Rêber Apo
Önderlik gerçeği, PKK’de halen büyük belirleyiciliğini sürdürüyor. Ben kendim bunu temsil ediyorum ve sizleri bu halinizle PKK büyüklüğüne, PKK’nin itibarına asla ortak ettirmem. Nitekim ettirmiyorum da. Yalnız kendimi değil, PKK’yi de savunuyorum. PKK’nin de savunulacak bazı değerleri vardır. Bu halinizle bu halkı da size karşı savunacağım. Çünkü bu halk artık PKK’yi izliyor, PKK halkındır. Yetmeyen adamın, yönetemeyecek adamın bu halkın üzerinde yeri olamaz. Bu kişi ne PKK’nin kitlesini, ne PKK’nin halkını, ne de ulusunu yönetebilir. Bunun için de düşünce gücünü, politik terbiye gücünü ve onun somut ifadesi olarak yönetebilme gücünü göstereceksiniz. Saflığa, mütevazılığa vurarak, “Bakın, ben ne kadar halim selim, ne kadar saçı başı ağarmış bir kişiyim, ne kadar adım ünüm var” veya “Bazı işlerde ne kadar etkiliyim” demekle hiç kimse PKK’de ne merkez ne de yönetim olur. PKK’nin yönetim ustalığı, PKK’de merkez olmak çok büyük bir öneme haizdir. Eskiden evliyalaşma, kırk yıllık çile doldurma derlerdi; işte bu öyle bir çabayı gerektirir. PKK’nin büyük yönetim ustalığı, özellikle çalışma tarzı ve hitabıyla cansızı bile harekete geçirir. Bunu göstermediniz mi, hiç kimse sizi PKK’de yönetim olarak, komutan olarak kabul edemez.
Aklınızı başınıza toplayın. Şimdiye kadar bir iki delilik yaptınız, akla hayale gelmeyecek dayatmalarda bulundunuz; ama yarın bunun da hesabı sorulur. Eğer aklınız başınızda ise, hiçbir şeyin PKK’de karşılıksız bırakılamayacağını bilmeniz gerekiyor. Kaldı ki, devrimin kendisi de hesabını sorar. Çünkü devrimin doğasında kendisi ve onunla çarpışanların savaşı ya lehte ya da aleyhte sonuçlanır. Her devrim böyledir. Bir devrime yanılgılı katılanlar, er veya geç acımasız bir sonla bunu öderler. Bu devrimin doğasıdır ve benim olup olmamamla da ilgili değildir. Örneğin, ben şöyle veya böyle ortadan kalktım diyelim. O zaman bu anlayışlarla başınıza gelebilecek olan nedir? Dürüst olan bazı yönleriniz var; aynı zamanda bazı kurnazlar, bazı hırsızlar, bazı kariyeristler, bazı zavallılar var; bütün bunlar birbirine girer. Böyle olunca da önce bol bol parçalanma olur, ardından bazıları uzlaşır, bazıları da birbirine girişir. Kariyerist olan çok imkânı etkisi altına alır; köle olan, zavallı olan da çok kolay saf dışı bırakılır. Kadın eski kadın, ağa eski ağa, Kürt eski Kürt olarak biter ve sonuçta hepsi kaybeder. Şu andaki merkezi yönetim düzeyiniz bunu kaçınılmaz kılıyor. Düşman da zaten “Bu bir kişinin savaşıdır, o kişi gitse diğerleri çantada keklik” diyor. Çünkü siz merkezileşmeyi ve yönetim kadrosu olmayı fazla beceremiyorsunuz.
Yaptığınız akıl almaz hatalar ve yetmezlikler düşmana umut veriyor. Hazır ekmeğinizi bile elinizden alıyorlar, sıradan bir köylü gelip hazır paranızı götürüyor. Böyle yüzlerce örnek var. Neden biraz vicdana gelmeyecek ve gerçekleri görmeyeceksiniz? Peki, durum bu iken, yaşamınızın garantisi nedir? Şunu diyeceksiniz: “Biz yaşamdan çoktan vazgeçmişiz, sen istediğin kadar söyle, biz biraz hatır için seninle yürümeye evet diyoruz, ama aslında biz her şeyi bırakmışız.” Bu da gerçeğinizin bir yanıdır. Sizin öyle fazla yüksek iddialarınızın olmadığını biliyorum. Ve bu son zamanlardaki sürüklenmeniz de, “Acaba elimize bir şey düşer mi?” sorusu temelindedir. İşte erken iktidar hastalığı budur.
Bazı PKK kariyerleri var. PKK biraz devletleşmeye doğru gidiyor. Siz ise “Acaba bize de bir yer düşer mi?” diyerek sürükleniyorsunuz; yoksa devrimin özüne anlam verip çalışmalara yüklenerek yürümüyorsunuz. Çoğunuzun durumu böyledir. Bazıları da feodal namus anlayışı gereği, “Ben kopamam, çünkü şehit yakınım vardır; bir Önderlik var, ona söz verdik” diyor ve bu yüzden sürükleniyorlar. Bir söz vermiş, bu onun için bir feodal namus sözüdür ve sonuna kadar gider. Bazıları işin farkında değildir, düpedüz sürü gibi sürükleniyor. Çoban giderse onları da kurt kapar. Onlar da bunu bekliyorlar. Fakat bunların hepsi yanlıştır ve PKK militanlığına yakışmaz.
Peki, bütün bunlar nasıl önlenir? Yüksek düşünce gücü ve bunun karakteri, özellikle yönetim sanatında yetkinleşmeyi ister. Bunun başka yolu yoktur, başka çaresi de bulunmamıştır. Benim en etkin yönüm, iyi bir yönetici olmamdır. Yönetim hassasiyetleri bende çok gelişkindir. Çok dinamik bir yöneticiyim. Beni etkili yapan şey, en sıradan bir ihtiyacı bile gidermem ve her işle uğraşmamdır. Ben sizin gibi silah kullanamıyor, sizin gibi komutanlık yapamıyorum. İşleri yönetme, benim için tutku düzeyindedir. İlişkilere ve insanlara yetişmek, onlara yön vermek ve onları yola koymak benim için her şeydir. Sizin için ise ilişkiler, günlük örgüt ve yönetim işleri fazla değer vermediğiniz işlerdir. Halbuki en hassas olmanız gereken işler yönetim işleridir. Yönetim işleri, işlerimize ve görevlerimize hakim olmak, onları koruyup geliştirmek, kolay kaybetmemek ve savaştırmaktır. Şu anda bize en çok gerekli olan bunlardır.
Tam da bu noktada “Yönetim işleriyle ilgilenmeyiz” diyorlar. Bir köşeye çekilip sigaralarını tüttürürler. Halbuki biraz ilgiyle baksalar orada altın gibi bir işin bulunduğunu görürler; ancak bunları görmez ve anlamazlar. Adam bir sigaraya alışmıştır, yarım saat sigarasını kestiğinizde isyan eder. “Zindanda bile yıllarca direnen, sigaraya boyun eğiyor” diyorlardı. Yıllarca o kadar direniyorsun, ancak bir sigaraya nasıl teslim oluyorsun? İşte bu, kişilikteki büyük çarpıklıktan kaynaklanıyor ve dağda da bu durumlar yaşanıyor. Adam yıllarca dağda direnmiştir. Basit bir yönetim görevi vardır, ama öldürseniz elini uzatmaz. Örneğin eğitimden hoşlanmıyor. Eğitimsiz insan olur mu, eğitimsiz savaşçı olur mu? Yapılması gereken toplantıdır, planlamadır ve bazı temel taktik hususlara göre eylemdir; ama bu tür kişilikler hiç oraya gelmezler. Ancak köşeye sıkışmış yaratıklar gibi karşı karşıya geldiler mi, müthiş savaşçı kesilirler.
Bu savaş anlayışı doğru değildir. Bu, ilkel isyanların, hatta ilkel kabile ve klanların savaş anlayışıdır. Günümüzün modern veya gelişmiş halk savaşları bunu kaldırmaz. Yıllardır hiç kimse, bu tarz çok ilkeldir, sonuca götürmez demiyor. Yine düşüncesi yoktur. Tam da bu noktada, “Bırak, bizi ölürsek de ölelim” diyor. Ölmeyin, biraz yaşayın, yaşama imkânı var dediğimizde, “Hayır, bırak, biz ölmek istiyoruz” diyorsunuz. Nitekim ölümler hep o “Bırakın, anladığımız gibi yaşayalım, savaşalım ve ölelim” anlayışı sonucu geldi. Öyle yapmayalım diyorum. Biraz daha dayanmazsam hepiniz öyle ölüp gideceksiniz. En iyinizin, en şerefli olanınızın durumu böyledir.
Büyük bir kısmınız da kendi gerçeğinden kaçış halinde olup kendisiyle çelişiyor. Bu biçimde devam ederseniz kaybedeceksiniz. Çünkü az çok direnmişsiniz ve halen de direniyorsunuz. Bunun doğal sonucu olarak direnmeyi bilinçle ve onun vazgeçilmez bir gereği olan yönetim gücünüzle doğru tarzda kavrayın ve yürütün. Bundan çekinmeyin. Eğer şimdiye kadar bunu yapamadıysanız bile bu sizi onursuz kılmamalıdır. Biz yine affediyoruz. Bundan sonra yapın. Bu ayıp değildir. Ben de bu yaştayım, ama her gün çocuklar gibi öğreniyorum. Kutsal işlerimiz konusunda mütevazı olmak gerekir. Her gün yeni şeyler öğrenmek gerekir. Geçmişimizdeki olumsuzlukları onur meselesi yapmayalım. Hepiniz geleceğe bakan iyi öğrenciler olmalısınız.
Politikayı yeni yeni öğreniyorsunuz; bundan gurur duyulur. Burjuvazinin gücü, yönetim işini iyi yürütmesindedir. Bilindiği gibi onlar çalışmazlar, hatta çoğu asalaktır, ama yönetim güçleri müthiştir. Örneğin şu anda ideolojik, askeri, ekonomik ve sosyal yönetim kurumlarını geliştirmişlerdir. Ülkenin yer altı, yer üstü kaynaklarının hepsini ve tüm insanların emeğini sömürme yöntemleri geliştirirler. En baş belası bir konumdalar, ama yine de yönetiyorlar. Çünkü yönetim ustalıkları var ve kendilerine otoriteyi yakıştırmışlardır. Yönetimin ustalıklarını ve beyinlerini kendi ideolojileriyle doldurmasını da bilirler. Size yalanı en doğru diye belletmişlerdir. Size kendi çıkarlarını öz çıkarlarınız diye yutturmuşlardır ve başımızdadırlar.
Dikkat edin: Bin yıllardır çalışıyoruz, kahroluyoruz, kan ter içindeyiz; ancak açız ve soğuktan donuyoruz. Çünkü yönetim gücü olamıyoruz. Yöneten sınıf haline, ulus haline geldiğimizde, her şeyin çok farklı olduğu görülecektir. Yönetimin büyüklüğü buradadır. Bir sınıf hiç çalışmaz, asalaktır, ama üretilen her şeyi alır. Bir sınıf bütün emeğin sahibidir, ama onun emeğinin karşılığı bir hiçtir. Çünkü yine kendini yönetememektedir. Bunun için burjuvazi kendini müthiş eğitir. Ünlü okulları, üniversiteleri, akademileri, ideologları, filozofları ve siyasetçileri vardır. Bizim ise biricik okulumuz var, ancak ondan bile öğrenmekten kaçınıyorsunuz. Durumu bu halinizle kurtaramazsınız. Sizi bekleyen, düşmanın dolaylı veya direkt yönetimidir. Kendinize böyle yönetimsizliği ve yönetim adı altında çarpıklığı dayatıyorsunuz ki, hepinizin pratiğini gördüm. Yönetimde delilik, yönetimde boşa çıkarıcılık, yönetimde hiçlik ortaya çıkmıştır. Bu tutum düşmana, ‘gel ve egemen ol’ demektir. Bu da objektif düşman ajanlığıdır.
Olup bitenlerden nasıl etkilenmiyorsunuz? Hayretler içinde kalıyorum. Bu durumları nasıl göremiyorsunuz? Örgüt içinde bastırıldığınızı söylüyorsunuz. Ben bunun savaşımını yıllardır yürütüyorum. Sizi kim bastırdı? Doğru yönetememe, merkezileşememe konusunda kim dayatmada bulunuyor? Eğer böyle biri varsa, kim olursa olsun ajandır ve onu yerle bir etmek gerekir. Biz her gün bu talimatı vermiyor muyuz? “Uzlaştım, bastırıldım” diyorsunuz. Bunun kocakarılıktan ne farkı var? Hani militanlık, hani doğru yönetim anlayışı? “Güç yetiremedim, kafayı çalıştıramadım” diyorsanız, o zaman örgüt içinde ne duruyorsunuz? Hani kurallar, hani haklar, yetkiler ve görevler diye sorduğumuzda, bunları da düşünemediğinizi belirtiyorsunuz. O halde avare, boşta kalmış gerillanın zavallısı gibi ne geziyorsunuz? Bunu kendinize nasıl yakıştırıyorsunuz?
“PKK’yi ben böyle tanıyordum, kişilerin şahsında tanıyordum, bana öyle öğrettiler” diyorsunuz. Bunları nereden çıkarıyorsunuz? Bunların hepsi yalan ve kendi kendinizi kandırmadır. Ben size bunları böyle söylüyor muyum? Ben PKK içinde sizin gibi yaşıyor muyum? Her şey açıktır, ancak yine de görmüyor ve anlamak istemiyorsunuz. İnsan gericiliğe sığınır da bu kadar mı sığınır? O zaman sizi ne yapacağız? Kutsal örgüt ilkeleri uğruna savaşmasını bilmezseniz neye yararsınız? Kendinizi bile koruyamıyorsunuz. Bu hoşunuza mı gidiyor? Halbuki ilkeler savaşı bir militanın en temel görevidir. Yetki ve görevler için savaş her şeydir. İlkeleri sonuna kadar koruyamazsak, örgüt elinizden bile bile kayacak, bazı hataların kurbanı olacağız ve kendimizi bile konuşturamayacağız. Bu, onursuzluk, zavallılık ve kendini çaresizliğe terk etmektir.
Devam edecek...
23 Ocak 1996