PKK’nin özünü şehitlerin gerçeğinden arayıp bulmak ve öğrenmek lazım. PKK Kürt halkı için bir milat, özgürlük, eşitlik ve demokratik bir hareket olduğu tartışma götürmez somut bir gerçektir. Önderliği, şehitleri ve gerillası bunun iradi kimliğidir. PKK’nin Önderliği ve gerillası dünyada eşi benzeri görülmemiş fedakârlıklara girmiş. Halkın özgürleştirmek için canından fazla bir şey olsaydı verirdim ya da son nefesinde yaşam mücadelesinde son sözü; mezar taşıma, halkıma borçluyum yazın veya yaşamı o kadar seviyoruz. Onun için yaşam uğruna ölüme gidiyoruz. Binlercesi daha gencecik yaştayken şu veya bu biçimde tarihin seyrini değiştirecek söz, duruş ve pratikleriyle yeni Kürt kişiliğin kimliğini yarattılar.
Evet, onlarında kendilerine özgü bir yaşam tarzları vardı. 5 bin yıllık erken zihniyetin yarattığı yaşam tarzından kopuyorlardı. Sistemin verdiği anlamasız yaşamı aşmışlardı ve insanlık için yeni bir doğuş ve yaşam anlamı içeriyordu. Onun için bitkinlik, yorgunluk, tereddüt vb. düşünülecek şeyler olamazdı. Onlar bir günün bir yılın ya da birkaç asrın hesabını yapmıyorlar. Onlar sonsuza dek yeni bir yaşam insan ve tarih yaratıp tüm insanlığa mal etmek peşindeler. Bu tarihte komplo, ihanet, ayrımcılık düşünülemiyor. Buna ulaşmak içinde olağanüstü çabalar, fedakârlıklar, cesaret göstererek hiçbir bireysel hesap yapmadan kar kış demeden yılın dört mevsiminde akılların tahmin edemeyeceği yani bilimin keşif etmediği yaşamı yaşadılar. Yollar, sular, dağlar, ovalar geçtiler. Her gerillanın bir günü kitaplara sığmayacak kadar anlam dolu duygu düşünceye sahip proje yapılanlarda vardır. Büyük umutlar ve güven yaşamaktadır; ama yazılmıyor. Yazılmamış sır kalıp belki de yazmalı. Bir ruh gibi doğanın derinliklerinde rüzgâr esintilerine katarak, insanlara nefes, iyi bir duygu ve düşünce yaratıyor. Gelelim 2006, 2007’ye bağlayan Muş Güneyinde kış kampında bir grup Kürt halkının özgürlük gerillasının yaşadıkları anılar.
Kış üslenme kamp hazırlıklarımız durmadan tüm hızıyla sürüyordu. Yılın sonuna gelmiştik. Sonbahar yağmurları gittikçe kara dönüşmüştü. Özellikle Andok dağı ve Berbıheyv gibi yüksek tepelerin zirvelerinde mantar gibi beyazlıklarını kilometrelerce uzaktaki yerleri gösteriyordu. 2006 yılının baharında Muş Güneyinde 14 gerilla yoldaşlarımız binlerce asker, korucu ve teknik üstünlüğe karşı kahramanca direnerek şehit vermiştik. Artık tüm hesaplarımız ve hassasiyetlerimiz ona göre oluyordu. Tekrarın yaşanmaması için büyük bir sorumlulukla her arkadaş çok titiz davranıyordu. Her zaman şu sözü kendimize hatırlatıyorduk. Küçük bir hata telafi edilmeyecek kayba yol açabilir diyorduk.
Grubumuz 9 gerilladan oluşuyordu. Yoldaştık, dikkat edelim yoldaştık. Aynı amaca bağlanmış annemiz, babamız ve akrabalarımızdan daha çok birbirimize bağlıyız ve inançları çelikten daha güçlüdür. Onun için her gerilla yüzlerce askere karşı gelebilecek güçtedir. Hem ideolojik, psikolojik, siyasi, maddi, manevi moral açıdan bu böyledir. O inanmış, güvenmiş yeniçağın insanı oluyor.
Evet, 9 gerillaydık; ama bu 9 gerilla Garzan eyaletinden sorumlu arkadaşlardı. Grupta eyalet komutanı, cephe, bölge ve eyaletin tecrübeli kadın komutası vardı. Onun için o kışta tüm eyaletin ihtiyaçlarını tartışacak planlayacak görevine sahiptiler. Taktikten eyleme, pratikten yaşamının ince ayrıntılı bir eğitim programı üzerinde durulacaktı.
3 ayın günlük programı şöyleydi. Rojbaş saat 5, kahvaltı saat 6, sabah eğitimi 7.30, ara 11-1, öğlen eğitimi 1-4.30, günlük tekmil, akşam yemeği 4.30-6, saat 6’da da jeneratör açılıyor. 9’a kadar varsa CD’de bir film izlenir olmazsa bireysel yoğunlaşma yine sohbet ve toplu tartışalar. Yat saati 9, varsa yoğunlaşmak isteyen yani okuyup yazmak isteyen arkadaşlar için jeneratör bazen 11’e kadar açık kalıyordu. Böylece dolu bir gerilla grubun programı sadece resmiyete bağlanmış yanı oluyordu. Dakikasına anlam katmaya çalışan bu arkadaşlar bir gün Çekdar Amed arkadaş bir öneri geliştirdi. Bana şu öneriyi sundu; “heval TV’de atari oyunu var. Biraz oynayalım. Bende sıcak bakmadım. Dedim ki gerekiyor mu, faydası var mı?
Çekdar arkadaş; “siz bilirsiniz heval”
Araya diğer arkadaşlarda girdi. Azad Başkale, Azad Çermik, Selim Kotol, Argeş Siirt, Serdar Amed; “heval bizce de birazda değişiklik olsun. Biraz oynayalım dediler.
Çekdar arkadaş gülüyordu. Bende Çekdar arkadaşı çok seviyordum. Kavgalıydık ama açık ve dürüst özellikleri çok belirgindi. Her şeyiyle gözler önündeydi; ama ben gerillada bir şeyin önü açıldı mı artık o gelişiyor biliyorsunuz. Alışkanlık ve bağımlılık yaratıyor. “Tamam” dedim. Bir oynadık. Bir daha bırakmadık. Her gün saat 6’dan 7’ye kadar sıraya girip kim daha çok duvar örecek yarışmaya giriyorduk. En çok Çekdar arkadaş puan alıyordu. En az Selim arkadaş anlıyordu. Hepimiz Selim arkadaşa yardım ediyorduk. Yine fazla sayı olmuyordu.
Şimdi o kamptan Selim ve Çekdar arkadaşlar şehittirler. Azad Başkale ve Argeş Sert esir düşüp zindana atıldılar. Diğerlerimiz burada kalıyoruz.
Cevizlerimiz vardı. Kış boyu fırınlı sobamızda baklava, değişik türden pasta ve kek yapıyorduk. En güzeli de yer altı odamıza yani mangalarımıza hortumla su taşımıştık. Küçücük yer altı bir banyo yapmıştık. Böylece kış boyu başta Selim arkadaş, okuma yazması olmayan arkadaş onu da öğrendiler; çünkü programımıza öğrenme işi de koymuştuk.
Dakika dakikasına gelişmeleri Mezopotamya radyosundan dinliyoruz. Süreci oradan ele alıyoruz. Hem Önderliğin hem de örgütümüzün açıklamalarını oradan takip ediyorduk. Günde her saat başı Türk TRT radyosundan Türkiye’deki gelişmeleri takip ediyorduk.
Bahara girme moralini yaşıyorduk. Her arkadaş kendi başında bir sürü plan ve proje yapmıştı. Kimisi böyle eylem yaparız. Kimisi şöyle açılım yaparız. Kimisi de yeni savaşçı vb. çalışmaları üzerinden yoğunlaşıyorduk.
Kıs sürecinde 1-2 operasyon oldu; ama sonuçsuz sona ermişti. Mart ayına girmiştik. Ayın 5. günüydü. Birden lapa lapa bir kar yağdı. Bizde fırsattır. Son bir kez daha bu karda kendimize 15-20 günlük yakmak için kuru ağaç toplayalım diye eğitime ara verdik. 2 saat kuru ağaç topladık birden kar durdu. Bulutlar dağıldı. Havalar açıldı. Bahar güneşi çevreyi vurdu. Akan su ve ağaçların kökünden buharlar kalkarak sıcaklığını gösterirken biz de çıkan kardaki izlerin derdine düşmüştük; çünkü baharda havalar açılınca her an operasyon yapma ihtimali vardır. Alelacele topladığımız odunları mangaya taşıdık. Çıkan izleri yine karla kapattık. Ama biri üzerine gelseydi hemen fark ederdi. Çok iz çıkarmıştık. Yağışlı havadır deyip kartopu oynadık. Güreş tuttuk ve kamuflajı eskisi gibi olması mümkün değildi. Artık uzaktan belli olmayacak şekilde kamufle edip yer altı köşklerimize çekilmiştik.
Ertesi gün sabah saat 6’ydı. Elimizi, yüzümüzü yıkadık. Kahvaltı yapmamız için sofraya oturur oturmaz çok uzaktan sinek sesine benzeyen çok derin bir ses duydum. His ve sezgilerime güveniyordum. Skorsky helikopterin sesi dedim. Selim arkadaş çok duyarlı ve uyanıktı. Helikopter dememle birlikte ayağa fırladı. 20 metre mangadan çektiğimiz tünelin sonundaki karşıya kaçtı. O anda 6 Skorsky askeri taşıyan helikopterle 4 Kobra savaş helikopteri Kozmê dağından çıkıp Muş Güneyinin orta alanına indirmelere başladılar. Kar diz boyu Berbıheyv, Serê Spî, Kozmê Kurtık, Andok ve Muş Güneyinin orta ve iç alanların tamamında indirmeler yaptılar.
Selim arkadaş çağırdı. Bizi arkadaşların hazırlamasını istedi. Yanına gittiğimde güler bir yüzle görüyorsun. R.arkadaş geçen yıl 18 gün sonra yine Muş Güneyinde 14 arkadaşımızı şehit ettiler. Şimdi de bizi şehit etmek isteyecekler; ama kolay olmadığını onlara göstereceğiz. Çok soğukkanlı, rahat bir yaklaşım sergiledi.
Kuşbakışı kampımızın 400-500 metre yakınımda bulunan bir tepeye askerler çıktı. Askerleri zor görebildik. Hepsi kar elbisesini giymişlerdi. Silahlarına beyaz bez sarmışlardı. Çıkardıkları izlerden askerleri görebiliyorduk.
Operasyonun 4.günüydü. 24 saat hazır bekliyorduk kampı bırakmak istemiyorduk; çünkü daha tehlikeli olma ihtimali vardı. Operasyonun 5.gününün sabahında baktık ilk gün tuttukları tepeye yine tuttular. Artık her yerin operasyon yaptıklarını sonuçta bulunduğumuz yerede bugün veya yarın operasyon yapacakları büyük ihtimal dahilindeydi. Bu gece kampı bırakıp bırakmama tartışmasına girdik. Benimle birlikte Selim, Azad Başkale ve Argeş arkadaş kampın bırakılmasından yana görüş belirtti. Azad Çermik ve Çekdar arkadaşlar bırakılmamasından yana görüş belirttiler. Serdar arkadaş, Amed ve Cudi nasıl uygun görürsek ona katılacaklarını söylediler. Sonuçta kampın bırakılmasına karar verdik.
Şimdi küçük bir hata felaket getirebilir. Kar yumuşak, ay ışığı var. Kampa yakın derede su akıyor. Ona ulaşsak izleri kaybedebiliriz; ama suların kenarlarında derelerin birleştikleri üçgenlerde düşmanımızın pusuları da büyük ihtimal dahilinde olması lazım. Ayrıca gece keşif dürbünleri çok gelişmiş.
Karın sertleşmesini bekledik. Gece saat 12’ye geldi. Kar sertleşmedi. Çıkmaya karar verdik. 100-150 metre uzaklıkta olan dereye indik. Suya girdik. Kar suyuydu. Keskin ve buz gibi soğuktu. 3 saat suda yürüdük. Baktım arkadaşlar ara istiyorlar. Zaman altın değerindedir; ama ara vermeyede mecburum; çünkü ayakları donan takatten düşen arkadaşlar var. Su kenarında 2-3 metre genişliğinde bir taş üzerinde durduk. Fazla yayılamıyoruz. İz çıkacaktı. Arkadaşlara durumları sordum. Ne var ne yok. Sonbaharda yedek bir sığınak yapmıştık. Onun hizasına gelmiştik ve arkadaşların önerileri oraya gitmekti. Bense daha uzağa gitmemizi söylüyordum. Baktım Argeş arkadaşın ayakkabısı su da gitmiş. Ayakları donduğu için farkına varmamıştı. Bende öyle görünce yedek sığınağa gidelim dedik. Çok tehlikeliydi. Sabah askerler bulunduğumuz sığınağın üstünden geçtiler.
12 Mart sabahında Türk basınında önce Lice Kulp arasında iç çelişkilerden dolayı birbirlerini öldüren 7 gerilla cenazesinden bahsetti. Sonra Kulp’a bağlı Şen yaylasında olayın olduğunu yineledi. Biz başta anlam veremedik. Bir arkadaşın sivildeki ismini veriyordu. Baktık akşam Mezopotamya radyosu anında haberi verdi. Endişelere girmiştik. Haberleri daha çok ben takip ettiğim için arkadaşlara da söylemiyordum bu olayı.
Operasyonun niçin bu kadar uzadığını başta öğrenemedik. 13 Mart’ta operasyon geri çekildi. Bizde kampımıza geri döndük. Benim endişeli ruh halimi önce Çekdar arkadaş sordu. Selim arkadaşta uzaktan gözün altında beni yokluyor. Arkadaşlara demişti “niçin R.arkadaş bu kadar düşünüyor? Akşam 5’te Mezopotamya haberinde hem operasyonun uzun sürmesi hem de verilen kayıp haberlerini öğrenmiştik. Mereto adında biri içimizden kaçmış, daha sonra geri gelip katılmış ve Dorşin alanımızda üslenen Sason ve Dorşin gücünü uykuda tarayıp katletmişti. Hakkımızda da düşmana detaylı bilgi verdiği için düşman operasyonu uzamıştı.
Öğrenir öğrenmez Çekdar arkadaş ağlamaya başladı; çünkü Çekdar yürütmüştü. Sonbaharda düzenlemesini yapıp yanımıza almıştık. En çok onları o tanıyordu. Niçin onlardan ayrıldığını, niçin onlarla şehit olmadığını bir sürü suçlayıcı soruları kendisine soruydu ve hepimizi çok acı ve derin bir duygusal atmosfer oluşturuyordu. Selim ve Çekdar arkadaş Bitlis tarafına vermeyi planlıyorduk. Bu arkadaşlar şehit düştükten sonra şehit düşen arkadaşlar Behzat Derik, Bilal Mardin, Hüner Hewreman, Botan Serhat, Serhat Serhat, Sipan Batman ve Rêber Amed. Böylece intikam ve çalışmalarını devralmak için Selim ve Çekdar arkadaşı Dorşin alanına düzenledik. 3 ay pratikten sonra 10 Haziran 2007’de yaralı bir arkadaşı kurtarmak için her iki arkadaş canını feda ettiler. Yoldaşlık bağlılığı böyledir. Bir arkadaşımızı kurtarmak için onlarca arkadaş şehit vermiştik.
Böylece sayısal küçük ama düşünce ve onuru büyük olan bu gerilla grubu veya her gerilla yaşam büyük anlamlar içeren yaşamı yaşamanın gayretinde. Onun için zaman, mekân ve imkân onun için önemli olsa da belirleyici değil. Selim ve Çekdar yoldaş gibileri an’ın devrimcileri olmuşlardı.
Baharda intikam alınacaktı. Muş Güneyinde Dorşin’de, Sason’da, Mutki’de, Şehit Cuma’da, Tatvan’da, Siirt, Şirvan, Bitlis Garzan’ın her yerinde eylemler oluyordu. Tekmilin başlangıcı Dorşin’deki şehitlerin anısına eylem yapılmış deniliyordu ve kuzeydeki tüm gerilla güçleri intikam almak için baharı sabırsızca bekliyorlardı.
Evet, gerilla inatçı, ısrarlı, kimsenin yanına bırakmayacak ilke ve anlayışa sahiptir. Gerilla yaşamını kazanılmasını beceren insanlardır. Baharda çıkar başlar maceralı serüvenine. Dağ, bazen zozanlık bazen ormanlık bazen ay ışığında kaybolan yıldızlar eşliğinde bazen de kapkaranlık gökyüzünde renklendiren yıldızlar bazen de yağmurda çınlanan şimşekten göz kamaşır yolda durunca yorgunluğunu geçirir. En iyisi ve güzeli de neyin yaptığını bilmesidir.
Mücadele Arkadaşları
- Ayrıntılar
Son zamanlarda Kürdistan dağlarına çıkan Kürdistan gençlerine dönük bazıları çeşitli değerlendirmelerde bulunuyorlar. Ve bu bazı çevrelerin söylediklerini doğrusu ele almalı ve değerlendirmeye tabi tutmamız gerekiyor.
Şunu peşinen söyleyelim ki Kürdistan’da faşizan zihniyet var oldukça dağlara-özgürlük dağlarına –çıkış ve akış devam edecektir. İstenildiği kadar tedbir alınsın, istenildiği kadar hile ve oyunlara başvurulsun, dediğimiz gibi insanlık dışı faşizan zihniyet var oldukça hiç kimse ama hiç kimse Kürt gençlerinin dağlara özgürlük uğruna mücadele çıkışlarını önünü alamayacaktır.
Eğer gençlerin dağlara akışı durdurulmak isteniyorsa önce Kürdistan’da faşizm son bulacaktır. Kürdistan’da sömürgecilik terk edilecektir. İşgal terk edilecektir. Bu dünyada yaşayan her halk gibi Kürt halkının meşru ve haklı olan hakları geri iade edilecek ve Kürt halkına yaşatılanlar için özür dilenecektir. Aksi taktirde dediğimiz gibi dağlar her Kürt gencinin hatta her Kürdistanlı ve Türkiyeli gencin gönlünde özgürlük arayışının yeri olarak hep ve her zaman kalacaktır.
Bir kere şunu belirtelim ki Kürdistan özgürlük gerillası tek bir genci zoraki olarak dağa almadığı gibi dağlara akan küçük yaştaki Kürt gençlerini geri göndermek için o kadar uğraşmasına rağmen tek birini bile geri gönderememektedir. Gönderemediği için bu gençlerin güvenliklerinin sağlanması için bin bir dereden su getirerek sağlamaya çalışmaktadır.
Bu bağlamda sorun dağlara gençleri zorla getirme değildir. Esas sorun ve esas soru neden bu kadar gencin dağlara aktığıdır. Ve bu soruyu öncelikli olarak sömürgecilik ve bu zihniyetin temsilciliğini yapan tüm sömürgeci kurumlar yapmalıdır.
Kürt gençleri uygulanan bunca özel savaş uygulamalarına rağmen neden dağlara akar?
Neden faşist ve sömürgeci devlet bu kadar imkanlar sunmasına rağmen gençler ısrarla dağlar deyip oraları –yani şehirleri- bırakıp gerillaya akmaktadır?
Neden tüm basınınızla bu kadar karaladığınız, utanmadan hakaret yağdırdığınız gerillayla buluşmak için binlerce genç en büyük zorluklara rağmen dağlara akmaktadır?
Evet, neden bu kadar ailelerine, kendilerine, yaşam alanlarına el atığınız halde körpecik gençler özgürlük dağlarına özgürce nefes alabilmek için gerilla alanlarına çıkmaktadırlar?
Bunlar TC devletine ve onların şeflerine sorulması gerekli olan sorulardır. Ve tabii birde Kürdistan’da sömürgecilik ile yaşanabileceğine inananlara için de soracağımız birkaç sorumuz vardır.
TC devleti zoraki gençlerimizi TC askerliğine alırken neden çocuklarınızı kendi evlatlarınızı öldürmek için bu faşist devletin askerliğini yapmasına izin veriyorsunuz?
Bu faşist devlet sizlerden, tüm Kürdistan halkından zoraki vergi alırken-ki bu devletlerin çalma ve çırpma biçimidir-neden karşı çıkmıyorsunuz?
Kürdistan’da gayri ahlaki ve gayri hukuki ve gayri meşru bir şekilde kalan bir devlete hem de faşist bir devlete nasıl bel bağlayarak onun ekmeğine yağ sürebiliyorsunuz?
Dünyanın neresinde görülmüş ki sömürgecilere el açılmış? Sömürgecilerin yapmak istediklerine destek sunulmuş? Sömürgecilerin yapmak istediklerine arka çıkılmış?
Evet, dünyanın neresinde görülmüş ki sömürgecilerin aklı ile hareket edilmiş?
Evet, Kürdistan’da faşizm ve sömürgecilik doludizgin yaşanırken nasıl olurda sömürgecilik kurumlarına evlatlarınızı gönderebiliyorsunuz?
Dünyanın neresine giderseniz gidin kesinlikle sömürgecilik sömürgeciliktir ve yapılması gerekli olan bir an evvel sömürgecileri ve tüm sömürgeci uygulamaları bir an evvel söküp atmaktır. Bu sömürgeciliğe karşı mücadele etmektir. Ve gerektiğinde ise canını bu sömürgecileri söküp atmak için canını ortaya koymaktır.
Evet, bugün Kürdistan gençleri; bu faşizan sömürgeciliği Kürdistan’da söküp atmak, bir nebze de olsa rahat nefes alabilmek ve de az bir şey de olsa onurlu yaşayabilmek için dağlara akmaktadırlar. Ve gençliğin bu onurlu duruşu oldukça da dediğimiz gibi dağlara akış sürecektir.
Bu olmazsa yani dağlara akış sürmezse sömürgecilik sonuna kadar Kürt halkını sömürgeleştirmek için her şeyi yapacaktır. Nitekim başka halkların yaşadıklarında biliyoruz ki: “Bu meşruluğun tam olabilmesi için sömürge insanının köle olması yeterli değildir, bu rolü kabul etmesi de gerekir. Sömürgeciyle sömürgeleştirilen arasındaki bağ bu yüzden yıkıcı ve yaratıcıdır… Sömürgeleştirmeye hoşgörü gösterdiği sürece sömürge insanının tek olası alternatifleri asimilasyon ya da donup taş kesilmektir” demektedirler. Bu ise: “Kendi omuzları üzerinde başkalarının kafasını taşımaya-gezdirmeye razı” olmak demektir.
Evet, böyle kirli ve düşürülmüş durumu aşmanın tek bir yolu vardır: “Sömürge durumuna alışılamaz; demir bir yaka gibi ancak kırılabilir” diyerek sömürgeciliğe ve uygulamalarının tümünü Kürdistan’da söküp atmak gerekiyor.
Ve bunun ise gerçekten sadece ve sadece bir yolu vardır, o da: Kürdistan gençleri dağlara akacak, Kürt halkının ve Kürdistan’da yaşayan tüm halkların özgürlüğü için er meydanına çıkacaklardır.
Bunun başka da bir yolu yoktur!
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 7 Haziran tarihinde saat 12:30'da Hakkarinin Şemzinan ilçesine bağlı Gerdiya alanında yapımına devam eden Derik karakoluna malzeme taşıyan araçlara gerilla güçlerimiz ağır silahlarla uyarı ateşi açmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 3 Haziran tarihinde işgalci TC ordusu Siirt'in Eruh ilçesine bağlı Mişare mıntıkasında bir operasyon başlatmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 4 Haziran tarihinde saat 09:30 ile 13:00 arası ve yine aynı gün 20:00 ile 22:00 arası işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Metina bölgesi üzerinde yoğun keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Halkımızın Türk devletinin çözüm sürecini tehlikeye sokan, ateşkes koşullarını ihlal eden, karakol, kalekol ve askeri amaçlı baraj yapımına karşı Lice ve çevresinde gelişen halk hareketi giderek büyüyor.
- Ayrıntılar
Savaş ve iktidar bloklarının en çok başvurdukları toplumsal politikalarından biri asimilasyondur. En genel deyimiyle kültürel eritme anlamına gelen asimilasyon politikalarındaki temel amaç, tahakküme tabi tuttuklarının tüm karşı direnç yeteneklerini ellerinden almak için, başta zihniyetin temel kullanım aracı olan yerel dili uygulama dışı tutup, hakim dilin yoğun işlenişini ifade eder. Resmi dil yoluyla yerel dil ve kültür kadükleşip dolaşımda rol oynamayacak kadar daraltılır. Hâkim dil-kültür yükselmenin, okumanın, siyaset ve ekonominin ifade dili olarak kullanana kazanım sağlar. Baskı altına alınan dil ve kültür ise kullanana zarar kaydettirir. Bu ikilem altında yerel dilin iktidar dili karşısında dayanması gün geçtikçe zorlaşır. Hele yazı dili haline gelmemiş, hâkim lehçesini kuramamışsa, bu dil ve lehçelerinin sonu karanlık olur. Asimilasyon yalnız dil alanında değil, iktidarın şekillendirdiği tüm toplumsal kurumlarda uygulanır. Hâkim ulus veya dinin, grubun kurumsal gerçekliğine uyarlanma her düzeyde yaşanır. Siyasal, sosyal, ekonomik, hatta zihniyet alanı resmen tanınıp hukukça korundukça, diğer azınlık ve yenilmişlerin eş kurumları kendilerini hâkim kurumlara göre zoraki veya gönüllü asimilasyona uğratarak, resmiyetinin içinde yer alırlar. Baskı ve ekonomik, siyasi çıkar ne kadar devreye girerse, erime o denli rol oynar.
Kürdistan kültürel varlığı üzerinde en az savaşlar ve terör kadar, zoraki asimilasyon tahripkâr rol oynamıştır. Aynı tarihsel yöntemi uygulayıp ilk çağlara kadar gidebiliriz. Sümercenin belki de ilk ve en büyük asimilasyon dili ve kültürü olduğunu belirtmek mübalağa sayılmamalıdır. Kelime ve cümle düzeninden bu gerçeği anlamaktayız. Sırayla Hurice, Mitanni, Urartu, Mad ve Parsça de önce Sümer dili, sonra sırayla Akadça kaynaklı Babilce ve Asrice, sonraları Aramice Ortadoğu’nun ilk çağlardaki en büyük asimilasyon dilleriydi. Bu gerçeği Hitit, Urartu, Mitanni, Med ve Pers yazıtlarında görmek mümkündür. Bir nevi günümüz İngilizce’si gibi dönemin ‘interetnisite’ dili olan Aramice ortak anlaşma aracıdır. Özellikle aristokrasi ve devlet bürokrasisinin yazı dilinin bir tanesinin Aramice olması yaygın rastlanan bir örnektir. Yerel dil ve Aramice birlikte kullanılmaktadır. Bugün de yaşadığımız gibi hakim iktidar dili nasıl resmi dil olarak devlet ilişkilerde esas ise, o dönemlerde de Aramice -daha önceleri Akadça ve Sümerce- esas dil olup, yerel dil daha çok okuma yazması olmayan halkın sözlü iletişim aracıdır. Aristokrat kesim büyük ihtimalle işbirlikçisi olduğu devletin resmi dili ile konuşmaktadır. Urartu yazılı belgelerinde bu gerçeği görmek mümkündür. Tıpkı bağımlı ülke yöneticilerinin çoğunlukla İngilizce ve Fransızca konuşmaları gibi.
Pers anıtlarında Aramice’nin yeri açıktır. Dönemin hem diplomasi hem ticaret ortak dili olarak tüm Ortadoğu’da dolaşımdadır. Asimilasyonun mimarlıkta, devlet yönetiminde, edebiyatta, hukukta yoğun rol oynadığı bu alanlar ile ilgili tüm belgelerde gözlemlenmektedir. İsa’nın bile Aramice bildiği tahmin edilmektedir. Aramice’nin daha ulusal biçimi olan Süryanice diğer yaygın bir asimilasyon aracıdır. İbranicenin sınırlı bir etki alanı olması nedeniyle, karşı yayılma halindeki Helenizm’in dili Helence de giderek Ortadoğu’ya nüfuz etmektedir. Bugünkü İngilizce ve Fransızca gibi Helence ve Süryanice rekabet halindedir. İkisi de Kürdistan’da, özellikle şehirlerinde etki savaşı vermektedir. Urfa bunun tipik bir örneğidir. Aramice, Ermenice, Süryanice, Arapça ve Kürtçe’ yi, en son Türkçe’ yi yaşamış bir kültür derinliğine sahiptir. Fakat aşırı asimilasyon aşırı bir kozmopolitizme de yol açmaktadır. Urfa’nın bugünkü halinden de bu gerçeği anlamak mümkündür.
Süryanice’nin Kürdistan kültüründeki yeri daha sonraki Arapça’ dan ileridir. Bir aydınlanma dili olarak rol oynadığı belirtilebilir. Süryanilerin esas olarak kentte oturmaları bu sonucu doğurmaktadır. Kürtler Koma gene halkı olarak göçerliğin, köylülüğün sözlü dili olarak Kürtçe lehçelerini kullanmaktadır. Yazılı kaynakları sınırlıdır. Hiç olmadığı anlamına gelmez. Özellikle Mitannilerin başkenti Waşukkani’de (Hoşpınar, bugünkü Suriye-Türkiye sınırındaki Resulayn ve Amude kentleri) bulunan çok sayıda yazılı belge, M.Ö 1500’lerde proto-Kürtçenin yazı dili olarak kullanıldığını göstermektedir.
Kürdistan’da M.Ö 300-250 Helen krallıkları döneminde Helen kökenli halkın varlığı ve özellikle kentlerdeki ağırlıkları, Helence’nin de uzun süre kullanıldığını göstermektedir. Bir nevi sömürgeci dili rolünü oynuyor. Günümüzdeki gibi Kürdistan kentleri yabancı dil ve kültüre göre yaşarken, kırsaldaki halk yerel dil ve kültürü yaşamaktadır.
İslamiyet ile birlikte öne çıkan dil Arapça’dır. Önceleri bedevilerin dili olan Arapça, kentleşme ve İslamiyet’in doğuşu ile birlikte Ortadoğu’nun en prestijli dil, edebiyat ve bilim dili oldu. Savaş ve iktidarın resmi dili olarak Arapça büyük bir üstünlük kazandı. Zayıf Afrika kökenli diller karşısında tüm Kuzey Afrika’dan ve Zağros,Toros sisteminin güneyine kadar hakim dil oldu. Kültür ve bilim de Arapça ile yaşanmakta ve yapılmaktadır. Ayrıcalıklıdır. Onu kullanan, bürokraside yer alabilir. İlim sınıfına girebilir, bilim yapabilir. Dolayısıyla Arapça yükselmenin, çıkarların etkin dilidir. Bugüne kadar ki önemini bu maddi gerçeklere borçludur. Arapça’dan sonra Farsça’nın etkisi daha sınırlıdır. O da özellikle Selçukluların İran’daki iktidarlarında resmi dil olması nedeniyle yaygınlaştı. Selçukluların Anadolu’yu ele geçirip Konya merkezli bir devlet kurmalarında da resmi dil Farsça’dır. Mevlana Mesnevi’yi Farsça yazmıştır. Türkçe de Kürtçe gibi o dönemde daha çok kırsal alan halkının sözlü dili ve edebiyatının aracıdır.
Arapça’nın hakimiyeti Kürdistan’da çok etkili olmuştur. Özellikle ‘melle-molla’ tabakasının Arapça’yı ibadet dili olarak kullanma gereği bunda temel rol oynar. Ayrıca Arap yaşam tarzına özenti şehirlerde hakim olur. Kılık kıyafetten tutalım, şecere-soy belirlemeye kadar Arap gibi olmak moda değeri kazanır. Herkesin hanedanlık öykülerinde bir Arap kulpu takmak usulden sayılır. Eğitim, öğretim, moda, siyaset, diplomasi, sanat, bilim alanındaki hakimiyet Farsça gibi güçlü bir devlet deneyimi olan dil üzerinde bile etkilidir. Yarı yarıya Arapça’nın istilasına uğrar. Tüm Ortadoğulular Arap isim ve lakaplarını takarlar. Bu üstünlük ulus-devletlerin ve ulus bilincinin gelişmesine kadar yoğunca devam eder.
Kapitalist sistemin yaygınlaşması, ‘ulus-devletin’ biçimlenmesi, Kürt kültürü ve dili üzerindeki asimilasyon sürecini daha da yoğunlaştırdı. Arapça, Farsça baskısına Türkçenin yükselen baskısı da eklendi. İlk ve ortaçağlarda etnisite bünyesinde varlığını koruyan Kürt dili ve kültürü, bilim ve tekniğin artan olanaklarını resmi dil ve kültür olarak kullanan üç hakim dil ve kültürün etkisi altında iyice ezildi, eritildi. Ortaçağda bile birçok edebi eser (Ahmedê Xani, Mem u Zin gibi) veren Kürt dili ve kültüründe siyasi baskının da etkisi ile gittikçe daralma yaşandı. Kürtlük dil ve kültür olarak kuşkulu hale dönüştürüldü. Suç konusu oldu. Giderek Kürt olmak kriminalize edildi. Burjuvazinin suç-hapishane pratiğinin en aşırı bir biçimi ile karşı karşıya kalındı. Kürt olgusu ve ona dayalı sorunsallık en tehlikeli suçlar kategorisine sokuldu. Her üç ulus-devlette -Türk, Fars ve Arap ulus-devletinde dil ve kültürü aşan, tüm varlığı üzerinde bir eritme, uzaklaştırma, hakim dil ve kültüre bağlama kampanyası bütün şiddeti ile yürütüldü. Kürtçe anadil eğitimi dahil, tüm eğitim okullarına kavuşma yasaklandı. Ancak o da imkânları olanlar için hakim ulus okullarında modernizm öğrenilebilirdi. Kürt ve Kürtçe her bakımdan modernim kapsamı dışına çıkarıldı. En basit Kürtçe müzik, gazete, kitap yayını ‘Kürtçülük’ sayılarak siyasi suç kapsamına alındı. Hâlbuki kendileri kendi dillerinde Hitler’i geride bırakan bir milliyetçiliği uyguluyorlardı. ‘En yüce ulus’ teorilerinden geçilmiyordu. ‘Necip millet’ Arapların unvanıydı. Türklük, mutlu olma gerekçesiydi. Farisilik en büyük tarihsel soyluluktu. Kapitalizmin uyandırdığı milliyetçi duygular bütün gerilik durumlarını örtbas eden bir uyuşturucuya dönüştürülmüştü.
Ancak kapitalizmin üçüncü büyük küreselleşme hamlesi, yerelliğin yükselen değer haline gelmesi, teknolojinin –radyo, TV- dil yasaklarını anlamsız kılması, yurtdışı faaliyet imkânları Kürt ve Kürtçe’nin biraz alan bulmasına, kendine gelmesine katkıda bulundu. Tabii bu olgunun temelinde çağdaş direniş gerçeğinin de belirleyici bir etkisi oldu. Ulusal demokratik direniş beraberinde Kürt kimliğini, dil ve kültürünü, kendine güveni getirdi. Asimilasyonu –zoraki- yaratan savaşçı-iktidar zoru karşısında savunmacı direniş, ulusal dil ve kültürün yeniden doğuşuna ebelik ediyordu.
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Haziran tarihinde saat 18:30'da Hakkari'nin Şemzinan ilçesine bağlı Gelişim köyü civarı ve Medya Savunma Alanları sınır bölgesinde işgalci TC ordusu askerlerinin yoğun hareketliliği yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Haziran 2014 tarihinde saat 18:00 ile 19:00 arasında işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Xakurke bölgesi üzerinde keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Kuşkusuz Türkiye’de demokrasi hareketinin geliştirilmesi ve birliğinin sağlanmasının çok önemli bir alanı da inanç cemaatleridir. Yani dinsel ve mezhepsel topluluklardır. Özünde özgürlük ve eşitlik arayışını içerdikleri için dinler ve mezhepler toplumcudurlar, dolayısıyla demokratiktirler. Bu nedenle de demokratik hareketin çok önemli bir parçası konumundadırlar. Eğer şimdiye kadar bunun dışında kalmışlarsa, bu durumun iki nedeni vardır. Birincisi sol demokratik hareketin yanılgısı, ikincisi ise iktidar ve devlet güçlerinin dini çıkarlarına alet etme yaklaşım ve çabalarıdır.
Demokratik toplum hareketi açısından kuşkusuz bütün dini ve mezhepsel topluluklar önemlidir ve demokrasi hareketinin kopmaz bir bileşenidir. Fakat Türkiye toplumunun çok büyük çoğunluğunun Müslüman olması ve İslamiyet’in egemen güçler tarafından iktidar ve devlete daha çok alet edilmeye çalışılması nedenleriyle Müslüman toplumun durumu çok daha önemlidir. İslami toplumun yaklaşımı diğer tüm din ve mezhep topluluklarının tutumu açısından belirleyici rol oynayacaktır.
Biz HDP’nin yeniden yapılanması sürecinde tüm demokratik güçleri kapsayacak ve birleştirecek bir yaklaşımın esas alınması gerektiğini tartışırken, aynı zamanda Diyarbakır’da Demokratik İslam Kongresi toplanmış ve çalışmalarını büyük bir ilgi ve yoğunluk içinde tamamlamıştır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın önerisi üzerine toplanan ve gönderdiği manifesto niteliğindeki mesajı büyük ilgiyle değerlendiren Kongre’de, çok önemli ve temel konular büyük bir ciddiyet ve derinlik içinde tartışılarak demokratik toplum hareketinin geliştirilmesi üzerinde büyük etkide bulunacak çok önemli kararlar alınmıştır. Dahası örgütlenmeye gidilerek Demokratik İslam Kongresi’nin sürekliliği sağlanmıştır. Böylece Türkiye demokrasi hareketi için çok önemli bir bileşen ortaya çıkarılmıştır.
“Medine İslam’ı” anlayışıyla gerçekleştirilen Demokratik İslam Kongresi, İslam’ın özgürlükçü ve paylaşımcı özünü açığa çıkartarak baskıcı ve sömürücü güçlerin elinden almayı başarmıştır. Emeviler’den beri iktidarlaştırılan ve devletleştirilen İslam anlayışı yerine gerçek toplumcu ve kültürel İslam gerçeğini açığa çıkarmıştır. Böylece Müslüman toplumun devlet ve iktidar aracı yapılmasını deşifre etmiş ve bu toplumu demokratik toplum hareketinin bir parçası haline getirmiştir.
Bu durumu İslam’ın ve Müslüman toplumun gelecekteki rolü açısından fazlasıyla önemsemek gerekir. Unutmayalım ki, eski çağları bir yana bıraksak da, son atmış yıldır DP, AP, ANAP ve bugün de AKP elinde İslam’ın iktidar ve devlet çıkarına alet edilmesi Türkiye’nin faşist ve oligarşik bir düzenin egemenliği altına sokulmasında belirleyici rol oynamıştır. Geçen sürecin pratiği kanıtlamıştır ki, bu oyun bozulmadan geniş toplum desteğine ulaşmak ve demokratik bir sistemi geliştirmek mümkün değildir. Demokratik İslam Kongresi egemen güçlerin çok ustaca ve sinsice oynadıkları bu oyunun bozulması açısından çok önemli sonuçlar yaratmıştır.
İslam’ın toplumcu gerçeğinin ortaya konması, özgürlükçü ve paylaşımcı özünün açığa çıkartılması ideolojik açıdan da çok büyük önem taşımaktadır. Özellikle “Anti-kapitalist Müslümanlar” tanımı, İslam’ın kapitalizm karşıtı olduğunun açığa çıkartılıp ortaya konması çok daha fazla önemlidir. Gerçekten ve bütünlüklü anti-kapitalist olmak demek, tam bir özgürlükçü, eşitlikçi ve paylaşımcı olmak demektir. Demokratik sosyalizm gerçeğinin de tamı tamına bu olduğu açıktır. Tutarlı ve bütünlüklü anti-kapitalistlik gerçek sosyalist olmayı ifade eder.
İslam’ın anti-kapitalist olduğunu ortaya koymak çok önemli bir görüştür. Bu görüş Avrupa sosyal biliminin iddia ettiği gibi kapitalizmin son beş yüzyıllık sürede Avrupa’nın bulduğu ve gerçekleştirdiği bir hamle olduğu anlayışını mahkum ettiği gibi, kapitalizmin neden Ortadoğu’da ve İslam Aleminde gelişemediğini de ifade etmektedir. Tabi aynı zamanda son iki yüzyıldır tam bir işbirlikçilik ve ihanet konumunda kendilerini kapitalist modernitenin ajanları yapanların maskesini de düşürmektedir.
İslam’ın kapitalizmle uzlaşamayacağının açığa çıkartılması tüm Müslüman toplumların demokratik gelişimi açısından önemlidir. Özellikle son kırk yıldır “Ilımlı veya radikal İslam” adı altında kapitalist modernite ile uzlaşma ve bütünleşme çabalarının mahkum edilmesi ve bu tür hareketlerin maskelerinin düşürülüp kapitalizm ajanı olduklarının ortaya konması Müslüman toplumlarda demokratik devrimin gelişmesinde büyük rol oynayacaktır. Kapitalist birikimin hırsızlık sayılarak reddedilmesi yeni bir paylaşım hareketini ortaya çıkartacaktır.
Kuşkusuz kültürel İslam gerçeğine bağlı olanların sadece söz konusu doğruları ortaya koymaları ve bunu propaganda etmeleri yetmez. Bu görüşü çeşitli biçimlerde örgütlü kılmaları ve kendilerini demokrasi hareketinin bir parçası haline getirmeleri de gerekir. Bunu söylerken, hemen ve mutlaka partiler kursunlar ve güncel siyasetin içine girip iktidar kavgası yürütsünler demiyoruz. Elbette isteyen çevreler partiler de kurabilirler, anlayışları gereği iktidar siyaseti değil de demokratik siyaset de yürütebilirler. Fakat daha önemlisi İslami yaşam baştan beri zaten topluluk yaşamıdır. “İslam Cemaati” en önemli ve güçlü kavramdır. Yani İslami yaşam cemaatseldir, toplumsaldır, paylaşımcıdır.
İşte şimdi de geliştirilmesi gereken demokratik çerçevedeki bu cemaat sistemidir. Parti olmak yanında ve ondan daha çok İslami toplum çok çeşitli biçimlerde yaşanan cemaat düzenini geliştirebilir. Kültürel İslam anlayışının bu temelde kendini örgütlü kılması ve hangi tür örgütlenme olursa olsun, söz konusu örgütlenmeleri ile kendini Türkiye demokrasi hareketine katması ve bu temelde demokratik siyasette rol oynaması gerekir ve bu çok önemlidir. Sadece bir anlayış olarak kalıp örgütlenmemek ne kadar yetersizse, örgütlenip de demokrasi hareketine katılmamak da o kadar yetersizdir. Böyle bir yetersizlik kesinlikle yaşanmamalıdır.
Tabi bu noktada kültürel İslamcı çevreler kadar, diğer demokratik güçlere ve özellikle de sol demokratlara da ciddi görev ve sorumluluk düşmektedir. İslami çevrelerin İslam’ın devrimci ve anti-kapitalist özüne dönerek kendilerini yenilemeleri gibi, devrimci-demokratların da genelde dinlere ve özelde de İslamiyet’e yönelik eski kaba materyalist yaklaşımlarını aşarak kendilerini yenilemeleri gerekir. Kaba laisizm kesinlikle sosyalizm değildir ve sosyalist hareketlerin kitleselleşememesinin de esas nedenidir. Eğer bu yanılgı düzeltilmezse, o zaman sosyalistlerin demokratikleşerek kitleselleşmesi ve halk yönetimi haline gelmesi sadece bir hayal olarak kalır.
O halde yeniden yapılanırken HDP’nin kendisini çok yönlü yenilemesi ve hangi inanç ve ideolojiden olursa olsun tüm demokratik güçleri kapsayıcı bir siyasal yapı haline getirmesi gerekli ve önemlidir. Sosyalist demokratları, sosyal demokratları ve liberal demokratları kapsadığı gibi, kültürel İslam’ı esas alan Müslüman demokratları da kapsamalıdır. Bu tür İslami çevrelerle, partilerle, gruplarla ve cemaatlerle sıkı ve sıcak ilişki kurmalı, onlarla yeterince tartışarak demokratik birliğe katılmalarını sağlamalıdır. Tabi başta Hıristiyan topluluklar ve Aleviler olmak üzere diğer tüm din ve mezheplere de benzer yaklaşımı göstermelidir.
Diyarbakır’da yapılan Demokratik İslam Kongresi böyle bir birliğin gerçekleşmesi için çok önemli ve güçlü bir zemin ortaya çıkarmıştır. Bunun mutlaka ve başarılı bir biçimde değerlendirilmesi gerekir. Hatta sadece Kongreye katılan çevrelerle de yetinmemek, mümkünse ve varsa onların dışındaki demokratik İslami çevrelere de ulaşmaya çalışmak gerekir. AKP’nin oyunlarını bozup aşmak ve demokratik hareketi AKP’nin alternatifi haline getirmek ancak böyle mümkün olur.
SELAHADDİN ERDEM
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
- Ayrıntılar