Havalar bozuk. Dışarıda sert bir rüzgar ve yere düşmek için hiç de acelesi olmadığı her halinden belli olan kar taneleri var. Yağsam mı yağmasam mı; yağsam da tutsam mı diye soruyor kar.
Mangamız ise dışarıyla tam tezat. Yoldaşların sohbetleri, sobanın sıcaklığı, televizyondan gelen acılı tarihin yanıklaştırdığı sesten yayılan Kürt ezgileri gevşetiyor insanı. İçim geçmiş, uyuya kalmışım.
Televizyondan gelen sesler değişmişti. Gözlerim kapalı dinliyordum. Duymaktan hiç de haz etmediğim bir sesin mikrofondan yayılan ekolu, kah yükselen kah heyecanlanan kibir ve horlamayla dolu, hakaretamiz söylemleri çalındı kulağıma.
Bükemediğin eli öpeceksin diyor ya atalarımız, anlıyorum ki ya bu sözden habersiz, ya da anlamını bilmiyor ve “Silahları bırakmalarını istiyorum” diyor ses.
Artık rüyalarından ayrılmadığı belli olan derin bir özlem ve tutkulu bir isteğin tek’li hezeyanlara sığdırılması gibi bağırıyor kalabalığa. Sonra da müsebbibi kendisi değilmiş gibi sıkılı yumrukların; “Sıkılı yumrukları aradan çekip, öfkenin, nefretin diline bir son verip insanca yaşamanın önünü açmamız, bunu güçlendirmemiz gerekiyor" gibi garip bir cümle kullanıyor.
Her zaman olduğu gibi işlediği suçu yüzüne vurulan ve yakalanmış olmanın utancını saldırgan bir üslupla bertaraf etmeye çalışanların ruh haliyle “Birileri çıkıyor hükümeti, devleti operasyon yapmakla bu süreci zedelemeyle suçluyor” feveranında bulunuyor.
Ve devam ediyor “Terör örgütü silahı bırakmadığı, saldırılarına son vermediği sürece biz terörle mücadeleyi kararlı şekilde sürdüreceğiz. Hiç kusura bakmasınlar, elinde silahla benim güvenlik güçlerime kast edenlere, arkadan gelip benim polisimi şehit edenlere karşı biz toprağımızı, vatanımızı geri adım atmadan savunuruz ve savunuyoruz.”
Tüm devlet kademelerinin sözcüsü, uygulayıcısı, başı olmakla yetinmeyerek cumhurbaşkanı görevi olan “başkomutanlığı” da kimselere kaptırmak istemeyen zat, cepheye inmeye hazırlanıyor.
Ecdadının at üzerindeki yıllarına atıfta bulunması da zaten boşuna değildi. “Yeni Osmanlıcılık” ya da “imparatorluk hayali” olarak adlandırılabilecek süreçte başta Kürtler olmak üzere el atabildiği her yerde yeni sömürgecilik kanalları açmaya uğraşan bir çağdışı söylem ve icraatla ‘istikrarlı’ bir şekilde ilerlemeye devam ediyor. Tabii ki yine saldırısının meşruiyetini yaratmak için “savunma” gerekçesine başvuruyor.
Halbuki kendileri de Türk iç ve dış politikasının “atak”, “dinamik”, “saldırgan”,“özneleşen” yönünden sıkça söz ediyorlar. Ve bu ‘yeni’ özelliklerle yeni işgal ve sömürü hareketini Kürdistan’da başarmamaları durumunda hiçbir yerde başaramayacaklarının farkındalar.
Saldıran, yumruklarını sıkan, “var mı bana yan bakan” narasıyla gelene geçene omuz atan ve ne hikmetse her seferinde dayak yemekten kurtulamayan sokak kabadayısı Erdoğan ve politikalarının başarı kazanma şansının sıfıra yakın olduğu ortadayken bu sözler tebessüm uyandırıyor.
Çünkü haklı değil ve çünkü meşru değil.
Yalan ve düzenbazlıkla, gerçekleri tersyüz etmekle, hile ve entrikayla, komplo ve kumpaslarla amacına ulaşmak isteyen her kişi, devlet ve topluluğun yaşadığı yenilgiyi yaşamak zorunda kalacağının oldukça farkında.
Son süreçteki yeniden sözde barış arayış ve söylemlerinin bu anlamıyla herhangi bir kıymet-i harbiyesi yok. Saldırganlığının bedelini ödetecek bir gerilla ordusunun varlığı uykularını kaçırmaya devam ediyor. Bu orduya duyulan sevginin, halkın her gün yaptığı “İNTİKAM” çağrılarının anlamını çok iyi biliyor. Bu nedenle de şu aşağıdaki saçma sözü yineliyor konuşmasında
“Sağduyulu, samimi en önemlisi de vicdanı olan bir insan, öldürmek için gelen teröristin hakkını değil, öldürmek için kurulmuş terör örgütünün hakkını değil insani olanın, insanın hakkını savunur. Böyle olması lazım.”
Yani, diyor ki, “Tamam, Paris olayında onları savundunuz ama onlar ölmüştü. Sakın ha sağların hakkını aramayın, onlarla birlik olmayın, yanaşmayın bile. PKK’yi meşrulaştıracak, bırakın onu, hakkında olumlu konuşacak tek insan kulunun alnını karışlarım. Hepsini ölmekten beter ederim.”
***
Dışarıdaki buza kesmiş havayla tam ters bir sıcaklık yayılıyor bedenime. Ne manganın sıcaklığı, ne yoldaşların varlığı değil bu sıcaklığın nedeni. Paris’ten, Nusaybin’den, Lice’den, Çele’den, Medya Savunma Alanları’ndan gelen haberlerin; halkımın İNTİKAM çağrıları ısıtıyor içimi.
Zat’ın feveranlarının, nafile çabalarının ve gözü dönmüş saldırganlığının yarattığı kin ve öfke alevlendiriyor ateşi.
Yüreğim ısındıkça ısınıyor. Binlerce yoldaşım gibi, halkım gibi...
Pir Kemal