18 Mayıs’ı şehitler günü olarak anıyoruz.
İlk büyük şehidimiz Haki KARER ve ardından Dörtler, daha sonra yüzlercesinin bugüne yakıştırdıkları kahramanca direniş, parti tarihimizde anlamlı bir gün olarak yerini almıştır.
Şehitlik günü, kavranması ve gereklerinin yerine getirilmesi en zor olan bir kavramdır.
Şehidi anlamak, şehide hakkını vermek, şehidin vasiyetine göre yaşamak bir devrimcinin en temel ve başta ele alması gereken görev ve sorumluluk olduğu gibi; bunu egemen kılmak, onun savaşımını kesin vermek, bağlılığın en vazgeçilmez bir gereğidir.
Halen hatırımdadır, “Haki KARER’in anısına nasıl karşılık verebiliriz” dediğimde, bazı arkadaşlar, “bir polise saldıralım, intikamını öyle alırız” demişti. Bu düşünce hiç de aklıma yatmamıştı. Tamam, o katili bir gün yakalarız, provokatörün cezasını veririz, bu olur, fakat, bunun da anıyı kurtaramayacağını çok iyi gördük ve uzun süre düşündükten sonra, aynı yıl, bugünkü parti program tasarısını şehit düştüğü mahallede kaleme aldık ve sanıyorum kendimize göre anıya bir karşılık vermenin en uygun biçimi budur dedik. O, bizi basit bir gençlik grubundan partileşmeye karar veren bir grup durumuna taşırdı.
Demek ki, partileşmede şehidi ve ilk şehidi anlamak, gerekeni yapmak çok önemli bir rol sahibi olmaktır ve tarih, bu partileşme çabamıza da denilebilir ki, bir yılbaşı gibi anlam kazandırdı. Ulusal tarihin en temel bir kilometre taşı olarak yerini buldu.
Şehidin anısında ısrar, gerekeni yapmak, daha sonraki bütün şehitleri bağladığı gibi, yaşayanlara da kesin yaşam çizgisi haline getirildi ve bu eşittir savaş çizgisi. Halk savaşı çizgisine kadar da taşırıldı. Şehitlere böyle bağlanmasını bilmeyenler, kesinlikle saygısız oldukları gibi, asla saygıdeğer kişilikler haline de gelemezler.
Şehide, şehidine hakkını vermeyenler, onların anısını esas alıp yaşamını düzenlemeyenler, parti gerçeğimizin de sağlıklı bir militanı haline gelemezler.
Bizim bir şehit için yaptığımızla, sizlerin yanı başınızda, hatta sorumluluğunuz altında binlercesinin yaşandığını düşünürseniz ve anılarına tek tek sağlam bir karşılık vermediğinizi göz önüne getirirseniz, kendi kişiliksizliğinizi ve partileşmeyen kişiliğinizin önemli bir nedenini daha bilince çıkarmış olursunuz. Şehide hakkını verseydiniz, eminim ki şu andaki değerlendirmeleri yapmazdınız. Oldukça parti kişiliğine uymayan, saygısını esas almayan bu yaklaşımları sürdürmezdiniz. Bu kadar şehidi yüreğine sığdıranlar, kesinlikle bu kadar yetersizlikleri sergileyemezler.
PKK şehitleri belki de insanlığın en köklü şehitleri olarak da düşünülmeye değerdir. En temel bir hatanız, şehidin anlamını PKK gerçeğinde hakkıyla bilince çıkarmama, gururunuza sindirememenizdir. Birçok konuda olduğu gibi, bu konuda da kendinize göre bir tarz seçmişsiniz. Eğer doğru sonuç alacaksanız, ciddi olarak kendinizi parti gerçeğinde adeta bıçağa yatırır gibi yatırmak ve sağlığa kavuşturmakla yükümlüyüz. Savaş çizgisinde yine bütün bu yetmezliklere neşter vurup, son vermek... ancak böylelikle şehitlere bağlı olmak mümkündür ve bu da kişinin kazanım gücüdür.
Şehitlerine saygıyı böyle anlamlaştırmayanlar, ağzıyla kuş da yakalasalar bu davada fazla anlam, değer ifade etmezler. Sayılarını hatırlamada güçlük çekiyorum. Ve hatta öyle değerli şehitler var ki, çoğunun adını bile bilmiyoruz. Ve belki de bazılarını bilemeyeceğiz. En önemlisi, her birisi neredeyse bir kitap yazılması gereken şehitler, ama neredeyse hafızalardan silinip gidecek. Buna bir çare bulmak gerekir. Bu çarenin de en başta geleni, yenilmez bir parti ve onun savaş çizgisi olduğu kadar, onun sağlam militan güvencesini kişiliğimizde gerçekleştirmektir.
Şehitlerin huzurunda başka tür eğilimin, huşu getirmenin ifadesi olamaz. Şehitleri mutlak doğru anlayıp bilmemiz gerekir. Benim en büyük endişem, bu yaşadığınız yüzeysellik, yine saygıdan uzak, oldukça hafif, yani yaşam, mücadele yaklaşımlarınızdır ve bu şehidin anısına en büyük kötülüktür. PKK’nin şehitler bilançosuna baktığımızda, hele onların çok yüce olan niteliklerini göz önüne getirdiğimizde, mevcut kişiliklerle anlaşmamız, sizi bu temelde layık bir şehit vasiyetçisi olarak değerlendirmemiz çok zordur. En temel bir sorunumuz; bu kadar kapsam kazanan şehitlerimize layık olmayı güvence altına almaktır. Hatta ben kendi eylemimi geliştirirken en temel birincil amacımın şehit vasiyetini güvenceye almak olduğunu çok iyi biliyorum.
Şehidin Anısında Ölmek Değil Yaşamak, Savaşmak Ve Mutlak Başarmak En Doğrusudur
Hareketimizin en önemli nedeni; şehidin anlamının, onun vasiyetinin boşa gitmemesi için, örgüt sürekliliğini, savaş çizgisinin gelişimini, yenilmeyen partisini gerçekleştirmektir. Niçin? Çünkü şehit anısı dayatıcıdır ve gerekleri mutlak yerine getirilmeyi emreder. Bu şuur bende birincildir. Bütün şuurların önündedir. Hareketimi yönlendiren saik , etken diyorum. Çünkü bunu temel hareket ettiren etken olarak düşünemeyenlerin diğer değerlere saygıyla yaklaşacağını, sağlıklı ve gerçekçi anlam vereceğini fazla olasılıklı görmüyorum. Çünkü şehitler en temel değerdir. Acaba bu gücünüz var mı? Şehitler için yaşamak, şehit için çalışmak, şehit için başarmak; buna gücünüz var mı?
Şehit için ucuz ölmek, kesinlikle doğru olmadığı gibi, belki de en büyük saygısızlıktır. Şehidin anısında ölmek değil, yaşamaktan, savaşmaktan ve mutlak başarmaktan bahsetmek daha doğru olur. Her şahadetin içinde bir eksiklik vardır. Anıya bağlı olan, şehidin vasiyetini esas alan, aslında birincil planda o eksikliği gidermeyle görevlidir. Benzer bütün şehitlere baktığımızda, şehide böyle bağlılığın daha sonraki kahramanca yürüyüşlerin ve zaferlerin bu nedene dayandığını görebiliyorum.
PKK’nin şehitleri bu anlamda hem sayısal, hem de özelliksel olarak o kadar kapsamlıdırlar ki, belki de yaşam militanlarından daha fazladırlar, güçlüdürler, komutandırlar, hatta kalanlar belki de onların silik bir gölgesi durumundadırlar. O halde silik bir gölge olmaktan çıkılmak isteniyorsa, şahadete götüren eksiklik neydi, onu görmeli. Ben, Haki KARER’in şahadetinde eksikliği hemen şöyle tespit ettim. Ki, Haki’nin az çalışmasından, amaç bağlılığından, onun eksikliğinden ileri gelmiyordu. O koşullarda bile amaca ve çabaya hepimizden daha fazla bağlı ve katılan birisiydi. Ama objektif olarak eksiklik; örgütün olmayışıydı. Eksiklik, örgütün sürekliliği yoktu.
Demek ki, benim bu şahadete yapabileceğim en büyük iyilik, hem örgütü yaratmak hem de onun sürekliliğini sağlamaktı. Haki, eylem yapmıştı. İlk dönemlerde bazı faşist yönelimlerini ve düşman hedeflerini bombalamayı aklına koymuştu ve bu da örgütün taktiğini sağlama almayı beraberinde getiriyordu. Dönem için bu yerine getirilmesi gereken bu görevleri esas aldık. Şehidin anısına karşılık verdik. Sonuç, çok önemli tarihi bir gelişme oldu.
Agit (Mahsum Korkmaz) için hatırlıyorum, şahadetindeki temel eksiklik; o şahadette olası gerçekleşebilecek noksanlık neydi? Gerillalaşamama tehlikesiydi. Benim, anı değerlendirmesinde yaptığım tespit; en az ellişer kişilik gruplar halinde gerillayı Kürdistan dağlarında gezdirebilirsek, bu şehidin anısına en uygun karşılığı veririz dedik. Ve bir yıl geçmeden bu civarda gerillayı Kürdistan’da harekete geçirdik. Dikkat edin, 1986 baharındaki şahadete, 1987 baharında bu kapsamda bir yürüyüşle karşılık verildi. Bunu kendim için en büyük bir vicdan borcu olarak bellemiştim. Gerçekleştirdiğimde de en önemli bir aşamayı sağladığımıza inanmıştım.
Ondan sonraki gerilla gelişmelerinin kesinlikle Agit’in anısına amansız bağlılığın bir gereği olarak geliştiğini düşünmelisiniz. O, çok önemli bir görevdi, çünkü gerilla erimek üzereydi. Var olan gruplar her an dağılmakla karşı karşıyaydılar. Tüm gücümüzü ortaya koymasaydık, Agit’in anısı da hızla hafızalardan silinebilirdi. Ama yüklendik, yıl yıl yüklendik. Sonuç, işte gerillanın bu günkü düzeye gelmesidir. Şehidin anısına sağlam bir karşılık vermenin ne kadar tarihi bir adıma yol açtığını bir kez daha gördük.
Mazlum, Kemal ve Hayrilerin de anısına, işte bugün yine andığımız Ferhat Kurtayların anısına vereceğimiz karşılık; hareketimizin yine ülkeden kopukluğun önüne geçmek, hareketi Kürdistan’la birleştirmekti. Ve yurtdışı çalışmalarını bu anlamda olağanüstü bir çabayla ele aldık, yoğunlaştırdık. Ve aynı yıl, 1982’nin sonlarından itibaren partiyi taşırdık ve şunu söylemiştim; “bu şehitlerin anısı, ölümle yaşam arasındaki köprüdür. Üzerinden geçiyoruz, yaşama yöneliyoruz” dedik ve nitekim bunun da ne kadar tarihi bir dönüş olduğunu ve çok kalıcı bir iz bıraktığına herkes şahittir.
Dikkat edilirse, Önderlik gerçeğinde şehitlerin çok önemli bir yeri olduğu gibi, başarıyı belirleyen en temel bir neden de, bu konuda anıya bağlılığın gerekleri olarak yapılan çalışmalardır.
Sizler bu temelde kendinize yönelirseniz, en temel bir eksikliğinizi gidermiş olursunuz. Mutlak sorumlu tutulmanız gereken şehitlere karşı üzerinize düşen somut görevleri yeterince idrak edememeyi ve gereklerini yerine getirmemeyi esas aldınız. Başarı olmaz tarzındaki dayatmalar düşmanındır. Ardıllarına düşen zaferin nasıl gerçekleşemeyeceğini kanıtlamak değil, şehitler köprüsünden nasıl layıkıyla geçileceğidir. En büyük yenilgi şehide karşılık vermemektir. Hatta düşünün, bir çırpıda yürekten attığınız insanlar var, yanınızda gencecik insanlar şehit düşmüşler. Onların anısına karşılık vermeye gücünüz yok ve bu da sizin yenilginizdir. Düşünün, ölüme gönderiyorsunuz, ama hiç vicdanınız bile sızlamıyor. En önemlisi, onların kutsal bir amacı var, ne yapılması gerektiğini kendinize sorun yapmıyorsunuz kendinize. Sonuç, savaş içinde değerlerin muazzam aşınması, amaçtan uzaklaşma, çok çirkin kişiliklerin saflarımızda boy vermesi. En önemli neden demek ki, şahadet çizgisine hakkıyla bağlı olmamaktan kaynaklanıyor.
Bilmeniz gerekir ki, şehitlere bu temelde tüm yönleriyle anlam vermeden ve en önemlisi de gereken anı çalışması ve savaşımını vermeden siz kurtulamazsınız. Asla vicdan muhasebesini yapmazsanız, vicdanınızı aklayamazsınız. Tabii değerli bir parti militanı da olamayacağınız için, etkili bir başarınız da olmayacaktır. O halde, bir kez daha sizlere, çok kabarık bir liste kadar, çok insani, ulusal, sınıfsal özellikleri olan bu şehitleri iliklerinize kadar tanımaya, anlamaya ve gereklerini, çalışma gereklerini, savaş gereklerini, başarı gereklerini mutlaka yerine getirmeye çağırıyorum. Bu şehitler gününde, bir kez daha mücadeleci yaşamınızda şehitlere mutlaka hakkını verme sözünü yerine getirebileceğinize dair, gerektiğinde kendini yeniden yaşama ve savaşa katarak sözlerinin gereklerini pratikleştirmeye çağırıyorum.
Bizde Şehitlik Çizgisinde Yaşamla Ölüm Birleşmiştir
Şehitlerin ölümle yaşamanın arasındaki farkı silen çizgisinde, aslında yaşıyor muyuz, ölüyor muyuz hiç belli olmadan gidiyoruz. Kısaca bizde, şehitlik çizgisinde yaşamla ölüm birleşmiştir veya ayrımı silinmiştir. Önderlik çalışma tarzı, ölümle yaşam arasındaki farkı kaldıran bir çalışma tarzıdır. PKK şehitliği kesinlikle bunu dayatır. Ölümden çok uzak bir yaşam olmadığı gibi, ölümde de yaşamın tükendiğini, yaşamın bittiğini düşünmeyen bir özelliği vardır.
Bu çok önemlidir. Siyasette, askerlikte, örgütte, kısaca her tür çalışmada ölümle yaşam arasındaki farkı ortadan kaldırmak. Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşandığını ve her zaman ölümle burun burunaymışız gibi yaşamayı esas aldın mı, şahadet çizgisinde yaşıyorsun demektir. Bu çalışmalar böyle yürüyor. Başka türlü komutanlık çizgisinde seyretmek mümkün olmuyor. Burada hala PKK’nin bazı vazgeçilmez yaşam biçimleri vardır. Onda seyretmedikçe iflah olunmaz. Düzenden aldığınız kişilik nedir? Düzenden aldığınız yaşam nedir? Bir hiçtir. Dolayısıyla kendinize bir sıçratma yapmak istiyorsanız, PKK olayındaki yaşam ve ölüm çizgisinin böyle birleştirilmesi ve aslında bir yerde ölümü mahkum eden bir yaşam çizgisine sahip olunmasıdır. Bunun bazı gerekleri vardır. Eski, geri, uyduruk yaşam dürtülerini aşmak kadar, öyle basit korkularını da esas almamayı, bunları da yıkmayı emreder.
Bu da doğru cesaret ve onun yaşam ve savaşa yansımasına yol açar ki, en büyük kuvvet de bundan çıkar. Bu tabii, dediğim gibi her an ölümle burun buruna yaşamayı da gerektirdiği için, son derece dikkati, duyarlılığı da beraberinde getirir. Sizin gösterdiğiniz kör bir cesaretle ölüme yaklaşmayı asla kabul etmez. Aslında her an ölümle burun burunayız, şu ana kadar ölüm belki de herkese değmiştir. Ölümle burun buruna olmamıza rağmen, burnumdan bir damla kanı bile akıtmamıştır. Neden? Dikkat gücü, tedbir gücü çok yüksek olduğu için.
Bu dünyanın en tehlikeli yaşayan kişisiyim. Fakat tehlikeler varsa, tehlikenin yakalayamadığı kişisiyim de. İşte bunun da PKK’nin başaran tarzıyla çok sıkı sıkıya bağlılığı vardır. Şimdi bu çok basit, küçücük yaşam veya ölüm, korku güdülerinizle bizim böyle gerçekleştirdiğimiz yaşam tarzını karıştırmayın ve kötüye de kullanmayın. Mümkünse mutlaka anlayın diyorum bunu, şehitler günü bunun için çok büyük bir fırsat. Sizin içtiğiniz sudan, teneffüs ettiğiniz havadan daha fazla böyle bir yaşam çizgisine ihtiyacınız vardır.
Umarım anlarsınız. Anlasanız, bu bile sizin için çok sağlam bir yürüyüş, yaşam, savaş, başarı perspektifidir ve zaferi kesindir.
18 Mayıs 1996
Reber APO
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
15 Mayıs 2013 tarihinde 2012 yılı sonu Zap bölgemizde yaşanan çatışmalarda yaralanan ve yaralandığı günden itibaren tedavi gören Dengtav arkadaşımız özgürlük şehitleri kervanına katılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 18 Mayıs günü 18.00 ile 18.30 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Zağros bölgesi Şehit Rahime tepesine yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Mayıs günü saat 4.00 ile 5.00 arası akşam saatlerine doğru Hakkari'nin Yüksekova ilçesine bağlı Oremar mıntıkası Şehit Gafur ile Şehit Karker Tepelerine yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Mayıs günü saat 04.00 ile 05.00 arası Hakkari'nin Yüksekova ilçesine bağlı Oremar mıntıkası Şehit Rahime alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
11-12 Mayıs günü Beytüşşebap'a bağlı Çemê Pir, Pirzarê çevrelerine yönelik işgalci TC ordusu askerleri pusulama şeklinde operasyonlar yapıyor.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Demokratik kurtuluş özgür yaşam inşa hamlesi çerçevesinde gerillalarımızın kuzey Kürdistan'dan başlattığı geri çekilmenin ikinci gurubu 15 Mayıs günü Medya Savunma Alanlarına ulaşılmıştır.
- Ayrıntılar
Öncelikle tüm Kürdistan halkının Kürt dil bayramını en içten dileklerimle kutluyorum. Mayıs şehitlerini bağlılık, saygı ve minnet duygularımla anıyorum.
Kürdistan Özgürlük gerillasının Önder APO’nun ve KCK yönetiminin çağrısına uyarak 25 Nisan 2013 tarihinden itibaren başlattığı geri çekilme hazırlıkları somut bir sonuça ulaşmış bulunmaktadır. Kuzey Kürdistan savaş sahalarından Kürdistan özgürlük gerillalarının başlattığı çözüm yürüyüşünün ilk grubu medya savunma alanlarına ulaşmıştır. Bu tarihi bir gün ve adım olmaktadır.
Bu durum birkaç açıdan ele alınabilir. Birincisi, Önder APO ile Kürdistan halkı ve Kürdistan özgürlük hareketinin özgür gerillası arasındaki bağların ve ilişkilerin nasıl bir derinlik ve kopmazlık içerisinde olduğunu göstermektedir. İkincisi, Kürdistan özgürlük hareketi kamuoyuna açıkladığı her sözün ve açıklamanın arkasında durduğunu bu konuda tartışılmaz bir söz-eylem, teori-paratik diyalektiği içinde olduğunu bir kez daha dost düşman herkesin gözleri önüne sermiştir. PKK bu konudasoylu bir geçmişe sahiptir.Üçüncüsü, bir kez daha Kürdistan Özgürlük hareketi barış ve demokratik çözümde samimi, istekli ve kararlı olduğunu gözler önüne sermiştir.
KCK Yürütme Konseyi Başkanlığının açıklamasını yaptığı, HPG komutanlığının gerekli talimatını verdiği sürecin geliştiği böylesi bir durumda, sömürgeci devletin başbakan yardımcısı Bülent Arınç" Cehennemin dibine gitsinler..." şeklinde açıklama yapacak kadar seviyede irtifa kaybetmiştir. Bir tarafta alay eden diğer tarafta hakaret eden bir tutum sergilemekten çekinmemiştir. Tabi biz Bülent Arınç’ın bu saldırılarının kaynağının ne olduğunuda gayet iyi biliyoruz.
Bilindiği üzere Yalçın Akdoğan hem sömürgeci sistemin başbakanı, Tayip Erdoğan’ın danışmanı hemde Akp’nin derin akllı ve analizcisidir. Kendisi Kürdistanda yaptığı son toplantı ve geziden sonra PKK’nin hızla sistemini örgütlediğini ve gelişen çözüm sürecinin PKK’ye yaradığını söylemiştir. Bu demokratik çözüm sürecinde PKK’nin askeri olduğu kadar siyaset alanında da başarılı olduğunu ve dahada olacağını açık bir gerçekleşmesidir. PKK’yi yanlızca gerillacılıktan ibaret gören ve siyasete imkan açılmasıyla PKK’nin daralacağını düşünen Akp’nin de hesaplarının alt üst olduğunu göstermektedir.Siyaset mühendisliğinin daha doğrusu “ustalık döneminin siyaset mühendisliğinin” çökmesinden duyulan korku ve paniğin dışa vurumudur.
PKK hareketi ulusal, toplumsal, ekonomik, siyasi, diplomatik, hukuki, savunma ve idari vb. gibi her alanda uygulanabilir ve sürdürülebilir bir projeye, sisteme sahip olduğunu kırk yıllık mücadele tarihinde tüm yalın gerçeği ile ortaya koymuştur. Henüz gelişen yeni sürecin başındayken dahi böylesine bir potansiyelin kendini hızla açığa vurması,bugüne kadar Bülent Arınç gibilerinin suratlarında bulunan “ılımlı maskeyi” sıyırmakta ve onun cehennemi yüzünü herkese gösterme günlerinin açığa çıkmasına az kaldığını bize göstermektedir. Çünkü oyun bitiyor.
Şimdiye kadar Akp Oslo görüşmelerinde ve sonrasında sürekli bir biçimde Kuzey Kürdistandaki gerilla varlığının kendi çözüm projesinin uygulanması önünde engelleyici olduğunu ve bu nedenle gerillanın çekilmesini, hem PKK yetkililerine hemde arabulucu olan üçüncü tarafa sürekli bir biçimde aktarmışlardır. İşte geri çekilme çağrısı, kararı ve pratikleşmesi! Bütün bu hususlarda Akp samimi ise neden bu öfke ve hakaret!
Neden?
Şimdi demokratik çözümün birinci aşaması tamamlanma eşiğine girmiştir. Artık demokratik bir anayasanın yani Kürdün inkar edilmiş ulusal haklarına muğlak ve belirsiz bir tarzda değil, net, açıkça yer veren ve tanımlayan bir anayasa yapma zamanı gelinmiştir. Yani yalan dilinin terk edilerek hidayate erme döneminin başlatılması gerekir. Bu durum ise Bülent Arınç ve gibilerinin uykularını kaçırmışa benzemektedir. Sömürgeci Türk devleti ne yapacak?
Süreç şeffaf bir biçimde yürüyor. Türk tarafının söyledikleri ve yaptıkları ile Kürt tarafının söylediği ve yaptıkları gözler önündedir. Bu konuda öyle süpekülasyon yapılacak ve gizemleştirilecek bir şey yoktur. Kürdistan halkı Türkiyeli aydın, demokrat, sosyalist, feminist ve ekolojik çevrelerde süreci yakından izliyor. Sadece Kürdistan ve Türkiye halklarıylada sınırlı değildir. Dünyada izliyor.
Özellikle Kürdistan halkı siyasetçileri, aydınları, yurtseverleri, emekçileri, kadınları ve gençleri ikinci dönemin yani demokratik bir anayasanın yapımının gündeme girdiği bir süreçte Akp’nin yakasına yapışmayacak mı? “Kürt tarafı yapacağını yaptı şimdi sıra sizde demiyecek mi?” “Barış kirvelik gibi iki taraflı olur demiyecek mi?” Türk tarafı ve hükümeti bu tutmunda ısrar ederse bu talepler, öfkeli, herşeyi göze almış talep sahibi halkın önü alınamayan isyanına dönüşmeyecek mi? Şimdi Bülent Arınç bütün bunları göremeyecek ve bilemeyecek bir siyasetçi değildir. Bunları gayet iyi görüyor ve bunun kendisi için cehennem olduğunu algılıyor. Tamda böyle bir düşünce kurgulanışı içindeyken adeta kendisi için karabasan haline gelmiş böyle bir durumdan kurtulmak adına can havliyle “cehennemin dibine kadar gitsinler” demektedir. Ama bu tutum Bülent Arınç ve Akp’yi içine düştükleri durumdan kurtarmaz.
Artık bu durum bizler açısından çokta süpriz sayılmaz. PKK, KCK ve HPG yönetimleri ve Kürdistan halkı Önder APO’nun Newroz manifestosu temelinde demokratik kurtuluş yolunda özgür yaşamlarını inşa görevine koyulmuşlardır. Önder APO’nun da belirttiği gibi sıra Kürt siyasetinde ve halkındadır. Bu halk artık kendi Anavatanı Kürdistan’da Demokratik Ulusu inşa çerçevesinde çalışmalarını yürütmelidir. Bu çalışmanın bir ayağıda demokratik siyaset olmaktadır. Demokratik siyasetin görevi Kürt halkının inkarının ifadesi olan anayasanın varlığına son vererek, Kürdün gasp edilmiş haklarını tanıyan bir anayasa yapılmasını sağlamaktır. Bu elbette Ermeni, Çerkez, Arap, Laz, Süryani, Alevi ve Yezidi vb. inanç ve etnik grupların kendilerini özgürce ifade ve örgütlemeleri önündeki engelleri kaldıran, emeğin hakkını teslim eden ve kadının iradeleşmesine olanak sağlayan bir anayasanın oluşturulmasıdır. Yani Demokratik Türkiye Özgür Kürdistan formülasyonunu somut bir gerçekliğe dönüşmelidir. Daha öncede dediğimiz gibi Kürt siyasetinin yeni dönem görevi perspektif niteliğindeki“Siyasal savaş, yurtseverlik savaşı; tarihe ve toprağa sahip çıkma savaşıdır.” sözünde özlü bir biçimde saklı bulunmaktadır.
Eğer Önder APO’nun belirtmiş olduğu temelde konferanslar (Amed merkezli, Hevler merkezli, Ankara ve Avrupa merkezli) başarılırsa, çalışmalar bu temelde yürütülürse Kürdistan ve Kürt halkı özgürleşir, Türkiye demokratikleşir ve Ortadoğu’da da demokratikleşme gelişir. Cennet herhalde böyle bir yer ve böyle bir coğrafyada oluşturulan özgür-eşit-demokratik ve barış içinde bir yaşamdır. İşte bu cennetin ta kendisi oluyor. Kürdistan özgürlük gerillası işte bu cenneti yaratmaya doğru yürüyor.
Bülent Arınç ise böyle bir cennet yürüyüşünü, kendisi için cehennem olarak görüyor. Ne yapalım bir halkın özgürleşmesini sindiremeyen, bunu kabul etmeyen ve kendisi için cehennem olarak gören varsa, bizimde sevgili Çetin Oraner’in “Canı Cehenneme” adlı şarkısını armağan etmekten başka elimizden ne gelebilir ki? Demek ki Kürt ulusuna dünyayı cehenneme çeviren yüzyıllık soykırımcı ve asimilasyoncu siyasetinizden hala vazgeçmiyorsunuz! O zaman bu halkında hep bir ağızdan Bülent Arınç için “Canı Cehennem” adlı şarkıyı söylemesi kadar güzel ne olabilir ki?
Zaten Kürtler artık hep birlikte, dünyanın en büyük korosunu oluşturmuşlardır. Ahmet Kaya ile birlikte “Kürdüz ölene kadar” şarkısını severek söylediler, Xelil Xemgi’nin Çerxa şoreşê şarkısını hemen hemen her eylemde dünyanın en güzel korosu biçiminde söylediler ve söylüyorlar.
Herhalde Bülent Arınç’ın Kürdistan halkının en güzel en yiğit, en fedekar oğulları ve kızları için cehennemin dibine gitsinler sözüne karşılık, Çetin Oraner’in “Canı cehenneme” şarkısının nakarat kısmını hep beraber ve tekrar tekrar bir biçimde uyarlayarak, haykırmaktan başka bir seçenek kalmıyor: Canın Cehennemeeeee!...
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
7 mayıs günü HPG Ana Karargahımız Komutanlığımız tarafından yapılan açıklamada Önderliğimizin çağrısı ve hareketimizin kararı çerçevesinde, kuzey Kürdistan'da ve Türkiye'de bulunan gerilla güçlerimizin güney Kürdistan'a geri çekilişinin 8 mayıs günü başlatılacağı belirtilmişti.
- Ayrıntılar
21 Mart 2013 Amed Newroz’unda Kürt Halk Önderliğinin yaptığı tarihi açıklamayla yeni bir süreç resmi olarak başlamıştır. Bu süreç elbette öyle kendiliğinden gelişmemiştir. TC devleti öyle kendiliğinde gelip Kürt Halk Önderliğinkiyle görüşmeye başlamamıştır.
TC devleti 2012 yılında beklemediği bir direnişle karşılaşmıştır. Başta gerilla olmak üzere şok edecek eylemlikler 2012 yılında gerçekleştirilmiştir. Yine rojavadaki 19 Temmuz devrimi Suriye’ye nasıl ki emperyalistlerin yanında Libya’ya saldırmış ise aynısı ancak bu kez sadece sürüklenen değil emperyal planları için bizatihi tahrik ederek, adeta Suriye’ye karşı yapılacak saldırının başını çekerek uluslar arası konseptin içerisinde yerini almıştır. Suriye’de kendisine yakın duracak olan Müslüman Kardeşler ile birlikte bu çizgide seyredecek olan çevreleri iktidara getirmek için aynen ABD’nin yaptığı gibi savaş kışkırtıcılığı yapmıştır.
Kendince tamda bu durumu başarıya götürmeye giderken 19 Temmuz devrimi devletin tüm planlarını alt üst etmiştir. İşgal planları suya düşmüştür. Kürtlere rojavada yönelse, kuzeyde gerillanın 25 Mayıs’ta fedai eylem tarzıyla sürece Eriş ve Andok yoldaşla başlaması ve 19 Haziran Stazan süreciyle komple büyük güçlerle saldırıya geçen gerillanın Türkiye ve Kürdistan’da çok farklı gelişmelere yol alacak eylemler yapacağını bildiği için rojavaya yönelememiş, rojavaya da yönelemediği için ise Suriye planları boşa çıkmıştı. Öyle ki herkes ama herkes TC’nin diplomasisiyle alay eder duruma gelmişti. Komşularla Sıfır Sorunla sözde başlayan diplomasileri kısa bir sürede Herkes İle Sorun diplomasisine düşmüştü. TC’nin yaşadığı bu bunalımlı durumuna birde büyük direnişler ile 12 Eylül büyük Zindan Direnişi de eklenince TC devletinin yeni yol arayışları başlamıştır. Başkan Apo ile görüşmenin yol ve yöntemlerini aramaya başlamışlardır.
Özcesi AKP hükümeti durduk yerde “silahlar sussun” dememiştir. Silahlar susmazsa 2013 yılında Türkiye cumhuriyeti tarihinin en kritik bir yılı olması hiçte elden değildi. Bu tespiti sadece bizler yapmıyoruz. Bu tespiti Türkiye’de az buçukta olsa siyaset ile uğraşan tüm çevreler yapmışlardır. Silahlar susmazsa Türkiye cumhuriyeti devleti hem içeride giderek bir çöküşü yaşayacak, hem Ortadoğu’da bu düşüş trendini yaşayacak hem de giderek kendilerince çok güçlü oldukları ekonomik sahada baş aşağıya gidişi yaşayacaklardı. Çünkü gerilla artık eskiden yaptığı gibi bir gerillacılığı yapmayacaktı. Gerilla 2012 yılında az bir şey gerillanın nelere muktedir olduğunu herkese göstermişti. 2012 yılında eksik kalan yönlerini tamamlayarak 2013 yılına girecek olan gerilla fırtınalar koparacağını zaten açıkça ilan etmişti.
Yine Suriye’de muhalifler Suriye devletine karşı ciddi zorlanmaya başlamış, Kürtler ise giderek farklı gelişmelere imza atmaktaydılar.
Tüm bunları bir araya getirdiğimizde Türkiye cumhuriyeti devletinin yapacağı en iyi iş Özgürlük Hareketi ile ve de Başkan Apo ile oturtmaktır. Başka da tek yol vardı; bitiş…
Türkiye cumhuriyeti devleti öncelikli olarak bu durumu elbette bilecektir. Ancak Kürtlerde bu gerçekliği bileceklerdir. Ve tabii Türkiye sol, sosyalist ve demokratik çevreleri de bu gerçekliği bilecektir.
Özcesi karşıtları da, dostları da TC devletinin neden böyle bir duruma geldiğini bileceklerdir. Devlet polemik yapmayacaktır. İki de bir hakaretlerde bulunmayacaktır. Kendisine ciddi olacaktır.
Ancak daha önemli olan dost çevrelerle Kürtlerin, sol ve sosyalistlerin olup bitenleri bilmeleridir. Özgürlük hareketi bir iki kırıntı için, ya da sadece belli bir toplumsal kesimin çıkarlarını gözeterek bunca verilen mücadele ve ortaya çıkarılan değerlerden sonra böyle bir yaklaşım içerisinde olacaktır. Öyle sadece Kürtlerin bazı haklarını elde ederek özgürlük dağlarına kimse çıkmamıştır.
Başkan Apo: “İçinde doğduğumuz çaresizliğe, bilgisizliğe, köleliğe karşı bireysel isyanımla başlayan bu mücadele her türlü dayatmaya karşı bir bilinci, bir anlayışı, bir ruhu oluşturmayı amaçlıyordu.
Bugün görüyorum ki, bu haykırış bir noktaya ulaşmıştır.
Bizim kavgamız hiçbir ırka, dine, mezhebe veya gruba karşı olmamıştır, olamaz. Bizim kavgamız ezilmişliğe, bilgisizliğe, haksızlığa, geri bırakılmışlığa her türlü baskı ve ezilmeye karşı olmuştur” demişken ezilmişler, haksızlığa uğramışlar, geri bırakılmış olanlar ve tabi zulme tabi kalmış olanlar nasıl bizlerin sadece bencil bir şekilde kendi çıkarlarımızı düşündüğümüzü düşünebilirler? İlk günden başlayarak Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin ve de nice devrimcinin anısına yola çıkarak bugüne gelmiş bir hareket, o büyük devrimcilere bağlılığın bir gereği olarak en sert mücadelenin içerisinde pişen bir hareket nasıl bu şanlı geçmişinde uzaklaşabilir ki?
Bizler nasıl ilk günde Denizlerin ve Mahirlerin artçıları olarak kendimizi görmüş isek bugünde aynı kararlılıkla bu ruhumuzu koruyoruz.
Benzer bir yaklaşımımız farklı inanç gurupları içinde geçerlidir. Aleviliği İslamiyet’in içerisinde hep özgün bir durumu vardı bizim için. PKK’yi her zaman Aleviliğe yakın gördük. Ya da Aleviliği her zaman PKK’ye yakın gördük.
Yine benzer bir yaklaşım bu topraklarda bin yıllarca yaşamış Ermeni halkımız, Asuri yani Süryani insanlarımız için de geçerlidir. Bir gün bile ama bir gün bile, bu toprakların kadim halklarıyla tarihsel bağımıza zarar verecek bir yaklaşım içerisinde olmadık. Bizlere yapılan onca hakarete rağmen her zaman bu toprakların kadim insanlarıyla birlikte yaşamanın zenginliğinden ilkesel düzeyde söz ettik.
Özcesi bizim için çözüm sadece bazı hakları elde etmek değildir, bizim için önemli olan çözüm halkların ortak çözümünü esas alan çözümdür
Yani: YA TARİHSEL BİR ÇÖZÜM YA HİÇ dememek için hiçbir nedenimiz yoktur.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar