Rêber APO
Hücre cezası henüz uygulamaya başlanmadı, karara itiraz ettim, birkaç güne kadar belli olur.
Buraya getirilen arkadaşlarla bir kez görüştüm. Buradaki görevliler, ileride Televizyon vereceklerini belirttiler. Adalet Bakanlığı’ndan gelen heyetle görüştüm. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif İşleri Müdürü de vardı. Bu görüşmeden sonra kapının üstünde aşağıya ve yukarıya yeni bir pencere açtılar. Kaldığım odada yatak, dolap, masa var. Onun dışında bana iki-üç adım mesafesinde yer kalıyor. Yatak, Masa ve Dolap yeri dışında enine iki adım boyuna üç adımlık mesafe var. Bütün yer bundan ibarettir.
Diyarbakır’da 23 yaşında üniversite öğrencisi genç, gösterilerde yaşamını yitirmiş. Çok üzüldüm. Özellikle anne-babasına ve ailesine taziyelerimi iletiyorum, başsağlığı diliyorum.
Cezaevlerindeki arkadaşlar açlık grevine girmişler. Artık açlık grevlerine gerek yok, hepsine çok selamlarımı ve sevgilerimi iletiyorum. Ben daha önce benim için intiharvari, kendine zarar verecek eylemler yapmamalarını söylemiştim. Sakın hayatlarını tehlikeye atmasınlar. Bu arkadaşlara özel selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
DTP kapatılması davasının kararı muhtemelen Cuma günü çıkacakmış. Dünyanın sonu değil, kapatırlarsa da mücadelelerini sürdürürler, yollarına devam ederler. Yine Türkiye’de her kesimden demokratları içine alan demokratik bir yapılanmaya gidilebilir.
Nuray Mert, yazısında bu açılımın gerekli olduğunu ama yöntemDoin yanlış olduğunu söylüyor. Doğrudur açılım şarttır fakat yöntem doğru değildir. Bunlar İngiliz siyasetidir, Amerika yürütüyor. Bu İngilizler müthiş. Dört yüz yıldır dünyayı yönetiyorlar. Türkiye’de de İngilizler bir yandan Kürtleri kışkırtıyorlar diğer yandan da devlete de bastırın diyorlar, ikili oynuyorlar. Bu politika “tavşana kaç tazıya tut” politikasıdır. Bu durumu üç örnekle açıklayacağım. Birincisi; 1925 Şeyh Sait döneminde Binbaşı Noel vasıtasıyla Kürdistan’da Şeyh Saitlerle görüşüp alttan destekliyormuş gibi yaptılar ve Seyit Abdulkadirle de İstanbul’da görüşerek bir yandan Kürtleri kışkırttılar öbür taraftan kendi adamları olan İnönü ve Recep Peker, Fevzi Çakmak, bunlarla Mustafa Kemal’in etrafını sararak etkisizleştirdiler ve Hükümeti ellerine aldılar. Bu süreçte bir yandan Kürtleri kışkırttılar öte yandan da Kerkük ve Musul’u almak karşılığında Hükümeti de bastırma konusunda desteklediler. Çok acılar yaşandı.
İkinci olarak; 1990’lı yılların başında ABD’nin Irak’a ilk müdahalesiyle beraber bunlar bize savaşma konusunda bizi destekleyeceklerini söylüyorlardı. Aynı şekilde Avrupa’daki temsilcilerimiz üzerinden savaşın sizi destekleyeceğiz diyorlardı. Öbür taraftan da ğan Güreş’e İngiltere’de bastırma konusunda yeşil ışık yaktılar. O dönem basında yazılmıştı, Doğan Güreş’in kendi beyanatıdır. İngiltere’den geldiği zaman aynen şunu söylüyordu; “İngiltere bize yeşil ışık yaktı”. İşte yine bilinen o büyük acılar yaşandı. Üç bine yakın köy boşaltıldı, binlerce faili meçhul cinayet oldu. Tansu Çiller-Doğan Güreş dönemi. Ergenekon tutanaklarından da geçiyor; birbirlerine “kahpe” diyorlar. Bizi de savaş konusunda kışkırttılar öbür taraftan da devlete kırdırttılar. Tam bir kör döğüşü. Özal bu senaryoyu çözemediği için hayatına mal oldu, biz de o zaman tam çözememiştik, bu nedenle biz de 1997 sonuna kadar savaşı sürdürdük, sonra anladık. Bu sorunun savaşla çözülemeyeceği, siyasi bir sorun olduğu yönünde Karadayı’nın da görüşleri vardı. Kıvrıkoğlu’nun da böyle düşündüğünü zannediyorum. ’98’e kadar Karadayı, ‘98-2002 arası da Kıvrıkoğlu Genelkurmay başkanıydı. O dönem Ecevit, bir şeyler yapmak istiyordu ama sanırım Bahçeli takoz koydu. Daha sonra bu Ergenekoncular -ki iddianamede de var– kendi aralarında; biz 2000’deki geri çekilmeyi, gerillanın sınır dışına çekilmesi sürecini iyi değerlendiremedik diyorlar.
Türkiye’deki İttihat ve Terakki zihniyetinin 1925’lerden itibaren Mustafa Kemal’i nasıl etkisizleştirdiklerini izah etmiştim. CHP’nin nasıl ele geçirildiğini biliyorum. İsmet İnönü ve Recep Peker, Fevzi Çakmak vardı. Ondan sonra İkinci Dünya Savaşı döneminde bir boşluk oldu. 1960’lardan itibaren Gladio yapılanması Alparslan Türkeş onlarla birlikte 27 Mayıs darbesini yaptılar. Ben 27 Mayısçıların hepsi böyledir demiyorum, Madanoğlu gibi dürüst olanlar da vardı. Talat Turhan kitabında bunlardan bahsediyor. Türk Solu üzerinde de etkili oldular; THKO, Dev-Yol, Dev-Sol zamanında nasıl ele geçirildiği biliniyor, farkedemediler bile. Ben Türk Solu için şunu söylüyorum. İlk dönemlerde devlet doğrudan sol grupları içeriden ele geçirmeye çalışırken artık buna da gerek duymuyor, üçüncü elden yönetiliyorlar. Perinçek’in durumu ortada. Aynı şekilde PKK’yi de ele geçirmeye çalıştılar. Türk Solu’yla birlikte onlarca Kürt Sol grup da vardı ama hepsi tasfiye edildi, bir tek PKK’yi tasfiye etmeyi başaramadılar. 1984’te ilk birlikleri dağa gönderdiğimde henüz JİTEM öncesi oluşumlar aralarına sızdı, yüzlerce değerli kadromuzu kaybettik. Biz de Halil Ataç vardı. Kendisi “hiç kimse Hogir’e laf geçirtemiyor” diyordu. Bu Hogir okur yazarlığı bile olmayan birisiydi. Sızma olma ihtimali de var. Dörtlü Çete, Çürükayalarla geliştirilen tasfiyecilik süreçleri oldu. Ben bunu PKK’nin CHP’lileştirilme çabası olarak adlandırıyorum. Bunu başaramayacaklar, PKK’yi CHP’lileştiremezler.
Üçüncü olarak son yedi yıldır 2002’de AKP iktidarıyla başlayan süreçtir. Bu süreç 60 yıl öncesinden hazırlanan bir süreçtir. Bu sürecin iki amacı vardır. Birincisi radikal islamı tasfiye etmek, ikincisi ise demokratik özgür Kürt hareketinin özünü tasfiye etmektir. Zaten AKP’nin yedi yıldır da yapmaya çalıştığı budur ve bu işi iyi de yapıyor. 2002’den sonra işte Osman ve Botanlar meselesi biliniyor. Hatta bunlar kendilerini liberal demokrat olarak tanımlamışlardı. Beni tasfiye ederek benim soyadımı da kullanarak tasfiyede başarılı olmak istediler. Benim yerime Osman’ı geçireceklerdi sözde. Şimdi de bunları kullanmaya çalışıyorlar. Ama hiç bir şey yapamazlar. Şimdi hiç birinin beş metelik değeri yoktur. Halk içine çıkacak yüzleri yoktur.
Ben bizim kadınlara defalarca söyledim. Hegel de söylüyor; klasik aşk anlayışıyla erkek-kadın ilişkisiyle ancak aile kurulabilir onun ötesine geçemezsin. Hegel büyük bir tarihçi ve felsefecidir. Marks, Hegel’in öğrencisidir. Hegel köle-efendi ilişkisinden yola çıkarak çözümlemeler geliştiriyor. Ben ise kadın köle-kurnaz ve zorba erkek ilişkisinden yola çıkarak çözümlemeler geliştirdim.
Erdoğan çok çalışkandır. Fakat demokratik özgür Kürt hareketini tasfiye edemediler, edemeyecekler de. Bu konuda başarılı olamadılar.
Önemli olan doğru politika yapmaktır. Kırk yıldır toplumun demokratik inşasıyla uğraşıyoruz ama gerekli eğitim ve örgütlenme yapılamadı.
Ceza ve Tevkif işleri Müdürü geldi. Uzun uzun görüştük. Ben ona da anlattım. Siyasi çözüm olmazsa bu sorunun çözülemeyeceğini söyledim. Bana diyor ki; “sen iyi halli olursan biz senin koşullarını düzeltiriz” diyor. Yani bana uslu ol diyorlar, çocuk muamelesi yapıyorlar. Ama beni kandıramazlar. Ben asla ilkelerimden taviz vermem. Benim en önemli özelliğim ilkeli olmamdır. Bunu Müdüre de söyledim, Benim duruşumun özü şudur. Ben ilkeliyim ama pratikte esneğim. Benim kişiliğimin en önemli özelliği budur. Yani ilkede katılık, pratikte esneklik. Son derece ilkeliyim ve pratikte esneğim. Geçenlerde Hüriyette de yazmıştı; 1996’ya kadar bana karşı on tane komplo denenmiş, bugüne kadar yirmi olmuştur. Burada da birçok deneme yapıldı. Fakat ben bütün bunlara rağmen ilkeli duruşumu sürdürüyorum, bu duruşumdan vazgeçmem. Herkes bunu böyle bilmelidir. Burada benim üzerimden de Kürt özgürlük hareketini kendilerince tasfiye etmeye çalıştılar. Ama benim ne kadar ilkeli biri olduğumu hesaba katmadılar. Bunu bana yaptıramazlar.
Ben de söylüyorum; açılıma karşı değilim ama yöntem yanlış. Doğru yöntem belirlenmeli. Siz arabayı atın önüne koyarsanız olmaz. Zaten araba iple ata bağlıdır. Doğrusu atı arabanın önüne bağlamaktır. Ama bu açılımda temel yanlış şudur; arabayı atın önüne koyuyorlar. Peki böyle olur mu? Bu şekilde araba hareket eder mi, etmez. Bu ata da arabaya da zarar verir. Temel sorun yöntem sorunudur. Yasa ve yönetmelikten önce bu gereklidir. Özellikle bu çocuklarla ilgili yasa, 221 etkinlik pişmanlık yasası vb. Değişikliklerle sorunu çözeceklerini sanıyorlar böyle olmaz. Özellikle pişmanlık yasası bir tuzaktır, provokasyondur. Bu kabul edilemez. Bu yöntemle Maxmurdan bir kişi bile gelmez. Bu işin, sorunun siyasi olduğu ve siyasi şekilde çözüleceğinin kabul edilmesi lazım. Bakın 50 bin ölüm var, buna terör diyorlar. Yunan savaşında bile beş bin kişinin öldüğü söyleniyor. Burada elli bin kişinin öldüğü yerde terörden bahsedilmez, orada savaş vardır. Savaşın da tarafları vardır ve sorun taraflar arasında çözülür. Bu müzakere ile olur, diyalogla olur. İlla muhatap ben olayım demiyorum, PKK’yi de muhatap alabilirler, olmazsa DTP’yi de alabilirler, o da olmazsa o zaman içinde PKK’lilerin yer alabileceği halktan sorunla ilgili insanlardan oluşturulmuş bir heyetle de görüşmeler yapabilirler.
Doğru yöntem belirlenirse ben de çözüm konusunda üzerime düşeni yaparım. Eğer doğru yöntem belirlenirse, ortam oluşursa ben silahlı güçlerin geri çekilmesini ve uygun yere konumlanmasını sağlarım. Buna hala gücüm var, bana itimat ederler. Bu son yaşananlar da halkın da bana bağlı olduğunu gösteriyor. PKK’nin içinde onlarca grup var, dağlardaki grupların hepsi otonomdurlar zaten. Bunları ancak ben kontrol edebilirim, ben silahsızlandırabilirim. Bu sorunun kesin çözümü için, nasıl olacak bilmiyorum ama Meclisin bir karar alması lazım. Bunun için benim de önümün açılması lazım. Tüm bunlara yol haritasında belirtmiştim.
İnfaz Hakimi, hücre cezası kararında, “sen buradan savaş kararı, talimat veriyorsun” diyor. Ben burada savaş kararı, talimat verecek durumda değilim, sadece tespitlerde bulunuyorum. Ben burada benimle görüşmeye gelen heyete de söyledim, DTP’ye de söylüyorum, PKK’ye de söylüyorum. Demokratik çözüm ve siyasetin önü açılmalıdır. Buradan Erdoğan’a da sesleniyorum. Eğer doğru yöntem belirlenmezse, demokratik siyaset ve çözümün önü açılmazsa nasıl ki Enver Paşa ittihatçılığı Osmanlıyı parçaladıysa AKP’nin mevcut olan zihniyeti de Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalanmaya götürür, AKP de biter. CHP ve MHP’nin iktidarında ise kan akar. Ben Sayın Erdoğan’ın iyi niyetli olduğunu düşünüyorum, hala inanmak istiyorum. AKP içinde dürüst olanlar var, gerçek anlamda demokratik çözümden yana olanlar var. Ama bunların ne kadar etkili olduklarını bilmiyorum. AKP içinde tasfiyeci olanlar da çoktur. Ben hala demokratik çözüm için elimden geleni yapabilirim. Ama demokratik çözümün önü açılmazsa KCK kendi yolunu belirler, savaşa da barışa da kendisi karar verir. Ben buradan hiç bir şeye karışamam. Bu doğru da olmaz.
* 9 Aralık 2009tarihli görüşme notlarından alnmıştır.