Halkların mücadele tarihinde bazı anlar vardır ki mücadelenin bütün doğrularını kendisinde somutlaştırır ve kişilik özeliklerine dönüştürerek bir yaşam tarzı haline gelmesini sağlar. Öylesi anlar bu halkların kaderini belirlemekte hayati bir öneme sahiptir. Kürt halk mücadelesinin her adımında ortaya çıkan fedai duruş anın tarihe yön verdiği dönemleri en iyi temsil eden bir özelliğe sahiptir. Zamanın ruhunu yakalamak anlamına gelen böylesi duruşlar insan olmaya dair tüm güzellikleri bünyesinde barındırdığı için bu halkın ve kadın mücadelesinin özü, mayası olmuş, özgürlük hareketinin ruhunu belirlemiştir. Toplumsal mücadele tarihimizin her anı, egemenlik saldırıları karşısında gerçeği, iyiyi, güzeli, doğruyu yaratma mücadelesini büyük bedeller vererek yürütmeyi göze alan erdemli savaşçıların yiğit duruşlarıyla bezenmiştir. Öyle ki şu anda ağzımızdan çıkan bir doğru söz için bile onlarca bedel verilmiştir. Doğrular, yaşam süzgecinden acı ve zorluklarla süzülmüş, yakıcı ve bedelleri olan gerçekler olmuşturlar. Akışkan ve birbiri ile bağlantılı olan canlı tarihimizi bu diyalektiğin ruhuyla, zorlukları ve kahramanlıkları ile kavrayabilmek günümüzün özgürlük savaşçılığını yaratmada belirleyici bir güç kaynağıdır. Bu açıdan mücadelemizin oldukça kapsamlılaştığı ve direnişin dört parça Kürdistan’da çetin koşullarda sürdüğü bu günlerde temel tarihsel gerçeklerimiz olan şehitlerimizin, bu yaşam ve direniş felsefesinin özü olduklarını çok daha derinden hissediyoruz. Neredeyse tüm sistem güçlerinin üzerimize geldikleri vahşette sınır tanımayan saldırılar karşısında hiçbir şartı düşünmeden öne atılan yoldaşlarımız şahsında bu ruhu anı anına görüyoruz. Apocu ruh ve ideolojiyle kendilerini yaratanların, bu çizgiye, ideolojiye ve yaşam felsefesine bir saldırı olduğunda nasıl bir eylemin sahibi olabileceklerini ortaya koyduklarına tanık oluyoruz. Apocu Hareketin resmini nakşeden bu fedailiklerdir. Bu canlı bir yaşam tarzına büründüğünden bir kişi ya da anla sınırlı değildir bir bütün özgürlük harcına bürünmüş ve özgür yaşamın resmi olmuştur.
Her fedailikte özgürlüğün bedelini göze alma, yürek, beyin ve duygu gücünü mücadele bayrağı haline getirip adanmışlıkla özgürlüğe bir adım daha yaklaşma ve yaşam duruşu olarak bunu belleme vardır. Bu, ilk başlardan itibaren Hareketin mayasında, özünde var olan bir özelliktir ki kaynağını Önder Apo’nun yaşam duruşundan felsefesinden alır. Dolayısıyla bu duruş, dünden bu güne özünden hiçbir şey yitirmeden katlanarak büyümüştür. Faklı isimlerle fakat aynı duruşla bir nehir gibi hızından ve coşkusundan bir şey kaybetmeden günümüze kadar akıp gelmiştir ve bu akış hep devam edecektir. Bu anlamda PKK’leşme aynı zamanda fedaileşmek yani bu ruhu kuşanmak anlamına gelmektedir. Dolayısıyla birbirinden koparılamaz, ayrı ele alınamaz, farklı tanımlanamazlar. Kendisini PKK ruhu temelinde donatmak isteyen her militanda bu özellikler mevcuttur, yer edinir. Ancak bu ruhu adlarıyla beraber anılmasını sağlayan öylesi duruşlar vardır ki anlama, uygulama ve yaşama düzeyleri ile bu gerçeğin hakikatini temsil ederler. Hakikatin kendisi olurlar. İşte fedai duruşun anlamını kendi adında somutlayan, idelojik bir kimlik, çizgi ve vuruş tarzı olan Zilan yoldaş, zamanın ruhunu yakalama ve Önder Apo’yu anlama düzeyi ile bu mertebeye ulaşanlardan olmuştur. Bu anlamda var oluş ve özgürlüğünü kazanma sürecinden geçerken ve Zilanlaşan duruşun en kritik anlarda bir çağlayan gibi aktığı ve mücadelemizi büyük kazanımlara taşıdığı bu günlerde 30 haziranı ve Zilan kişiliğini değerlendirmek bu duruşun bugünkü resmini okumak açısından hayati bir öneme sahiptir. Ronahi’yi, Jin’i, Arin’i, Gelhat’ı, Sema’yı ve daha binlercesini anlamak ve değerlendirmek ancak Zilanı tüm yönleriyle anlamakla mümkündür.
Çünkü Zilan, hücre hücre özgürlükle kutsanarak kendini tarihte ve anda somutlaştıran bir özgürlük duruşudur. Bu anlamda özgürlük çizgisidir, görev ve başarı ilkesidir, eylem ve mücadele gücü, yıkılmaz boyun eğmez iradedir. Kadın olmanın en güzel en anlamlı yüzü ve gülüşüdür Zilan gerçeği. Bir kişinin dahi neler yapabilceğini neleri değiştirebileceğini kanıtlayan insan olmakta, kadın kalmakta ısrarın adıdır.
Çünkü bir cevaptır Zilan arkadaş. Varolma hakkı elinden alınmış ve kendisini küllerinden yeniden yaratan bir halkın tekrardan komplo karanlığına gömülmesine karşı bunun asla gerçekleşmeyeceğini haykıran bir yanıttır. Geriye çeken, tıkatan, olmazı dayatan tüm geleneksel yaklaşımlara karşı her şeyin mümkün ve elimizde olduğunu gösteren bir yanıttır. Yapılamaz denileni yapmanın adı, aynı zamanda talimatıdır. Vuruş tarzında keskinlik, sonuç alıcılıktır. Zafere yürümek ve onu garantilemektir. Önderlik “Zilan yoldaş komutan biz onun emir eriyiz” derken bu gerçeği ortaya koymuş, ulaşmamız gereken ölçüleri belirlemiştir.
Bu anlamda Zilan’da somutlaşan gerçeği birbirinden koparmadan, parçalara ayırmadan bütünlüklü ve kapsamı derinliğinde anlamak gereği vardır. Ancak çoğu zaman ele alışlarımızda ve algılama düzeyimizde farklılıklar kendisini göstermektedir. Anlam verme düzeyimiz, sahip olduğumuz modernist bakış açısının etkisinde bütünsellikten uzak ve tek yönlü olabilmektedir. Çoğu zaman salt bir eylem duruşu olarak ele alma ile sınırlayan, yine ilk oluşunu salt bu yönüyle ortaya koyan bir yaklaşımımız gelişebilmektedir. Örneğin Zilan kişiliğini, arayışlarını, özgürlük tutkusunu, Önderliğe ulaşma çabasını, ülkesine ve halkına olan bağlılığını, bir kadın olarak kendisinde aştıklarını, gelişim düzeyini ve gelişme çabasını, tüm zorluklar karşısında gösterdiği iradi duruşu, sorunları çözme çabasını, sorumluluk anlayışı ve düzeyini, en önemlisi de yaşama sevincini, tutkusunu, insan sevgisini yaptığı eylemden ayrı ele alışlar söz konusu olabilmektedir. Oysa bunlar olmadan böylesi bir eyleme ve eylemde başarıya götüren, kendisiyle bir dönüm yaratan gerçeği açıklamak mümkün değildir. Dolayısıyla onu anlama çabası öncelikle onda yer eden bozulmamış insan özünü, kişiliğini anlamayla gerçekleşebilir. Gereksiz yere bir karıncayı incitmekten çekinirken, özüne ve değerlerine yönelik saldırılar karşısında önü alınamaz bir sel olup akmaya neden olan bu özelliklerin neler olduğunu bilmek, her bir özelliği üzerinde yoğunlaşmak ve kendimizi onun tuttuğu aynada görmek onu anlamanın ve uygulamanın ilk adımları olacaktır.
Bu anlamda şunları kendimize sorma gereği vardır: Zilan demek yüksek sorumlulukla yaşamak, değerlerine varlığına bağlı olmak demekse ben bunun neresindeyim? Henüz yeni katılmış bir savaşçı olmasına karşın ‘ben anlamam’ demeden savaş gerçeğimiz üzerine yoğunlaşmış, yanlış giden noktaları tespit etmiş ve bunun karşısında nasıl bir tarz ve taktikle vuruş tarzıyla cevap verilmesi gerektiğini kendisi tespit etmişse ben kendi bireyselliklerime ve zorlanmalarıma kapılmadan mücadele sorunlarını kendi sorunum olarak ne kadar görüyorum? Ne kadar Önderliği ve şehitleri yaşıyorum ya da bu halkın acılarını, kadınlar olarak kölelik düzeyinin en diplerinde seyredişi ne kadar hissediyorum? Bir kadın olarak kendimi nasıl ele alıyorum, özgürlük hayallerim ne kadar gelişkin, kendimi ne kadar geliştiriyor ve güçlendiriyorum, kölecil özelliklerden ne kadar kurtarıyorum? Vb.
Elbetteki şahsında ortaya çıkan özellikleri tek tek ele alarak soruları çoğaltmak mümkün. Çünkü beş bin yıllık kültürün çoğumuzda yarattığı etkilerin yanında Zilan yoldaş bu özelliklerini korumuş ve günümüze taşırmasını bilmiştir. Bu nedenle Önderlik Onu tanrıça olarak tanımlamıştır. Geçmişte tanrıçalar nasıl ki yaşamın, iyinin, güzelin, doğrunun, korumanın, geliştirmenin adıysa günümüzde Zilan tam da ona karşı gelmektedir. Öyleyse tanrıçanın eteklerinden tutmak, ondan feyz alarak yaşamımızı belirlemek, duygulara düşüncelere, mücadele biçimimize ve azmine ona göre yön vermek zafere, dolayısıyla özgürlüğe ulaşmak için yapılması gerekendir. Bu anlamda Onu anlamanın ve anmanın, özellikle kadınlar olarak, farklı bir yolu yoktur. Asıl önemli olanda bunu içselleştirme çabasıdır. Şunu asla unutmamak gerekir: üzerimizdeki tüm etkilerine rağmen, sistemi geride bırakıp özgürlük dağlarına geldik. Bu anlamda hakkın ve hakikatin yanında olduğumuzu ortaya koyduk. Bunları henüz yeterince tanımlayamasak ya da ad koyamasak da bu şekliyle hakikatin yanın da yer aldık. Öyleyse hepimizde bu gerçeklere ulaşmak için önemli bir potansiyel mevcut. Ancak asıl önemli olan bu potansiyeli Zilan çizgisinin ölçülerinde işlemek, kalıcılaştırmak ve çevremize tıpkı onun gibi yaşam dağıtmasını sağlamaktır. Buna göre olan ve yaşayan tüm arkadaşlar her zaman duruşlarıyla fark yaratmış ve öncü komutanlarımız olarak belirleyici olmasını bilmişlerdir. İşte 17 Haziran’da şehit düşen ve Zilan’a ulaşmak istediğini söyleyen ve ulaştığı ideolojik düzey ile kadın özgürlük çizgisinin sembolü olan Sema arkadaş, gözünü bu yoldan ayırmadan fedailik duruşunda her zaman ısrarlı olduğu için 7 Haziran’da haince katledilen Gulan yoldaş yaşam duruşları ve çizgileşen gerçekleriyle bunun en büyük kanıtı olmuşlardır. Günümüzde aynı çizgi Arinler şahsında devam ediyorsa bu taşıdığı hakikat payından kaynağını almaktadır. Dolayısıyla her dönemde önemli olan ve asıl ele alınması gereken bu gerçekliği kendimizde içselleştirmek olmalıdır. Bugünü anmanın ve bu gerçeğe layık olabilmenin tek yolu da budur. Dolayısıyla 2015 yılının tarihi anda yaşamsal kılan mücadele gerçeğini sıcağı sıcağına yaşarken Haziranı anmak ve bu ayın kendinde barındırdığı özü değerlendirebilmek kendimizi ve yaşananları bu gerçeğe vurmakla ancak olacaktır. İçerisinde bulunduğumuz mücadele sürecini bu ölçülere vurarak okumalı, ona göre anlamlandırmalı ve bunu bir mücadele gücüne dönüştürmeliyiz. Günün anlamı ancak böyle yakalanabilir. Unutmamak gerekir ki kader tayin eden şey tarihi bilinci kuşanmak kadar bu bilincin yüklediği sorumlulukla anın mücadelesine katılmaktır.
Bu anlamda Zilanın yaşam sevgisi ve mücadele azminin zaferi garantilemenin yegane şartı olduğu bilinciyle her anı kutsal bir direniş kalesi yapan bedellerimizi, bu mücadeleyi zafere taşıma sözü ile anıyor, komutalarında onlar gibi koşulsuz ve güçlü ilerleme sözümüzü yeniliyoruz.
ÇİÇEK BOTAN
- Ayrıntılar
Hakikatini yitirmiş, varlığı sadece anlamsız ve kuru bir homurtudan ibaret hale getirilen bir toplum; körce bir yaşam kadar, düşmanına hizmet eder hale gelmiş bir ulus; beyni ve yüreği fazla kaldırmayan, umutlarını, büyük aşklarını, iddialarını yitirmiş, yenik düşmüş, tarihin ve insanlık camiasının dışına itilmiş kadim bir halk; ne geçmişinden, ne de geleceğinden be haber; zamanın ve tarih olmayan kurgulanmış tarihin sisli ortamında kaybedilmek istenen, “var” olup ta “yok” sayılan, hatta lanetli bir yaşama mahkum edilmiş ve kitapsızlaştırılmış halk geçekliği en çok Kürtler için geçerli olmuştur. Çünkü Kürtler evrensel tarihte insanlığa en fazla katkısı bulunan halkların başında gelmiş, ancak buna karşılık en çok inkara ve aşağılanmaya uğrayan bir halk konumunda bulunmuştur. Dolayısıyla Kürtlerin düşüşü aynı zamanda tüm insanlık değerlerinin düşüşü anlamındadır. Dolayısıyla bu denli düşürülmüş bir toplumun ayağa kalkışı insanlık değerlerinin ayağa kalkışı ve öz kimliğine kavuşmasıdır. Öz kimlik; kendi bilincine ve varlığına erişmedir. Kendini fark etmedir. Felsefi açıdan kendini bilmedir. Bundandır ki, “kendini bilme tüm bilmelerin temelidir” der Önderlik.
Elbette böyle büyük düşüşlerin büyük kalkışları da sıradan olamaz. Ancak ve ancak Tanrıça ve tanrılara mahsus kahramanlık düzeyinde gerçekleşebilir. Bir gökkuşağı gibi Mazlumlardan, Agitlere, Zilan ve Arinlere ulaşan kahramanlık destanı bu tarihin özüdür. PKK’de yoğunlaşan Devrimci bilincin en yoğun bir biçimde eyleme ve toplumsal mücadeleye dönüşmesidir.
Bazı eylemler tarihte ender rastlanan türdendir. Tarihi bir anlama sahiptirler ve tarihe yön verirler. Her dönemin kendine has özellikleri ve zorlukları vardır. Ve her dönemin içinde büyük bir irade anlamına gelen ve kilit-şifre diyebileceğimiz eylemleri vardır. Bu tarihsel eylemler kendiliğinden gün yüzüne çıkmazlar. Tarihin sadece en kritik dönemlerinde görülebilecek bu destansı çıkışlar ancak hakikatle donanmış büyük anlam gücüne ulaşan, cesur, fedai kahraman kişilikler tarafından gerçekleştirilebilir. Bu çıkışlar büyük iradenin eseridirler. Tarihin gidişatına müdahale edip yön verme anlamındaki bu eylemler toplumsal düzlemde yaşamda, ilişkilerde, moral- maneviyatta, ideolojik, siyasal ve askeri mücadele tarzında büyük etkilere yol açarak yeni perspektifler sunarlar. Adına mücadele yürütülen Partinin ve toplumun simgesi ve sembolü haline gelirler. Böylesi kahramanlık eylemleri sergileyen devrimcilerin ardıllarına bıraktığı mesajda; militan ölçüleriyle, dönemin yeni eylem tarzını ve doğru yaşamın yolunu vasiyet ederek hakikatin nişaneleri haline gelirler.
Sözün tek başına anlamı ancak sınırlı derecede olabilir. Ancak eyleme dönüşen söz büyük bir güce-enerjiye ve etkiye yo açar. Çünkü “ söz eylemdir eylem de tanrı” (V.Hugo). Eyleme dönüşen sözün ağırlığı toplumun zihniyetinde daha kalıcı izler bırakır. Zilan yoldaşta böyle bir eylemin sahibi olmuştur. Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen 30 Haziran eylemi anlamından hiçbir şey kaybetmemiştir. Bıraktığı mektup, eylem tarzı hala güncelliğini koruyan bir çizgidir. Çünkü eylemi ve manifesto düzeyindeki mektubuyla Zilan yoldaş özürlüğün esaslarını, onurlu yaşamın ölçülerini, söze bağlılığın ilkelerini ve Önderlik hakikatiyle buluşmanın kıstaslarını belirlemiştir. Bu nedenle Zilan bir eylem manifestosudur.
30 Haziran Tanrıça Zilan’ın tarihe iz düşümüdür. Bir kadın özgürlük savaşçısının beş bin yıllık erkek egemenlikli sisteme, onun yarattığı geri erkek zihniyetine ve bu zihniyetin sonucu olan köleleştirilmiş kadına karşı Kürt kadınının Tanrıçalaşma, yeniden xwebun olma ve Sterkleşme eylemidir.
30 Haziran, tek kişilik bir eylem gibi görünse de bir ordu gücünden daha etkili sonuçlar yaratmıştır. Düşmanın siyasal, ideolojik ve askeri yönelimlerine karşı çok güçlü bir cevap olmuştur. Kürt halkının özgürlükteki ısrarını ve teslim alınamazlığını göstermiştir. Askeri açıdan 30 haziran eylemi Önderliğe karşı aynı yıl yapılan suikaste, sömürgeci devletin Kürdistan’da uyguladığı katliam ve askeri imha seferlerine karşı meşru savunma temelinde gerçekleşen bir eylemdir. Sömürgeci orduyu sarsan ve darmadağın eden bir eylem olarak gelişti. Bunun yanı sıra mücadelemize karşı içten ve dıştan dayatılan çeteci anlayışlara karşı parti çizgisinin hakim kılınmasında önemli bir rol oynamıştır.
30 Haziran eyleminin neden ve sonuçlarını kısaca özetlemek gerekirse: Birincisi: Dersim gibi bir bölgenin seçilmesi bilinçlidir ve tarihsel bir anlama sahiptir. Dersim “Tunceli” kimliğiyle Kürt varlığının her boyutta inkara ve imhaya uğratıldığı bir alandır. Eylemin özellikle “Cumhuriyet meydanı” denen merkezde gerçekleşmesi sömürgeci sistemin “Tuncelileştirme” siyasetine karşı Dersim hakikatiyle stratejik bir cevap niteliğindedir. Eylem sadece o anla sınırlı olmayıp, oligarşik cumhuriyetin inkar ve imhacı tüm tarihine büyük bir darbedir. 30 Haziran Zilan şahsında sömürgeci ordu ile özgürlük ordusunun çarpışmasıdır. Bu bakımdan Zilan Yoldaşın fedai eylemi gerek Kürt tarihi ve gerekse Parti tarihinde yeni bir dönemi aralayan önemli bir yere sahiptir.
İkincisi: 30 Haziran eylemi sadece sömürgeciliğe değil, onun dayanağı olan emperyalist kapitalist sistemin kadını metalaştıran uygulamalarına karşı da etkili bir karşı koyuştur. Beritan duruşun da somutluk kazanan kadın kurtuluş ideoloji bir kez daha ve güçlü bir biçimde Zilan arkadaşın eyleminde yaşam bulmuştur. “Halkımın özgürlük isteminin ifadesi olmak istiyorum. Emperyarlizmin kadını köleleştiren politikalarına karşı bombayı kendimde patlatarak hıncımı ve öfkemin büyüklüğünü göstermek ve Kürt kadınının dirilişinin sembolü olmak istiyorum”
Üçüncüsü:30 Haziran eylemi, Özgürlük mücadelemize marjinalleşme politikasının dayatıldığı, ÜNİTACILIK anlayışıyla Parti içinde çetecilik üzerinden ideolojik çizginin saptırılarak yozlaştırılmaya çalışıldığı, Önderliğe imha amaçlı suikastın düzenlendiği, taktik tıkanıklığın yaşandığı bir dönemde güçlü bir çıkış yaratan eylem tarzı olmuştur. Yeni bir sürecin eylem tarzını, taktik ve ideolojik doğrultusunu göstermesi bakımından çizgi savaşçılığını temsil eder. Zilan arkadaş PKK çizgisini, eylem ruhunu tüm benliğiyle hissetmiş, söz ve eylem bütünselliğine kavuşturmuştur. Zilan arkadaşı Tanrıça düzeyine yücelten büyük irade, cesaret, kararlılık ve olağanüstü eylem gücüyle fedailiğin manifestosu olmasıdır. “Mücadele tarihine baktığımızda, PKK, akıl sınırlarının anlamakta zorlandığı büyük kahramanlık, direniş, emek, kararlılık ve inançla yaratılmıştır. Direniş, PKK’nin temel karakteri olmuştur.
Bu tarihi mirasa sahip çıkmamız ve sürecin gereklerini getirmek gerekiyor. Süreç, intihar eylemlerini gerekli kılıyor. Bu, hem bir taktiksel çıkış olacak, hem de bizim açımızdan büyük moral etkileri olan bir eylemlilik olacaktır. Öndeliğimize suikast girişiminde bulunarak sonuç almaya çalıştığı bu süreçte düşmana verilecek en iyi bir cevap olacaktır. Bu tür bir eylemlilik, moralmen bozguna uğrayan düşmanı çıldırtmak, onu bulunan her alanda çepeçevre kuşatmak, ülkeyi ona zindan etmek anlamına geliyor. Bizim açımızdan ise; başta halkımıza, bütün savaş güçlerimize moral vermek, cesaret ve direnişi güçlendirmek, dost düşman herkese davamızda ne kadar kararlı olduğumuzu ve bu uğurda özgürlüğün bedelini bombaları kendimizde patlatarak gerçekleştirdiğimiz mesajını bir kez daha vermek, halkımızın özgürlük istemini bütün dünyaya duyurmak ve ileriki süreçte halkımızın bu yönlü direnişler geliştirmesini öncülüğünü yapmak, savaşın her yerinde ivme kazandırmak anlamına gelecektir.”
Dördüncüsü:Zilan yoldaş, Parti ve gerilla saflarına iki yıl gibi kısa bir süre katılmış olmasına rağmen PKK militan ölçülerine ulaşmanın bir örneğidir. Zilan arkadaş kendi şahsında Bese ve Zarifelerin geleneğinden gelen Dersim’li Kürt kadınının ayağa kalkışını ve mücadeledeki öncülük rolünü ortaya koyar. Çok uzun süre saflarda bulunmuş daha sonra ihanete gitmiş bazı kişiliklerin düşkünleşerek Partiye çeteleşmeyi dayattığı bir dönemde Zilan arkadaş görkemli bir yükselmeyi ve tanrıça olarak yücelmeyi yaşadı Bu onun Önderliği anlamadaki gücünü, süreci tahlil yeteneği, şehitlere, halka ve insana olan sevgisini gösteriyor. Bu özellikleri özgür yaşam tutkularıyla birleştirince büyük bir eylemin sahibi oluyor. Derin bir görev ve sorumluluk bilinciyle hareket ederek Kemal Pir arkadaşın “biz yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” şiarıyla, özgür yaşam uğruna nasıl soylu bir ölümün sahibi olunacağının timsali olmuştur. Bu açıdan zilan devrimci iradenin eylemde zirveleşmesi eylemin zaferle taçlanmasıdır. Özcesi devrimci iradenin zaferidir. Önderlğin belirttiği gibi: irade örgüttür. İrade önderliktir, irade savaşan gücün savaşma azmidir, savaşma kararlılığıdır ve hedefe kilitlenerek sonuna kadar yürüme gücüdür.
Zilan arkadaş bu hususta mektubunda çarpıcı vurgular yapar.”Başkanım! kendimi intihar eylemini gerçekleştirmek için aday görüyorum. Bizler, sizin bitmez tükenmez emek ve çabalarınıza karşılık canımızı bile versek yeterli değildir, keşke canımızdan başka verecek şeylerimiz olsaydı. Bu eylemi gerçekleştirmem gereken bir görev olarak görüyor ve kendimi sorumlu hissediyorum. Mevcut geriliklerimi aşmanın, özgürleşmenin ve kendini gerçekleştirmenin savaştan geçtiğini ve bu savaşında gereğinin yerine getirilmesinin gereğine inanıyorum.(…) Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Yaşam ve insanları çok sevdiğim için bu eylemi gerçekleştirmek istiyorum.”
Zilan arkadaşı sadece geçmiş eylemiyle ifade etmek büyük yanlış olur. O, bir çizgi, bir ilke, inanç, kararlılık ve fedai militan kadın olarak aynı zamanda bugündür. Geçmiş, şimdi ve geleceği eyleminde buluşturan bir karaktere sahiptir. Zilan, bir ruh, bir zihniyet ve zikir-fikir-eylem bütünselliğidir. Bu fedai ruh Arinlerin, Gulanların, Hebunların, Viyanların, Xebatların, Devrimlerin, Gelhatların, şahsında evrenselleşen bir efsaneye dönüştü. Bunun için ZİLAN KOMUTAN BİZLER EMİR ERLERİYİZ. Ve Zilanların mirası ve değerlerini her açıdan savunmak korumak ve demokratik sistem temelinde özgür bir ülke inşa etmek Zilan erlerinin temel görevi olmaktadır. Tarih bunu emrediyor, İnsanlık bunu emrediyor ve Komutan Zilan bunu emrediyor.
Devrimci selam ve saygılar
Dıjwar Sason
11.05.2015
- Ayrıntılar
Türkiye ve Kürdistan'da seçimler gerçekleşti. Ve bu seçimde ortaya çıkan tek gerçek, çoğulculuğun ve kardeşliğin zaferidir. Kaybeden ise; tekçilik, tek renklilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik, dikta rejimine olan özlemdir. Tek bir kelimeyle ifadeye kavuşturursak, kazanan Ortadoğu’nun halklar mozaiği olurken, kaybeden ise kapitalist modernist kültürün son yaratımı olan Ulus Devlet ve bunun her türden düşünce ve yaşam yapılarıdır.
Son iki yüz yıldır insanlık büyük bir hastalıkla karşı karşıyadır. O hastalığın adı milliyetçiliktir. Dünyanın -neresinde olursa olsun -milliyetçilik zihinlere bulaşmış ise, orada yaşanmış olan halkların birbirine karşı uyguladıkları kırımlar olmuştur.
Dikkat edelim özelde coğrafyamız ama genel manada da tüm dünyada insanlığın vicdanını sızlatan ne kadar da çok boğazlaşmalar yaşanmaktadır. DAİŞ denilen yapının ortaya çıkışı, temsil ettiği zihniyet hatta yaşam kalıpları kesinlikle milliyetçilikle bağı vardır. Söylem dini olsa da pratikte yaşanan milliyetçiliktir. Kaldı ki dini, dincilik haline getiren yaklaşımın kendisi de milliyetçilikle bire bir bağı nettir. Milliyetçiliği geliştiren hem de suni bir şekilde inşa etmiş olan sistemin adı Kapitalizmdir. Kapitalizmin siyasal yapısı olan Ulus Devlettir. Devlet tam bir despot aygıtı olmasına rağmen, sanki birilerinin hatta halkların ve ulusların bir yaratımıymış gibi yansıtmak, tek kelimeyle bu sistemin yani kapitalizmin eseridir. Kapitalizmin ise sadece kan olduğunu bizler biliyoruz. Hatta derinleşmiş bir kölelik olduğunu bu sahayla ilgili olan herkes dile getiriyor.
Özcesi, derinleşmiş kölelik olan kapitalizmin ortaya çıkaracağı bir siyasi yapının, insanları köleleştireceği açıktır. Yani tüm amacı halkları bir nevi efsunlama yoluyla köleleştirerek yürütmektir, belki gütmektir demek daha doğru olur. Böyle bir sistemin yapacağı belirttiğimiz gibi tek bir eylemi vardır, o da düşürmektir. Bunu da halkları birbirine kırdırtarak yaptığını bizler İngilizlerin; böl-parçala ve yönet politikalarının ortaya çıkardığı gerçeklerle daha iyi biliyoruz.
Unutmayalım ki Türkiye cumhuriyeti devleti tamamen bir Ulus Devlettir. Hem de Üniter bir devlet yapısıdır. Yani merkeziyetçiliğin en zirvede olduğu bir yapıdır. Yine biliyoruz ki Türkiye’nin hem o dönemin yöneticileri, hem bugünün yöneticileri tamamen Ulus Devlet yapılarının milliyetçilik zehrinin zihniyetleriyle oluşmuşlardır. Bu bağlamda bu zihniyetle zehirlenmiş insanlar ortaya çıkaracakları eylem ise, halklar düşmanlığıdır yani faşizmdir. Erdoğan gibi kişiliklerin; tek devlet, tek vatan, tek millet, tek bayrak ve başka tekleri sıralamaları bunun için tesadüfü değildir. Bugünkü emperyalist-kapitalist devletlere göre bu söylemler sert görünse de-özü itibariyle bu söylemler onların yani kapitalist-emperyalistlerin icat ettikleri söylemler ve onların taptıkları ikonlarıdır. Burada olup bitenler ise o zihniyetin yansımalarıdır. Yansımaların ya da taklitlerin orijinallerine göre daha ham ve çiğ pratikleştiğini sosyal bilimler yaşanmışlıklardan söylüyor bize.
Bunun için diyoruz ki Türkiye’de yaşanan, yaşanmış olan milliyetçiliklere, tekçiliklere karşı verilen mücadeleler sonucu, halkların yeniden öz köklerine denk çoğulculuk ve kardeşlik temelinde bir araya gelerek haykırmaları söz konusudur. Halkların uyanışı söz konusudur. Halkların uyanışı çok renklilik temelinde, tek ve siyah renkliliğe karşı bir başkaldırı olarak Türkiye’de ilk kez önemli bir zafer kazanmıştır. Zafer elbette nihai değildir, ancak elde edilen zafer, halkların –güçlü bir zihniyet ve iradesel duruş göstermelerine- bağlıdır. Elde edilen bu zafer sadece bir aşamadır. Büyük olmayabilir ama önemli bir aşamadır. Etabın belki de en zor olan bölümüdür.
Türkiye’de egemenler, milliyetçiler, faşistler, tekçiler derken ne kadar böyle kapitalist türemesi kişi ve yapı varsa, hepsi halkların Türkiye’de bir olamayacakları, bir araya gelemeyeceklerini özelde ezilenlere kabul ettirmişlerdi. Öyle ki düşmanlıklar en çok ezilenler arasında yaşanmaktaydı.
Ancak bu kez; halkların, renklerin, cinslerin, inançların, dillerin, kültürlerin, düşüncelerin ortaklaşmayı ve yaşamın bozulmasına çıkan böyle ne kadar farklı duruş varsa ilk kez bir araya gelerek Demokratik Ulus’un zaferini müjdelerken, milliyetçi ve militarist yapıların yenilgisini de tüm dünyaya duyurmuşlardır. Ve önemli olan bundan böyle bu çizgi temelinde daha büyük bir zihinsel ve iradesel duruşla bu çizgiyi inadına sürdürmektir.
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
Türkiye 7 Haziran seçimlerine giderken AKP nin kullandığı retorik Türkiye toplumunun hafızsından silinmeyecek izler bırakmakta. Türkiye’deki statüko partilerinin gelmiş olduğu düzeyi göstermek bakımından da emsal teşkil etmektedir. Bu tür siyasi kabızlık yaşayan statüko partilerine verilebilecek en iyi cevap tüm tahriklerine rağmen onların seviyesine düşmemektir. Bu hem insan olmanın bir zorunluluğu hem de uğruna siyaset yaptığımız demokratik kriterlerin ahlaki bir duruşudur.
Son olarak 29 mayıs ta Yalçın Akdoğanın HDP yi eleştirme adına Rojava da İŞİD faşizmine karşı direnişte şehit düşen YPG, YPJ savaşçılarına karşı söylediği sözün anlamı bir kısır döngü yaşayan AKP nin HDP karşısındaki çıkmazını yansıtmaktadır. Anket sonuçlarından oldukça ürkmeye benzemiş olan AKP’nin toplumda ahlaksızlık olarak değerlendirilen bu saldırıları gücünden güçsüzlüğünden kaynaklanmaktadır.
Sömürgecilerin tarihini araştırdığımızda hepsini ortak bir retoriğe sahip olduğu anlaşılacaktır. Aşağılama, hakir görme, dıştalama, hakareti kendine hak görmeler, bütün kutsallıklarına el uzatma ve bunların yetmediği yerde öldürmelere bolca rastlarız. Faşizmin ruhu, ideolojisi bunu gerektirir.
AKP Patolojisini analiz edebilmek için faşizmin beslendiği dört temel noktayı irdelememiz gerekir.
Bir cinsiyetçilik, bir cinsiyetin diğerlerinden üstün olduğunu savunan görüş ve ideolojidir. Bu anlayış ataerkil kültürün gelişimiyle başlar. Devletin kurulmasıyla birlikte sistemsel bir anlayış ve ideolojiye dönüşür. Bu sistem günümüze kadar birikerek, büyüyerek ve iktidarlaşarak gelmiştir. Temelinde talan, tecavüz, baskı, zor, kendine tabi kılma, karşısındakini iradesizleştirmek esas hedefidir.
2) dincilik; beli amaç ve çıkarlar temelinde dini kullanan, dini, kendi amaçlarına dayanak yapan ideolojik görüş ve anlayışı ifade eder. Dinciliği genellikle dindarlıkla karıştırılıyor. Dindar, dine inanan ve inanışına uygun yaşayan insandır. Toplumun bir anlam biçimi olan din ahlaki değerlerinden boşaltılarak talan, baskı, işgal ve sömürüyü meşrulaştırma aracı olarak kullanılmıştır.
3) milliyetçilik; kapitalizmin gelişmesi ile birlikte dinin yerine ikame edilmiştir. Ulus devletin modern dini de diyebiliriz. 19. Yüzyıldaki endüstrializmin merkantilist kapitalizmin önünü geçmesiyle birlikte yükselişe geçen milliyetçiliğin özünde sömürüyü gizlemek ve meşrulaştırmak vardır. Kendini başka halklar üzerinde üstün gören kapitalist modernitenin hastalığı tüm dünyayı, son dönemlerde ise ortadoğu’yu kan deryasına çevirdi. Ülkedeki zenginlikleri kendi burjuvazisini geliştirmek için kullanan vu bu amaçla sınırları dış dünyaya kapatarak azami büyümeyi sağlayan kapitalist modernitenin milliyetçiliği, açlık içindeki kendi yurttaşına karşı aynı milliyetçiliği göstermemekte. Yaşananlar sürekli dışarıda bir düşman üreterek kendi sömürüsünü gizleyen milli burjuvazinin millisliğidir. Bu anlamda son iki yüz yılda dünya tarihinin hiçbir döneminde Milliyetçilik üzerinden yapılan katliam ve soykırımlar kadar acılı süreçler yaşanmamıştır. Bu acılar katlanarak devam etmektedir. Bu anlamda günümüzde Iran’ın farsizm adına Şiacılığı, TC nin Pan türkizim adına pan-suni İslamcılık ideolojileri ile orta doğu halklarına günlük kan deryasında banyo yaptırıyorlar.
4) bireycilik; sadece kendisini düşünen, çıkarlarını her şeyin üzerinde tutan, toplumsal ahlak ve değerlerden kopuk yaşayan kişi demektir. Bu anlamda ki bireycilik, evrenin temel ilkelerinden, her şey bir birine bağlıdır, farklılıkların birliği ve karşılıklı bağımlılıkla var olunurdan kopmadır. Bunun diğer anlamı kendini evren üstü, hata evrensel güçlerin yer yüzünün tek temsilcisi, toplum üstü, topluma akıl veren ve kendisi dışında kimseyi dinlememedir. Bu sadece bir bireyle sınırlı kalsa belki zarar vermez ama bu bireycilik, dincilik, milliyetçilik ve cinsiyetçilik ideolojisi ile kendini sistematize etmişse ve ulus-devletin üst katında ise, vay o toplumların haline. Toplumsal ahlaktan kopan bireycilik, toplumu nesne kendini özne görerek toplumsallığa ait ne varsa kendi egosu için her türlü çirkinliğe, kire ve tehlikeye atmaktan çekinmez. Hitlerin kendi egosu altında Alman ırkçılığı adına başta alman halkı olmak üzere tüm dünya haklarını felaketlere sürüklediği hala insanlık beleğinde tazeliğini koruyor.
Şimdi AKP adına seçim meydanlarında konuşanların sözlerin de de, toplumlar Türklük adına aşağılanmakta, hakir görülmekte, din adına, kendilerinden olmayanlar “kâfir, zındık, Zerdüşt, ezidi vb” cinsiyetçilik adına, karşıtlarına şantaj kasetleri ile belden aşağı vurma, sapık tanımlamaları, eş cinsel yakıştırmaları ve ailelere dil uzatılmaktadır. Kendilerini eleştiren aydın yazara en hafif deyim olarak “vatan haini, sözde aydınlar” denir.
En son 29 Mayısta Kara propagandanın uzmanı Yalçın Akdoğan ın YPG, YPJ gerilla cenazelerine ilişkin sarf ettiği sözler faşist bir ruhun dişleri arasından kan salyalarının akışını gösteriyordu. Sömürüye dayanan tüm statüko partilerinin özü her yerde aynı. Zaman zaman biçimsel değişikliklere uğrasalar da özündeki baskı, sömürü, talan, ve soykırım değişmiyor.
Sonuç olarak beş bin yılık egemen erkek ideolojisi ve son iki yüz yıllık milliyetçi ideolojinin zehirlediği AKP – TC’ nin resmi temsilcileri Sünni, hanifi mezhebi dincilik, pan-türkizim, Tayip Erdoğan’ın faşizm bireyciliği, Türkiye halkı ile Ortadoğu’daki diğer halklarla boğazlaşmanın tüm yol taşlarını örmenin son demine gelmişler.
Bunu durduracak olan seçimlerde barajı aşmanın yanında demokratik ulusları yaratma mücadelesinin nihayi zaferidir. Buda, dincilikten arınarak, herkesini dinine saygı duyarak, dinler arasında farklılıkları zenginlik bilerek ayrılma sebepleri değil de zenginleşerek çoğalma olarak ele almaktır. Milliyetçilikten arınarak, her dile, renge, etnisiteye saygı duyarak farklılıkların birliğini esas alarak her ulusa ulus-devlet yerine ulusların konfederal birlikteliğini esas almak. Cinsiyetçilik yerine, kadın özgürlüğünü esas alarak, farklılıkların eşitliği temelinde özgür bir gelecek geliştirerek olacaktır. Tersi! var olanın devamı, akan kanlara yeni canların eklenmesidir.
Tabi ki bunun için mücadele ettiğimiz gücü küçümsemeden, seçim ve seçimin kazandıracağı zafer de olsa rehavete kapılmadan, asıl mücadelenin daha girdaplı, zorlu sürecini iyi hesaplayarak halka dayanan her türlü öz savunma örgütlülüklerini geliştirmek olmazsa olmazdır. Bu öz savunma örgütlülüğü, politik, ideolojik, kültürel, ekonomik, diplomatik ve askeri her alanda olmalıdır ki, beyaz adamın dişleri arasında sıkışma olmasın.
Medet SERHAT
- Ayrıntılar
Ortadoğu da Kürtlerin giderek stratejik bir konum kazandığı ve siyasal anlamda bütün dengeleri etkilediği bir konum kazandığını görmekteyiz. İşte görüldüğü gibi Rojava diriliş devrimi ve DAİŞ çete örgütüne karşı YPG ve YPJ güçlerin verdiği amansız mücadelede de damgasını gündeme vurmuştur. Yine bunların yanı sıra, Kürt özgürlük güçlerin Şengal, Mahmur ve Kerkük sahasında konumlanması ve orada DAİŞ’in her türden halka yönelimlerini engellemesi önemli oranla insanlık için umut ışığı olma konumuna gelmiş bulunmaktadırlar. Bu gerçekler ışığında yaşanan gelişmeler her geçen gün hızından bir şeyi kaybetmemektedir ve DAİŞ çete örgünlerine büyük darbeler vurmaktadır. Kürtler; Ortadoğu’nun önemli bir siyasi aktörü olmuş bulunmaktadırlar.
Yeni oluşacak olan Ortadoğu gerçeğinde var olan kaos ve bunalımdan çıkmanın çıkış yolu, Kürt güçlerin demokrasi mücadelesinin perspektifi öncülüğü temelinde oluşturulmak zorundadır. Kürtlerin artık eski ve klişeleşmiş emperiyal güçlerin politikalarına yenik düşmeyecekleri görünür bir durumdur. Kürtlerin eline tarihte ilk kez böylesi bir tarihsel fırsat düşmektedir. Uluslararası çapta küresel anlamda verdikleri demokrasi mücadelesinin bu kadar yalın ve gerçekçi bir biçimde yankısını dünya güçleri üzerinde yapmaktadır.
AKP hükümeti 7 Haziran 2015 seçimlerinde Kürtlerin güçlü çıkış yapmasının önünde engel oluşturuyor. Çünkü Kürtler artık ideolojik ve kültürel anlamda devrimsel bir ilerleme kat etti. Ve bu dönem Kürt halkı için zihinsel bir devrimin yapılması için en belirgin karakterini taşıyan bir dönem oldu. AKP rejiminin en büyük korkusu Kürtlerin, uluslararası siyasal bir statü kazanmasıydı ve nitekim şimdi hem askeri hem de yaşanan bilimsel aydınlanma gücüyle bu düzeyi yakalamış bulunmaktadır. Türkiye’nin Cumhurbaşkanından ve onun bütün yandaşlarına kadar hepsi tek dille Kürt özgürlük güçlerinin teşriini yaparak anti demokratik bir dil kullanmaktadır. Özelliklede HDP’yi bu seçimlerde barajın altında bırakması için her türden sözlü ve fiziki saldırı altına almış bulunmaktadır.
Büyük emek ve çabayla Kürt halk önderi Abdullah Önalan’ın başlatmış olduğu Kürt sorununun müzakere sürecine everilmeye doğru ilerleme kat ederken, AK partinin bu süreci kendi pragmatik çıkarlarına kurban etmeye çalışmasıdır. Bu anlamda meydanlarda Türk ve Kürt halkına karşı yaptığı bütün açıklamalarında ne kadar yalan dolana dayalı bir tutum içinde olduğu görüldü. Bu gerçeği hem Kürt hem de Türk halkının ve demokrasi güçlerin doğrudan görüp okuması önemlidir. İşte görüldüğü gibi yaklaşık iki aydır imarlıya giden heyetinin Öcalan ile görüşülmesine izin verilmemesi dahi bu oyunun bir parçası olduğunu göstermektedir. Bu açıdan AKP hükümetinin somut pratiği deyim yerindeyse tükürdüğünü yalamak gibi bir duruma düşmüş olması çok vahim bir durum olduğunun göstergesidir. Bu süreci; demokratik ve barışçıl bir toplumsal huzurun oluşmasına çevirmek her kesin kendi elini taşın altına koyması ve AK parti hükümetine karşı güçlü bir muhalefet yapması kaçınılmaz bir görev olarak karşımıza çıkmaktadır. Sayın Öcalan tarafından başlatılan toplumsal özgürlük mücadelesini desteklemekle yetinmeyip gerçek anlamda sosyalizm mücadelesini yükseltmesi, sürece en anlamlı bir cevap olacaktır.
Kürt ve Türk halkını tarihte ilk kez birlikte yaşama duygusunun geliştiği ve bu konuda var olan her türlü milliyetçi girişimlerin kırıldığı tarihsel bir aşamayı, bizzat Cumhurbaşkanın kendisi, onun başbakan ve milletvekillerinin kullandığı üslup, izledikleri politikalar büyük yanlışlıklar içermektedir. Bu kadar Kürt karşıtlığı ve düşmanlığını beslemeleri kimin yararına, çıkarlarına hizmet ediyor diye düşünmek gerekir. Son dönemde seçim propagandası adı altında Türk milletçiliğini geliştirmek ve halkları bir birine kırdırma politikaları bizzat R.T Erdoğan şahsında geliştirmek istenilmektedir. Gelinen aşamayı geriye itmek ve tekrar bu süreci 1980 ve 1990 yıllara dönüştürmek istenilmektedir. Kürt, Türk düşmanlığını geliştirmek ve bu çatışmanın üzerinden siyasi rant elde etmek dışında kazanım ne olacak? Bu nedenlerden kaynaklı bütün demokrasi güçlerin bilirliğine büyük bir ihtiyacın olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır.
Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan’la görüşmelerin kesilmesi ve bu sürecin dolaylı ve fili anlamda askıya alınması her iki halk içinde büyük bir riski taşıdığının kanısındayım. Ve bu dönem böyle devam ederse hiç tahmin edemeyeceğimiz bir savaşında her iki taraf arasında gelişebileceği olasılığının da güçlü olduğunu vurgulamak gerekir. Kalıcı bir barışın gelişmesi, Kürt ve Türklerin uzun yallardan beri örülen buzdan duvarların erimesi için Sayın Öcalan oldukça belirgin bir rol oynamaktadır. Bu konuda tek taraflı olarak verdiği emek ve çabanın anlamı, önemi her kez tarafından bilinmektedir. 16 yıldır büyük esaret koşuları altında da hiçbir dönem demokratikleşme mücadelesinde hiç taviz vermeden ilkesel, iradesel bir mücadelenin sahibi olmuştur. Bundan sonra gelişebilecek olası savaşın sorumlusu kesinlikle Kürt tarafı ve izlediği siyasal ve askeri mücadele çizgisi değildir. Bu konuda Kürtler çok bedel ödedi. Gereğinden fazlasını yaptılar. Bu süreçte herkes üzerine düşen sorumluluğu yapmış olsaydı eldeki sonuçlar daha değişik olacaktı. Fakat Cumhurbaşkanı ve başbakanın kendi açıklamalarında da görüldüğü gibi niyetlerinin kesinlikle bu sorunu çözmeye dönük olmayıp, açıktan taraflar arası savaşın gelişmesinin en büyük yanlısı olduğu açıkça ortadadır.
Yine Türkiye’yi daha demokratik bir yapıya çevirip, demokrasi kriterlerini güçlendirmenin yerine başkanlık sistemine geçip Türkiye’yi diktatör bir yapıya çevirmek istemeleri de açıktan anlaşılır bir durum olmaktadır. Dikkat edilirse bütün Türkiye ve Kürt halkının ve muhalefetin karşıtlık ettiği yasa ve başkanlık sistemini tek kendisi ve yandaşları savunmaktadır. Öyle halkın ve muhalefetin irade ve görüşlerini dinleme durumu yoktur. Bu gidişle Türkiye’yi gerçek anlamda bataklığa ve çıkmaza sürükleyecektir. Eğer HDP bu süreçte yapılacak olan 7 Haziran seçim barajını aşarsa AKP Parti istemiş olduğu başkanlık sistemine geçemeyeceği için önünde duran en güçlü parti olan HDP’ ye saldırmakta ve barajı tıkaması durumunda her türlü politika yürütmektedir. Bunun somut göstergesi de HDP’nin seçim sürecinde adaylarına ve açılan birçok il ve ilçe binalarına yapılan saldırıların altında AKP POLİSİNİN eli ve parmağı olduğu açığa çıktı. Her ne kadar bunun kabul etmiyor olsa da birçok oyalaya müdahale etmemesi ve sessiz kalması taraftarlığını gösteriyor.
Şimdi siyasi çevrelerin en çok tartıştığı önemli bir hususa daha vurgu yapmak istiyorum. HDP barajı aşmasa ne olur? Öyle abartıldığı gibi de değil. Bu husus salt Kürt güçleri için değil Türküye’ de var olan bütün demokrasi güçleri için büyük tehlike arz edecek bir durumdur. Özellikle demokratik bir sistemin oluşmamasının önünde yeni engel ve yasalar çıkarmış olacaktır. Bu anlamda seçim sürecinde her kesin kendi özgür iradesi ile kendini temsil edebileceği bir ortamın Türkiyeli halkaların ve demokrasi güçleri için önem taşımaktadır. Bu bakımdan 7 Haziran seçimlerinde doğru tercih yapmak ve sandığa gidecek tek bir oyu AK parti iktidarına vermemek lazım.
Kürtler ve Türkler için bu tarihi bir seçim olacaktır. Halkların yüz yılar boyunca özlemini çektiği barış ve kardeşlik isteminin gerçek bulacağı bir dönem olacaktır. Milliyetçi, dini ve ırkçılığın sona ermesi için Türkiye toplumunun özgür ve çağdaş yaşamaya ihtiyacı vardır.
DİYANA AMANOS
- Ayrıntılar
Dünyanın zalimleri ve buyurganları, müstebitleri insanlara kul olmayı dayatanlar birden bire insanların kimsenin önünde eğilmemeleri gerektiğini ve hatta her boyun eğişin bir alçalış olduğunu söylüyorlar.
Gerçekten de insanın her boyun eğişi-bu ne olursa olsun, kime karşı olursa olsun-sonuç itibariyle bir irade kırılması olduğu için kişilik hak ve meziyetlerinden bir geri çekilişi yani düşüşü ifade eder. Çok çok önceleri Jean Jacques Rousseau: “İnsanın özgürlüğünden vazgeçmek demek insan olma niteliğinden, insan haklarından hatta ödevlerinden vazgeçmesi demektir. Böyle bir vazgeçiş insan doğasıyla bağdaşmaz. Çünkü özgürlük elde edilebilir, ama kaybedildi mi bir daha ele geçmez” derken kast ettiği gerçeklik bu gerçeklikti. Ve dikkat edersek insanlık tarihinde en seçkin sözler hep biraz da dik durmayı tembihler, boyun eğişi ret eder ve insanı -insanlığı boyun eğişlere karşı direnişe ve karşı duruşa çağrı yapar. Ve çoğumuz biliyoruz ki bu dik durmaya en büyük erdemlilikler yüklenmiş ve halen de söz düzeyinde bu böyledir.
İnsanın dik durması gerektiği, kimseye karşı kendisini ezik görmeden, ezik hissetmeden yaşaması gerektiği ve hatta bunun için direnişe geçerek-gerektiğinde dağlara çıkılması gerektiğini de biz belirtiyoruz. Ve belki de Özgürlük Savaşçılarının en büyük ve çarpıcı özellikleri nedir diye sorulacak olursa, verilecek en yalın cevap: dik duruşları ve tüm dünyaya gerektiğinde kafa tutabilmeleri olacaktır.
Özgürlük Savaşçıları ya da gerillaların en temel özellikleri kesinlikle her türden boyun eğişe karşı durmalarıdır. Ve biz biliyoruz ki özgürlük dağlarına katılanların en az yüzde 95’inin katılımı bu temeldedir. Kimselerin onlara tepeden bakmaması için yönlerini dağlarına verdiklerini bu işi az ya da çok bilenler bilir.
Gerilla kimliğine ilişkin yapılan bir değerlendirmede:
“Gerillaya katılan her birey-ister bilinçli ister bilinçsizce olsun-katılma gerekçeleri vardır. Katılan bireylerin ortak noktaları kapitalist sistem etkilerini her gün yaşayarak horlanmalarıdır. Sorun okumuş ya da okumamış olmanın çok uzağında bir gerçekliktir. Sorun fakir ya da zengin olmanın da ötesinde bir durumdur. Türk Kürt olmak, alevi suni olmada esas değildir. Dediğimiz gibi gerillaya gelen her bir bireyin geldiği ortama karşı bir duruşu vardır. Çok bilinçlice tercih edenden bilinçlice olmadan dağları tercih edene kadar bir geniş yelpaze elbette vardır. Ancak ortak nokta her gelenin bir kimlik kazanma istemidir. Sınıflı toplum bireyleri hiçleştiriyor. Bireylere karşı saygıyı öldürüyor. Sevginin genelleşmesini engelliyor. Her şeyden daha önemlisi ise gelen her bireyin derin ruhsal dünyasında sisteme karşı müthiş bir öfke uyandırıyor. Var olan sistem mutlaka bir şekilde bireylere hakarette bulunmuştur, bireyleri küçültmüştür, bireylerin kendilerini olmasını engellemiştir. Birde belki de daha da önem kazanan bir husus, insanın derinliklerine nüfus etmiş insani özeliklerinin yaşam bulmaması durumunda bu özelikleri pratikleştirmek istenen mekânlara kayılması şaşılacak bir durum olmamalıdır herhalde. İşte bu arayışı olanlar ilk elden alternatif yerlere gözlerini dikeler. Her insanda mutlaka bir arayış vardır, lakin sistem çoğu kez birçok gencin arayışını başka yerlere kanalize ederek içini boşaltabiliyor. İçi boşaltılmamışları dağların doruklarına ulaştırdığınızda ya da böyle olanlar kendilerini dağlara attıklarında orada çok şey değişi veriyor. Bir benlik süreci derinden başlıyor.
İşte gerillaya katılımlar biraz da kendi benliğini arama temelinde olmaktadır. Kendi benliğini genelin benliğiyle birleştirmek ve buluşturmak başlıca bir amaç ve ulaşılmak istenen hedeftir” denilmektedir.
Çok tuhaf özgürlük için yollara çıkanlar kendilerini böyle ele alırken bir de bakıyoruz ki, bu kez insanı en fazla horlayan, dıştalayan; “Ananı al da git”den başlayıp geçen yıl “ucube”ye, “tıksırıncaya kadar için”e, Hopa’da bir protestocudan söz ederken kullandığı “kadın mıdır, kız mıdır bilemem”e, muhalefeti hedef alan “burnunu sürtmek” ya da “tükürdüklerini yalayacaklar” türünden veciz sözler gibi böyle onlarca sözü, sadece insanı rencide etmek, küçük düşürmek, alay etmek için sarf ettiğini ve bunun da temel bir nedeninin kendisine ya da kendilerine karşı koyanları sindirmek ve boyun eğdirmek olduğu gün yüzü gibi ortadayken, neden böyle inanmadıkları sözlere başvururlar?
Çok açıktır. AKP, Erdoğan ve cümle cemaat ekibi despotlaşma yolunda tam gaz ilerlemektedirler. Bunun için Türkiye’de değiştirmedikleri tek bir yasa bırakmadılar. Değiştiremediklerini ise zaten fiilen pratikleştirmektedirler.
Dikkat edelim; seçim sürecinin başından bu yana hiçbir hukuk kuralına riayet etmeyen bir Erdoğan-herkese tam boyun eğdirmek için-aralıksız çalışıyor. Yukarıda ifade edildiği gibi herkese en alçaltıcı sözleri sarf etmekten çekinmiyor. Böyle olan bir kişi ya da böyle olan bir cemaat ve parti, bu kadar alçaltılmayı ve hor görmeyi toplumun kabul edemeyeceğini bildikleri için, bu kez tersten-kendilerinin-boyun eğmelere karşı olduklarını, hem Erdoğan’ın hem de Davutoğlu’nun ağızından duymuş oluyoruz.
Ama unutuyorlar ki, Türkiye toplumu ve toplumları artık eskiden belledikleri ve bildikleri ve öyle olmasını istedikleri balık hafızalı toplum ve toplumlar değildirler. Türkiye toplumları artık sadece söze bakmıyor söz ile birlikte eyleme yani yapılanlara da bakıyor. Diz boyu faşizme doğru ilerleyen bir Erdoğan ve AKP’nin neme nem boyun eğici kişilik ve yapılar olduğunu ise tabiatı gereği görüyor ve biliyor.
Özcesi: Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye misali, geçti yalan ve aldatmalarınızın zamanı…
KASIM ENGİN
- Ayrıntılar
1979 İran da teokratik “devrim” oldu der tarih ama aslında 1979 da olan toplumsal devrimdi, İran i halkların uzun yıllardır şah rejimine karşı verdiği mücadelenin son halkasında şah rejimi yıkılmış, şah kendisini besleyen sahiplerinin yanına kaçmıştı. İran da politik dengeler karmaşıktı sol bölük pörçük te olsa önemli bir güçtü, Kürt hareketleri de iki başlılığı olsa da Rojhılat Kürdistanın geneline fili hakimler, on binlerce peşmerge güçleri vardı. Aydınlar, liberaller ve farklı akımlar da küçümsenmeyecek düzeyde kitleler içinde etkindiler Eli Hameney hareketi ise toplumda en fazla yüzde 30 bir güce sahipti.
Avrupa dan dan uçakla Tahrana indi, devrimin nicel birikimini, genel havayı arkasına almayı başararak ortak bir hükümet kurdu, birçok kesime de yer verdi. Bu göreceli durum uluslar arası tanınmasını sağladı ve batılı devletlerin ( NATO) Reel sosyalizmine karşı yeşil kuşak hattına da uyduğundan kimi doğrudan kimisi ise dolaylı Eli Hmaeneyi onayladı. Bunu fırsat bilen Eli hameyne içerde kendini sağlam zemine oturtmak için İslam Cumhuriyetini ilan etti ve buna karşı gelenleri “Allah düşmanı, münafık” ilan edip “katilleri vacip” diyerek fetvalar verdi. Bu fetvalara göre de yeni bir anayasa oluşturdu. Bu anayasaya göre “Iranda her düşünceden siyasi parti kurulabilinir” der ve takip eden cümlede derki “emma İslam ölçülerine göre” yine anayasasında “herkes düşüncesini ifade etmede özgürdür, emma İslam ölçülerine göre” olmalıdır. “kadın ve erkek eşitler” der anayasada ama medeni yasalarda kadının erkeğe karşı tek şahitliği kabul edilmez, bir erkeğe karşın iki kadının sözü ve erkek 4 kadın getirebilir. İran da ki Halklar adına, “her halk kendi kültürünü yaşar ve geliştirebilir ama politika yapamaz” der. “kendi dillerinde konuşabilirler ama resmi eğitim ve dil farsçadır” der. “Her türlü dernek, sendika vb. kurabilirsinin amma İslam ölçülerine göre olmalı” der. Liste uzadıkça uzar ama değişmeyen son söz “amma” eklenir.
Eli Hameyne rejimin anayasasını kitlelere onaylattıktan sonra muhaliflere karşı cadı avı başlattı ve yüz binlercesi faili meçhule gitti, zindanlara dolduruldular, bir o kadarı yurt dışına kaçmak zorunda kaldı. Kürt hareketleri ile en etkin sol hareketler büyük kıyımlara uğradılar ve kalanlar da çareyi Iraka Saddam’a sığınmada buldular. Geriye, devrimin yenilgisi, pişmanlık, kırılma ve nihilist söylemler “bir gün soracağız” diyerek mücadeleyi bilinmeze ertelemek kaldı. Eli Hameyne ise kendini kurumlaştırdı, Saddam’ı yendi ve en kötüsü ise orta doğuda halkların gelişen tüm demokratik devrimlerini terörize etmeye, yenilgilere, kaosa sürüklemeye devam ediyor olmasıdır.
Şimdi niye bunları yazdık? AKP 2002 de Türkiye toplumu ulus-devletin tek tipleştirme politikalarından, ekonomik sıkıntılardan yine Kürk Özgürlük Hareketinin geliştirdiği devrimsel gelişmedeki çözüm tartışmalarının arayışına da hitap ederek İktidara geldi. Şimdi tam 13 yıldır da iktidarda dır dır, bu on üç yılda yaptıklarına bakalım, kendi pan türk süni-hanifi mesepli İslam ideolojisine göre kendini devletleştirdi, farklılıkları susturmanın yasalarını çıkardı, pan türk süni İslam yayılmasını geliştirme adına Arap halklarının demokratik taleplerini boğmanın içindedir. Sol, liberal, faklı dini kesimler, kadınlar, işçiler ve Kürtlere yönelik söylemleri hep oyalama, kandırma üzerine kurarak hep erteleme içinde tutarak bu güne geldi.
Ne dendi, ne yapıldı, “kürk kardeşlerim var, ama hepimiz Türk’üz, Kürt kökenli vatandaşımız ne dedik tek millet, tek dil, tek bayrak ve tek devlet” kadınlara yönelik “ kadın üzerindeki tüm yasakları kaldıracağız” dan dan “kandın le erkeğin eşitliği fıtrata aykırıdır, kadının en iyi işi evinde çocuk doğurmaktır” a gelindi. “Herkes düşüncesini özgürce söyleyebilir, örgütlenebilir” den güvenlik yasasıyla cendereye alındı. İnanç özgürlüğü dendi kendisi dışında kimini kâfir, kimini zındık, kimini münafık ilan ettiler.
Eli Humeyni, kitlelere bir hitabesinde eliyle mezarlığı göstererek “ben sizi burada yatanlar kadar seviyorum” der. Tayip Erdoğan ın Kürdistan da ki seçim propagandasındaki “ben milletin adamıyım 70 milyonun tamamını seviyorum” derken elini boş hava da gezdirirken ne kadar da Tahran da kine benziyor.
Şimdi ne deniyor “başkanlık sistemi” diğer adı post modern teokrasidir. Şimdi, toplumun tüm farklılıkları, siyasal, kültürel kurumlarıyla İran da ki solun ve diğer tüm kesimlerin yaptığı, dağınık bir birinden be haber, örgütsüz, kitlelere tam inememe, farklılıklarını koruyarak birlikte mücadele zeminini yaratamama ve en önemlisi de karşı güce niyetsel yaklaşarak toplumlarını karanlığa çektiler. Evet ustalar der “mezar taşları da iyi niyetle örülmüştür” ancak bizler canlıyız ve daha erkenken bu seçimde post modern teokrasi rejiminin önüne geçebiliriz, bunu içinde politika biliminde hiçte bir anlamı ve yeri olmayan “ben” benim kurumum önceliği” kompleksinden uzak durarak farklılıklarımızı koruyarak ve farklılıklara saygı duyarak yakalanan HDP platformunu iyi değerlendirmeliyiz. Tersi durumu kaostur, kaosta da kime ne olacağını mücadele edenler belirler.
Medet Serhad
- Ayrıntılar
Adı Soyadı: Haki Karer
Doğum Tarihi-Yeri: 1950 Ordu Ulubey
Şehadet Tarihi-Yeri: 18 Mayıs 1977 Antep
Kürdistan Devrimciliğini Şahsında Somutlaştıran Bir Önder
Orta halli bir aileden olan Haki KARER, ilkokul, ortaokul ve liseyi kendi memleketi olan Ordu'da okumuş, üniversiteyi de Ankara Fen Fakültesi'nde okumaya başlamıştı. Daha lise yıllarındayken ilerici düşünceler taşıyan ve sol eğilimli bir yapıda olan Haki KARER, Ankara'da olduğu dönemde de herhangi bir siyasi grup içerisinde olmamasına rağmen, genelde devrimci bir düşünce taşıyor, eylemlere aktif olarak katılıyor ve Marksizm-Leninizm’in yoğun bir araştırmasını yapıyordu. 1973'lerde Ankara'da devrimci öğrencilerin kurduğu ADYÖD'ün üyesi olan ve bu dernek içerisinde yürütülen faaliyetlerin organizatörlüğünü yapan Haki KARER, aynı dönemde ulusal sorun konusunda araştırmalar yapan grup içerisinde de yer almıştır.
Bir grup Kürdistanlı aydınla birlikte yaptıkları araştırma ve inceleme sonucu Kürt ulusunun bağımsızlık mücadelesi vererek zafere ulaşabileceğini ve Türkiye proletaryasının da ancak bu sorun çözümlendiği zaman devrim yapabileceği sonucuna varan Haki Karer, yüce bir enternasyonalist ruhla -kendisi Kürt olmadığı halde- fakülteyi son sınıfta terk etmiş ve Kürdistan'a gelmiştir.
Halkımıza kendi bağrında çıkan aydınların bile gösteremediği bir dostluğu gösteren Haki Karer, 1976'da Batman'a gelmiş, burada kısa bir süre kaldıktan sonra ayrılarak Antep'e gitmiştir.
Kürdistan'da henüz bağımsızlıkçı bir hareketin olmadığı, halkın kendi varlığını inkâr eder konuma geldiği böylesi bir dönemde, Türkiye sol hareketinin sosyal-şoven düşüncelerin etkisinde kalmasının tersine onlarla yoğun bir mücadele içerisine girerek halkımızın davasına sarılan Haki Karer, en zor koşullara rağmen yılmadan çalışmalarını sürdürmüş, aydın gençlik içerisinde yaptığı eğitim ve propaganda faaliyetleriyle sayısız militan yetişmesini sağlamıştır.
Birçok güç ve çevre tarafından hayal ve gerçekleşmez bir umut olarak değerlendirilen Kürdistan sorunu giderek kendisini dünya kamuoyuna kabul ettiren bir sorun haline getirilmiştir. Bu ilk grup içerisinde yer alan ve belirgin faaliyetleriyle gelişmelerin hızlanmasını sağlayan büyük entemasyonalist devrimci Haki Karer, ideolojik şekillenme döneminde yürütülen hayati öneme sahip çalışmalara damgasını vuran önder kadrolardan birisi olmuştur.
Ülkemiz koşullarında mücadelenin büyük zorluklarla geçeceğini ve çok yönlü fedakârlıklar gerektirdiğini kavrayan ve buna en güçlü tarzda intibak eden Haki Karer, Kürdistan Devrimciliğini şahsında somutlaştıran bir önder haline gelmişti. Bütün günlük işlerini kendisi yapan, gününü çok az bir gıdayla, bazen basit bir kahvaltıyla geçiren, yanındaki arkadaşlarının en basitinden en zoruna kadar tüm sorunlarıyla yakından ilgilenen Haki Karer, çevresini bizzat pratiğiyle eğitmekte usta bir devrimciydi. Teorik yönden dönemin özelliğini de dikkate alarak basta kendisi olmak üzere çevresini eğitmek için sürekli okumayı ve tartışmayı bir kural haline getiren Haki Karer, çevresindekiler için tam anlamıyla bir esin kaynağıydı. Genç, yaslı, kadın, erkek tüm insanlarla kaynaşan ve sohbetlerinde bile güçlü bir eğitici olan Haki Karer, Kürdistan’da gelişecek olan mücadelenin önder ve militanlarının aşırı fedakârlıklarla dolu bir savaşıma atılmaları gerektiği gerçeğini kavrayan ve bunu çevresindekilere kavratan ve en kıt olanaklar içerisinde aylarca yaşayıp elindeki parayı daha önemli şeylere harcayan örnek bir devrimci olmuştur.
Devrimci profesyonel yasama atılmadan önce yıllarca hazırlık yapan ve her konuda belli bir seviyeye gelmek için çalışan Haki Karer gerçekçi ve bilime saygılı birisi olarak çevresinde buna aykırı olarak gördüğü her anlayışa karşı kararlılıkla tavır almakta ve insanları -hangi konuda olursa olsun- ikna etmek için günlerce uğraşmaktaydı.
Her yönüyle mücadelemize, gerek teorik yönüyle, gerekse de pratiğiyle davamıza değerli katkılarda bulunmuş ilk gelişmelerin sağlam bir zemin üzerinde boy vermesini sağlamıştır.
Sosyal şovenizme ve reformist küçük-burjuva milliyetçiliğine karşı amansız bir mücadele yürüten Haki Karer, teori ve pratiği en güçlü tarzda birleştiren ve bunu da bizzat pratiğinde gösteren bir yapıya sahipti. Birçok eylemin bizzat başında yer alan Haki KARER, Kürdistan'daki o karanlık ve suskun yapının kırılmasında, halkın hakkını savunmasında da önderlik rolünü oynamıştır.
Özellikle emperyalist sömürgeci sistem tarafından varlığına son verilmek istenen halkımızın o güne kadar karşılaştığı ihanet ve teslimiyetin tersine, enternasyonalizmin yüce savunucusu Haki Karer gibi bir önderi kendi mücadelesine kazanması ise tarihi bir olay olarak değerlendirilmelidir. Haki Karer, enternasyonalist devrimci ruhuyla bunu hak etmiş ölümsüz bir önderimizdir.
Onun faaliyetleri ve önderlik ettiği mücadele, Türk sömürgecileri ve onun uşaklarını da tedirgin etmiş ve kurulan alçakça bir komplo sonucu 18 Mayıs 1977 günü Antep'te şehit düşmüştür. Haki Karer’i fiziki olarak ortadan kaldırarak gelişmeleri durduracağını sanan sömürgeciler ve kurdukları ajan örgüt "Sterka Sor", kısa süre sonra yanıldıklarını anlamış ve büyük bir telaş içerisine girmişlerdir. Bu telaşlarında yanılmıyorlardı. Çünkü Haki Karer'in şehit olmasının ardından, mücadelemiz daha büyük bir atılım yapmış, kitleler hızla saflarımızda yer almış ve onun anısına bağlılığın gereği olarak PARTÎYA KARKEREN KURDİSTAN'ın program taslağı hazırlanmıştır.
PKK'nin Haki'nin ve ardından düşen şehitlerin anısı üzerinde yükselme gibi bir özelliği vardır. Bu anlamda Haki Karer, PKK'nin kuruluşunun ve Kürdistan Ulusal Direnişinin ilk kilometre taşı, mücadelede dönülmezliğin ilk ilanıdır.
Mücadele Yoldaşları
- Ayrıntılar
Bitimsiz toprakların günbatımıyla birleştiği ufuk çizgisinde kızıllaşan yaşam, bin yıllarca tekrar etti kendini. Her sabah güneş kapısında duaya duran Ninovalılar birliğin, beraberliğin yolunu en sağlam ve en güvenilir biçimiyle yaşamayı öğrenmişlerdi. Büyük bilgeler, toplumu güçlü değerler temelinde bir araya getirmiş ve geliştirmişti. Makedonyalı İskender bu ovada o büyük ordusuyla gelip Urbil (Erbil) kalesine dayandığında duvarlar kızıl kana boyanmış, toprak günlerce inlemişti acıdan, toprak ana yüzünü elleriyle saklamıştı. Bütün şehir bir yana Zerdüşt'ün "Avesta"sı, üç büyüklerin kanunları da yakılmıştı, en büyük değerleri bu ilim, irfan tanımaz, ahlak bilmez ve insanlıktan anlamaz barbarların ayakları altında çiğnenmişti. Ama birileri vardı ki içlerinde haram yemiş, güneşten kopmuşlardı işte reber bunlardı...
Yüz yıllarca küsen toprağın bağrında deşilen yaralar bir nebze de olsa iyileşmeye yüz tutmuş, bahar Urbil kalesinden nazlı upuzun serilmişti ovaya, sular kuyular boyu bol, bereketli bağlar olgunlaşmaya durmakta, yüzler umut ve neşesiz kaldığından beri mevsim ilk defa güzelliğini yeni yeni kendine gelmiş olmanın burukluğuyla, acı dolu geçen yıllarına hayıflanırcasına yaşamakta... Bu onlar için yeni doğuştu.
Sancılı olur büyük doğuşlar. Ancak direniş ne kadar yüceleşiyorsa ihanet de o denli cüceleşiyordu. 1997 yılının 16 Mayısında ihanet direnişe inat bilemiş kılıcını, zalimlerin saflarında yerini almış, yine onun reberliğine soyunmuştu. Adını Kürdistan olarak yenilemiş olan bu topraklar üzerinde bütün değerler birleşmekte, yaralar sarılmakta, ortak ülke, tarihe, kültüre sahip olan ve hatta bir anadan doğan kardeşler; kendine yabancılaşmanın eşiğinden alınarak hak ettiği değerlerine kavuşturulacakken bu halk için ihanet yine de anlaşılması zor bir olay değildi.
Hewler şehri Kürdistan tarihinde önemli bir yere ve konuma sahip olup aynı zamanda Güney Kürdistan'ın en büyük şehridir. Çeşitli hanedanlıkların, imparatorlukların ve beyliklerin hüküm sürdüğü bir şehir olması itibariyle değişik politikalara maruz kalmış, gelişim dinamikleri adeta kırılmıştır. Irak rejiminin katliamlarla terk ettiği şehir yerli işbirlikçiler eliyle bu sefer de TC sömürüsüne açılmaya çalışılmaktadır. Halk hem yerel otoritelere hem de dış otoritelere amenna çekmiş ve illet etmiştir. Yalnızca Kuzeybatıda gelişen mücadeleyi ilgiyle izlemekte ve sempati duymaktadır. Buna karşılık buradaki yerel güçler parti çalışmalarından şiddetle ürkmekte, gelişimine izin vermek istememektedir. Parti çalışmalarının gelişmesi dört parça Kürdistan ülkesinin birleşmesi anlamına gelecek, çağı aşan bir ideoloji ve politika demek olacağından kendi miadını dolduran hareket ve oluşumların da yıkılması anlamına gelecektir. İşte buradaki güçler buna hazır olmadığı gibi ulus, özgürlük, demokrasi gibi temel insani gereklerden oldukça uzak klasik feodal geleneklerini ve kişisel otoritelerini korumadan başka bir şey düşünememektedirler. Sanki tarih bu rolü kendileri için vazgeçilmez kılmıştır. Kürt halkı kendisine dar gelen ve üzerinde bir yük gibi taşıdığı bu eskimiş, her tarafı yamalanmış gömleği giymek zorundaymış gibi bir mecburiyet içinde bırakılmak istenmiştir. Kuşkusuz emperyalist ve sömürgeci devletlerin bu rolü oynamalarındaki payı hiç küçümsenemez. Kaldı ki Kürt halkı kendi durumunun ve gerçeğinin oldukça farkındadır zaten acı gelen de budur. Bile bile kölelik sınırında tutulmak hiç bir halkın kabul edemeyeceği bir şeydir.
Gelişen PKK mücadelesi giderek Güney Kürdistan'ı da kucaklamaktadır. Büyük kazanımların hangi değerler temelinde yaratıldığı kuşku götürmezdir. Başkan Apo, halkın büyük aydınlanma ve özgürleşme özlem ve ihtiyaçlarını görerek burada ulusal kurumlaşmalara gitmek amacıyla basın-yayın ve kültürel çalışmalardan başlayarak yeni bir yapılanma süreci başlatmıştır. Bu kurumlar kaybedilen tarihi kaybolduğu günden alarak aydınlığa çıkaracak ve Kürt halkını uygarlıklar içinde hak ettiği yere getirecekti. Yıllarca süren kadro, mücadele imkân ve olanaklarını hazırlama böylesine kutsal topraklarda kutsal bir amacı taşıyordu. Başkan Apo bu süreci "Kurtuluş tamamlandı sıra inşada" biçiminde değerlendirmişti.
Gelinen aşamada Ulusal birliğin sağlanması da kaçınılmaz bir görev olarak kendini dayatmaktaydı.
Hewler direnişinde yer alan kahramanların ne büyük bir görevle karşı karşıya olduklarını üzerlerine aldıkları tarihi misyonda görmek mümkündür.
Geçit vermeyen ihanete karşı bütün parti kadrolarının toplanarak kurum çalışmalarına devam kararını vermeleri, imhayı bile göze almaları bunun kanıtıdır. Yine Ronahi arkadaşın "Hewler geçilmez!" diyerek ihanetin yönelimini karşılamasının takipçiliğini, Salih Çavgun arkadaşın "Kanımız Hewler sokaklarına dökülünceye ve duvarlarına işleyinceye dek savaşacağız, ya kurum çalışmalarımız devam edecek ya da öleceğiz." diyerek eylemi başlatan son sözleri tamamlar. Pervin ve Osman arkadaşlar "Bu bir komplodur, bizler Zilanların öğrencisiyiz, bunu nasıl boşa çıkaracağımızı biliriz." derken genel tutum somutlaşmıştır.
Ertesi gün olağan çalışmalarına başlayan kurumlar çok normal koşullarda hiçbir olağanüstü hazırlık yapma gereği duymaz, savunma durumunda bile değildir. Yalnız güvenlik gereği bulundurdukları birkaç ferdi silahlarından başka hiç bir şeyleri yoktur. Ancak KDP güçleri TC ordusuyla beraber tanklar, panzerler ve toplarıyla bütün parti kurumlarına 16 Mayıs gününde saldırıya geçer, her tarafı yerle bir ederek kan emici Dehak misali karnı doyunca bu sefer böğürmeye başlar; yurtsever aile ve kitle çalışmalarında bulunan militanları katlederek tarihi rolünün çirkin görevlerini yerine getirmişlerdir. Soysuz işbirlikçiliğin bu hali karşısında toprak ana bir kez daha sakladı yüzünü, çünkü toprak bir kez daha yaralanmıştı. Fırat ve Dicle bir kez daha sırtlarını birbirine çevirerek küskün akmaya başladılar.
Güney Kürdistan tarihinde bir dönüm yaratan Hewler direnişi abideleşen değerlerin bileşkesi olmuştur. Ulusal önderliğe ve Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesine yönelik komplonun bir ayağı olan ve işbirlikçiliğe dayalı olarak geliştirilen bu saldırı uluslararası komplonun aslında bir hazırlık aşamasıdır. Güney Kürdistan kendilerinin resmen bir üssü durumuna gelecek, diledikleri gibi at koşturma imkânını elde edeceklerdir. Artık PKK bir daha bu alanda kolay kolay örgütlenemeyecek, kurumlaşamayacaktır. Başkan Apo'ya yönelik komplonun '96 yılındaki ilk aşaması Zilan arkadaşın büyük inancı ve yüksek bilinciyle boşa çıkmıştır. '97 yılında devam eden komplonun ikinci aşaması ise Hewler katliamı olup oldukça planlıdır. Ancak devrim güçleri iradelerini inançlarıyla katık ederek mücadeleyi yaşatmayı hedeflemişlerdir. Burada Önderliksel tarz vardır ve bu tarz insanlık onuruyla kazanan tarzdır, hedefe kilitlenen ve ölümü bile küçük gören mutlak zafer tarzı vardır, kesin başarı vardır. Özellikle Güney Kürdistan halkının bu direnişten sonra mücadeleye ve PKK'ye olan inancı daha bir perçinlenmiş, duygu ve irade birliğinin sınırına varmıştır. Önderliğimize ve partimize yönelik geliştirilen uluslararası komploya karşı gereken tutumu, özgür yaşama özlem ve bağlılığını ortaya koymuştur. Zaferi bir defa görmüştü, ölümden korkmayan güneş rengi gözlerde bulmuştu kendini. Kendi öz iradesi olan bu çelik yüreklerdi. Bir defa peşmerge olunacaksa böyle olmalıydı, militan olunacaksa ve kahraman olunacaksa böyle olmalıydı. Asırlarca beklenen düşlerini kuzeyli kardeşlerinde gördüler, aradaki sahte duvarları aştılar. Serkar, Hewkar gibi yoldaşlar da ülkenin kuzey parçasında topraklarıyla yeni doğuş temelinde buluştular ve ortak kader ancak böyle yaratılabilirdi. Hewler'de de kazanan özgürlük olurken, kaybeden yine ihanet ve militarizm olmuştur.
Demokrasi ve barış yolunda bu değerlerle yürünecektir!
Mücadele Yoldaşları
16 Mayıs 1997 tarihinde Hewler'de şehit düşen yoldaşların künyeleri
Adı, soyadı: Hasan AĞAÇ
Kod adı: Salih Çavgun
Doğum yeri ve tarihi: Hilvan, 1964
Mücadeleye katılım tarihi: 1990
Şehadet tarihi ve yeri: 20 Mayıs 1997, Hewler
Görevi: Hewler eyalet sorumlusu
Adı, soyadı:
Kod adı: Helin
Doğum yeri ve tarihi: Doğubeyazıt, 1969
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997
Hewler
Görevi: Hewler YAK Eyalet sorumlusu
Adı, soyadı:
Kod adı: Adar
Doğum yeri ve tarihi: Mardin
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YAJK derneği-Hewler
Adı, soyadı: Hamdiye
Kod adı: Avyan
Doğum yeri ve tarihi: Afrin, 1973
Mücadeleye katılım tarihi: 1993
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YAJK derneği-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Şevin
Doğum yeri ve tarihi: Van
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YAJK derneği-Hewler
Adı, soyadı: Perwîn Osman MUHAMMED
Kod adı: Peyam
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1973
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YAJK derneği-Hewler
Adı, soyadı: Nuriye
Kod adı: Dicle
Doğum yeri ve tarihi: Midyat, 1977
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 20 Mayıs 1997, Hewler merkezi (intihar eylemi)
Adı, soyadı: Bekir DOĞAN
Kod adı: Numan
Doğum yeri ve tarihi: Urfa
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Med-TVmuhabiri)
Adı, soyadı: Roza MUHAMMED
Kod adı: Roza Cudi
Doğum yeri ve tarihi: Tırbespi, K. Güney, 1968
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Adı, soyadı: Güney GEÇİLMEZ
Kod adı: Ronahi
Doğum yeri ve tarihi: Pazarcık 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1991 İsviçre
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Görevi: Welat Gazetesi sorumlusu
Adı, soyadı: Şiwan
Kod adı: Rêbaz
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1994
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Adı, soyadı:
Kod adı: Roni
Doğum yeri ve tarihi: Malazgirt 1977
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Adı, soyadı: Gelawej KEMAL
Kod adı: Rewşen
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Adı, soyadı: İdris Ali MUHAMMED
Kod adı: Azad
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1973
Mücadeleye katılım tarihi: 1994
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi'nde)
Adı, soyadı: Ömer ÖZSÖKMENLER
Kod adı: Ozan
Doğum yeri ve tarihi:
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Diyana
Görevi: Diyana bölge sorumlusu
Adı, soyadı: Gelewej ARİF
Kod adı: Berxwedan
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1974
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler
Görevi: YXWK Sekreteri
Adı, soyadı: Nahide Heme SALİH
Kod adı: Ruken
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Cemil
Doğum yeri ve tarihi: Kuzey Kürdistan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Agit
Doğum yeri ve tarihi: Kuzey Kürdistan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Aslan
Doğum yeri ve tarihi: Afrin
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Farok
Doğum yeri ve tarihi: Botan, ...
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Rugeş
Doğum yeri ve tarihi: Botan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997
PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Reşit
Doğum yeri ve tarihi: Şırnak/1977
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Berxwedan
Doğum yeri ve tarihi: Botan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, PKK temsilci bürosu-Hewler
Adı, soyadı: Recep
Kod adı: Goran
Doğum yeri ve tarihi: Kelar, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Şex Kamuran
Doğum yeri ve tarihi: Hiran
Hewler, 1969
Mücadeleye katılım tarihi: 1995
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı: Azad SURÇİ
Kod adı: Kemal
Doğum yeri ve tarihi: Ruwandiz-Hewler, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1994
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi)
Adı, soyadı: Muhammed NADIR
Kod adı: Xogir
Doğum yeri ve tarihi: Hewler, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1991
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi)
Adı, soyadı: Yusuf
Kod adı: Murad
Doğum yeri ve tarihi: Süleymaniye, 1973
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Welat gazetesi-Hewler
Adı, soyadı: Hamid BERZİNCİ
Kod adı: Kawa Bagdayi
Doğum yeri ve tarihi: Kerkuk 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1995
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Welat Gazetesi)
Adı, soyadı:
Kod adı: Ferhat
Doğum yeri ve tarihi: Kobani (K. Güney)
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Şerko
Doğum yeri ve tarihi: Kerkuk
Mücadeleye katılım tarihi: 1997
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Aram
Doğum yeri ve tarihi: Sine /(Doğu Kürdistan), ...
Mücadeleye katılım tarihi: 1995
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Nûdem
Doğum yeri ve tarihi: Derik /K. Güney, ...
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Dilşad Afrin
Doğum yeri ve tarihi: Afrin, ...
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Hêjar
Doğum yeri ve tarihi: Derik
K. Güney, ...
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Fuad
Doğum yeri ve tarihi: Serhat
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, YNDK-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Merxas
Doğum yeri ve tarihi: Serê Kanî (Kuzey Kürdistan)
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Hewler (Heyva Sor a Kurdistan)
Adı, soyadı:
Kod adı: Dr. Serhat
Doğum yeri ve tarihi: Serhat, ...
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Dilovan
Doğum yeri ve tarihi: Dihok, 1971
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Berbang
Doğum yeri ve tarihi: Serhat, 1975
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Hêvîdar
Doğum yeri ve tarihi: Serhat
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Şefîk
Doğum yeri ve tarihi: Botan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Sozdar
Doğum yeri ve tarihi: Botan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Zagros
Doğum yeri ve tarihi: Kuzey Kürdistan
Mücadeleye katılım tarihi:
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Agit
Doğum yeri ve tarihi: Diyana, 1977
Mücadeleye katılım tarihi: 1996
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997, Heyva Sor a Kurdistan Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Serkewit
Doğum yeri ve tarihi: Xaneqîn Büyük Güney, 1972
Mücadeleye katılım tarihi: 1992
Şehadet tarihi ve yeri: Temmuz Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı: Xanzad Ali ÖMER (Yurtsever)
Kod adı: Xanzad
Doğum yeri ve tarihi: Hewler
1975
Mücadeleye katılım tarihi: 1995
Şehadet tarihi ve yeri: 18 Mayıs Hastanesi-Hewler
Adı, soyadı:
Kod adı: Kendal
Doğum yeri ve tarihi: Suruç
Mücadeleye katılım tarihi: 1994
Şehadet tarihi ve yeri: 16 Mayıs 1997 Hewler Katliamı-MKM
- Ayrıntılar
Milliyetçilik ulus devletle gelişen toplumsal hatta ruhsal bir hastalıktır. Doğuşu ise kapitalizmin kendisini ulus devlet biçiminde örgütlendirilmesi zamanına götürülebilir. Bu bağlamda milliyetçilik-insanlık tarihi göz önüne getirildiğinde-yeni bir hastalıktır. Yeni ve taze bir hastalık olmasına rağmen, suni olarak doğuşundan bugüne kadar belki de insanlığın başına bela olmuş en büyük hastalıkların da başında gelir.
Bu öyle bir hastalıktır ki, bir devletin sınırları içerisinde yaşayan insanlara, ulus devleti gerçekten de kendi devleti bilir hale getirir. Kendisini ulus devletin sahibi olarak görür. Halbuki: “Ulus kavramından türetilen milliyetçilikle tüm bir ulus iktidarın kendisine ait olduğuna inandırılmıştır. Özünde hiçbir zaman iktidar ulusun olamaz. Her yerde ve her zamanda etnik grupların, hanedanların, ulusların azınlık kesimi iktidarın gerçek sahibidir. Fakat öyle bir sistem yaratılır ki, en alttaki ezilene kadar her birey bir anlamda kendini iktidar sahibi kılmak durumundadır. En alttaki bir ailede en yoksul bir koca karısı karşısında kendini ‘küçük imparator’ rolünde rahatlıkla görebilir. Karı da zincirleme tarzda çocuklarına karşı bu rolü oynar. Ya çocuklar? Onlar büyürlerse aynı sistemi oynamaktan başka ne yapabilirler? İktidarlaşma zincirinin böyle kurulması sistemin bir özelliğidir.”
Daha da açacak olursak: “Kapitalizmin gelişim aşamasında ortak dil ve geleneklerle çevrili bir sınır, ideal birikim için tercih edilen coğrafi büyüklüklerdir. Kutsal vatan anlayışı değil, elverişli kâr, birikim alanı kavramı esastır. Dış rakiplerine kapatılan bu alan sermaye birikimini güvene almak, iktidarını güçlendirmek için idealdir. Milliyetçiliğin doğuşu bu maddi gelişmenin sonucudur. Laiklikle -dünyalaşma- dini zihniyetin gerilemesi yeni bir ideolojik örtüye ihtiyaç gösterir. Milliyetçi ideoloji ulus olgusu ile bağlantısı nedeniyle hızlı gelişme gösterir. Özünde eskinin etnik -aşiret- duygusunun daha geliştirilmiş bir biçimi olarak düşünülmesi gereken milliyetçilik, ortak etnik duygu ve dinin yerini tutan bir inanç hizmeti gösterir.”
Yukarıda dile getirilenlerden yola çıkarsak o zaman bizler: “Milliyetçiliği kapitalist devletin ideolojik silahı olarak anlamak, yayıldığı dönemleri doğru kavramak açısından önemlidir” tespitini esas almamız gerekecektir. Çünkü biz biliyoruz ki: “Milliyetçilik aynı zamanda devletteki merkeziyetçiliği güçlendirir. Daha demokratik federal yapılara karşı devlet milliyetçiliği, merkezi-üniter yapılara kayar. Buradan faşist ve totaliter devlet anlayışına geçilir. Toplumsal hastalığın histeriye dönüşmesi, kapitalist sistemin faşist ve totaliter devlet biçimine yönelmesiyle at başı gider. Sonuç, kapitalizmin intiharıdır. Birinci ve ikinci dünya savaşları bu anlamda milliyetçilik dozajının aşırı kullanılmasından doğan sistemin intihar eylemleri olarak da düşünülebilir. Kendisi uygarlık krizi olan kapitalizmin en genel ve derinlikli krize, kaosa girme sürecidir.”
Söylenen ve yazılanların özü itibariyle birer ruh hastalığı yansımaları olduğu da açıktır. Tekleştirme adına neredeyse dünyanın tamamını ateşe vermek, gerçek manada akıl kârı olamaz. Milliyetçilik hastalığıyla insanlık ateşe verilmiştir. Sadece birinci ve ikinci dünya savaşlarını ele alacak olursak; milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği, milyonlarcasının sakat kaldığı ve de milyonlarcasının ise halen akıbetlerinin belli olmadığını dile getirdiğimizde, yaşanmış olan ruh hastalığının ne kadar derin olduğu daha çıplak biçimde kendiliğinden anlaşılır.
Bu hastalığın bir şekilde üstünün örtülmesi gerekir. Çıplak bir hastalık olarak görülmesi yerine tam tersine sanki milliyetçilik din gibi kutsalmışçasına öyle bir propaganda yapılır ki, milliyetçiliğin büyük tehlikelerine karşı toplumun-büyük bölümü-korunmasız ve savunmasız bırakılır. “Ulusçuluk ya da milliyetçilik zayıflayan dini bağların yerini tutmaktadır. Bir nevi seküler-dünyevi- dindir. Devletin en temel meşruiyet aracıdır. Dine ve milliyetçiliğe dayanmadan devleti yürütmek zordur. Din zaten devletin genidir. Milliyetçilik de onun modern biçimidir” tespitleri dile getirdiklerimizi ifade etmektedir.
Başka bir şekilde ifadeye kavuşturacak olursak: “Ortaçağlarda din adına yürütülen savaşlar, kapitalizm çağında milliyetçilik adına daha kapsamlı ve acımasız sürdürüldü.” Nedenleri elbette vardır. Bir nedeninin iktidarla bağı olduğu kesindir. “Ne kadar süslü kelimelerle ifade edilse de, milliyetçilik aşiret şovenizminin gelişmiş bir biçimidir; onun daha da büyütülmüş ve siyasallaştırılmış ifadesidir. Bu da dar görüşlülük ve kendinden başkasını görmemektir” kendisini beğenmektir, başka halklara ve renklere karşı düşmanlıktır, tanımamaktır yani kendini dünyanın merkezine koymaktır. Bunun için: “Milliyetçiliği kapitalist devletin ideolojik silahı olarak anlamak, yayıldığı dönemleri doğru kavramak açısından önemlidir.” Bu silahın nasıl kullanıldığını ise bizler son iki yüz yıllık pratikte gayet iyi biliyoruz. En çokta biz Kürtler, Ermeniler, Asüriler, Çerkezler, Aleviler olup bitenleri iyi biliyoruz. Çünkü son iki yüz yıldır ve özelde de son yüzyılda kaç yüz bin Kürt insanının bu hastalıklı ruhsal bakıştan dolayı katledildiği verileriyle ortadadır.
Halbuki Başkan Apo: “Egemenlerin sahte milliyetçilikleri uğruna değil, halkların ortak vatanı uğruna özgürlüğü ve hak eşitliğini esas alan, her düzeyde ortak birliktelik ve eylemlilik yöntemiyle mücadele etmek, gerçek yurtseverlik anlamına gelmektedir” demektedir.
Halkların ortak vatanı uğruna özgürlüğü ve hak eşitliğini esas almak, sözünü sıkça ettiğimiz Demokratik Ulus kavramlarıyla yakinen ilgilidir. Demokratik Ulus kavramı halkları ulus devlet temelinde zehirleyen kapitalist modernist çağa karşı -gerçek manada- bir mücadele stratejisidir. Öyle ki tekçiliğe karşı ortaklığı ve komünal olmayı savunur. Kendini beğenmenin yerine insanlığı sevmeyi savunur. Renksizliklere karşı çok ama çok renkli olmayı ilke edinir. Birçok farklı rengin bir arada, hem de çok güçlü bir şekilde ortak yaşayabileceğine inanır. Yani tekçiliğin bir milliyetçilik zirveleşmesi olarak halklara sadece acı getirdiğini bilerek, bu tekçiliklere ve tekleşmelere karşı en ileri düzeyde karşı koymasını da bilir.
Özcesi bizler bugün dünyada insanlığın başına bela olmuş milliyetçiliklere karşı durmak istiyorsak önce demokrat olacağız. Ancak bu demokratlığı tüm farklı toplumsal yapılarla birleştirerek sağlam kurumsal yapılar haline getirirsek orada gelişen ve gelişecek olan Demokratik Ulusçuluktur. Anti Milliyetçilik olarak Demokratik Ulusçuluk ise gerçek manada halkların renkli bir şekilde açan gül bahçesidir.
Halkların Gül Bahçesi’nde tüm renklerin bir arada, aynı anda açması ve yaşaması dileğiyle…
ŞIHO DİRLİK
- Ayrıntılar