Türkiye de 12 Eylül askeri darbesinin 34 yılındayız. Kolay değil geriye dönüp 30 yıl öncesini bu günün bakışıyla, bugünün argümanlarıyla değerlendirmek. Yine o günlerin kitap ve gazete sayfalarını, dile gelenleri derlediğin zaman12 Eylülü anlatmaya, tanımlamaya yeteceği kanısındayım. Hem yaşananlar çok boyutlu hem de yaşatılan acılar. Toplumsal hafızalarda açılan yaralar çok derindir. Diğer önemli bir nokta; darbenin asıl amacı çok köklüdür. Bu darbenin amacı o günkü güncel duruma müdahale olduğu kadar Türkiye ve Ortadoğu`dan Orta Asya ya Afganistan hattından bu gün yaşanan İslam karşıtı İŞİD çıkışının alt yapı taşlarını ördü.
2. dünya savaşında ortaya çıkan sonuç: var olan silahlanma ve silahların yarattığı tahribatı başta silah sahiplerini yok edecek güçtedir. Yani kimsenin var olan silah potansiyelinin tahribatına karşı gelecek güvencesi yok. Ama ulus- devletler ve dünya iktidar ağları savaşsız varlık sürdüremezler. İktidarda kalmalarının en önemli argümanı “sürekli savaş hali” propagandalarıydı. Her ulus-devlet kendi etrafında sanal düşman yarattı. İçte de Kapitalist cephe “kominizim tehlikesi” adına tüm ezilenleri; dini, sosyal, politik ve muhalif kesimleri hedefledi. Varşova paktı; “kapitalizm saldırıları” cilasıyla tüm sesleri bastırma, yok etme, tek tip “sınıf ”insanı yaratma, tüm renkleri kurutmayı dayatırken dışta “Sosyalizm düşmanları” sloganı ile dünya insanlığıyla toplumsal irtibatı koparttı ve Rus şovenizmini geliştirerek tüm dünyayı düşman cephesine çevirdi.
2. dünya savaşından sonra Varşova paktı Reel sosyalizm, NATO-Kapitalizm cepheleri oluştu. Bu iki oluşum üzerinden adına “ soğuk savaş” denen savaş politikaları teorize edildi. Bu teorilere göre de yaşamın her alanı yeniden dizayn edildi. Bu dizaynda her kes taraftı. Antagonist çelişkilerin teorileri oluşturulmuş, toplumlarda siyah ve beyaz düşünme algı operasyonları geliştirildi, inşa edildi. Bu operasyonlara, “istikrar harekâtları” dendi. Bu adla askeri darbeler düzenlendi. Aslında burada “istikrar harekâtı” adı kullanılarak geliştirilen darbeler için meşru bir minare kılıfı yaratılmaya çalışıldı.
İstikrar harekâtı tanım olarak; soğuk- özel savaşın kendi gerçeğine demagojik anlam yüklemiş olduğunu ifade ediyor. Çünkü istikrar düzendir. Darbeler için istikrar harekâtı denildiği zaman toplumun bilincinde “ düzeni sağlama harekâtı” gibi bir yanılsama da yaratılmış olmaktadır.
Dünyada ve Türkiye de 1960`lı yıllardan başlayarak dünyanın birçok ülkesinde gerek NATO adına Amerika ve Gerekse Varşova adına Rusya askeri darbeler gerçekleştirdiler. Biri, “sağ, gericiliği bertaraf etme” adına olurken diğeri “kominizim tehlikesine karşı özgürlükleri savunma” adına teorikleştirdi ve buna göre askeri-politik hamleler yaptılar. Bu anlamda Latin Amerika’da, Afrika’da “istikrar” sağlama adına darbe yapılmadık ülke kalmadı. Bu askeri darbelerde on binler Stantlara doldurularak kuşuna dizildi, idam sehpalarında can verdi. Aslında 20. yy.ın son eli yılı askeri darbeler dünya politikasını yönlendirdi.
Dünya 1975 1980’lere gelindiğinde iki kutuplu dünya dengesinin ideolojik, politik, askeri mücadeleleri daha da keskinleşmişti. Bu; silahlanmada uzay savaşları, kimyasal silahlanmada sınırsızlık ve bu silahları bir birine karşı caydırıcı argüman olarak kullanılmasından dolayı, toplumları adeta kenedi politikalarına esir eden bir durumu ortaya çıkarmıştı. Bu mücadelenin iki diğer önemli ayağı da Dincilik ve Milliyetçilikti.
ABD öncülüğünde olsa da özünde İngiliz ideolojisi ve politikalarının olduğu projeler toplumlara dayatıldı. Bu projelerden en önemli olanlarından biri “yeşil kuşak” projesiydi. Proje, Varşova paktını siyasal İslam ile kuşatmaydı. Bunun uygulanabilir en önemli merkezi sahası Türkiye idi. Türkiye ittihat-i terakki ideolojisi ve asıl hayali olan “adıretikten Cin seddine kadar Türklük dünyası” milliyetçiliğin, Suni İslam ile de dinciliğin en olumlu zeminiydi. Merkezinde Türkiye ve onun bağları; İran da 25 milyon Azeri, Türkmenistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan yer alıyordu. Bunların dışında Varşova paktının birçok yerinde irili ufaklı Türk ve suni Çerkezler, Abhazlar, Boşnaklar ve Kürtler de vardı. Tüm bunlara ulaşmanın en iyi sahası Türkiye ve sahadaki kullanılmaya hazır T C yöneticileri!
1950’ler den sonra Türkiye de Özel Harp Dairesinin kurulduğunu ve bunun ilk kadrolarından Alpaslan Türkeş ve bir gurubun Amerika da eğitim gördükleri herkes tarafından biliniyor ve haklarında birçok bulgu, belge, kitap yazıldı yayımlandı. Bu güç hem Türkiye içerisinde Faaliyet yürüttü hem de, orta doğuda “İslami kardeşler” örgütlenmesine yardım etti. Ayrıca Kafkasya’dan Orta Asya’ya ve balkan’lara kadar yeşil hat örgütlenmelerini geliştirdi. Bu, reel sosyalizmin yıkılmasında Azerbaycan’da Elçi Bey hareketi, Çeçenistan da Dudayev, balkanlarda kanlı iç çatışmalarda Türk azınlıkların kurban edilmesi, Karabağ da Azeri,Ermeni çatışmalarına neden olan karmaşalar ve orta doğudaki radikal İslam’ın tüm yaşamı esir almasıdır. Halende belirtilen alanlar, halklar arasındaki çatışmaların durdurulmaması uluslar arası NATO Gladyosunun Türkiye ile iş başında olduğunu gösteriyor. Yani reel Sosyalizm-Varşova dağıldı ama Nato’nun soğuk savaş işlevi, kurumları dağıtılmadı daha da sistemsel hale getirildi. Bunun başlıca göstergelerinden Önder APO’nun tüm Avrupa ile Rusya’yı içine alan bir operasyonla TC’ye teslim edilmesi, balkanlara, Kafkasya, Afrika, Saddam ile başlayan M. Kaddafi, Mısır da Hüsnü Muabarek ve en Son Suriye de tam bir sistemsel kaosa dönüşmesidir. Dikkat edelim bu NATO- Amerika müdahalelerindeki karıştırıcı, provoke eden baş aktör TC devletidir.
Bu düzey dünya jandarmalığının kiralık konumuna TC devleti nasıl geldi? Ya da soru şöyle olmalı Osmanlıdan günümüze Türklük kimliğini kullanan Beyaz Türkçü iktidar hep bir kiralık jandarma kimliği değil midir? Bu beyaz Türkçü kimliğin sahipleri orta Asya boz kırlarında Orta doğuya açılıp geldiklerinde karşılarında birçok uygarlığa beşiklik etmiş ve en son kükremesi olan İslam uygarlığı ile karşılaştılar. Bu uygarlıkla çatışma yerine Şaman dinlerinden vazgeçerek egemen suni İslam’ın Hanefi Mezhebi’ni benimsediler. Bu benimseme ile İktidar İslam’ının en keskin kılıcı, kraldan çok kralcı kesildiler. Bu tutumu benimsemeyen Türkmen kimliği ile Alevi kimliğine yöneldiler. Emekçi, komünal değerlerle yaşamayı tercih ettiler. Özüne yabancılaşan iktidar, Türklüğü kendini yeni sahiplerine ispatlamak için en çok da son bin yılda zulmü Türkmenlere yaptı.
Osmanlı imparatorluğu olarak sistemselleşen beyaz-Suni İktidar Türklük, bin yıllık tarihsel sürecinde iktidarlarının nasıl şekillendiği incelendiğinde hiçbir yönetim normal el değiştirmemiş, her zaman iç komplo, entrika, zorla gasp ve iktidar için kardeş katilliği, oğul boğazlamalar yaşanmıştır. En belirgin olan dönem Yeniçeri Ocağının var olduğu dönemdir. Osmanlı’da iktidara gelenler güç dengelerini Yeniçeri Ocağına yaslanarak geliştirir ve karşıt muhalefeti, halkların özgürlük taleplerini bastırma gücü olarak da bu vurucu gücü kullandılar. ( Yeniçeri ocağı; Osmanlı iktidar odakları İslam adına giriştikleri fetih hareketinde katlettikleri toplumların devşirdikleri öksüz çocuklarından oluşturmuşlardı.) Ama Yeniçeri güçleri iktidarın öyle belirleyici gücüydü ki, kendilerine göre olmayan iktidar temsilcilerinin “kelle istiyorduk” sloganı atarak hizaya getiriyorlardı. Daha sonra Yeniçeriler lav edildi. Ama Yeniçeri ocağında yetişenler Osmanlı ordusunda subay oldular ve devamında Harbiye Ordu evinden İttihat ve terakki’ yi kuran ve günümüze gelen Türk silahı kuvvetlerinin Komuta kademesinin dedeleri, öğretmenleri ve ağabeyleridir. Halen de Harbiye Ordu evi Kurmaylığından mezun olmayanlar genel Kurmaylıkta görev alamaz ve genel Kurmay başkanı olamaz.
Tarihsel geçmişi sadece iktidarda kalmak için “her yol mubahtır” geleneğine sahip beyaz Türklüğü elbette dünya hegemon gücü ABD-İNGİLTERE kendi çıkarlarına göre kullanacaklardı. Çünkü Türklük adına hareket eden iktidar odakları hiçbir zaman topluma dayanmadılar. Tarihsel gelişmelerde ki devrim ve toplumsal evrimlerde rolleri hep engelleyici ve yıkıcı olmuştur. Kendi deyimleri olan “devlet başa kuzgun leşe, aslı olan devletin bekasıdır gerisi teferruattır” ideolojik bir tanımlarıdır. Günümüzde dahi bu ideolojik tanım üzerinden TC devletinin kurum ve kuruluşları halka yaklaşıyorlar. Kendilerini “hep bilen” toplumu ise “bilmeyen, kara cahil ve hep birileri tarafından kandırılmaya açık canlılar” olarak bakarlar. Bundan dolayı Osmanlı dâhil TC tarihinde toplumsal devrimlere izin verilmemiş. Süleyman Demirel’in deyimi ile “ bu memlekette kominizim gerekirse onu da biz getiririz” sözü beyaz Türklük ideolojisinin halktan ne kadar kopuk olduğunu gösterir. Yine son dönemlerde seçim meydanlarında Kürt Kalıçdaroğlu'nun kendini ne kadar Türk olduğunu adeta çıldırasıya bağırması ve Laz Tayibin de “asıl Türk benim” demesinin ne kadarda beyaz olduklarını gösteren ibret örneklerdir.
Tüm bunları anlatmamızın nedeni, 1950’lerde dünya hegemon güçleri için hem Orta Doğuda hem de reel sosyalizmi kuşatmada kullanılacak en iyi jandarma gücü Beyaz Türklüktü. Bunun üzerinden Türkiye de 1960, 1971 ve 1980 askeri darbeler geliştirildi. Bu darbelerin tamamı topluma karşı devleti koruma adına yapıldı. Adına hep bildik cümle “istikrarı sağlamla” idi. Toplum dış mihrakların oyununa gelmiş, devlet milletin bekası tehlikede denmiştir. Yapılan üç askeri darbenin de darbe gerekçe metinlerine bakın sanki tek kalemden çıkmıştır.
Bu darbelerin en tahripkâr olanı 12 Eylül 1980 askeri darbesidir. 12 Eylül askeri darbesi İran da ki “Şia İslam devrim ”inden sonra gelişmesi gündeme gelmişti. İran da İngiliz ve Amerika kuklası Şah rejimi 1979 da devrimci sol güçlerin ağırlığı ve mücadelesi sonucu yıkılmıştı ama Ayetullah Humeyni Fransa’ dan Fransız hava yollarına ait uçakla Tahrana inerek yıkılan Şah rejiminin yaratığı boşluğu değerlendirerek iktidarın tüm iplerini eline aldı. Ne hikmetse İran da % 70 muhalefetin sol olmasına rağmen Batı dünyası Molla rejimini destekledi. Molla rejimi ayakları yere basar basmaz on binlerce Kürt, Azeri, Fars, Beluç ve Arap devrimci’yi kurşuna dizdi, vinçlerle idam etti. “katli vacip” fetvalarıyla sokaklarda linç ve öldürme seansları düzenlendi.
Tam da bu dönemde Türkiye’de ve Kürdistan’da toplumsal muhalefet gelişme halinde ve başta Kürdistan özgürlük mücadelesinin büyüme ivmesi göstergesinin hacmi karşısında, o dönemin Genelkurmay başkanı ve 12 Eylülün mimarlarında Kenan Evren anılarında “helikopterle Güneydoğu üzerinden geçerken darbe kararı verdik ve geç kalsaydık Apocular güney doğuyu kasıp kavuracaklardı” der. Buradaki itiraf, gerek sol, demokrat muhalefet ve gerekse Kürt özgürlük hareketinin hedeflenmesi tesadüf değildi. İran da 100 bin Kürt Peşmergesi ve milyonlarca sol muhalefet gücünün Türkiye ile ortaklaşması bir yandan Kürtlere biçilen Lozan gömleğinin yırtılması, diğer yandan yeşil kuşağın tümden parçalanmasıydı. Bunu, ne Arap, Fars ve nede Türk ulus devletleri, ne de NATO kaldıramazdı. İran da Humeyni’ye yol verilirken, devrim değerleri kara çarşafa sarılırken, Türkiye de ise; Pan Türk İslam sentezine dayanan generallerin askeri darbesine teslim edildi. O dönemin ABD yetkilisi “bizim çocuklar işi başardı” sözü basına yansıdı
12 Eylül darbesi geliştirilirken toplum kırımı hedeflendi. Kendisine göre olmayan, Pantürkizm (Türk- İslam) sentezine uymayan her kesimi hedefledi, sağ dan da soldan da gençleri astılar ve asarken hiç utanmadan asmanın adaletli olduğunu göstermek için demeçlerinde “ben o kadar adaletli davranıyordum ki bir soldan bir sağdan alıp öyle idam ediyordum.(K.Evren) ” deme küstahlığını gösterdiler.
12 Eylül, gelir gelmez ilk iş Kürdistan’a yönelmek toplu tutuklamalar, tutuklamaları Kürtlük kokusunu alan herkes hedeflendi. Bununla kendilerince “kılıç artık” larını denen kitlelere sinmiş bir kırıntıyı dahi toplumsal hafızadan silmekti. Türkiye genelinde ise, demokrat, biraz kendilerinden farklı düşünen herkese, kesime yönelmek oldu. Eğitim alanlarından kendi çizgileri dışında tüm öğretmen, öğretim üyesi ve öğrenciler, ya tutuklandı ya da işlerinden edilip sürgünlere tabi tutuldular. Siyasi tüm partiler kapatıldı, sendikalar ve sivil toplum adına ne örgüt, dernek varsa kapılarına kilit vuruldu. Konuşan her kes susturulmak hedeflendi. Bunun üzerine tüm kurumların içeriği değiştirildi, tüm devlet daireleri ve yan kuruluşları yeniden programlandı, dizayn edildi. Eğitimde, felsefe dersleri kaldırıldı, din dersleri her kademede zorunlu ders olarak kondu. Tüm devlet memurlarına sendika kurma ve siyasi partilere üye olmayı yasakladı. İş verenlere düşüncelerinden dolayı istediği işçiyi kıdem tazminatı ödenmeden işten atma yasaları tanıdı. Türkçe dışında isim takma yasaklandı ve var olanlarda değiştirmeye zorlandı. Kürdistan da ve Türkiye’nin birçok ilinde köy, kasaba, mahalle adları değiştirildi.
12 Eylül toplumda hafıza kaybını yaratmayı hedefledi. Başta Kürtler olma üzere Türkiye de olan tüm etnik, dini yapılanmaları pan Türk suni İslam ekseninde eritmeyi hedefledi. Bunun için Cumhuriyet tarihinden 1980’ e kadar Kız imam hatip okullarında mezun olanların sayısı 8000 bindi, Ancak 1988’e gelindiğinde bu sayı 200 bine ulaştı. Dini cemaat, yurtlardaki artışlar ve imamların kadro kabarması had safhaya çıktı. Tam da bu süreçte tüm yerel ve dünya basınında yayınlanan belge, bulgularda bu imam ve cemaatlerin maş ve masraflarını Sudi kökenli Rabıta Örgütünün ödediği idi. Bu temel üzerinden gelişen bir suni pan Türk İslam sentezi toplumu esir aldı. Bu esaretin sonucu Türkiye toplumu Kürdistan’daki kirli savaşa sesiz kaldı ve destek verdi.
Yeni Yetişen gençlik, edilgen ezberci ve bir o kadar da kaderci nihilist yetişti. Kendi olmayan, kendisi hakkında karar sahibi olamayan, tarihi temelden yoksun sadece güncele endekslenmiş, toplumsallıktan kopmuş bireycilik kendine işkence eder hale getirilmişti. Arabesk kültürsüzlüğünün üretimden kopardığı gençlik, geleceğini loto- spor toto ve şans oyunlarında arar hale gelmiştir.
Aydını, kendini Milan Kudera nın “var olmanın dayanılmaz hafifliği” ne adamış ya bir barda devrim hikayeleri anlatarak iç boşalmayı yaşıyor ya da bir köşeye çekilmiş Oblomovcu çizgide birilerinin elinden tutmasını bekliyor. Gerisi kızdıkları, eleştirdikleri Modern Kapitalizmin Eiffel kulesi ve ya tiren banyolarında tavla, satranç oymamdalar, beklenen devrimin gelmesini beklediler.
Sol ve demokrasi güçleri zindanlarda darağaçları, züllümle teslim alınmaya çalışıldı. Kimi örgütçe teslim oldu, kimi tarihin en görkemli direnişlerini sergiledi. Amed te PKK tutsakları Mazlum DOĞAN, dörtler ve Kemal PİR’ ler ile birlikte Türkiye zindanlarında M Faik Öktülmüş ve arkadaşlarının görkemli direnişleri gelişti. Önemli bedeller ödendi. Ancak sistem öyle tedbir aldı ki, Türkiye sol ve demokrasi güçlerinin parçalı durumundan faydalanarak hem içerde sistem içleştirdi hem de Önemli bir kısmını “ Avrupa demokrasisi” adına Avrupa da eritti. Tabi bunu Avrupa devletleriyle birlikte yaptı. Bunu Turgut Özallın 1989 da ki şartlı affı ile zindandan çıkanlar dışarıda örgütlü yapı bulamayınca bocaladı ve kendini toparlayamadı ve önemli bir potansiyel eridi heder oldu. Ancak Kürt Özgürlük hareketi bunun tedbirini almış zindandan da çıkan tüm potansiyeli olmasa da önemli oranda kendi kadrosunu sistem içi olmasını önledi.
12 Eylül aydınlanmayı, toplumsallaşmayı, demokrasiyi, farklılıkların rengini öldürmeyi hedefledi. Bundan dolayı yeşil kuşak pratiğinden tek suni renk İŞİD çıktı. Mayalanması ve karargahı 12 eylüldür. Bundan dolayı TC devlet yetkilileri İŞİD e terör örgütü diyemiyorlar, çünkü AKP de 12 eylülün has ürünüdür. Öyle olmasaydı 12 Eylül ana yasası ve tüm kurumlarının işlevini AKP sürdürmede bu kadar ısrarcı olamazdı.
Şimdi 35 inci yılında 12 Eylülün ilk günlerinde Amed zindanında darbecileri yenen PKK cizgisi onun yaratımı olan insanlık düşmanı pan beyaz Türkizim ve onun yaratımı olan İŞİD gurubunu da yine Önder APO nu gerillaları yenerek tüm orta doğu da ki halkların değerlerine sahip çıkıyor. Yani 12 Eylül 35 yılında, insanlık vidanın da ve pratikte yenilenidir.
MEDET SERHAT