ULUSAL KİMLİĞE VE ÖZGÜRLÜĞE DÖNÜŞ HAMLESİNDE ZAFERİN KANITLANMASIDIR
Kürdistan halkının geleneksel bayramı olduğu kadar, çağdaş anlamda kendi ulusal kimliğini geçmiş tüm yıllardan daha fazla açığa çıkararak, kendi halk savaşımını sağlam temellerde ve bir daha yenilmemecesine yaşayarak ulaştığı bu yeni yıl Newroz tarihini göz önüne getirdiğimizde 2602 miladi, 1990 yılı bir anlamda Partimiz‘in de başta Nusaybin ve Cizre halk isyanı olmak üzere, tüm ülkede ulusal kimliğe ve özgürlüğe dönüş hamlesini daha da ileri bir düzeye taşırarak karşılaması gerçek bir kutlama anlamına geliyor. Yeni şeyler derken, esas olarak mücadelede ulaştığımız yeniliği anlamalıyız. Bir yandan Partili militanların şahadeti, diğer yandan halkımızın kanlı isyanı Newroz'un nasıl karşılanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu temelde mücadelenin vardığı düzey gerçek bir umut kaynağı, yaşamın vazgeçilmez yeni bir şeklidir. Bu da, ister düşmandan kaynaklansın, isterse de iç engellerden kaynaklansın, bir daha önü kesilmez bir kurtuluş akımı haline gelme, dönülmez bir kurtuluş yolunda yürüyüşün içinde olmak demektir. Bu işe kendimizi değiştirmek için duyulan sorumlulukla düşüncemizi zorlayarak, çabalarımızı bitmez tükenmez kılarak bu temelde nasıl kazanılır? Sorusuna bir cevap vermek istedik. Ortaya çıkan gelişmeler hem büyük bir çabanın sonucu, hem de büyük bir yılın başlangıcı anlamına geliyor. Halklar zor dönemleri yaşadıklarında ki, bu halk Kürdistan halkı ise bir kader gibi gittikçe tükenen ve adına yaşam, yabancı işgal, hatta sömürgecilik bile denilmeyecek, bundan da öteye eşine ender rastlanan bir tükeniş sürecinde ise, burada düşünce ve davranış üretmek insanın temel özelliklerine sahip çıkmanın vazgeçilmez bir gereğidir. Bu anlamda yaratılanlar önemli sonuçlardır ve yeniye ulaşmada muazzam sağlam bir başlangıçtır.
Nereden ne kadar sonuç aldık, neye nereden sağlam bir başlangıç yapıyoruz? Sorularına gittikçe net cevaplar vermek istediğimizde olguların iç içliğini görürüz. Dolayısıyla yeni yılımız, Kürdistan halkının dünyada ve bölgede yoğun olarak yaşanan gelişmeler karşısında ayağa kalkışının ister eski tarihsel geçmiş, ister yakın tarih ve Partimiz PKK önderliğinde gelişen kurtuluş aşaması, en çok umuda kalkan ve buna en çok muhtaç olan hatta bir diriliş çabası da diyebileceğimiz bir çabanın içindedir. Halklar, partiler ve kişiler, yılları sonuç ve başlangıç anlamında çok net bir şekilde gündemleştirerek değerlendirmeye tabi tutarak yürütürler. Eğer bu halk Kürdistan halkı ve onun adına öncülük iddiasında olan PKK söz konusu ise; gündemimizi doğru belirlemek, sağlam başlangıçlarla değerlendirmelere girişmek, bunun pratik çabasını, yürüyüşünü yapmak ve gerçekten çok büyük bir güç sergilemek demektir. Burada güçlü olan kişi; kendini aşmak, gelişmelere (ki, bu bizde varlık yokluk ve diriliş meselesidir) cevap vermek, buna sürekli güç getirmek ve mücadeleye en az tahribatla yol aldırmayı bilmek zorundadır. Çünkü bu çok önemlidir. Bu anlamda sorumluluk ciddi duyuluyor ve dava adamlığı bu temelde kavratılıyorsa, kapasite ve biçim kazanmak vazgeçilmezdir, gereklerini karşılamak ise zorunludur.
Yeni yıl, halk ve Parti için olduğu kadar, daha çok da militanların kendilerini köklü gözden geçirmeleridir. Bu, önlerinde bir görev olarak durmaktadır. Bir anlamda bağlı olduğu göreve yeterli olma, onu hiçbir bahane ileri sürmeksizin karşılama rolün vazgeçilmez gereğidir. Herkes işlerine mutlaka böyle yaklaşmak durumundadır. Kürdistan insanına baktığımızda; rolden uzaklaşma çok yoğun, rolü doğru kavrama çok sınırlıdır. Parti içi de dâhil en hayati işlerine tersinden yaklaşma, zaafları konuşturma, onu yaşama, yaşatma ve giderek düşkünlüğe sevdalanma bizde çok katı bir gelenektir. Ve bu hak ettiğimiz veya mutlaka ulaşmamız gereken yeniye ulaşmayı sancılı kılıyor. Sonuçta da yenilenme olmayınca duraklamaya yol açıyor. İmha sürecini yaşadığımız için, belki de farkına varılmayan ama kaybetmememiz gereken noktada kaybettiğimiz anlamına geliyor. Bizde insanlar nasıl yaşadıklarını bilmedikleri gibi, nasıl ölmeleri gerektiğini de bilmezler. Yaşam ve ölüm bir anlamda bizim için anlamını yitirmiştir. İşte bu anlamda mücadelemizin diğer bir anlamı da tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. Yaşamın tanımını yapmak, ölümün de ne olduğunu kavratmak, birbirlerini ispatlayan, gerçekleştiren özelliklerdir. Ölümle yaşam arasında sanıldığından daha da ince bir fark vardır. Bizde bu fark yitirilmiştir. Yaşıyor muyuz, ölü müyüz? Belli değildir. Tüm hatalar bu ayırımın sağlam yapılmayışından kaynaklanıyor. Genelde insan soyuna ve onun halklarda gerçekleşmiş ve kabul edilir biçimlerine nasıl yaklaşmalıyız, bu temelde yaşamın neresindeyiz ve neresinde olmalıyız? Sorularına cevap veremediğimiz gibi, nasıl ölüyoruz, kimler bizi öldürüyor, nasıl öldürüyorlar? Sorularına da yetkin cevaplar veremiyoruz. Bırakalım ideolojide, politikada, askerlikte sağlam bir pozisyonda savaşmayı, bütün bu hususlarda her şey ağıza, göze bulaştırılmıştır. Bundan dolayı bilinen hatalar zinciri sökün etmekte, nerede, nasıl vurulduğumuz, yine nerede, nasıl kazandığımız pek belli olmamaktadır. Sonuçta da ortaya çıkan ulusal gerçeklik şudur: Yüzyıllardan beri hep ayağa kalkmak istemiş, fakat darbe yemiş, giderek biraz daha ölüme yaklaşmış ve can çekişmiştir. İşte günümüze doğru geldiğimizde de kimsenin sahip çıkmadığı, gerçekten de metelik kadar değer vermediği bir halk gerçekliği söz konusudur.
En ucuz satılan, en çok üzerinde yanlışlık yapılan, sorumsuzca tepişilen değerler, vatanseverlik ve özgürlük değerleridir. Oysa en yüce tutulması gereken değerler bunlardır. Bundan dolayı küçülme, alçalma geliştikçe gelişiyor. Sonuçta da dünyanın en tanınmaz halkı haline gelmek, kişi olarak da hiç ciddiye alınmamak, kendine ve çevresine olan saygıyı yitiren bir konuma gelmektir. Bu anlamda savaşımımız olumsuzlukları bertaraf etmek, tanımı yapılmış özgür yaşamın ulus ve birey için ele geçirilmesinin akıllı çabası içinde bulunmak ve onu yürütmek oluyor. Sağlanan başarı bu anlamda bir yeniliktir, tanınmaz durumdan kurtulabilmektir. Bizde herkesin mutlak anlamda içine girmesi gereken kurtuluş yolunda bir nebzede olsa sonuç almaktır. Bunun dışında yenilikten bahsedemeyiz. Dünyada, bölgede, Ortadoğu halkları ve daha çok da Kürdistan halkı için yeni şeylerden bahsetmek istiyoruz. Mümkün olsaydı da her biriniz için tek tek yeni nedir, yeniye yönelik özde çabanız nedir, yanılgısız ne kadar samimisiniz, yönteminiz, üslubunuz ne kadar elveriyor? Bunları işleyebilseydik. Her savaşçımız için bunu yapmayı çok isterdik, fakat mümkün olmadığı gibi gerekmiyor da. Bu aşamada özelde militan için, genelde de herkes için söylenenlerin ne kadar yerinde olduğunu bilmelisiniz. Ve bu soruları kendinize yönelttiğinizde cevabını tam olarak vermeyi becermelisiniz.
En başta kendi rolümü yeniden gözden geçirmeye çalışarak, kendimi nasıl değerlendirmeliyim diye düşündüm; nereden geliyorum, nereye ulaşıyorum, uzun yolda kurtarılanlar nelerdir, ne kadar yanılgısız bir tutum içindeydim, tüm zaaflarımla birlikte neyim, bundan sonra nasıl götürmeliyim, objektif olarak kendime nasıl yaklaşmalıyım, kendimi yanıltmadan nasıl değerlendirmeliyim? Dedim. Newroz, böylesi bir yaklaşımı gerektiriyor. İnsan, evrende gerçekten olağanüstü bir varlık ve düşünen bir maddedir. Bu da çok büyük bir aşamayı ifade ediyor ve halen üzerinde biraz düşündükçe hayretler içinde kalmamak elde değil. Varlığına inanmak bile olağanüstü bir yaklaşım istiyor, yani insan türü söz konusu olduğunda bunu basite almamak gerekiyor. Evrende ulaştığı boyutlar kudretli olduğu kadar, çok heyecan verici ve ızdıraplı, acılı bir varlık olduğunu da düşündürüyor. Burada felsefe yapmak istemiyoruz ama yine de gerekiyor. Çünkü insan tanımına sağlam ulaşmazsak, ondan kaynaklanan çok çeşitli toplumsal gelişmelere de anlam yükleyemeyiz. Dolayısıyla nelere yetenekli olup olmadığını da çözemeyiz. Kısaca, insana en büyük yeteneği hasretmek yerindedir. Gözümüzde çok büyüttüğümüz tekniklerin şahı insanın kendisidir, onun yetenekleridir! O açıdan biz kendi savaşımımız da dâhil her şeyin temeline insanı yerleştirirken, en güçlü tekniğe dayandığımızın bilincindeyiz. Eğer insanın işlenmesi tam olursa, atom bombasından daha kuvvetli, bıçaktan, kılıçtan daha keskin bir güce ulaşabiliriz. Eğer işlenmez duruma getirilmişse tekniğin çok kötü bir kullanımıyla karşı karşıyayız demektir. Pas tutmuş insan tekniği köreltir veya kendisini çürütür, ters vurur ve diğer tüm gelişmeleri durdurur. Yeteneklerimizi Kürdistan halkının gerçek yeteneklerine dönüştürmeliyiz. Parti'nin bugünkü işleyişi, eğitimi, tecrübesi yaşama yolunda çaba sarf eden insana ulaşmak içindir. Kir, pas tutmuş, işlemez duruma gelmiş yapıdan kurtulmak, işleyen insana ulaşmak ve yeniyi yaratmak içindir. Bu anlamda biz her zamankinden daha fazla yeniye ulaşmanın ve onu yaratarak elde etmenin önemli bir şansını yakalamış sayılıyoruz. Bundan kuşku duyulmamalıdır.
Militanın şahsında sağlanılan gelişme, bu yıl da halkımızın şahsında sağlanmalıdır. Bu konuda en az yanılgılı olmaya, yani nasıl çeliği çok dövünce parçalamak mümkünse, biz de onu ne kırarak, ne de değişmez diyerek ona en iyi şekli verebilecek duruma getirmeliyiz. Ki, bu da eylemimizin taktik esası olmaktadır. Halkımız kendisi için yaşamı ele geçirirken, bunun gerekli çabası içerisine mutlaka girmelidir. Geçen Newroz'a büyük bir çabayla girmiştik. Bugün adeta öncülük eder konuma gelen, tarihin de onu iddialı kıldığı ve önemli bir yurtsever halk kesimimiz olan Cizre halkı, bugün anlamlı ve önemli bir adım atıyor. Geçen yılın kışından çıkmaya çalışırken de belli bir kıpırdanış vardı ve Partimize doğru başlayan bir akış söz konusuydu. Bugünkü isyanın da anısına iyi bir karşılığı, hem de özlü ve yerinde bir karşılığı Kürdistan'ın kızı Berivan yoldaş, o tempoya uygun bir yaşamı ve bu isyancılığa uygun bir kişiliği yansıtmıştır. Halk bu yoldaşın şahsında kendisine verilmek istenen mesajı iyi anlamış ve buna layık olduğunu bugün halkımızın tarihinde önemli bir başlangıç olabilecek bir isyanın adımını atmakla kanıtlamıştır. Halkımızın tarihinden gelen bu direnişçi özellikler, Partimiz ‘in en özlü bir militan çıkışıyla karşılaşınca, halkların tarihinde olduğu gibi çok önemli olabilecek bir gelişme mayalanıyor ve ürünlerini de bu biçimde veriyor. Kürdistan günümüzde biraz da bu demektir.
Daha önceki yıllara baktığımızda da Newroz'a doğru uzanmanın anlamlı şahadetleri vardır: 1987'de 21 Mart Newroz şehitlerimiz vardır. Bunlar başta Salman, Süleyman, Kanat arkadaşlardır. Hakeza 1987'de 18 Mart'ta Orhan, Hüseyin arkadaşların şahadeti, yine o günlerde peş peşe şehit verdiğimiz gruplarımız vardır. Yine, 1988'de, 1989 ve bu yıl da şahadetler yaşadık. En son Ocak 1990'da Mardin'de Davut, Bozan arkadaşların grubu, yine en son Salah ve diğer yoldaşların şahadeti, ardından kitlesel isyan ve onun şehitleri özgürlük için akıtılması gereken kanın en temiz örnekleri oluyor. Bu halkımızı daha cesur bir yürüyüşe, Partimizi de daha cesur bir savaşıma önderlik etmeye götürüyor. Gerçekten yüzyıllardan beri büyük bir bela gibi dikilen korku duvarları yerle bir edildiği gibi, militan önderliğin de yetmezlikleri yerle bir edilmiştir. Aynı zamanda bunlar, yeninin üzerinde bina edileceği sağlam temeller oluyor. Bu değerlendirmeleri yaparken, düşman cephesi için de çok şeyler söylenmeli, görülmeli ve karşılanmalıdır. Aynı zamanda halk cephesi içinde de nelerin geliştiği, önceliklerin nasıl sıralanması gerektiği, nasıl bir dünya ve bölge koşulları içerisinde çıkış yaptığımızı görmeli ve hem tarihi, hem de geleceği gizleyen günceli yakalayabilmeliyiz. Günceli yakalarken gerçekten ona en iyi karşılığı vermek, başarıyı daha kesintisiz sağlamak, onun örgütünü ve sağlam yönetimini yaşamak demektir.
Hangi açıdan bakarsak bakalım, düşman bize hiçbir yaşam hakkı tanımıyor. Bu konuda hâlâ ısrarlı bir kör politika yürütmek veya insanlığı katliam ve soykırım da diyemeyeceğimiz bir tarzda kötü bir uygulamayla sonuca gitme iddiasındadır. Aslında katliam bir çözümdür, fakat onu dayatmıyor. Çünkü kendisine süt gerekli, bu yüzden de inekler sağılmalı. Hayvanlar gibi yaşatacağım tarzındaki cüretkâr politikayla hareket ediyor. Bu politika karşısındakinin barbarlığı kadar, buna muhatap olan gücün veya güçsüzlüğün, halkın sefilliğinin, alçaltmasının da derinliğini gösterir. Halkımızın içinde bulunduğu durum bu politikaya öyle cesaret veriyor ki, "nasıl kullanırsam sonuç alırım" diyor. Gerçekten de Kürdistan'a dayatılan yaşam hayvanlara uygulananların üstünde, yeni bir şeyler verirsin karşılığını alırsın misali, insanın çok üretken varlık olmasıyla bağlantılı bir sömürü statüsünü uygulamadır. Adını ağızına almayacaksın, yürümeyeceksin ve yaşayacaksın demektedir. İnsanın doğasına en ters politika dediğimiz bunlardır. Türk barbarlığı tarihte namlıdır, geleneksel kökleri vardır ve gerçekten soykırımlar dâhil insan soyunun başına en olmadık belaları getirmiştir. Bizim başımıza getirilenler ise hiçbiriyle kıyaslanmayacak kadar anlamlıdır ve tanımının bulunması bile güçtür. Bir aydın olan İsmail Beşikçi "Devletlerarası Sömürge Kürdistan" diye bir kitap yazmıştır, onu saygıyla analım. Soruna PKK'nin pratiği temelinde iyi yaklaşmışa benziyor. Bunun için zindanlara atılmıştır ve böylesi aydınları anmak yerindedir.
PKK'nin ortaya çıkardığı gerçekliğe "sömürgeden de öteye bir konum" diyor ve öyledir. Statükoyu kavramak için küçük bir giriş yapıyor. Bunu tek başına yapıyor, fakat karşılığı da böyle ödettiriliyor. Yeni bir statükodan bahsetmek gerekiyor. Burada "insanlar nasıl yaşıyor?" sorusuna cevap verilmek isteniyor. Gizli örgüt kurmak, eylem yapmaktan öte, nesin, nasılsın? Soruları cevaplandırılmak istenmektedir. Unutmayalım ki, dünyada halkların kendi kimliğini belirleme kesinlikle suç değildir. Fakat herkes adımızı belirlemeyi dehşetle karşılıyor. Mevcut düşmanın barbarlığı bunu böyle dayatıyor ve bu konuda çok cüretkâr davranıyor. Halkımız da dünyada ne kadar kötülük varsa hepsini kendisine yakıştırıyor. Ülkesine yabancı, onun ruhunu, kimliğini tanımıyor, özgürlük denilen olayın hiç farkında değil. Böylesi bir durumun beğenilmesi açık ki mümkün değil. PKK'de dâhil, bunlarla uğraştıkça uğraşmamıza, biçimlendirdikçe biçimlendirmemize rağmen yine de beğenmiyoruz. Bunca yılımızı böyle geçirdik, peki şimdi ne olacak? Burada işin tabiatı birazda böyledir ya da içine düşülen durum beğenilmeyi hak etmiyor, diyeceğiz.
Düşürülmüşlük çok acıdır. Yitirilmişlik, tanımazlık, çirkinlik, yanlışlık, noksanlık çok ileri boyutlardadır. Beğenilmek istendiğinde ise düzen ahtapot gibi seni sarıyor, sarmalıyor. İşte biz bunu çözmeye çalışıyoruz. Bazı arkadaşlar yeni katıldı, daha öncede katılımlar vardı. Sizlerin ne kadar dimağı elverir, yüreği kaldırır bilemem ama gerçeklerimizi tanımaya çalışın, kendinize güvenin ve yol almaya çalışın. Başka yerlere sığınmak insanı ilerletmez, diğer değerlendirmelerle sonuç alınamaz. Denilebilinir ki, özellikle kendimi tanıdığımdan beri, buna çocukluğu da dâhil etmek gerekir temel endişe kaynaklarına yöneldiğimden günümüze kadar, bugün tanımını yapmaya çalıştığım yaşamı, gerek halk için, gerek birey için, gerekse de kendim için hâlâ yakalamaya çalışıyorum.
Görüyorsunuz ki, yeni şeylerden bahsetmek istiyoruz. Bazı yeni şeylere ne kadar, nasıl ulaşmışız? Bunu izah etmeye çalışıyoruz. Sizlerden her şey çıkar. Değil ulusal kurtuluş gibi modası geçmiş veya en son bize kalmış bir olguyu ele almak, işlemek, sonuca götürmek, yaşamın çok zengin alanlarında sonuç almak mümkündür. Kimle, nasıl sonuç alınır? Sorusuna cevap vermeye çalışıyoruz. Yeni, cevabın içinde gizlidir. Kürdistan halkı yeni bazı şeyler yapıyor, ya da kendisi için yeni bazı adımlar atıyor. Bu bir şeylerin değiştiğini gösteriyor. PKK’lılık biraz daha iyi savaştırıyor. Hem çoğuz, hem de daha güçlüyüz ve bunu ciddiye alıyoruz. Ne kadar gidebiliriz? Sorusunu da yine iyi cevap vermek gerekir. Bir yerde büyük bir hesaplaşmayı yaşıyoruz. Bu hesaplaşma tarihledir. Nasıl bir tarihimiz var, bu tarih bize neyi miras olarak bıraktı, olumlu bir mirasımız var mı? Çağla hesaplaşıyoruz, bu nasıl bir çağdır, bu çağ bize nasıl bakıyor, nasıl yaklaşıyor, bu çağın içerisinde kendimize nasıl yer bulacağız? Eğer gelecekten bahsedeceksek nasıl bir gelecek öngörülüyor, bir halk olarak bu geleceğin içerisinden nasıl yer alacağız? "2000 yılına bağımsız ve özgür bir ülke, halk kimliğini sığdıralım" diye bir sloganımız vardır. Bu sadece bir slogandır, yani bir çağrıdır. Bu, kavrayış, düşünce, örgütlenme ve eylem gücünün zenginliği anlamında şüphesiz çok yaratıcı, çok yönlü olmakla mümkündür. Ama yine de gelecek çizmek zorundayız. En kötüsü geleceksizliğe ve umutsuzluğa mahkûm olmaktır. Biz, hiç olmasa bunları yıktık ve şimdi de nasıl sorusuna cevap vermek istiyoruz.
Dünya halklarının denedikleri araçları ortaya koyduk. Aslında bu deneyimleri öğrenip, aktarmadır. Bu da basit bir laboratuvar deneyimini yapmaya benzer. Halkların deneyimlerini önlerinize koyuyoruz. Aslında bu çok önceden dünya halklarının deneyip başarılı oldukları araçlardır. Parti cephe ordu bizim icatlarımız değildir. Başkaları yaptı, bizimkilerine de yapın dedik. Tabii bu işin kolay yanıdır. Zor olanı; dünya halkları yaparsa, biz ne kadar yapabiliriz? Sorusuna cevap vermedir. Dünya halkları nasıldır, biz nasılız? Tarihiyle, umuduyla, güncel yaşamıyla dünya halklarıyla aramızda önemli farklılıklar vardır. Kimsenin kabul etmediği 'Sarı Çizmeli Mehmet Ağa' tabiriyle değerlendirirsek, yine kimsenin tanımak istemediği bir halk kimliğinden bahsedersek, Parti cephe ordu silahları neyi ifade eder? Ben de dâhil hepimiz askeriz, ben kendime en çok başka meslekleri yakıştırdım. Fakat askeri işlere giriştik. Bu gerekiyordu. Dünya barış çağına girerken; silahın, şiddetin olmadığı bir dünya olmaya doğru yol alırken, egemenler politika ve taktiklerine yenilerini eklerken, bizde en geri düzeyden bir savaşçılığı geliştirme düzeyine mahkûm olmuşuz. Bazıları bizi şiddet histeriği olarak değerlendirebilir ama belirttiğim gibi bu işlerden benden daha uzak olanı yoktur ve halen de öyleyim. Ama en çokta buna mecbur olanlardanım. Bu profesyonelliktir ve artık istekle de izah edilemez. Görev olduğu için yapmak zorundayız ki, halk ve Parti adına yaşamak da budur. Yaşam, sizlerin keyfinize göre değildir. Eğer keyfime göre hareket etseydim, bir damla kan ve bir tüfek gördüğümde, "ben bu işte yokum" derdim. Arzularınızı ve sevdalarınızı göz önüne getirin! Acaba arzulara göre mi hareket edilir, zorluklara göre mi? İşte bu noktada amatörlüğün ve profesyonelliğin farkı çok iyi ortaya çıkmaktadır. O zaman keyfilik ve zorunluluk nasıl kavranmalıdır? Keyfe ve olanaklara en çok sahip olduğum halde, bunlarla en çok çelişen de benim. Bunlara yaşam hakkı tanımamaktayım ama zorunluluğa mahkûm oluyorum. Halk ve Parti için yaşamak budur!
Halkımız bu Newroz'da, Partimiz'in çağrıları temelinde ayaktadır, can verecek kadar fedakârdır. Öncü, her dönemden daha güçlü bir şekilde savaşıyor, ama yine de görevler üzerine çok düşünmek, atılacak adımları iyi irdelemek, varılan sonuçlardan ve başlatılması gereken yeni başlangıçlar üzerine kılı kırk yararcasına durmak çok büyük önem taşıyor. Vatansız olmak, her türlü değerden kolay vazgeçmek kolay gelmemelidir. Çünkü bu ucuz bir yaklaşım demektir. Adını ne koyarsak koyalım, hani küfürlü bir edebiyat vardır ya, işte onun hepsi olmakla eşdeğerdir.
Eğer sen en hayati yaşam kaynaklarından bu kadar kolay vazgeçer ve buna da "yaşamdır" deyip sevdalanırsan, sana her türlü yakıştırmayı yapmak yerindedir. Yani böylesine bir yapıyla durumu idare etmek isterseniz, yapacağınız şey ölümlerden ölüm beğenmedir ve yeriniz de orasıdır. Bütün bunları daha önce de sizlere belirttik, artan kapsamlılıkta ve yoğunlukta söyledik. Fakat yine dozajını arttırarak söylemek zorunda kalıyoruz. Sizlere nasıl bir yer yapacağız? Sadece sizin bu topluluğunuzu vatan sathında bir ağırlık noktası haline getirip, kendi kurtuluş yolunda nasıl bir yürüyüş sahibi yapacağı? Bütün bunlar büyük bir sorundur. Bize çizilen statünün hiçbir halkın durumuna benzemeyen çok değişik bir statü olduğunu belirtmiştik. Bu, sosyolojik açıdan da çok zordur ki, zaten bu konuda bilim adamı bir tanım yapmak istediğinde kendisini zindan buluyor. Bu yüzden şaşkın ve yaptığı normal bir bilim faaliyetidir. Bunun bir benzerini dünyada bulmak mümkün değildir. Burada ortaya çıkan gelişmelere baktığımızda, bunu tarif etmede çok zorlanıyoruz. Bu, Türk gerçekliğinde gizlidir, diyeceksiniz. Bu, Kürdistan gerçekliğinde, insanlığın içinde ve çağda gizlidir. Şimdi bütün bunların anlamını, yerini göstere göstere ortaya koymak zorundayız ve bununla uğraşıyoruz. Bu bir yerlere ulaşıyor ama tam değil. Ki, bunun da çeşitli izahları vardır. Demek ki ulaşmak istediğimiz yeniler, nerelerden nasıl çekip çıkaracağımız, bunu nasıl değerlendireceğimiz çok önemlidir. Bu anlamda görevlerimizi ihmal edersek, bize dayatılan biçilme gündeme gelir ve zaten her gün kıyım altındayız. Yaratılan direniş ortamı kıyımı biraz durduruyor. Bazı alanlar ve özellikler üzerinde direnişi doğru temelde sürdürememe eskisinden daha kötü bir şekilde biçilmedir. Gördüğünüz gibi onlarca yoldaş şehit düştü ve bu durumların etkisi altında kolay çıkılamaz. Diğer güçlerin verdikleri küçük kayıplar onları aylarca uğraştırıyor. Fakat bizde bu durumlar her gün yaşanıyor. Mesele yalnız şehit vermek değildir; her bir adımı büyük yürek ve düşünce gücü isteyen durumları yaşıyoruz ve bunlara yetmeye çalışıyoruz. Sizler de böyle olmak durumundasınız. Yoldaş olmak paylaşmayı böyle bilmek demektir. Başka türlü yoldaş olunamaz! Aşiret üyesi, mümin, tarikat üyesi olabilirsiniz, aile kurabilirsiniz, fakat yoldaş olmak bambaşka bir olaydır. Böyle olmaya çalışıyoruz. Kürdistan halkının isteklerinin hem yazarçizeri, hem de militanı olmak şarttır. Halkımızın isteğidir diye bir arzuhal yazarak zalim bir despota "gerekleri yerine getirilmek üzere", diye sunacağız, "yapmazsan gereklerini zorla alacağız" deyip üzerine hücum edeceğiz. Evet, bütün bunları yapmamız, yaptırmamız gerekiyor. Daha da ötesi halkımızın arzularını uyandırmalıyız. Çoğunuzun ve halkımızın arzuları ölmüştür, bundan dolayı arzu yaratıyor, yaşam tutkularını geliştirmek istiyoruz. Yaşam tutkularının saptırılmaması için biçim verilmeli, bu doğrultuda savaşılmalı ki istekler gerçekleştirilebilsin. İnancına, örgütlülüğüne ve eylemine ancak böyle götürülebilir. Biz, bütün bunları yapmak zorundayız, çünkü Kürdistan'da önderlik böyle yürütülmektedir.
Newroz'a yeni anlamı verecek, genelde kendimize hedef olarak biçtiğimiz 1990'lı yıllara anlam verecek olan gerçekten olağanüstü bir önderlik konumudur. Biz, hayatın her alanına özgür yaşamı mümkün kılacak işlere önderlik etmeliyiz. Buna yönelik çağrı şiddetlidir ve cevap vermek tek kurtuluş çaresidir. Ben, "bu işlerde varım" diyorum. Nereden geldik, şimdi ne durumdayız? Bundan sonrası içinde mecburuz, diyorum. Halkımız çağrılarımıza uyuyor, bunun hakkını vermek lazım! Fakat bunlar çok işlenmemiş, çok zayıf, sadece saygı duyulur başlangıçlar olarak değerlendirile bilinir. Bu yıl için de bu böyledir. Her biriniz için de böyle kılmaya çalışıyoruz. Eskiler için de, yeniler için de taze başlangıçlar geçerlidir. Bu benim içinde geçerli ve mutlaka yapmalıyız. Birçok şeye hem de en sorumlu bir biçimde çok taze başlamalıyım diyorum. Bizde yaşam abartmasız birazda böyledir. Ne kadar üzerinde durursak o kadar taze başlangıçlar yapmamızı şart kılıyor. Biz bunu yaşamadığımızdan bu ortaya çıkıyor. Yaşamın gözeneklerini açmaya çalışıyoruz. Siz anadan doğduğunuza bakmayın, bilmem kaç yaşındayım demeyin, bu biyolojik, sosyal, ailesel bir olaydır. Fakat biliyorsunuz sosyal yaşam bizde yaşam denilmeyecek kadar olumsuzdur. Bu temeldeki yaşama hiçbirinizin yaşam olarak değer biçmediği bellidir ve gerçekten de böyledir. O halde, bizde yaşamın siyasal temelinin olmasından bahsettiğimizde kazandıracak ve düşmanın bütün hamlelerini boşa çıkaracak türden bir yaşam olmalıdır. Çok kötü ve katı gelenekler tarafından idare edilen ve yaşamın inkârından kaynaklanan engelleri de bertaraf etmek gerekir. Bu anlamda başlangıç yaptıran bir yaşamdan söz ediyoruz ve buna yaşam diyoruz. Kendi yaşamımızda da bunu böyle ele almalıyız; yılbaşı, aybaşı, saat başı diyebilmeliyiz. Sizlere böylesi başlangıçlar yapmanın gereğinden bahsederken, aslında önemli bir gerçeği de tanıtmaya çalışıyoruz. Biz şimdiye kadar gerçek anlamda yaşamadık ki, sizler yaşlılıktan bahsedesiniz. Biz yine de böylesine anlamlı aşamalarda, bir başlangıç yapma deneyimine girişelim diyoruz. Fakat bunu abartmıyoruz. Halkımız ve sizler için anlamlı başlangıçlar yaptırmamız söz konusudur.
Gerçekten yaşamımı ve her günümü taze bir başlangıç olarak ele almama rağmen, benim için de başlangıçlar gereklidir, diyorum. Öyle inanıyorum ki düşmanın acımasız çıplak baskısı karşısında halkımız her zamankinden daha fazla düşünüyor. Cizre, Nusaybin ve dalga dalga bütün Kürdistan'daki halkımız biz kimiz, bu başımızdakiler kimlerdir, bize neler yapıyorlar? Diye düşünüyorlar. Bu iyi bir gelişmedir. Şimdi PKK’lı olarak bizler de iyi düşünüyoruz. Nereden nereye geldik, gençliğimizi neye adadık, ne bulduk? Bunlar bizi daha iyi düşünceye sevk ediyor. Bize yakıştırılan dünyanın lanetli toplumu konumundan kurtulmak gerekiyor. Tabi bu öyle basit değildir. Ne kapitalist emperyalizm tanıyor, ne sosyalizm. Yalvarsan da, yakarsan da tanımıyorlar. İş başa düştü, çare elimizdedir deyip çare olacağız. Mertliğin gerekleri öyle kolay kolay yapılamıyor. Kaçmak yok! Kaçarsanız namertsiniz. PKK tarihinde adına yemin billah içilerek el basacağımız başta şehitler olmak üzere, değerler, yıllar ve günler vardır. Hepsi taptaze ve gerçekten yaşayan değerler olarak gündemiminiz işgal etmelidir ve başlangıç olabilmelidir. Bir defa yeniye yaklaşma bırakalım geçmişin bir tarafının dikkate alınmasını, bilakis onu bütün yaşamsal özellikleri ile kendinize mal edeceksiniz. Bütün bu yapılanlar bizden şunu istiyor; daha kesin başarıya giden fakat bunun için daha az hata yapan, daha az kayıpla iyi çizilmiş yürüyüşün ve halkının başındaki önderleri olmak! Aslında sizden çok daha fazla kendime bu işleri daha iyi nasıl götürebilirim? Diye yönelmeliyim. Nereden nereye, bundan sonra yine nereye? Çünkü biz birlik ve önderlik davasında çok belirgin, tayin edici bir konuma geldik.
1985 Newroz'una yönelirken, yine iyi anmamız gereken Agit yoldaşla bu Newroz'u nasıl karşılamalıyız? Tartışmasını yaptık. "Sen bu Newroz'u nasıl duyuyorsun? Bunu yaz" dedim. Bunun üzerine o yazısını yazdı. Serxwebun'da yayınlandı, tekrar okuyabilirsiniz. "Çok yüklü duygular var", "yerine getirmemiz gereken çok görevler var" diyordu. "Nasıl giriş yapacağımı bilemiyorum, çünkü umutlar epey uyanıyor" diyordu. Agit, bu temelde ülkeye yönelmişti ve 1986 Agit'in şahadet yıldönümü oluyor. O duygu ve görev anlayışıyla yol almaya çalışıyordu. Bu pratiğe de anlamlı bir yol açmaydı. Maalesef daha sonra en çok bağlı kalması gerekenler, layık olmama durumuyla karşı karşıya geldiler. Hâlbuki daha o zaman iyi layık olunsaydı, yol açma işi muazzam sonuçlar verebilirdi. Her geçen yıl gereklerin kazanılması için büyük çabalara yol açardı. Bir şehit düştüğünde, onun şahadetine anlam ve çabasına on katmazsan, anıya layık olamazsın. On katmayı başaracaksın, yoksa kendini affedemezsin. 27 Mart 1982'de Mazlum Doğan'ın şahadetini duyduğumuzda öyle çok umutlu olmayı mümkün kılacak bir durumda yoktu. Her şey amansız bir biçimde umut olmaktan çıkarılıyordu. O zaman karşılık vermek çok daha zorlaşıyordu. Ama yine de yol bulacaktık.
Şimdi bütün bunlar duyulduğunda, düşünüldüğünde kişiden hangi çabayı ve neyi isterler? Bütün bunları bileceksiniz. Başka türlü düşünce ve yürek gücüne ulaşamazsınız. Bunlar en çok ihmal ettiğiniz olaylar, olgular oluyor. Her şahadeti kendimizden düşen bir parça ve hem de ondan yeni yaşamı üretebilecek parçayla besleyemezseniz yaşayamazsınız, çürük olursunuz. Nitekim öyle de oluyor. Bunlar, bizim şehitleri bu yolda anma yasamız oluyor. Hamleye dönüştürüyoruz; hamleler kolay gelişmez, gerçekleştirilmez. Karnı doyurmak bile bu kadar mesele haline gelmişken, dünyanın bu kadar acımasızca üzerine geldiği böylesi bir ortamda büyük bir hamleyi nasıl başlatacaksın? Biraz bu konuda beyninizi açın, yüklenin. Hamleler öyle lafla hazırlanmaz; çaba ister, derinlik ister. Biz hazırladık, hiç olmazsa siz de doğru kavramayı becerin. Görülüyor ki, PKK'nin bir tarihinden bile yüz kat güçlenmek mümkün. Ama incelemesini bilmek kaydıyla bu böyledir. Şehitlik bağlılığı güçlendirir, fakat anmasını bilmek kaydıyla! Halkımızın durumuna bakılarak çok şey öğrenilir ama bakmasını bileceksin. İnsanlığa bakmak da çok şey öğretir ama ona da bakamıyorsunuz. Öyle fazla kitap okumayı da istemez, genel duyumlar çok şey öğretebilir. İşte bütün bunlar bizi böylesi günleri güçlü yakalamaya götürür. Muhtaç olduğumuz, ulaşmak istediğimiz haklılık, kararlılık, öngörülük otorite sahibi olmaya götürür. Bütün bu olgulara da muhtaçsınız. Biz kesinlikle zayıf insanı hoş göremeyiz, ama sahte güçlenmeyi de kabul edemeyiz. Yetkiye kavuşmak, sorumluluk sahibi olmak çok önemli ve sizleri adım adım bunlara yaklaştırmaya çalışıyoruz. Sizi doğru bir siyasi anlayışa itmek, örgüt olgusuna yaklaştırmak, yetki sahasına kavuşturmak çok önemli. Tabii bunu başka türlü de kavrayamıyorsunuz. Yığınca deneyimle ancak kavrıyorsunuz. Açık ki bu iyi bir kavrama yöntemi değil, ama durumlarınız bunu biraz böyle kılıyor. Bütün bunlar, bizim yenilemeden kastettiğimiz eksik yanlar oluyor.
Görülüyor ki sizler için az çaba sergilenmiyor. Elbette bunlar da Kürdistan halkının ihtiyaç duyduğu önderliği tutturmak ve insanlık ailesinde şerefli bir yere oturmak için çabaların anlamını ifade ediyor. Dünya bizim başımıza zindan edilmişken, karartılmışken, biz filan ülkede ne kadar güzellik var, filan yerde nasıl yaşam var diye sorabilir miyiz? Kendi karanlık dünyamızda ufak bir pencere açamazsak, hangi aydınlıktan bahsedebiliriz? Başka durumlarla uğraşma imkânı bulamıyoruz. Bir defa içinde bulunduğumuz dünyayı kavrayalım. Bize biçilen zindan nasıl bir zindandır? Öncelikle bu gereklidir. Daha sonra küçücük bir ışık zerresini yakaladığımızda kendimize pek mutluyum diyelim. Böylesine yeni günlerde yeni başlangıçlar, çok yönlü düşündürmeye, kapasiteye derinlik kazandırmaya götürmeli derken, bunlardan bahsediyoruz. Buna şiddetle muhtaçsınız. Fırsat yaratılmıştır, kullanabilirsiniz. Başkalarına bakmayın. Hatta eski alışkanlıklarınız sizi fazla etkilemesin. Yeni olun, kendinizi yenilemeyi bilin! Kendinize ait olduğunu sandığınız olgular veya başka özellikler düşündüğünüzden daha fazla çürük ve yabancı öğelerdir. Bunlar yeni olmadığı gibi, sizin de değildir. Bütün bu hususları dini, felsefi yaklaşımlarla göstermek mümkündür. Ben sizleri en yalın, siyasi ve biraz da sosyolojik anlamda bilimle ifade edebilecek tarzda anlatmaya çalışıyorum. Aynı yaklaşımları dini, felsefi hatta siyasi, askeri yaklaşımlarla çok kapsamlı anlatabilirim. Hatta sanat yöntemiyle de trajikomik bir tarzda ele alabilirim. Ama biz yine de en rahat sayabileceğimiz bir tarzda yaklaşımla, PKK'yi ve onun öncülüğünü halkımıza kavratmak istiyoruz. Başka çaremizin olmadığını belirttim.
Siyasi bir yaklaşımın içine girdik. Onun en bilimsel ifadesi olabilecek sosyalist ideolojiye gereken kılavuzluk rolünü verdirdik. Ve politikanın en yoğunlaşmış ifadesi olarak askeri yaklaşımı inanılmaz bir biçimde gündeme koyduk. Onun yoğun hazırlığını inanılmaz bir biçimde sürdürüyoruz. Bütün bunlar şüphesiz kendi başınıza onlarca yıl sağlayamayacağınız gelişmeleri, kat edemeyeceğiniz mesafeyi sağlamak içindir. Çünkü size başka türlü karşılık versek layık olamayız. Önderlik edemeyiz. O halde geriye çabalarımızın bu biçimde somutluk kazanması kalıyor. Sizlerle böylesi bir yeni güne kavuşmak anlamlıdır. Zindanda çıkan yoldaşların da böylesine bir güne kavuşmaları söz konusudur. Yine aramızda belli bir ıslahattan, yani acımasız, hatta ilginç diyebileceğimiz bir eğitim tarzından geçenler de var. Özgür kadın gerçeğini değişik bir tarzda zindanda yaşayanlar da var. Sanırım onların da böylesine yeni bir günde durumları hayli anlam kazanıyor. Aynı zamanda aramızda bu yıl yola çıkan ve PKK gibi bir savaş örgütü içinde savaşma cesaretini gösterip yeni katılanlar var. Yine, sıcak savaşım alanından gelenler var. Hepinizin böyle anlamlı bir günde ve böylesine bir toplantıda bulunmaları bizi hayli anlamı yüklü olan iyi sentez yapmaya götürecektir. Gerçek ilerleme de bu temelde olur. Dolayısıyla bu temelde değişik konumları yaşayanların yeni günleri hayli anlamlıdır. Geçmiş yaşam ne kadar hatalı, noksan ve kölece geçmiş olursa olsun, madem böyle bir güne ulaşılmış, bizim için taze başlangıçlar yapmak, sadece bir günün hatırına olan bir tutum olmaz, diyoruz. Bilakis bütün yaşamımızın zorunlu bir sonucudur dedik. Ve bunu da çeşitli anlatımlarla kanıtlayarak göstermeye çalıştık. Onlar bu yeni başlangıçların anlamını ve kıymetini bizden daha iyi bilecek durumdadırlar. Gerek kendilerini gözden geçirme, gerekse de olumlu sonuçlarını hayata geçirmede hem şanslı, hem de değerini iyi bilirlerse oldukça da güçlü olabilirler. Kendilerini güçlü katabilirler. Biz bunu bu temelde sonuna kadar destekleriz. Anlatılmaya çalışılan çerçevede şartımız şudur; gerçeklerimizin doğru kavratılması ve ona layık bir karşılığın verilmesidir. Bu temelde her şeyimizi ona göre hazırlarız. Bu anlamda ortaya çıkan gelişmeler çok görkemlidir ve kendimizi kurallarıyla en iyi biçimde yürütmesini bileceğiz. Aynı zamanda da kargaşa içinde, kuralsızlık içinde, her bakımdan çirkef içinde olan bir durumdan kurtulup, bizi daha ölçülü, biçili ve yeterli çabalarla sonuca götüren çabalar içerisinde olacağız.
Newroz Derleme Değerlendirmesi
PKK Genel Sekreterliği
- Ayrıntılar
2014 yılının mart ayına Türkiye’de yaşanan önemli gelişmeler temelinde giriyoruz. AKP ve Cemaat’in iktidar çatışmasının gittikçe bir sistem krizine dönüştüğü, Türkiye’nin yeni seçenekler ve sınavla karşı karşıya bulunduğu bu süreç önemli gelişmelere gebe olacak gibi görünüyor. Bu hem krizin niteliği bakımından böyle, hem de etkilediği dinamikler ve gelişmeler bakımından böyle oldu. Zaten uluslararası sistemin arkasında olduğu bu krizin sonuçları bu temelde hesaplandı. Ve haliyle ortaya çıkacak sonuçların uluslararası boyutu ön görüldü. Uluslararası güçler Türkiye de böylesi bir krize ihtiyaç duyarken gelişen kriz de yeni uluslararası dengelerin ortaya çıkmasına vesile yapıldı. Bu bakımdan aslında Türkiye’nin kaderinin bölgesel politikalara bağlandığını ya da bu gelişmelere paralele ilerleyeceğini belirtmek gerekiyor. Bölgesel gelişmeler yeni bir düzleme kavuşmayana, yeni bir denklem ortaya çıkmayana kadar Türkiye bölgesel aktörlerin de etkisiyle bu krize mahkum yaşayacak ve aslında bir bakıma hastalıklı ve sakat tutulacak.
İşte böyle bir ortamda hareketimizin Rojava’da elde ettiği büyük kazanımlara Türkiye’de gittikçe can alıcı hale gelen siyasal gelişmelerle daha büyük kazanımlar katmak mümkün hale geldi. Türkiye’de hareketimizin tavrına endekslenen yeni denklemler ortaya çıkıyor ve çıkmaya devam edecek. Herkes bu tavrı bekliyor herkes bu tavrı etkilemeye çalışıyor. Bu amaçla hareketimizi etkilemeye kendi çizgisine çekmeye ya da kendi çizgisinde yürütmeye çalışan eğilimler, yönlendirici eleştiriler ve tartışmalar var. Bunlar bir baskı yaratmak istiyorlar. Elbette ki bu çabalar boşuna çabalar oluyor. Hareketimiz Önder APO’nun ortaya koyduğu çizgi temelinde stratejik bir tavırla bu süreçte yürüdü. Önder APO’nun 2013 Newrozun da ortaya koyduğu tavır stratejikti ve hareketimizin Önder APO’nun bu çağrısına doğru yürüyüşü de stratejik oldu. Bu yürüyüşte her türlü politik imkanlar orta yerde durmasına rağmen ilkesel olmaktan bir adım bile geri atmadı. Öyle ki dostu da düşmanı da hem Önder APO’nun hem de hareketimizin bu ilkesel tavrını alkışladığını, takdir ettiğini gördük. Önder APO’nun büyüklüğü pratik olarak bir kez daha böylelikle ortaya çıktı. Tüm bunlar karşısında AKP hükümetinin her türlü saldırısına, geri çekilmeyi suistimal eden her türlü provakasyonuna, ateşkesi ihlal eden her türlü fırsatçılığına rağmen kazanan Önder APO kazanan hareketimiz oldu.
Önder APO’nun da hareketimizin de tavrı açık ve netti. Önderlik hükümete ve devlete kazanmanın, Türkiye’nin kazanmasının, demokrasinin kazanabilmesinin yolunu gösterdi. Tavrının bu temelde seçimlerden sonra netleşeceğini ve netleşen tavrının ne olacağını dillendirerek Türkiye’nin ‘demokrasi’ seçeneğinde karar kılmaması halinde hareketimize bir bakıma ‘gösterilecek tavrı sen göster’ dedi. Bu takvim işte şimdi sadece Türkiye’yi yeni bir eşiğe getirecek bir takvim olmuyor. Bu tutum temelinde ortaya çıkacak gelişmeler bölgeyi yeni gelişmelerin eşiğine getirme potansiyeli taşıyor. Bu bakımdan aslında Türkiye’ye tek yol kalıyor. Kazanmanın tek yolu olan bu yol onurlu bir müzakere temelinde Kürt sorunun demokratik çözümü ve bu temelde yükselecek demokratik Türkiye oluyor.
Böyle bir randevuya büyük bir hazırlık temelinde hareket olarak, HPG olarak ilerliyoruz. Kış süreci yeniden yapılanma çalışmalarımızda belli bir derinleşme ortaya çıkardı ve bir hazırlık düzeyi şimdiden oluştu. Şimdi de önümüzde bir bahar süreci var. Ve bahar tüm yıllardan farklı olarak mücadeleye ivme kazandıracak ve gelişmelere belirleyici etkide bulunacak. Herkes bunu bekliyor ve herkes bunu görecek.
Mart ayı hareketimizin ortaya çıkışından bu yana gerçek anlamına yakışır bir şekilde bir mücadele ayı oldu. Komplo ardından 1999 yılıyla beraber 15 Şubatla birlikte başlayan direniş ve mücadele hamlesi tüm Kürdistanı içine alacak şekilde halkımızı ayaklandırdı. 15 Şubatla yükselen mücadeleyi halkımız mart sürecine kadar taşıdı. Bu süreçten bu yana mart ayına böyle bir hamle ve öfkeyle giren halkımız kadının öncülüğünde 8 Martla her zaman özgürlük için direnileceği mesajını verdi. Kürdistan halkı Halepçe, Kamışlo katliamları ile tarihsel gerçekliğinin bir parçası olan katliamları hep hatırladı, bu tarihleri hep lanetledi ve böyle bir kaderin tekerrür etmemesi adına katliamcılara karşı her yerde ayakta oldu, dik durdu. Newrozla mücadelesini Kürt halkının olduğu her yerde, günlerce, direniş bayramı olmanın anlamına uygun bir şekilde, Newroz’da demirci kawaların yaptığı gibi, zulüm sahibi zalimlerden hesap sorarak ve yeni yaşamı yaratmak amacıyla başkaldırdı. Newrozlaşan halkla tarih kazanıldı. Mazlum Doğan yoldaşın Newroza kattığı yeni anlamla halkımız 21 Mart günü Newroza öylesine büyük bir başkaldırıyı sığdırdı ki o gün yükselen o büyük mücadele ateşi tüm yılı sardı sarmaladı. Newroz’daki o görkemli tabloyla sadece 21 mart değil bir dönem kazanıldı.
Mart ayı aynı zamanda kahramanlık haftasını içinde barındırıyor. Bu temelde halkımız kahramanlarını anıyor, yürüttüğü mücadeleye. direnişe onların adıyla bir kez daha yükleniyor. Bulunduğu tüm alanlarda bu çizginin yani kahramanlık çizgisinin sürdürücüsü oluyor. Halkımız kendini bu kahramanlarıyla tanımlarken tabi ki onları yaşıyor yaşatıyor. Mücadeleye tıpkı onlar gibi yürüneceğini bilerek bu kahramanlarımızı kendi yoluna ışık yapıyor.
Düşmanlarımızın da Newroz’a bir yaklaşımı hep oldu. Newrozu bir okuma biçimi ve anlama tarzları ve durumları gelişti. Gerçekten Newroz’da ortaya çıkan tabloyla halkımız Kürdistan’ı sömürü altında tutan soykırımcı güçlere mesaj verdi. Bu güçler bu mesaja göre hesap yaptı. Aslında Newroz hemen her yıl hareketimizin geldiği düzeyin referansı oldu. Mart ayı boyunca meydanlarda direnen ayaklanan halk PKK’nin gücünün göstergesi ve ölçütü olarak görüldü. Burada verilen mesajlar halkımızın kırmızı çizgileri olarak düşmanlarımızın aklına ve yüreğine çizildi. Gittikçe büyüyen ve Newrozlaşan meydanlardan hareketimizin gittikçe büyüdüğü, geliştiği sonucunu çıkardılar ve böyle gördüler. Bu yüzden bu mücadele ayını bastıran, bu mücadele dönemine yönelen, bu mücadele ruhunu sindirmeye çalışan çabalar, provokasyonlar, hatta katliam düzeyinde saldırılar gelişti. Elbette ki bunlar Newroz ruhunu geriletmedi aksine bu ruhu daha da çelikleştirdi ve bu ruha yeni anlamlar kattı.
Tüm bunlar temelinde her gününü, her saatini, hatta her saniyesini bir mücadele emrine dönüştüren, takviminin her yaprağında bir direniş hikayesini dillendiren Mart ayı aslında bir ruh yaratıyor. Mart ayını en çok önemli kılanda bu oluyor aslında. Kürdistan dağlarının her mevzisinde direnen, her türlü şarta ve zorluğa aldırış etmeden düşmanını bulduğu her fırsatta yenmeyi hedefleyen, kendini buna kilitleyen ve buna yürüyen o fedai ve gerillacı ruhu da yine bu mart ayı canlandırıyor adeta diriltiyor. Evrene can veren bu ay gerillanın yüreğine bu ruhu bir kez daha üflüyor.
Şimdi işte eşik denilebilecek o zaman dilimine az kala hareketimizin ve halkımızın yolu bir mart ayından geçecek. Bu mart ayıyla bu sürece yürüyecek ve kazanmak için tüm imkanlarımızı ortaya koyacağız. Mart ayıyla yenilmezliğimizi bir kez daha ortaya koyacak biz buradayız biz halkız diyeceğiz. Bu ruh halkımızı seçimde de zafere götürecek. Kendini yönetmekte ısrar eden halkımız Kürdistan’a statü mücadelesinde 2014 seçim zaferiyle koca bir adım atmış olacak.
Gerilla açısından da bunun böyle olması gerekiyor. Bu bakımdan gerillanın bu mart sürecini ve sonrasını iyi takip etmesi, iyi anlaması Önderliğin talimatını, sokaklarda meydanlarda olan halkın mesajını doğru anlaması gerekiyor
Gerilla bu eşiğe bu randevusunda mart ayından geçerek yürüyecek. Bu mücadele ayından güç alacak ruh kazanacak. Bu mücadele ayında HPG’nin yoluna şehitlerimiz kahramanlarımız ışık tutacak. Halkımız nasıl ki Kürdistan’a statüye doğru koca bir adım atacak ise gerilla da Önder APO’nun özgürlüğünü elde edecek, Önderliği kucaklayacak. Çünkü Mart ayı, bu kutsal direniş ayı, bu ruh bize bunu emrediyor.
Harun DOĞAN
- Ayrıntılar
Newroz, karanlığa ışık tutan ateş
Kara kışlara inat güneşe uzanan bir kardelen,
Özgür yaşama duruş,
Doğanın yeniden canlanması,
Ve yeniden ama yeniden
Kürtlerin tarih sahnesine durduğu,
Bende varım dediği diriliş günü...
Mazlumların, Rewşenlerin, Ronahilerin elele verdiği,
Özgürlük ateşini Kawa'dan teslim aldığı gün bugün.
Kürtlerin destansı öyküsü Demirci Kawa efsanesiyle büyüdük ve büyütüldük. Hatırlıyorum, daha dün gibi. Düşman izin vermezdi, Newroz kutlamalarına. Ve her Newroz bir serhıldan olurdu Kürdistan'da. Her Newroz direniş günü olurdu bu topraklarda. Dün olduğu gibi bugünde hala böyle devam etmekte.
Küçüktüm, henüz çok küçüktüm. Hayal meyal hatırlıyorum. Mahallenin çocukları olarak zula yapardık tüm araba lastiklerini. Tabi ben kız çocuğu olduğum için her zaman gerisinde takip ederdim, ahaliyi... Bilirsiniz işte. Kızdık, kız çocuğuyduk. O yüzden örf ve adetlerin biz kız çocuklarına biçtiği misyonla katılmakla yükümlüydük. Öyle büyütülmüştük. Ve öylede büyütülmüşlerdi , bizden öncekiler. Kız çocuğu olarak bu geleneğe itaat etmekle sorumlu ve zorunluyduk. Bu böyle gelmiş böyle gitmeliydi ömrü billah. Ne hikmetse... Ama hiç bir zaman bunu kabullenmek istemedim. Çocuk aklımın erdiği kadar da olsa...
Sen kız çocuğusun bunu böyle, şunu şöyle yapmalısın nasihatları bitmek tükenmek bilmedi hiç bir zaman. Biteceğe de benzemiyordu. Öfkeleniyordum, ama çok öfkeleniyordum. Aksini yapmak için elimden geleni yapmaya çalışıyordum.
İşte böylesi bir Newroz günüydü. Yine kız çocukları gece dışarı çıkmamalı, otur oturduğun yerde nasihatlerinin başımı ağrıttığı bir anda, alıp başımı çıktım gecenin bir yarısı sokaklara... Sokaklar alev alev yanıyordu. Havada isyan kokusu, havada direniş kokusuydu genzime dolan. Newroz'du. Ve bugünde isyan, direniş, umut vardı. İsyan depreştikçe depreşiyordu içimde bir yerlerde. Bir taraftan Kürt halkına yapılan zulme, bir taraftan da adını bile koyamadığım kız çocuklarına biçilen misyona öfkeli dolanıp duruyordum sokaklarda. Tepkiliydim, öfkeliydim ama nedenini bilmeden. Öfkeyle hop oturuyor, hop kalkıyordum. Bir şeyler yapmak istiyorum, ama ne yapacağımı da bilmiyordum. Yine de içimi rahatlatan, beni ben yapan bir gün olduğunu anımsıyorum Newroz'un. Bugün hala aynı duyguyu yıllar geçtikten sonra yetişkin biri olarak aynı heyecan ve coşkuyla yaşıyorum. Artık bir yetişkin olarak ve en önemlisi de bir devrimci olarak daha yoğunluklu yaşıyorum bugünü. Adın da ateş, adında direniş var Newroz'un. Her türden haksızlığa isyan. Her türden tahakkümcü anlayışa isyan var bugünde...
Sonunda güçte olsa kendimi boş bir arazide çaldığımız araba lastiklerinin içinde buldum bir anda. Sevinçten delirircesine mutlu olduğum ateşin aydınlığında bulmuştum kendimi. Mutluydum ama çok mutlu. Coşkumun, sevincimin sebebini biliyordum. Ancak öfkemin, isyanımın sebebi neydi tam olarak isimlendiremiyordum. Çocuktum, çocuk aklımla akıl erdiremiyordum. Adını koyamadığım çelişkilerimin ön sancısıydı o vakit yaşadığım. Tanımını koyamadığım düşüncelerimin henüz kıyıya vurmadığı bir yaştaydım belkide. Ancak hem Newroz ateşini düşmana inat yaktığımız için, hem de sen kızsın erkek çocuklarla gece dışarı çıkıp gezemezsin söylemlerini boşa çıkarmanın mutluluğuydu ruhumu saran. Garipti çok garip. Sorguluyordum çocuk aklımla bir çok şeyi. Erkekler neden her istediğini yapabiliyordu, peki ben neden yapamıyordum. Benim onlardan eksik olan yanım neydi? Aramızdaki fark neydi? Yada var mıydı? Yada kanıksatılmak mı istenmişti?
Büyüdüm ve elbette şimdilerde gereğinden fazla anlam veriyorum. Veriyorum ki ,özgürlük dağlarında bir özgürlük savaşçısı gerillayım. O günden bugüne neler gördük, neler okuduk, neler yaşadık. Çocukken zordu bu çelişkiler... Aklımız ermiyordu. Toplumun tüm hücrelerine nüfus eden erkek akıl, iktidarcı zihniyet vurdukça vurmak istiyordu önce kadını, sonra toplumun tüm kesimlerini. Ancak büyüdük, büyüdükçe anlam verdik. Çelişkilerimiz arayışlarımıza kapı araladı. Arayışlarımız geliştikçe sorguladık, sorguladıkça yanıtları aramanın gerekliliğini daha bir yakıcı hissettik. İşte bende milyonlarca çocuk ve en önemlisi de kız çocuğu olarak yaşadığım bu çelişkilerin dehlizlerinde aradım kendi aidiyet kimliğimi... Bazen ulusal kimliğimi, bazen kadınlık kimliğimi, bazen de insanlık kimliğimi. Ama en çok acıtan ve de en çok yüreğime dokunanıydı çocukluk yıllarımı dolu dolu yaşayamamak. Kendi toprağımda, kendi memleketimde, kendi ana dilimle... Ağır ve zalimce olan...
Onlarca sayısız kahraman bu topraklarda yaşadılar, bu sancılı ve zorlu demleri... Onlarcası bu çelişkilerle büyüdü ve sonra yürüdüler dağlara, özgürlük saflarına... Kürt halkına yapılan bu zulmü, bu sömürüyü, bu tahakkümü kabul etmediler. Newroz ateşinde kutsadılar bedenlerini. Özgür yaşama olan tutkularıyla kucakladılar Newroz ateşini, ve tüm ateşleri... Kürt çocuklarının bu özlemlerine kapıları sonuna dek aralamak için...
Tarihten bugüne Newroz ateşini sürekli diri tutabilmek için sayısız yiğit Kürt çocukları özgürlük mücadelesine adadılar kendilerini. Hepside mertçe, yüreklice, cesaretlice yüreğini ortaya koydular. Bu yürekle sahip çıktılar özgürlük ateşine... Mazlumların ateşini gürleştirdikçe gürleştirdiler. Özgür kimliği yaşatmak uğruna mücadeleye gönül verdiler. Zekiyeler, Rahşanlar, Ronahiler, Berivanlar kendi bedenlerini ateş topu yapıp düşmanın yüreğine korkuyu saldılar.
Tarihte bilindiği üzere Kürtlerin diriliş destanı Demirci Kawa efsanesidir. Demirci Kawa efsanesi köleciliğe, zulme karşı direnişçiliğin sembolüdür. Demirci Kawa'nın isyanı, zalim hükümdara karşı isyan savaşıdır, başkaldırıdır. Dolayısıyla dün olduğu gibi bu günde zalimlere, egemenlere, iktidar odaklı güçlere isyan vardır Newroz'da. Her 21 Mart'ta ateşler yakılarak karşı konulur bu zulme. Kürt halkı tarihte olduğu gibi bugünde Demirci Kawa’nın çekiciyle paramparça ettiği tahakkümcü zihniyeti, düşünceyi hiç bir zamanda kabul etmedi. Etmeyecektir de. Geçmişte nasıl boyun eğmediyse bugünde boyun eğmeyecek kadar onurlu ve direngen bir halk olmaya yeminlidir her zaman.
Bu coğrafyanın çocukları olarak, ateşle kutsandık. Uçsuz bucaksız dağlarda sevdik, sevildik. Yaşadık, yaşattık. Dağların sert, soğuk, erişilmez doruklarında ateşle ısındık. Ateşle yıkandık. Dağ yaşamını, dağları kendimizden bir parça bildik. İşte o nedenle bugün Kürt özgürlük savaşçıları olarak dağlara bir kez daha sığındık. Dağları Kürtlerin en kadim dostu bildik. Kürt halkı olarak binlerce yıl dağlarda özgür yaşadık. Bundandır, bugün yine dağları mesken eyledik.Özgürlüğümüze vurulan bu tahakkümcü zihniyetin zincirlerini bir kez daha kırmak için. Bir kez daha ezmek için.
Bu dağlara sığınmış, bu dağları kadim dost olarak görmüş bir hareket olarak, PKK hareketi de yeniden doğuşun, dirilişin semboldür aynı biçimde. Mazlum Doğan, Amed zindanlarında Dehaklara karşı isyan ateşini yükselterek Demirci Kawadan teslim aldı bu ateşi. Ve sonra Zekiyeler, Semalar nice yiğit kahramanlar bu ateşi ölümsüzleştirdiler.
Kürdistan’da bir gelenektir ateş. Zerdüşten, Kawa'dan, Mazlumlardan kalan bir gelenek. Direş geleneği olan. Kürt halkı ateşin tarihiyle var oldu bu topraklarda. Ateşle kutsandı. Ateşle sınandı. Dolayısıyla Newroz, özgür yaşam iradesini kırmak isteyenlere bilenmiş bir yürek, sınanmış bir ateştir. Newroz şehitlere bağlılık, onların izinde yol almaktır. Çelik kadar güçlü yüreğe sahip bir hareketin savaşçıları olarak Newroz ateşini, dört parça Kürdistan başta olmak üzere dünyanın her yerinde yükseltiyoruz. Bu direniş geleneğini yaşatıyoruz. Kanımızın son damlasına kadar da ateşin kutsallığıyla direnecek kadar güçlü ve onurlu bir hareketiz biz.
Newroz, özgür kimlik arayışına süreklilik katan eylemdir Kürt halkı ve Kürdistanlılar için. Bu yüzden Önderliğimizin de ifade ettiği gibi "ey yaşam ya seni özgür yaşayacağız, yada hiç yaşanmamış sayacağız." Yaşayacaksak özgür yaşayacak ve bu ilkenin gereğince gerekirse bir kez değil, onlarca kez bedenimizi ateş topu yapacağız. Biliyoruz ki, özgür yaşamın tek ilkesi onurlu yaşamaktır. Bu ilkenin gereği olarak, her zamankinden daha fazla bu ilkeye göre yaşamak gerektiği açıktır. Onlarca şehit kahraman yoldaşlarımızın direnişleri bize bunu öğretti ve de yaşattı. Bedenini hiç ama hiç tereddüt etmeden ateşe veren yiğitler özgürlük değerlerine sahip çıkmak için ölüme alay edercesine yürüdüler. Kürt özgürlük mücadelesi şehitleri anlamlı yaşamın vazgeçilmez ilkesi olan özgürlük için kuşandılar ateşten gömleklerini. Bize düşen hakikatsa bu ilkenin vazgeçilmezliğini her an anımsamak ve anımsatabilmektir her dem.
Arya Andok
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1.13 Mart günü saat 09.00 - 11.00 arasında Gerilla güçlerimiz Amed - Bingöl yolu arasındaki yolu kapatmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 14 Mart günü saat 11.40'tan öğleden sonra saat 13.30'a kadar TC ordusu savaş uçakları, Medya Savunma alanlarımızdan Kandil bölgesi üzerinde dolaşmıştır.
Basına ve Kamuoyuna!
1. 14 Mart günü(bugün) saat 03.30 - 06.30 arasında TC ordusu savaş uçakları Medya Savunma alanlarımızdan Kandil bölgesi sınırları içerisinde bulunan Bukriskan, Lewcê, Ebabekir ve Siyes köyleri ve çevresi, saat 04.45 - 05.30 arasında Garê alanın bağlı Meyrokê mıntıkasında bulunan Kîlîsê ve Artuşê köyü çevresini bombalamıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Mart günü saat 15.30'da Medya Savunma alanlarımızdan Heftanin alanı sınır hattında bulunan Şehit Kendal alanında konumlanan TC askerlerine yönelik 2 ayrı koldan Gerilla güçlerimiz tarafından bir eylem gerçekleştirilmiş ve 2 asker öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 10 Mart günü saat 15.00 - 16.00 arasında Hakkari'nin Şemzinan alanında bulunan Xapuşkê alanında konumlanan TC ordusu; Govendê alanını obüs ve havanlarla bombalarken; Kobra tipi helikopterler ise Govendê ve Xapuşkê alanı çevresini vurmuştur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Mart günü saat 22.00'de bir Gerilla birimimiz Batman merkezde bulunan 10 Nisan Polis karakolu nöbet kulübesine yönelik B7 roketatar silahı ve ferdi silahlarla bir eylem gerçekleştirmiştir. Bu eylemde ölü ve yaralı asker sayısı netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Her gerillanın özgürlük dağlarına katılım hikâyesi farklıdır. Her birinin aklına, yüreğine sığamayacak hayalleri, düşünceleri vardır. İşte bu hayal ve düşüncelerdir özgür Kürdistan dağlarını çekim merkezi yapan. İliklerine kadar sömürülen, özgürlüğe susamış bir halkın evlatları olarak, her birimizi dağlara çeken ortak noktamız, özgür yaşam arzusudur.
Düşünce ve hayallerimizin ittifakı sonucunda çıktığımız bu yolculuk, kimine göre sıradan, kimine göre aklını yitirmişlerin baş koyduğu yol, ya da sıra dışı, gizemli ve her yüreğin cesaret gösteremeyeceği bir yol. Ama biliyoruz bizler, tarihe iz bırakan ve bırakacak yolcularız. Umut yüklü yüreklerimizle, özgür yaşama sevdamızın savaşçılarıyız.
Her birimizin birde hikâyeleri vardır. PKK, Önderlikle buluşan yaşamlarımız, dağlara ayak bastığımız ilk günden son anımıza kadar birer hikâye, roman destan olur. İşte buda benim dağlarla ilk buluşma hikâyemdir.
Katılmadan önce benim için gerçekleşmesi imkânsız olan özgürlük dağlarında iki yılımı geride bırakırken, yeni yaşamın kokusunu taşıyan bu baharla yine dağlara yürüyen ilk adımlarımı ve ardımda bıraktıklarımla son vedayı hatırladım.
Parıltılı ışıklarıyla göz kırpan güneş, ağaçların patlayan tomurcukları, gün yüzene çıkmanın sevinciyle yeşeren otlar ve canlılık kokan hava adeta baharı müjdeler gibiydi. Takvimler baharın ilk ayı, 13 Mart 2014'ü gösteriyordu. On kişilik arkadaş grubuyla beraber bir öğrenci evindeyiz. Akşam yemekleri yeniliyor, sohbetler ediliyor ve ardından şarkılar söyleniliyor. Ben ve Azad yoldaş arkadaşları gözlemliyoruz. İçeride sigara dumanın havasına birde ayrılık havası karışıyor. Ben ve Azad yoldaş, arkadaşları bir daha görememe düşüncesiyle her sözlerini, mimik hareketlerini izliyor, taze kalacak bir anı olarak hafızamıza, yüreğimizin sol yanına yerleştiriyoruz. Biraz da hüzün hakim bizde. Bizler özgürlük yolculuğuna çıkarken, arkadaşlarımızın ardımızda kalmasının verdiği hüzünle iç çekiyor, sonra gizliden birbirimizle bakışıp; "kendi kararları, yapacak bir şey yok" diyerek susuyor, onları izlemeye devam ediyoruz. Odada bulunan birçok arkadaşın saatler sonra yolculuğumuzdan haberlerinin olması sonucu ortamı buruk, gizlice odalarda dökülen gözyaşlarından şişen gözler ve hüzünlü bakışlar sarıyor. Anlam veremiyorum bu hüzne. Belki de ardımızda kalmanın hüznüdür bu. Evet, kesinlikle öyle olmalı. Anlayacağınız bizler onları bırakmanın, onlar da ardımızda kalmanın hüznünü yaşıyor.
Her gerilla adayına moral yapılmaz ama bizler şanslı adaylardık. Büyük bir moralle uğurlananlardık. Ne yalan söyleyeyim bizde böyle bir ortam ve uğurlama beklemiyorduk. Ş. Şoreş (Mustafa Kızılkaya) 'in bizlere sürprizi oldu. O gece herkes hünerlerini sergiledi. Saatlerce süren moralden sonra veda zamanı beklenmedik bir anda, tak yerleşiverdi odaya ve ortamın dakikalar öncesindeki havasını silip süpürdü. Ben ve Azad yoldaş, içimize sığmayan heyecanla arkadaşlardan teker teker hatır isterken, kulaklarına; "gözlerimizi yollarda bırakmayın ha, hemen gelin" demeyi de unutmuyoruz. Gerçektende gözlerimizi yollarda bırakmayarak içlerinde Ş. Şoreş'in de olduğu 13 kişilik bir gurupla baharın son ayında dağın yolunu tuttular.
Bir sabah vakti o kapıdan bir daha girmemek üzere tüm arkadaşlarımızı geride bırakarak Azad arkadaşla ıssız ve sessiz sokakta yürümeye başladık. Bu gerillaya, özgürlük dağlarına yürüyen adımlardı. İçim buruk, arkama bakmadan yürüyorum. Arkama bakarsam, sanki hayallerime kavuşamayacakmışım hissi gelişiyor yüreğimde, fikrimde. O yüzden yol boyunca sadece sol tarafımda doğum günü sürprizini çaktırmamak için bin takla attığım ve kandırdığım, yani bir taşla iki kuş vurduğum ve dağlara getirdiğim Azad arkadaşla konuşuyorum. Azad yoldaşın beni doğum günümde kandırdın espirisi, yolculuğumuza komik bir boyut kazandırdı. Seçili sözcükler çıkıyor ağzımızdan. Tam anlamıyla konuşamıyoruz. Birazda korku var bizde. Sanki birileri bizleri bu yoldan döndürmek için peşimize takılmış. Bizleri yolumuzdan alıkoyacaklar gibi tuhaf bir duyguyla, dört gözle etrafımızı gözlüyoruz.
Hiçbir eksiklik yaşanmadan ilk noktamıza varıyoruz. Birkaç gün beklediğimiz noktadan nihayet beş kişilik bir arkadaş gurubuyla yola çıkıyoruz. Hiç birimiz bir birini tanımıyor. Ama hepimiz sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi sıcak sohbetler geliştiriyoruz. Gerillanın yoldaşlığı bu olsa gerek.
Her şey gizli yapılıyor. Örgütlü mü desem? Evet, bu daha iyi olur. Olan bitenden habersiziz. Sadece arkadaşların gelip bizleri alacağını biliyoruz. Ama kim bu arkadaşlar, nereden alacaklar ve nereye gideceğimiz hakkında bir bilgimiz yok. Karanlığın çöktüğü bir saatte karşıdan birileri geliyor. Arabanın arkasından net göremiyoruz kimler olduğunu. Camdan iyice bakınca, karşıdan gelenlerin gerilla olduğunu anlıyoruz. İçerisinde bulunduğumuz arabanın kapısı kapalı olduğu için dışarı çıkamıyoruz. O an ki ruh halimizi, ağzımızdan çıkan sözcükleri söylemek… Bende kalsın komik duruma düşeceğim. Kapıyı tekmeliyoruz ve; “açın bizde gerillaları görmek istiyoruz” diyoruz. Heyecandan ikimizde bayılmak üzereyiz. İlk defa gerilla görmek, yaşamımız boyunca kurduğumuz bir hayal… Gerçekleşen bir hayal… O an dağlara, gerillaya geldiğimize inanamıyoruz. Bizler kapıyı tekmelerken, bağırıp çağırırken birden kapı açılıyor.
Oda ne!
Karşımda bir gerilla. Karşımda gördüğüm gerillanın gerçek olduğuna inanmamış olsam gerek istem dışı; "Aaaaaa siz gerçek misiniz?" sözcükleri dökülüyor dudaklarımdan. Bir kaç dakika sonra adının Hebun olduğunu öğrendiğim gerilla, sakin bir şekilde gülerek; "İn in, gerçeğiz biz" diyor. Biz arabadan iniyor ve üç gerilla arkadaşla kucaklaşıyoruz. Gerilla Egit, Hebun ve Özgür sıcak bir gülümsemeyle; "hoş geldiniz" diyorlar.
Hoş geldin sözü kulağıma hiç bu kadar anlamlı ve güzel gelmemişti. Hoş geldiğimiz, yıllardır özlemini çektiğimiz dağlardı. İnanamıyorduk ama gerçekten de bir bahar günü dağlardaydık. Özlemini duyduğumuz gerilladaydık ve artık gerillaydık. Ülkemizin, halkımızın özgürlük umudu olan gerillaydık. Partimizin, önderliğimizin fedai militanıydık.
İlk Newroz'u kutladığımız dağlarda H Cuma'nın neden "dağlarda Newroz bir başka kutlanılır" dediğini daha iyi anlıyorduk. Hele birde baharda gerillaysan o zaman şansına söyleyecek laf yok. Evet, bizler şanslıydık ve bahar gerillalarıydık. Canlılığın, yeni yaşamın getirdiği baharla, bizlerde gerillayla birleşerek yeni bir yaşama kavuşup can bulduk.
Şimdi bu bahar, özgür dağlara gelen gerillalar olacak elbet. Gerillayı ilk gördüğüm heyecanla, dağlara ilk ayak bastığım coşku ve yoldaşlarımın hoş geldiniz cümlesinin tılsımıyla, baharı ilk defa dağlarda geçirecek olan tüm gerillalara ben de "hoş geldiniz" diyorum.
Rengîn Amargî
- Ayrıntılar