Basına ve Kamuoyuna!
Sahanızda başlatılan Şehit Serdem - Şehit Nûdem Devrimci Hamlesi ve bu hamlenin ilk adımı olan, Besta alanına bağlı Dêriyê Beroj’da Türk ordu güçlerinin tuttuğu tepelere karşı 16 Ağustos günü sabah saat 6 sularında gerçekleştirilen saldırı eyleminde bir tepenin tümden düşürülmesi, diğer tepelerin ise darbelenmesi, düşman güçlerinin üzerine gidilerek silah, cephane ve dürbünlerine el konulmuş olması önemli bir başarıdır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Güçlerimiz Şehit Bedran Gundikremo ve Şehit Nalin Muş devrimci hamlesi kapsamında 15 Ağustos günü Hakkari’nin Şemzînan (Şemdinli) ilçesine bağlı Gostê alanında bir eylem gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Şehit Bedran Gundikremo ve Şehit Nalin Muş devrimci hamlesi kapsamında güçlerimiz, 15 Ağustos günü Hakkari’nin Şemzînan (Şemdinli) ve Gever (Yüksekova) ilçesinde işgalci TC ordusuna yönelik eylemler düzenlemiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Bedran Gundikremo ve Şehit Nalin Muş devrimci hamlesi kapsamında güçlerimiz, Hakkari’nin Şemzînan (Şemdinli)’da işgalci TC ordusuna yönelik eylemler düzenlemiştir.
- Ayrıntılar
Evet sonbaharda bile yaprakları dökülmeyen iki çiçekti onlar. Kışları kar’ın altında ölmediler. Yazların kavurucu sıcağında hiç…
- Ayrıntılar
Düşman cephesinin son günlerde nasıl yüklendiklerini ve kendilerine göre sonuca ulaştıklarını iddia ettiklerini görüyorsunuz. Başbakan “terör ya bitecek, ya bitecek” diye bir yumurta yuvarladı, bu arada Genelkurmay Başkanı da, “artık terörü bitmiş sayabiliriz” diye bir yargıda bulundu. Ayrıca “ikinci dönemi açıyoruz” dediler. Yeni dönem dedikleri, ekonomik yatırımlar dönemiymiş. Bu, onların gündeminin icabıdır. Belli bir planları var, uygulamaya çalışırken bu gibi gösterileri, psikolojik savaşın tabiatı gereği uygulamak durumundadır.
Gerçeklerin oldukça çarpıcı ortaya çıkması söz konusu. Bu on yıllık savaşım sürecinin, düşman cephesindeki yansımalarını da izlediğimizde, savaşın ekonomik, sosyal, psikolojik ve en önemlisi de askeri boyutlarını çok iyi görmek zor değil. Bu arada faşist karakterini de çarpıcı bir biçimde, adeta başbakan Türkeş kişiliğinin birlikteliğinden görmek çok açık. En iyisi de Türkiye halkını biraz uyarıyor bu gelişme. Daha önce de vardı, açığa çıkardık. Dengeleri sarstığı açıktır.
Sizler biraz anlamaya başlamalısınız. “Savaşta varım” deyip de güçlü bir çözümleme kabiliyetine ulaşmamak, kişiyi çok sahte ve çok kaybeder konumda bırakır. Savaşın her cephesindeki gelişmelerde gördük. Yalan cephesinde parlamento düzeyi de açığa çıkartıldı. Savaşın onuncu yıl dersleri bu anlamda yakıcıdır. Hatta gerilladaki yetmezliklerin sonuçları da birçok yönüyle ortaya çıktı. Halen onun yoğunlaşmış ifadesini sürekli tekrarlamaya çalışıyoruz. Ama sizlerin savaş gerçekliğine baktığımızda, insan öfkelenmeden edemiyor.
Bu kadın Başbakan, Asena rolüne soyunmuş. Değerli dostumuz iyi bir değinmede bulundu. Ben şimdiye kadar bilmiyordum, Türk tarihinde boz kurtlar geleneğinde, dişi kurda Asena diyorlarmış. Herhalde bu faşist masallarında böyle bir şey varmış. Çok ilginç! Erkek boz kurtla, dişi boz kurdun Yozgat’ta el ele verişleri çok ilginç! Sanki tarihi araştırıyorlar.
Bizim de bir tarihi ortaya çıkarmamız söz konusu; halk tarihini. Halklar tarihine büyük katkımız oldu. Onların da adeta bu Hitler ve faşist demagojili birçokları gibi, şoven-milliyetçiliği var. Sanıyorum Mussolini böyle yaptı bir ara, Roma’yı tekrar canlandırdılar. Hitler, Germen ırkının bin yıllık serüvenini canlandırıyordu. Bunlar da kaç bin yıllık bir canlandırmayı yapıyorlar. Bayan bunu kendine oldukça yakıştırmış, hâlbuki Amerikalıydı, gerçi Türkeş de gücünü oradan aldı; Amerika’nın sayesinde böyle bir ikili oluşturdular.
En önemlisi de sizin çıkarmanız gereken sonuç; onların ataklığıdır. Gören “bu nasıl atak bir ba-yan” diyor. Dün sekiz yeri birden dolaşmış ve sözüm ona kimse ona yetişemiyormuş. Kimsenin ona yetişememesi denince, benim durumum akla gelir. Çünkü bu, benim en temel özelliğim. Tempomun süratliliği biliniyor, onu taklit ediyor. Kesin faşist demagoji, zaten bunsuz yapamaz. Hız, çarpıcılık ve hatta kelimeleri bile vurgulayarak etkileyici olmaya çalışıyor. Bizim gibi yapmaya çalıştığı açık. Sorun değil, mühim olan o da kendi cephesinde sözüm ona zaferin sağladığının başarısını ilan ediyor. Hızı, temposu ne kadar süratliymiş. Bir adımı, tarihi bir aşamayı bitirmiş, ikinci aşamaya başlıyormuş.
Bunu niçin söylüyorum? Bu çözümlemeler ışığında daha iyi anlayabilirsiniz. Çünkü anlamaya ihtiyacınız var, özellikle davranışları dönüştürmeye ihtiyacınız var. Düşmanınıza bakın öğrenin. Düşman bana bakıyor öğreniyor, bir de siz düşmana bakıp öğrenin. Bunu size söylemek fazla ileri bir kanıt gerektirmiyor. Cepheler savaş halindeyken, birbirine karşı ne kadar derinden görüp ve gerekeni yaparsa, o kadar kazanır. Bu konuda gafleti aşalım. Özelikle duyarsızlık, çok hantal, döneme cevap vermeyen yetmez yanlarımızı açalım. Göreceğiz ki, savaş mevzilerinde, her sahada iyi yer alınıp başarıyla vuruşlar yapılabilir.
Savaş mantığı böyledir. Başka türlü savaş kişiliği ele alınamaz. Ben de bu günlerde gördüğünüz gibi, epey gerçekleri gözlerinizin önüne serdim. Yerim son derece dar, onlar gibi helikopterlere atlayıp oradan oraya koşmam veya benim böyle bir imkanım olsa bile gitmem. Daracık bir yerde birçok şeyi yaptığıma da inanıyorum. Etkileri sonra ortaya çıkacaktır. Bizim burada açtığımız sorunlara öngördüğümüz çözüm yolları kesin etkisini gösterecektir. Anlamamanız bunu değiştirmez, geç kavramanız yine de beni fazla etkileyemez.
Ben çok açık konuştum aslında. Umarım okursunuz da sonuçlarını. Orada bir özetleniş vardır, tarihin iyi bir özetlenişi vardır. Savaş sanatının iyi bir formasyonu vardır. Akıllıysanız mutlaka önemli sonuçlar çıkarabilirsiniz.
Hemen her sahada savaşçı olmaya ihtiyacınız var. Biz genelde halkları, özgülde Kürt halkını savaşkan bir halk haline getirirken, çok yönlü hareket ediyoruz. Hatta sizleri, bırakalım halkın kendisini, hareket halindeki kitlemizi veya parti bünyesini savaşkan hale getirirken hareketliyiz. Bu çok önemli. Türkiye solculuğu niye yan yattı? Hareket kabiliyetini yitirdi. Dengesini yitiren bir gemiye benziyor. Çoktan denizin dibini boyladılar, ama bizim maharetimize bakın, dengeyi en azgın sularda bile nasıl tutturmaya çalışıyoruz.
Değerlendirme kabiliyetiniz fazla gelişkin değil. Olsaydı, bizim düzenimizi anlamanız zor değildi. Siz insana bakıp öğrenmesini de bilmiyorsunuz. Bir film gibi, gelişme süreçlerini gözlerinizin önüne serdim. Kendinizden korkuyorsunuz, korkmayın. Çünkü yıllarca bağlanmış kişilik, birden bire kendi gerçekliğini fark edince ürküyor, ama bence gerek yok. Size kolay düşmeyeceğiniz ve sağa-sola yalpalanmayacak bir tarz ve tempo verebiliriz. Bu çok önemli.
Ben savaş olayını hem çok kapsamlı, hem de çok tutkulu ele almaya çalışıyorum. İşte bunu size kavratamamam büyük bir sorun yaratıyor bizde. Neden kavrayamıyorlar? Çünkü savaşın bir sanat, hele bizim için en tutkulu bir sanat olduğunu kavramamak, kendinizi en kötü yaşama koyuvermeniz veya kaybetmeniz anlamına gelir.
Savaşma imkanlarını ve hatta yaşam gerçeğini çok kötü değerlendirdiler. Düşünün yaşama bizim verdiğimi anlam neye yol açıyor? Kendi son derece hantal yaşamınıza gösterdiğiniz düşkünlük niye kaybettiriyor? Bunu biraz öğrenin, ya da başka türlü kazanamazsınız. Çok uzağımızda olmasına rağmen değerli dostumuz Yalçın Hoca bile, süreci derinliğine ele alma ihtiyacını duyuyor. Sanırım bizim pratiğimize bakarak bu sonuçlara varıyor. “Bolşevik Devrimi sosyal temeli çok zayıf ve bir anlık bir devrimdir, dolayısıyla kökleşemedi. Yine Türk Ulusal Devrimi, bir Sakarya, bir Afyonluktu, köklü olmadı ve hemen uzlaşmaya çekildi” diyor. Bizim Doğululaşma düzeyimizin, uzun süreli, devrimi döne dolaşa geliştirmemizin etkilerinin, nasıl bununla bağlantılı büyüdüğünü görüyor ve bunları hemen çıkarabiliyor. Bu bir sonuç! Buna benzer birçok sonucu hemen her biriniz çıkarabilirsiniz, çünkü sıcak savaşımın içindesiniz.
Düşünmesini bilmeyenler, pratiğin anlamlı gelişmesini de beceremezler. Bu günler hem düşünsel, hem ruhsal, hem pratiksel patlama günleridir. Kim çok çarpıcı kendini verirse, o kurtarabilir, yoksa anında çökebilir. O zaman siz devrimci sürece çok tehlikeli ön yargılarla gelmişsiniz, özellikle çok tehlikeli, çok fanatik önyargılarınız var. Bir çırpıda canını da kaybedecek özellikleriniz var. Bunları hemen aşma gücünü göstermeliyiz. Eskiden sille-tokat girişirlerdi öğretmek için, buna gerek yok ama, buna gerek yok diye böyle kendinizi dayatmanızın da anlamı olamaz. Bazen bakıyorum gafil kişilikle-re, yıllar sonra bir hainden daha beter oluyorlar. Yıllardır en yakınımda beni bile aldatan kişilikler var. Kendini aldatmış, beni de aldatmaya çalışıyor.
Dayatma gücü, direnme gücü gibi bazı yönleriyle herkes benden daha güçlü belki. Benim söylemek istediğim, devrimin pratik süreci, anlık süreci kesin vurup koparmayı emreden bir stil ister. Bu-nu gösteremezsen bir lafazansın, gevezesin. İstediğin kadar laf söyle, hiçbir değeri yok. Süreçler var, anlar var. Sen herhangi bir şey koparmak istiyorsun veya kılıç var elinde, bazı kelleleri vurmak istiyorsun. Selahattin’in kılıcını düşünelim; ilginç bir kılıç! Özelliği şu, çok isabetli vuruyor. Tarihi ünü de buradan geliyor zaten, boşa çalmıyor. Savaş ustası, kılıç ustası!
Günümüzde örgüt ustaları söz konusu olabilir; halk savaşının taktik ustalığı! Bizim bir çok arkadaşımız farkında bile değil, savaşacağını sanıyor. Geçen gün bazı arkadaşlara, sizlerin de yanında bir eleştiri geliştirdim. Saflar, sanmıyorum bu arkadaşlarımız bilinçli bir hain olsun. Fakat öyle gafiller ki, savaş nedir tam bilmiyorlar.
Şiir okudunuz geçen gün, iri laf ettiniz. Söylediğiniz şeylerin farkında mısınız? Eğer insan laf düzeyinden öteye olmak istiyorsa kendini geliştirmeli. Lafazanlıkta iyi bir şey olabilir, iyi laflarla belki bazı yerlerde katkı sağlayabilir ama savaşçının dilinde laflama yetmez, daha farklı olmak gerekiyor. Aslında bu size lazım, size lazım olanı biraz daha vermeyi düşünüyorum. Çünkü benim için yaşam son derece akışkan. Donmuş yaşamlar, çürümüş yaşamlar, çirkin yaşamlar benim için tam bir savaş gerekçesi. Donuk yaşamlar, başarmayan yaşamlar, hissetmeyen yaşamlar, anında vuramayan yaşamlar, kısaca emre hazır olmayan yaşamlar. Bunu halk olgusunda söylersem, halkın eyleme katılış biçimi, siyasi, askeri, ideolojik bütün cephelerde eyleme kalkmış bir halkı ifade ediyor.
Kendinizi bile eyleme kaldırabilmiş misiniz? Bazı arkadaşlar “gelişme yeterlidir, çok şey öğrendik” diyor. Ne öğrendin sen, ne yeterlidir? Jenosit tehlikesi altında bir halksın, örgüt olarak da zor bela nefes aldırıyorum. Yeterliliği nerede? Kurbanlık koyun bile bu kadar kılıç altı, bıçak altı değildir. Maddi-manevi her türlü tehlike var. Koyun kesildi kesilecek. Beni düşündüren nedir, aslında siz de bunu anlamalıydınız: Düşmanın vuruş tarzı senin duygularını dehşete düşürür, o senin beynine kan sıçratır. Eğer sen panik içine girmişsen, biraz soğukkanlılığını yitirmişsen, ondan kaçışı değil, karşı bir hamle yapma sonucunu çıkarabilirsin. Dehşet veya baskı dayanılmaz; acı, yoldaş kanı, işkence, halkın yoksulluğu, acısı yüreğine vurur, yüreğin de beynine. Beynin tekrar çözüm üretir, bu da yürekle olur. Zaten ikisi de bütünüyle iç içe, bütün duyarlılığınla hissediyorsun. Bu da kesin vuran taktiktir. Eğer siz öyle olamıyorsanız, kendinizden kuşkulanmalısınız.
Yaşamda vuruş tarzımı tamamen günlük olarak bana vuranlardan çıkarıyorum. Bir yerlerden ba-na vuruş gelir, duygulardan, düşüncelerden, düşmandan izlenimle, parti içi izlenimlerden yararlanırım, yine yanımızdakilerden çok yoğun izlenim alırım. Ve bunlar bende bir patlamaya dönüşür sürekli. Duygu gücü, düşünce gücü haline getiririm. Ertesi sabah eyleme geçiririm. Size bakalım, uykudasınız. Günde kaç izlenim alıyorsunuz veya ne kadar cevap verebiliyorsunuz. Kendi düzeyinizi böyle anla-yabilirsiniz. Benim durumum tamamen farklı. Hiçbir etkiyi, yansımayı tepkisiz bırakmam. Bir de ken-dimi sizin gibi yaptım, ettim diye kandırmam. Yüz defa ölçer biçerim. Doğru mu yapıyorum, yanlış mı yapıyorum, yeterli mi yapıyorum, yetersiz mi, güzel mi yapıyorum, çirkin mi; hepsini hesaplıyorum. Kolay kolay yaptığım işi kendim bile onaylayamam.
Kendinize bakın; sizin de ölçüleriniz acaba böyle midir? Doğru-dürüst hayata yaklaşımınız yok. Kendinizi çok beğeniyorsunuz. Kendini çok beğenen gelişemez. Her gün tepki almayan veya her gün yansıma almayan, güçlü tepkiler geliştiremez ya da aldığı yansımaları tepkiye dönüştürmeyen militan olmaz, eylemci olamaz. Kendinize uygulayın bu iki cümleyi, kendinizi anlarsınız.
İlgilerinizle hayran kalıyorum, fakat anlamamanız beni düşündürüyor. Savaşkan olmayacak mıyız? Savaşta üretken olmayacak mıyız? Komutanlık çıkmasın mı sizden? Karanlıkları yırtan bir aydınlık gelişmesin mi? En güzel sözleri söyleyen, en güzel belirlemeleri yapan bir kişi neden çıkmasın? Bakın yaşamı siz kendi elinizle boğmuşsunuz, bu suçtur. Benim bu bir haftalık verdiğim dersleri samimiyetle incelerseniz, zafer kadrosu olup çıkarsınız. Neden zafer kadrosu olmaya çalışmıyorsunuz? Yaşam başka nedir? Ben bu kadar kazanıyorum, tenezzül dahi etmiyorum, bu kadar kazandım diye oyalanmıyorum bile. Neden bendeki bu vuruş zenginliği? Veya tutku ve rüya, hep daha büyük fethetme neden?
Sizin ya küçük bir kazanımınız var, ya yok. Hatta kendinizi bile ne kadar kazandığınız belli de-ğil, bırakmışsınız kendinizi; affedilmemesi gereken veya mutlaka aşılması gereken yön burası. Şimdi unutmayalım ki, kişilikleriniz aciz, zafer kişiliği değil. Dağlara da gönderdik, Avrupa’ya da gönderdik, kitleye de gönderdik. Hakkıyla karşılık veremediğinizi biliyorsunuz. Zafer kişiliği değil, vurucu kişiliği değil.
Düşmana bakın; bizi takip ederek veya hızımıza göre Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkari, Antep ziyaretleri yapıyor. Neden? Çünkü dönem tempo dönemidir. Hiçbir Başbakan böyle dolaşır mı, hem de kadın? Dişi Asena, dişi kurt! İstanbul yatalağıydı, şimdi oldu bir dişi kurt! Siz kendinizi bir de yaman erkek sayarsınız, o tempoyu yakalayabiliyor musunuz? Düşünmezlik edemezsiniz; o da siyaset yapıyor, siz de yapıyorsunuz. İnkar mı edeceğiz? Neredeyse bir erkeği bile cebinden çıkarır. Askerler onun için “bu tek başına kırk tane erkeğe bedel, bir taburdan daha güçlü” diyorlardı. Mühim olan işletiyorlar, veriyor. Aslında bir çocuk şımarıklığı biçiminde, fakat mühim olan dersleri en az onun şımarıklığı kadar biliyor musunuz? Onun komutan, askerleri öyle söylüyor, biz de size söylüyoruz. Öyle yapmacık olun da demiyorum ama kesin bizim de tempoya ihtiyacımız var.
Bunun gibi düşünceler bir çırpıda sökün edebilir bizde. Kapsamlı olarak bütün anlamını da ve-rebiliriz. Özellikle geçirdiğimiz günlerin doğru anlaşılmasına büyük değer verdim. Gördüğünüz gibi, aslında bu son yıla büyük bir tempoyla getirildi. Bu son tempoyu değerlendirmelerde okuyabilirsiniz. Son yıl temposunu da mutlaka incelemelisiniz. Boşa gitmemeli ve en önemlisi de bu son günlerin tem-posudur. Dünya bile bizi öğrenmeye çalıştı, temel merkezler bizden mesaj almaya önem verdiler. İlgiyle dinleyebiliyorlar, tartışabiliyorlar. En önemlisi de, belki basına yansımıyor ama, en temel merkezler değerlendirme yapıyor.
Savaş hamlemizin onuncu yılını yaşıyoruz ama, bir anlamda on beş yıl sayılabilir veya öncesi de var. Fakat en çarpıcı on yılını öyle geçirdik. Çıkaracağımız en önemli sonuç; iyi bir zafer kadrosu nasıl olunur? Başta ordumuz ARGK olmak üzere, diğer siyasi cephe militanı haline nasıl gelinebilir? Güvenmelisiniz kendinize, çünkü yol-yöntem belirlenmiş, hazırlıklar ve olanaklar seferber edilmiştir. Tahmin ediyorum ki, eski bir duygu durumunuz var. Çünkü eskiden size hiçbir şeyi kazanabileceğinizi söylettirmemişler. Ata kültürü, TC kültürü “sen silik bir adamsın, sana verilen sınırlı şeylerle oyalan, oldukça demagog ol, münafık gibi yaşa bu en iyisidir, geçer yoldur” denilmiştir. Düşmanla, ona karşı savaşan arasında bocalayan, iki tarafı da az-çok yaşayan tip de budur. Sonuç; bilinen her türlü baskı-ya, sömürüye boyun eğen kitle veya sözüm ona neyin adına konuştuğu belli olmayan sahte partiler, sahte solcular sahte aydınlardır. Bunlar sağlıklı değil. Saflarımızda da sahte bir sürü geri devrimci var. Nihayetinde dürüst, ama kişiliği ve pratiği tanınmaz haldedir. Ben bile kendimi sahte bir konumdan çıkarmak için günlük olarak işletiyorum.
Bir münafık olmamak, bir demagog olmamak için, sözümle pratiğimin az-çok at başı gitmesi için, kendime müthiş yükleniyorum. Kendimi kolay beğenmem veya olmamış şeye, başarmadığım şeye de başardım diyemem. Kolay kolay beğenmem, fakat başarmak için de oldukça iddialı olmayı esas alan bir konumda seyrediyorum. Anlayamadığım şey şu; bunları çok çarpıcı gösteriyorum da, sizin seviyenizin kaldıramaması mı desem, veya şekillenmişsiniz, o şekillenmenin kemikleşmesi mi desem, düşman cephesindeki kadar etkilenmiyorsunuz. Zor etkileniyorsunuz, zor dönüşüyorsunuz, zor şekilleniyorsunuz ve bu da tempoya gelmemedir. Tempoya gelemedin mi, düşman arkadan yetişir ve vurur.
Şimdi zafer sağlanma zamanıdır. Tempoya ulaşmak zorundayız. Gerçek bir savaşa girmişiz, bunun savaş olduğunu herkes söylüyor. O zaman savaş kanunlarını işletmeliyiz. Çoluk-çocuk işi değil, bir halkın savaşımı içine girdik. Savaş var, demagojiyi bırak, savaş yasalarına biraz nüfus et! Bu, en temel okulumuzu bile kendi haline bıraksak, bir hafta sonra demagojiye boğulur. Önemli oranda düşmanın şu veya bu yıllarda etkilediği kişilikler, kendini birden açığa çıkarıyor. Büyük komuta üslubu, büyük bir siyasi üslup, büyük eğitim, büyük dönüşüm gereği hiç birisinin aklına gelmiyor. Benden yüz de yüz alıyor, bir hırsız gibi çalıyor ve bunu saptırmaya çalışıyor. Seçkin bir komuta gücü böyle olabilir mi? Bu kadar demagojiye kendini batıran bir kişilik, bu kadar olayları, olguları, ilişkileri çözemeyen ve hatta saptırmaya çok müsait bir kişilik düşündürtmez olur mu?
Maalesef bu arkadaşların belki de yüzde doksanı böyle. Askerleşmemişler, dört dörtlük gerillacılık yaptığını sananlar az değil. Düşünemiyor ki, bu kadar yoğunlaşıyor, hâlâ kendini iyi bir asker yeri-ne koyamıyor. Halbuki savaşımı da bu sınıra getirmek yüzde doksan dokuz benim çabalarımın sonucudur. Tek bir kuşun çıkartmaktan tutalım en güncel taktikleri belirlemeye kadar, hepsi hemen hemen bizden kaynağını bulur. Ama halen kendimi arkadaşların sandığı gibi asker sayamıyorum. Halen yapılması gereken çok şey var diye düşünüyorum. Bu kadar alçakgönüllüyüz ama, bu kadar da iddialıyız. Siyasi konularda da, edebi konularda da öyleyiz. Bütün bunlar önemlidir.
Bir de zamanımız çok önemli. Zaman deyip geçmeyelim. Çünkü zamanı doğru değerlendiremez-sek, kaybetmek işten bile değildir. Mesela bize biçilen hüküm bir aydır diyelim. Biz ilk ayda kazanamadık mı, ikinci ayda bizi vururlar. O açıdan tempo çok önemli. Tempo nedir? Eğer ikinci ayda vurulacağını biliyorsan, birinci ayda kesin kazanmayı bilmektir. Tabii siz bu formülün farkında mısınız? Bana neden bu tempo hakim? Çünkü biliyorum ki, zaman benim dilediğim gibi bana sunulmaz. Aylar, yıllar keyfimce yaşanmaz. Birileri engel olacak ve belki de beni boğacak veya o yıl boğma planıdır. O zaman ben, yaşadığım günleri bir ayı bir güne, bir yılı bir aya sığdırarak kapasitelendireceğim ve böylece düşman planını boşa çıkaracağım.
Ben hızlı düşünüyorum. Bir dostumuz “hızlı düşünen, hızlı yapan veya dünü düşünürken ya-pan” diyordu. Kendisi bir bilim adamıdır. Doğru bir tespit bu! Düşünürken yapan, yaparken düşünen! Öyle tahmin ediyorum ki, siz düşünceyle yapma arasında belki de fersah fersah zaman ve mekan farkı yaratıyorsunuz. Yani pratik-teorik farkı olan bir konumdasınız. Benim için dakikası dakikasına olmak önemli. Telsizde konuşurum, bana ufak bir bilgi verir, anında ona nasıl karşılık verileceğini bilirim. Belki de yarım saniyede cevap veririm. Düşüncem o kadar hızlı çalışır. Belki sizin düşünceniz hiç bunu almaz bile. Düşünmeyi bilmemek veya düşünürken pratiğini aylarca sonra akla getirmek kaybettirir. Bu yüzden tempo tutturulamaz.
Hızlı düşünmek neden gerekli? Hızlı düşünmek için nasıl olacaksın? Komutan biraz öyle olmak zorunda. Benim gibi yapın demiyorum ama yine de düşmanın size ulaşamayacağı bir hızınız olmalı. Bunlar gerekli. Savaş günlerini yaşıyoruz her cephede ve siz de bu işin içine girmişsiniz. Ben de mutlaka size karşı sorumluluklarımı yerine getirmek zorundayım. Getiremezsek olmaz. Amacınız çok kapsamlı ve yürüdüğünüz yol da tehlikelerle dolu. Çok ciddi olacağız. Korkmayalım, paniklemeyelim ama, keyfimizce de yürüyemeyeceğimizi bilelim. Disiplin bundan doğar. Yolda nasıl tedbirli, sağlıklı yürüyeceksin. Disiplin, tarz, tempo, yine bağlı olduğun amaç karşısındaki düşman nedeniyledir.
Bugünleri anlamak, şehitleri anmak, bir şeyler duymak ancak bu çerçevede geçekçi ve yararlı olabilir. Ve ben de böylece sizi değerlendirmiş oluyorum. En iyi düşünceyi, en iyi yaşam biçimini bir çırpıda vermeye çalışıyorum. Yine de benden isteyebilirsiniz. Halkın da, partinin de, savaşa ilişkin hemen hemen tüm taleplerine anı anına cevap veririm. Kendimi biraz bu konuda ayakta tutuyorum. Hiç olmazsa savaşma konusunda başarma konusunda istemesini bilin, biz vermeye hazırız. Verdik de birçok şeyi.
Sanıyorum bugünler sizin için de son derece çarpıcı oldu. Olağanüstü çarpıcı ve dönüştürücü günler. Kendi açımdan fazla boşa geçirmiyorum bu günleri. Tam istediğimiz gibi olmasa da, boş geçen günler değil. Sanırım ilginç gelişmeler oluyor. Yine gerillayı geliştirmek çok önemli ve belirleyicidir, Türkiye’nin problemini derinleştirmek çok önemlidir. Sosyal-demokrat çıkmazı derinleşiyor, DYP parçalanıyor, hepsinde bir alt-üst oluş yaşanıyor. Faşizm mi başa gelir, bizim dayattığımız büyük demokratik hamle mi başarıya ulaşır, onu önümüzdeki dönemlerde göreceğiz. Bunlar çok önemli ve sürecin baştan sona inisiyatifimiz altında yönlendirildiğinin farkındayız.
Özel savaş zaten baştan beri kanun dinlemedi. Bir adam diyordu ki, “biz yüklendik, vurduk, faili meçhul cinayetleri devlete, parlamentoya gerek görmeden vurduk” diyor. Yıllardır bu klik işlerini kendi başlarına, kanun dışı yürütüyorlar. Ve şu anda meşrulaşmak isteyeceklerdir. Yapmamız gereken işler tarihi önemdedir, Türkiye içinde de tarihi önemdedir. Maalesef Türkiye’nin sözüm ona işçi temsilcileri, solu gaflet içinde, hatta delalet içinde.
Mühim olan, size ilgi duyanları ülkesine bağlayabilirsiniz. Çünkü Ermeniler de kırk yıldır, yüz yıldır koparılmışlardır, halen kendi ulusal bilinçlerini paylaşırlar. Yahudiler iki bin yıldır kopmuşlardır, nereden koptukları da hiç belli değildir ama ona rağmen bir Yahudi bilinci taşırlar. Dolayısıyla sizin gözünüzü korkutmamalı. Temel insani, ulusal, sınıfsal yönü de vardır. Değerler temelinde kesin güçlü bir topluluk oluşturabilirsiniz. Hem teorik olarak, hem birçok örnekte olduğu gibi pratikte bu mümkündür. Başarmaya çalışacaksınız.
Grubunuz çok şey gördü; tarihin gelişimini bizzat gözleriyle gördü, bunu parti içinde gördü, halkta gördü. Bol doküman da aldınız, büyük bir silahtır, kullanacaksınız. Birçok demeç verdik, çözümleme yaptık, zaten kitap da veriyoruz, bu büyük silahı kullanıp başarmamanız düşünülemez. Sizin için çalışmalarımız tamamlanmıştır ve amacına da ulaşmıştır. Son sözlerinizi de anlamlı geliştirmiş bulunuyorsunuz. Küçük, kapsamlı bir çalışmadır ama oraya dayanarak ülkeye yansıtacaksınız. Tanıdık çevrenizi telefon, mektup gibi değişik yöntemlerle kazanacaksınız. Yeni her ilişkiyi, bir siyasi yurtseverlik ilişkisi diye değerlendirmeye tabi tutacaksınız, nerede akraba var, nerede etkileyebileceğiniz insan varsa ve hatta zincirlemesine onları da gerektiğinde harekete geçireceksiniz. Bir önder gibi olacaksınız.
Bütün bunları yaptığınızda oradaki dört beş bin kitle, on binlerce kitleye de ulaşma şansınız vardır. Zorlayın kendinizi, herkese söylediğim gibi başarırsınız. Başarmak için bundan sonrasını kendinize yakıştırın, anlamlı günleri kendinize yakıştırın, attığınız her adım bize layık adımlar olmalı, umutlu olun.
Ben de yıllarca tek başınaydım, kimsem yoktu. Şimdi büyük yürütüyoruz, büyük başarıyoruz. Bu anlamda hiçbir sıkıntımız yok, ama hâlâ daha işin başlangıcında olduğumuzu söylüyoruz. Bu sizin için de bir ilham kaynağıdır. Oradaki kitle bitti mi, ülke kitlesine, hatta insanlığa bile açılmasını bilen bir hareketiz. Bu kadar içeriği zengin bir hareket boş duramaz ve her yerde mutlaka bir şeyler yapar, başarır. Sizin de ülkeye bu anlamlı gidişiniz, halka kavuşmanız, bizim için de iyi olmuştur, yapılan hizmet amacına ulaşmıştır, selamlıyoruz.
Daha sonra sizlerle de bu platformu geliştiririz. Siz arkadaşlar için başlangıçta söylediğimiz gibi, görüyorsunuz ki gelişme mümkündür, gelişmede sınır tanımamak gerekir. Sizde büyük tutuculuk görüyoruz. Bu tutuculuğu son günlerde adamakıllı darbeledik. Ben de kendimi on beş yaşındaki delikanlı gibi ele alıyorum, öyle başlatıyorum her günü. Hem heyecanlıyım, hem duyguluyum, hem başlangıçta gibiyim. Ulusal kadro olabilmek, insani özlemlerle dolup taşmak kötü bir şey değil. Kendinizi olmuş-bitmiş, köhnemiş feodal konumlarda görmeye veya kendini abartmaya hiç gerek yok.
Gördüğünüz gibi, bizde sizin gibiyiz; ama çalışıyoruz, düşünüyoruz, tartışıyoruz ve yaşıyoruz da. Hem de çok işi başararak yaşıyoruz. Bugünlerin anısına, bu on yılın bu kadar şahadetine, halkımızın böylesi duyarlılığına, dostların ilgisine verebileceğimiz en iyi karşılık; başaran PKK kadrosu ola-bilmektir. Bunun şansı çok iyi önünüze serilmiştir, imkân ve olanakları çok verilmiştir. Mutlaka değerlendireceksiniz, başka çareniz yok. Bu parti içinde başka türlü yaşanmaz. Olgun olacaksınız, kesin başarı çizgisinde yürüyeceksiniz, o zaman saygıyı bulabilirsiniz. Aksi halde, aldatarak, sahte tutum göstererek, ne genelde, ne de parti içinde yaşam imkânı vardır.
Görüyorsunuz, biz eskiden sizden daha zavallı durumdaydık. Ama insanca çalıştık, ilgili ve alçakgönüllüyüz. Öğretiyoruz, alıyoruz ve bu bir yöntem olmuştur. Etle-tırnak gibi ayrılmaz biçimde yaşamımız haline gelmiştir ve başarıyoruz. Niye bunu esas almayacaksınız? Niye iki de bir bencillik, kokuşmuş düzen kalıpları, kokuşmuş feodal kalıpları içinde olacaksınız? Hiç gerek yok! Bundan sonrası öğrenmedir ve öğretiyoruz da. Alçakgönüllü olun, biraz kulağınızı açın. Şehitlerin büyük anıları var; mutlaka hepsini yürekten yaşamaya çalışın, fethetmeyeceğiniz bir enginlik yoktur.
Parti Önderliği
18 Ağustos 1994
- Ayrıntılar
15 Ağustos Atılımı ile başlayan ve 1.yıldönümüne dek uzanan süreç içinde Partimizin doğru devrimci siyaseti, parlak bir şekilde bir kez daha doğrulanmıştır. Evet, bir çokları sayısız defa doğruluğu pratikte kanıtlanmış olan Parti çizgimizin başarısızlığı için çok şey yaptılar. Çeşitli güçler ulusal ve uluslararası alanda görülmedik ölçülerde bir teşhir ve tecrit faaliyeti yürüttüler. Ama bütün bunlar sahiplerinin suçüstü yakalanmalarından başka biri sonuç yaratamadı. Devrimimiz tüm engelleri aşarak gelişiyor ve şunu kesin biçimde doğruluyor, eğer bir siyaset doğruysa, yetersiz bir uygulaması bile büyük gelişmeler ortaya çıkarabilir. Yine eğer bir siyaset doğru ve buna uygun bir uygulamaya kavuşmuş ise, engeller ne denli çok olursa olsun, zafer yolunda yürüyebilir. 15 Ağustos ve sonrası atılımı, bunu parlak bir biçimde doğrulamıştır.
15 Ağustos Atılımı, salt içinde gerçekleştiği koşulların amansız’lığı, karşılaşılan engeller ve zorluklar ile taşınan yetmezlik ve olumsuzluklar dikkate alındığında bile, gerçekte mucizevi bir harekettir. Evet, devrimin bilimine sıkı sıkıya bağlı olanlar için, işin mucizeyle ilişkisi yoktur. Ama Kürdistan koşullarında devrimimize ve hatta varlığımıza biçilen kefeni yırtarak, böylesine bir devrimci çıkışı yapmak da, her gücün harcı değildir. Nitekim teslimiyetçi, küçük burjuvalarımız buna bir türlü inanmak ve sinelerine oturtmak istemediler ve damgayı bastılar "Ömürleri bir kaç günlüktür, bir kaç aylıktır". Bu ya içinde bir bit yeniği olan ne idüğü belirsizlerin, boşu boşuna övdüğü maceraperest ve de provakatif bir harekettir, ya da mucizedir. Hayır, devrimci gerçeklikte mucizelere yer yoktur. Aynı şekilde bu kadar korkusuzca ve kahramanca, muazzam güç dengesizliği içinde düşmana karşı yürümenin, maceracılıkla, provakasyonlukla da ilişkisi olamaz. Düşmanın itiraflarından bunu anlamak zor değildir. O halde kabul edilmelidir ki, olan şey Parti siyasetimizin en çarpıcı bir şekilde doğrulanmasıdır. Üstelik her türlü kuşatmaya, provakasyona ve düşmanın sınırsız tasfiye girişimlerine rağmen bu böyle olmuştur.
Evet, 15 Ağustos Atılımı Kürdistan'da uygulanacak doğru devrimci siyasetin ne olması gerektiğini bir kez daha ortaya koymuştur. Geçmişte ve günümüzde Kürdistan'da bir çok defalar direnmeye teşebbüs edildi, ancak bunların hemen hepsinde de yenilgi yaşamaktan ve ezilmekten kurtulunamadı. Bu şüphesiz ki, uygulanan siyasetle yakından bağlantılı bir olaydır. Geçmişte aşiretçi feodal önderliğin, sınıfsal ve ideolojik politik konumu, yenilginin en temel nedeni olarak karşımıza çıkarken, yakın geçmişte de, özellikle ulusal ve toplumsal gerçeklerimizi red, ya da ince bir tarzda, inkâr temelinde yola çıkan ve ister bilinçli, ister bilinçsiz olsun, böylesi bir konum içinde bulunanların Kürdistan'da giderek gelişen bir direnmeyi gerçekleştiremeyecekleri ortaya çıkmıştır.
Özellikle, Kürdistan'ın coğrafya ve insan yapısının, silahlı mücadele için çok elverişli olmasını göz önüne alarak, Türkiyeli birçok direniş önderi de, 1970'lerde bu alanda mücadeleyi geliştirmek istemiştir. Ancak sosyal şoven düşünce tarzı ve ulusal gerçekliğimizi hesaba katmayan ve sınıfsal tahlile dayanmayan bu anlayışlarla, salt gerilla mücadelesini doğru kurallar temelinde uygulamayı gözeten bu çıkışlar, sınırlı bazı gelişmeler sağlamış olsalar da, ulusal bir direnişi tutuşturamayacaklarını ve olsa da sürekli kılamayacaklarını ortaya koymuşlardır. Gerek Sinanlar'ın Nurhak'taki, gerekse İbrahim Kaypakkaya'nın Dersim ve diğer alanlarda gerçekleştirmek istedikleri direnişleri, onca soylu çaba ve yüceltemeye layık fedakârlığa ve cesarete rağmen, doğru bir ideolojik politik ulusal temele dayanmadığı ve buna bağlı olarak, doğru sınıfsal tespitlere ulaşılamadığı için, gerillacılık ve silahlı mücadele doğru ele alınmış olsa bile, yenilgiye uğramaktan kurtulamamıştır. Bu yalnızca teknik nedenlere objektif koşullara bağlanamaz, aksine altında siyasi bir hata yatmaktadır. Bir ulusal ve toplumsal gerçekliği, doğru bir tarzda ve yerli yerine oturtamama durumu vardır ve yenilgi esas olarak burada aranmalıdır.
Buna karşılık PKK, Kürdistan'da silahlı mücadeleyi esas alır ve geliştirirken, bunun her şeyden önce ulusal gerçekler ve doğru bir sınıfsal tahlil temelinde ele alınması, Parti siyasetinin bunu esas alması, Türkiye'nin farklı sosyoekonomik ve ulusal koşullarıyla, Kürdistan'ın koşullarının birbirinden ayırt edilmesi ve Kürdistan'ın diğer parçalarıyla Kuzey Batı parçasının aralarındaki farkın göz önüne getirilerek bir mücadele hattı oluşturulması gerektiğini ilan etmiş ve pratiğini bu doğrultuda geliştirmiştir. Böylesine sağlam bir ideolojik politik temele dayandığından yetersizliklerine, özellikle de silahlı mücadele konusunda deneyimsiz olmasına rağmen, giderek gelişmeleri hızlandırmayı bilmiştir. Bizde Partimizin güçlü bir ideolojik, politik etkinliği olduğundan çokça söz edilir. Bu etkinlik onun doğru olmasından kaynaklanmaktadır. Gerçeklerimizin doğru dile getirilmesi pratikteki gücünün de esas nedenidir.
Yine çokça söylenen bir şey, silahlı mücadelede birçok hatalar yapmamıza rağmen yine de gelişmelerin durdurulamadığıdır. Evet, bunca hataya rağmen, çizgi doğru olduğu için, yetersiz uygulamaların bile objektif olarak birçok gelişmeyi doğurması kaçınılmazdır. Yeterli bir uygulanmasının, Kürdistan'da gerçekten güçlü devrimci atılımların gelişmesini doğuracağı, hiçbir engelin, objektif koşulun bunu engelleyemeyeceği, daha şimdiden ispatlanmıştır. Artık kabul edilmesi gereken gerçeklik, Kürdistan'da silahlı direnişin zaferinin gerçekleşeceği ve ancak bunun Ulusal Kurtuluş Siyaseti temelinde gelişeceğidir.
Sosyal şovenizm kokan, işbirlikçi reformizmin, bunu geliştirme gücü yoktur. Çünkü ulusal direnişçi bir kurtuluş siyasetine sahip değildir. Kısacası, onlara az imkâna, kısa bir tecrübeye sahip oldukları için değil, doğru bir siyasete sahip olmadıkları için, bugün Kürdistan'da gelişememektedirler. Eğer üzerindeki bunca baskıya, imhaya, teşhir ve tecrite rağmen, Partimizin bugün milyonlara mal olan mücadelesinden bahsediyorsak, bu her şeyden önce siyasetinin doğruluğundan kaynaklanmaktadır. Bu siyasetin içinde yer almak, onu geliştirmek, ondan sonraki gelişmelerin de temel nedeni olarak bağlı kalınması gereken, doğru bir devrimci tutum, bir politik tavır alıştır. Bu gerçeğin bundan sonra fazla zorlanmaması, kabul edilmesi zorunludur. Eğer başta cephe olmak üzere, çeşitli ittifaklara güç kazandırmak, bunu Türkiye halkının direnişiyle bütünleştirmek istiyorsak, her şeyden önce bu gerçeklik temelinde hareket etmek, bunu çeşitli demagojik yöntemler ve ezeli bir hastalık olan, sosyal şovenizmle bulandırmamak, örtbas etmemek gerekmektedir. Aynı şekilde, onu ulusal gerçeklerimize uygun olmayan ve onun gelişimine karşılık vermeyen taktiklerle savsaklamamalıdır. Kürdistan'da ulusal direnişin en önemli biçimi olan silahlı mücadeleyi esas almayan ve onu özgül koşullara uygulamayan hiçbir taktiğin gelişme şansı yoktur. Çeşitli güçlerin, onca maddi imkânlarına ve tecrübelerine rağmen güç toparlayamamaları ve aralarındaki sayısız ittifaka rağmen, iş yapamamalarının nedeni budur.
Devrimci siyaset ve taktik, gelişmenin kaçınılmaz şarttır. Ve bu gerçek 15 Ağustos eylemliliği ile bir kez daha kanıtlanmıştır. Çizgimizi bir kez daha doğrulaması yanında 15 Ağustos Devrimci Atılımı, halkımızın yenilmezliğini ve kahramanlığını, Partimizin yüce fedakârlık ve cesaret ruhunu, Hareketimizin bu atılım boyunca, kutsal topraklarımıza verdiği yüze yakın değerli evladıyla, en yüksek düzeyde bir kez daha kanıtlamıştır.
Evet, çok kan dökülmüş, büyük acılar çekilmiş, yüksek cesaret ve fedakârlıklar gösterilmiştir. Kaldı ki bundan sonra da hem sorunlar ve hem de kayıplar olacak ve hatta daha da artacaktır. Ama gelişmelerin yönünün artık ortaya çıkarıldığı ve savaş deneyiminin tüm gerçekleri ile kitlelere tattırıldığı günümüz ortamında, bunlar devrimci mücadelenin uğrak noktalarında ödenmesi gereken zorunlu karşılıklardır. Eğer bütün bunlar yeterli ve doğru uygulama temelinde olur, taktik dışı değil, kurallar dâhilinde ortaya çıkarsa, bizim için kayıp olmaktan çıkar ve hatta giderek kazanca dönüşür. Mücadelenin bundan başka büyüme formülü yoktur ve bu bizim temel güç kaynağımızdır.
Hareketimiz önündeki en önemli mesele, şimdi 15 Ağustos Atılımının geleceğe taşırılması sorunudur. Hemen belirtmek gerekir ki, tarihimiz gerçek bir yenilenme şansına ilk defa kavuşmuştur. O nedenle de başta Parti Önderliği olmak üzere, onun sorumlu, fedakâr ve cesur militanları yakaladıkları halkaya yeni halkalar eklemek, kazandıkları mevzilere yeni mevziler katmak ve bunu da gerekirse kan dökerek, o soylu emek karşılığında elde etmekten çekinmeden gerçekleştirmek, kısacası yaşamlarını sözlerinin eri olarak yaşamak, bunun için de hayatlarını ortaya koymak zorundadırlar.
Temmuz ayı, tarihimizin en soylu direnişinin yükseltildiği aydır. Halkımızın büyük direniş değerleri, Hayriler ve Kemaller'in tarihimizi yeniden diriltmek için başlattıkları o büyük direniş, üzerinden fazla bir zaman geçmeden onlara layık olmanın ve anılarına bağlılığın bir gereği olarak, bize dayattıkları görevlerin üzerine kısmen de olsa yürünmüştür. Şüphesiz ki, yükselttiğimiz direniş o büyük direnişlere verilen mütevazı bir karşılıktır, ama biraz gecikmeli de olsa, anılara bağlı kalındığı ve gereğinin yapılmaya çalışıldığı ortaya konulmuştur. Direniş şehitlerimizin anılarının gereklerini yerine getirebilmek konusunda hiçbir şeyden sakınılmaz ve bu anılara, ancak yeteneklerin korkunç biçimde ayaklandırılması ile karşılık verilebilir.
Biz ilk ve büyük şehitlerimizden olan Haki yoldaşı kaybettiğimizde bunu bir ulusal direniş ve zafer garantisi yapacağımıza dair, halkımıza ve tüm devrimcilere söz verdik. Gelişmelerin ortaya koyduğu gibi, sözü yerine getirmek için hiçbir şeyden kaçınmadık ve gereken sonuçları da bir bir aldık ve almaya devam ediyoruz. Bugün de 15 Ağustos Atılımının 1. yılında toprağa verdiğimiz yüze yakın militanımız için, aynı şeyi söylüyoruz ve aynı ruhla hareket ediyoruz. Onları daha şimdiden yaşamın kaynakları haline getirdik. Tarih, Kürdistan'da, artık bu direniş abidelerinin omuzlarında yükselecek ve hiçbir bozguncu ve inkârcı çabanın gücü, bu gerçeği değiştirmeye yetmeyecektir.
Direnişin gönderinde şerefle dalgalanan bu kahramanlarımızın, bu mertebeye nasıl, hangi koşullarda, ne biçim ihanetlere karşı, nasıl bir savaş vererek ulaştıklarını, burada bütünüyle ortaya koymaya olanak yoktur. Her birinin hikâyesi uzun bir romana konu olacak kadar detaylıdır. Devrimci tarih ve edebiyatımız, gelecekte bunları bir, bir gerçek yerlerine koyacaktır. Ama biz, bir başka açıdan ve daha şimdiden şunu rahatlıkla söyle biliriz ki, tek tek bireylerin toprağa düştüğünü bile, tarihsel büyük direnişler başlatmanın gerekçesi yapan bir hareket, yüzlerin anısını, bu barbar düşmana karşı korkunç bir patlamaya dönüştürmesini bilecektir. Düşmanın hiçbir çabası, sonucun böyle gerçekleşmesini önleyemeyecektir ve eğer yaşayan devrimciler, şehitlerimizin anılarının yaman bir takipçisi olurlarsa, Hakiler, Haliller, Kemaller ve Hayriler için gecikmeli de olsa, yerine getirilenleri yeni dönem şehitlerimizin anıları karşısında, daha kapsamlı, daha derin ve daha erkenden yerine getirmek hiç de zor olmayacaktır.
Şehitlerimiz için artık gözyaşı dökülmesini kabul edebilir veya buna müsaade edebilir miyiz? Bu olsa olsa "Yurtseverdiler, yiğittiler, ama boş bir dava uğruna ölüme gönderildiler" diyen, sapık reformist güruhun mantığının bir ürünü olabilir. Bizim direniş geleneğimizde, şehitlerin anısına bağlılığın, mücadeleyi daha da yenilmez kılmak ve zafer için daha büyük direnişleri başlatmak anlamına geldiği, bunu içermeyen ve sadece gözyaşları ile yetinen bir durumun ise, bir sefillik, bu alçaklara has bir şey olarak değerlendirildiği bilinmektedir.
Faşist cunta ve ordusunun görülmemiş boyutlardaki saldırılarına karşı, atomlarına dek parçalanmış halk gerçekliğimiz içinde ortaya çıkan 15 Ağustos Direniş Şehitlerinin tarihimizdeki yeri, elbette ki çok seçkin ve anlamlıdır. Altında 15 Ağustos şehitlerinin imzası olan dönemi, anlamlı ve tarihsel kılan şey, şehitlerimizin kanı pahasına yükselttikleri direnişlerin, TC tarihinin en uzun ömürlü askeri yönetimi altında, öncüyü imha için uygulanan, görülmemiş baskı ortamında, tarihimizi bağımsız temellerde yeniden diriltmek, çağla köprüsünü kurmak, öncünün bilinçli, silahlı direnişi ile halkımızın örgütsüz kin ve öfkesini birleştirerek, tarihimizin bu evresini şanlı kılmak yolunda kazandırdıklarıdır. 15 Ağustos Atılımının şehitleri, işte böyle bir evreyi gerçekleştiren büyük kahramanlar olarak, tarihimiz ve belleklerimizde yer edecek, ölümsüz değerlerimiz olarak kalacaklardır.
Onlar şehitler zincirinde, Diyarbakır zindan şehitlerinden sonra, yeni bir doruk noktasını teşkil etmektedirler. Hem Diyarbakır direnişine layık olmanın, hem de yeni bir direniş yaratmanın ifadesidirler. Hiçbir güç onların bu konumunu değiştiremeyecektir. Onlar tarihtir ve halkımızın temel alacağı biricik değerlerdir.
Evet, Mazlum yoldaşın şahadeti ile bizi her şeyden vazgeçirtecek bir korku ile zafer yolundan alıkonulmak istendik. Ama o ölüme meydan okuyarak, tüm halkımıza nasıl, nerede ve niçin kan verilmesi gerektiğini gösterdi. 15 Ağustos Atılımının şehitleri, bu yolda yürümesini bilenlerin topluluğu olduğunu kanıtlamıştır.
Onlar 1980 sonrası dönem ile yeni dönem arasındaki en sağlam köprü oldular. Yeni döneme, onların halkımız ile çağdaş dünya arasında oluşturdukları bu köprüden varılacaktır. Onların direniş ve şahadetlerinin anlamının büyüklüğü, yarattıkları bu tarihsel sonuçlar nedeniyledir.
Şehitlerimiz kendi yaşamlarını sonsuzlaştırırken, önümüze koydukları dönülmez yol ve milyonlara dayattıkları direnişle, biz geride kalanlara daha büyük direnmelerin, nasıl ve hangi alanlarda yükseltilebileceğini adeta emrediyorlar. Zaman geçirilmeden gerçekleştirilmesi gereken bu görevlere nasıl koşulması gerektiği açık. Devrimci teori ile bu gerçeklik yeteri kadar aydınlatılmış, çok rahat kavranabilecek bir olguya dönüştürülmüştür. İnsanlarımız her zamankinden daha fazla bu yolda yürümeye ve anılara bağlılığın bir gereği olarak her alanda ordulaşmaya daha yatkındırlar. Nelere, nasıl bağlı olacaklarını ve nasıl yürüyeceklerini her zamankinden daha fazla öğreniyorlar ve biliyorlar. Zamanı gelmemiştir denilen olgunun, nasıl zamanın kendisi haline getirildiği, yine aceleye getiriliyor denilen şeyin, nasıl yetişmek için saniyenin bile kaybedilmemesi gereken bir olgu olduğu, artık herkesin görüp duyabileceği bir gerçek haline gelmiştir. Fakat zamanın ve fırsatların en anlamlı bir direnişle bütünleştirilmesi ve öz çıkarlar temelinde dönüştürülmesi, ancak büyük devrimcilerin harcı olan eylemlerle gerçekleştirilebilmiştir.
Direniş şehitlerine bağlılığımız büyüktür. Evet, her birisine ancak birer zafer abidesi dikilerek layık olunabilir. Fakat bunları bir söz olmaktan çıkarmak ve her gün adım adım pratikte gerçekleştirilen devrimci kazanımlara dönüştürebilmek ve bunun en doğru savaş yöntemleri ile gerçekleştirilmesini sağlamak için, omuzlarımıza yüklenmiş yoğun görevler vardır. Bu görevleri yerine getirmenin şartı ise, 15 Ağustos Atılımını aşan bir yeni atılımın koşullarını ve onu bizzat halkın savaşım gücüne dönüştüren bir eylem yaratmaktır. Var olan temel, bizi bu konumda son derece cesur kılmıştır. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de öncü bu cesareti gereken atılımları yaratarak anlamlandırmalı, somut bir gerçekliğe dönüştürmeli ve asla gerisinde kalmamalıdır. Geçmişte bu çok yüksek boyutlarda yaratıldı. Geçmişin bu konuda örnek alınması ve yaratıcı bir şekilde kavranması gerekmektedir. Şüphesiz ki yapılması gereken, bu geçmişin tekrarı değil, yaratıcı bir tarzda kavranması ve güçlü yeni hamlelerin gerçekleştirilmesidir. Parti militanlarının büyümesi ve hedeflerine ulaşması artık buna bağlıdır.
Partimiz ve yurtsever halkımız da ödünsüz, başı dik ve göğsü onurla kabarmış bir yaşam, o yılmaz, sarsılmaz denen barbarlar sürüsünü dizginlemek, daha onurlu nefes alıp vermek ve buradan giderek makûs talihini yenmek için her zamankinden daha fazla bağlılık ve kararlılıkla adımlarını pekiştirmekten ve dökülen bunca kan ile çekilen bunca acıya kendi direnişimizle karşılık vermekten başka hiçbir yolumuz olmadığını bilmeli, kabul etmelidir.
15 Ağustos Atılımının 1. yılını geride bırakırken, kendimizi bu gerçeklerin derin bilinciyle gözden geçiriyor, çok daha üst düzeyde bir atılımı, hem de en kısa zamanda, tüm Kürdistan sathında, milyonlarımızın yüreği ve ellerinde nasıl tutuşturacağımızın derin hesabı, uyanıklığı ve ustalığı içinde bulunmaya söz veriyor, Partimizin tüm cesur ve fedakâr militanları ile, büyük dostumuz olan halkımızı, bağlılığını bir kez daha göstermeye, yeni hamlelerimizin büyük gücü olmaya çağırıyoruz.
Yaşasın Şanlı 15 Ağustos Eylemi!
15 Ağustos Atılımını Gerçekleştirenlerin Anısı Ölümsüzdür ve O Anılarda Zafer Her Zamankinden Daha Yakındır!
PARTİ ÖNDERLİĞİ
Ağustos 1985
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Şehit Bedran Gundikremo ve Şehit Nalin Muş devrimci hamlesi kapsamında güçlerimiz, Hakkari’nin Şemzînan (Şemdinli) ve Çelê (Çukurca) ilçelerinde işgalci TC ordusuna yönelik eylemler düzenlemiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Şehit Bedran Gundikremo ve Şehit Nalin Muş devrimci hamlesi kapsamında güçlerimiz, Hakkari’nin Çelê (Çukurca) ilçesinde işgalci TC ordusuna yönelik eylemler düzenlemiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
İnsanlığın gelişimine beşiklik eden Ortadoğu bölgesinin en kadim toprakları olan ülkemiz Kürdistan'da, zulme, inkara ve soykırıma karşı çok önemli bir müdahale olarak gerçekleştirilen Şanlı 15 Ağustos Atılımı'nın 33’üncü yıldönümünü başta Önder Apo olmak üzere tüm yoldaşlarımıza, şehit ailelerimize, yurtsever halkımıza ve dostlarımıza kutluyoruz. Büyük komutanımız Egîd (Mahsum Korkmaz) yoldaş şahsında, bu günün gerçek sahipleri olan, kanlarıyla tarih yazan tüm kahraman şehitlerimizi anıyor; şehitlerimize verdiğimiz sözü yineliyoruz.
- Ayrıntılar