HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

mustafa suphi_tkpBirkaç haftadır devrimci-demokratik güçlerin birliği konusunu tartışıyoruz. Çünkü Türkiye siyasetinin yeni bir alternatife ve bu temelde yeni bir çıkışa ihtiyacı var. Çöken AKP iktidarının alternatifi de ancak demokratik siyaset olabilir. Herhalde hiç kimse CHP ya da MHP’yi AKP’nin alternatifi olarak değerlendirmez. Bunları bir elmanın yarısı ya da birbirinin ikiz kardeşi olarak görür. Bu durumda da alternatif olarak geriye demokratik hareket kalır.
Peki demokrasi hareketini kim örgütleyip geliştirebilir? Farklı ideolojik eğilimler taşıyan çok parçalı demokratik güçleri kim bir araya getirebilir? Hiç kuşku yok ki, bu soruların kesin cevabı devrimci-demokratik güçlerdir. Başka bir deyişle sol demokratlar veya radikal demokratlar oluyor. Elbette devrimci-demokratların en geniş demokratik ittifakı yaratabilmeleri için de öncelikle kendi aralarında birlik oluşturmaları gerekiyor. Yoksa başka türlü böyle bir demokrasi hareketi yaratmak mümkün değil.
Bu tarihi ihtiyacı karşılamak için de bazı parti, grup ve kişiler bir araya gelip Halkların Demokratik Partisi-HDP’yi kurmuşlar. Tüm devrimci-demokratlar başta olmak üzere her ideolojiden gerçek demokratları oluşturdukları demokrasi çatısı altında bir araya gelmeye çağırıyorlar. Bundan daha anlamlı ve güzel başka ne olabilir? Kendine demokrat diyen herkesin tereddütsüz böyle bir çatı altına koşması gerekmez mi?
Elbette gerekir. Gerekir ama, pratikte işte böyle olmuyor. Kendine demokrat diyen, hatta devrimci-demokrat diyen bazı güçler böyle bir demokrasi çatısı altında birleşmiyor. Dahası “Neden birlik olmuyorsunuz?” diye eleştirilince de rahatsızlık duyuyor. Ne kendisi demokratik birlik bayrağı açıyor, ne de açılan demokratik birlik bayrağı altına giriyor. “Bana karışmayın, ben böyle kendi kulübemde yalnız başıma yaşayacağım” diyor.
Peki bu yaklaşım kabul edilebilir mi? Edilemeyeceği çok açık! Hele günümüz Türkiye’sinde hiç kabul edilemez! İşte Soma’daki işçi katliamı ortada. “Maden kazası” adı altında yüzlerce işçi göz göre göre katledildi. Bu emek şehitlerimizin hepsini saygıyla anıyoruz. Yakınlarının ve tüm halklarımızın acısını yürekten paylaşıyoruz. Peki bu durumda devrimci-demokratlar olarak bizlerin görevi nedir? Böyle bir olay bize ne tür görev ve sorumluluklar yüklemektedir?
Dahası bir de yüzlerce işçinin katili olan AKP’nin ve bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sergilediği tutum var. Soma sokaklarında acılı halkın üzerine yürüyor. Herkesin gözü önünde insanları tokatlıyor. Peki mevcut iktidarın bu tutumu karşısında demokratik güçlerin tutumu nasıl olmalıdır? Onların yapabileceği ve yapması gereken bir şey yok mu? Bu durum genelde tüm demokratik güçlere ve özel olarak da devrimci-demokratlara önemli görevler yüklemiyor mu?
Elbette yüklüyor, hiç yüklemez olur mu? Hem de çok ağır ve tarihi öneme sahip görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Sokak ortasında emekçi halka tokadı atan Tayyip Erdoğan’dır ve elbette attığı tokattan sorumludur. Gün gelir bu tokadın hesabını misliyle soran olur. Ama bugün hesap sormak gerekmez mi? Bu hesap sorma işi birilerine görev yüklemez mi? Tayyip Erdoğan’a tokat atma ortamı yaratanlar da bundan bir biçimde sorumlu değil mi?
Kuşkusuz sorumludur, hem de çok sorumludur. Peki bu sorumluluğun gereği nasıl yerine getirilir? Çok açık ki, birleşerek ve mücadele ederek! AKP iktidarına alternatif demokratik iktidar seçeneği yaratarak! İşte bu da tüm demokratik güçlerin ortak bir çatı altında birleşmesini gerektirir. Bu işin başka yolu kesinlikle yoktur. Demek ki ortak bir demokrasi hareketi yaratarak demokratik alternatif oluşturmak tarihi bir görev olduğu gibi, güncel bir görevdir de. Soma’da katledin işçiler tüm demokratik güçleri birlik olmaya ve AKP iktidarını alaşağı edecek bir alternatif yaratmaya çağırmaktadır. Başka türlü bu işçilerin anılarına doğru sahip çıkmanın imkanı yoktur.
Dikkat edilirse katledilen işçilerin anıları, baskı ve zulüm altında sömürülen işçiler gerçeği bizi, hepimizi görev ve sorumluluğumuza sahip çıkmaya, bunun için demokratik birlik yaratmaya çağırmaktadır. Bu konuda özellikle de işçi sınıfı adına hareket ettiğini söyleyen parti ve guruplara görev ve sorumluluk düşmektedir. Yani kendine komünist ya da işçi partisi diyen güçlere! Yani TKP’lere! Yüzyıldır TKP adıyla hareket etmiş, örgütlenmeye çalışmış, halkın karşısına çıkmak istemiş olan güçlere!
Böyle onlarca parti, önder şahsiyet ve grup var. Günümüzde çoğu da ya küçücük ve etkisiz grup haline gelmiş, ya da kendine demokrat diyen şahsiyet olarak ortada duruyor. Bunların da önemli bir kısmı demokratik çatı altında birleşmiyor. Deyim yerindeyse ipe un seriyor. Kendine göre bir sürü mazeret uyduruyor. Gerçekte ise birlik olup siyaset yapmaktan ve örgüt çalışması yürütmekten korkuyor ve kaçıyor. Peki böyle mi işçi sınıfına sahip çıkılır? Onlarca yıldır işçi sınıfı adına yazılıp söylenenler insana hiçbir sorumluluk yüklemez mi?
Bu sorular çerçevesinde elbette tarihe bakmamız ve TKP’nin ilk kurucu önderi Mustafa Suphi’yi anmamız gerekir. Peki neydi Mustafa Suphi çizgisi? Devrimci-demokratların birliğine ve mücadelesine Mustafa Suphi nasıl bakıyordu? Bugün yaşıyor olsaydı acaba nasıl bir siyasal tutum izlerdi? Soma’da yaşanan işçi katliamına karşı neler yapardı? Kuşkusuz Mustafa Suphi’yi önemseyen herkesin bu soruları kendine sorması ve doğru bir temelde cevaplaması gerekir.
Bir kere Birinci Dünya Savaşı ortamında ve Ekim Rus Devrimine dayanarak Türkiye için bir sosyalist çıkışa yönelmesinin anlamını iyi kavramak gerekiyor. Diğer yandan tüm tehlikelere rağmen ve çok zayıf bir imkanla Türkiye’ye işçi ve emekçileri örgütlemek üzere yürüyüşünü de bilince çıkarmak önem taşıyor. Bu tutum ve yürüyüşten günümüz için çıkarılacak kuşkusuz çok önemli dersler var. Her şeyden önce büyük bir cesaret ve mücadelecilik var. İşçi sınıfına ve Türkiye halklarına bağlılık var. Kendini irade olarak görme ve egemen sınıfa karşı kendi alternatifini yaratma tutumu var.
Elbette ki bunu işçi sınıfını ve tüm emekçi halkı örgütleyerek ve en geniş demokratik birlik yaratarak yapacaktı! Başka nasıl yapılır, bu amaç başka nasıl başarılır? O halde Mustafa Suphi gerçeğini de doğru anlamak ve günümüzde doğru temsil etmek gerekiyor. Bu da AKP iktidarına alternatif oluşturacak demokratik birliğe katılmayı ve aktif çalışmayı istiyor. Başka bir tutumla da Mustafa Suphi temsil edilemez. Dikkat edelim, Mustafa Suphi’de durmak var mı? Başkasından beklemek var mı? Egemen sınıfa, yani CHP’ye kuyrukçuluk yapmak var mı? Küçük bir grup olarak kendi halinde kalmak var mı?
Bunların hiç birisinin olmadığı açık. O halde Mustafa Suphi çizgisini doğru anlamak ve günümüzde doğru uygulamak gerekiyor. Bu da tüm demokratik güçleri birleştirerek AKP’ye alternatif yaratmayı gerektiriyor. Kaldı ki TKP’lerde örgütlenen ve mücadele yürüten sadece Mustafa Suphi de değil. Bu konuda Türkiye tarihinin önemli bir mirası var. Sosyalist ve demokrasi hareketinin yetiştirdiği Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı, Behice Boran ve Mihri Belli gibi önemli şahsiyetler var. Hepsinin de bu harekete önemli katkıları söz konusu.
Peki bütün bunları günümüzde nasıl anlayacağız? Geçmişin çok kıt olanaklarıyla adeta çırpınan bu kişilikleri bugün nasıl temsil edeceğiz? Herhalde herkes kendi postunda oturarak bunu yapamaz. Sadece birkaç şey söyleyip yazarak bu kişilikler temsil edilemez. Ortamın elverişli ve imkanların çok olduğu böyle bir ortamda ancak sosyalizmin önünü açan bir demokratik alternatif yaratarak bu kişilikler doğru temsil edilebilir. Bu da en geniş demokratik güçler birliğini yaratarak ve etkili mücadele ederek olur. Yani HDP’nin yeniden yapılanmasına katılmak ve hızla halklarımızın demokratik alternatifini ortaya çıkarmak gerekir.
1970’lerden beri bir tür TKP adıyla hareket eden bir de İbrahim Kaypakkaya gerçeği ve çizgisi var. Kendisini TKP-ML olarak tanımlıyor. Bugüne kadar birçok grup halinde gelen özgün bir gelenek durumunda. Doğu Perinçek’ten kopuyor ve Dersim’e dayanarak 12 Mart faşizmine karşı direnişe geçiyor. Bir anlamda direnerek şehit düşen Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş çizgisini devam ettiriyor. Dersim’de yakalandıktan sonra 18 Mayıs 1973’te Diyarbakır’da işkencede katlediliyor. Şehadetinin kırk birinci yıldönümünde bu büyük devrimciyi de saygıyla anıyoruz!
Kuşkusuz İbrahim Kaypakkaya gerçeğini de doğru anlamak ve temsil etmek gerekiyor. Pasifist-teslimiyetçi akımdan kopması çok önemli. Dersim’e yürüyüşü çok önemli. Baskı ve şehadetlere rağmen direnişi sürdürmesi çok önemli. Böylece Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya direnişçiliği bir çizgi olarak birbirine ekleniyor. Bu gerçeği de doğru anlamak ve doğru ders çıkarmak önem taşıyor. Burada da direnişçi birlik ve takip var. Derin bir direnişçi sorumluluk duygusu var.
Elbette bu çizginin günümüzdeki temsili devrimci-demokratik birlik ve mücadeledir. Kürdistan’daki direniş ile birlik, Türkiye’deki demokrasi hareketi içinde birlik! İbrahim Kaypakkaya’yı başka türlü tanımlamak mümkün değil. Peki başta MKP olmak üzere bu mirası esas aldığını söyleyen güçler bunu yapıyor mu? Çok açık ki yapmıyor! Örneğin Dersim’de bile yan yana olunmasına rağmen bir gerilla ittifakı içine girmiyor. Halbuki Kaypakkaya çizgisi bunu gerektiriyor. Hareket olarak gelişmesi de buna bağlı.
Yine Türkiye’deki demokratik birliğin en aktif öğesi olması, yani HDP’nin yeniden yapılanmasına aktif katılması gerekiyor. Ama tıpkı gerillada olduğu gibi bunu da yapmıyor. Tabi bu da Kaypakkaya çizgisi olmuyor. Aslında kendisine zarar veriyor. Onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen gelişememesi bundan kaynaklanıyor. Bizce TKP-ML kökenli tüm parti ve grupların, eğer İbrahim Kaypakkaya çizgisinde yürüyeceklerse, o zaman devrimci-demokratik güçlerin birlik çalışmasına her zaman öncülük etmesi gerekiyor. İbrahim çizgisini doğru temsil ancak böyle olur!

SELAHADDİN ERDEM

YENİ ÖZGÜR POLİTİKA