Edîp Koçgîrî