Basına ve Kamuoyuna!
1. 6 Mayıs günü Dersim'in Kırmızıdağ, Uzuntarla, Hotmeri ile Derheci alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından kapsamlı bir operasyon gerçekleştirildiği bilgisi kamuoyu ile paylaşılmıştı. Alanda 7 Mayıs günü yaşanan çatışmalarda 2 düşman askerinin gerillalarımız tarafından öldürüldüğü açıklamasında bulunmuştuk.
- Ayrıntılar
“Bir Türkü Tadında Yaşanan Bir Sevdadır Gerilla”
Rêber Apo
Ekim ayının ortalarındayız. Yani sonbahara bir “MERHABA” dedik. Ufak ufak yağan yağmurdan, şiddetli çakan şimşeklerden korunmak için kaldığımız noktayı bırakıp, korunaklı bir yere gelip yerleştik. Bu gece burada kalacak, sabah günün ilk ışıklarıyla buradan ayrılacağız.
Kürdistan coğrafyası, tıpkı engin bir deniz misali renkli, ahenkli. Ne ararsan var. Toprak ana kendinde olanları bizlerden hiç esirgemiyor ve her seferinde bizleri bağrına basıyor. İşte yine toprak ana’nın bağrındayız. Yağan yağmur ve çakan şimşekten korunmak için “kaya altı veya sığınak bulalım” diye etrafa dağıldık. M. arkadaşın “heval gelin bir apartman dairesi buldum” demesiyle hepimiz M. arkadaşın bulunduğu yere gittik. Bizim bu apartman nasıl bir şey bir bakalım istedik. Üst üste düşmüş büyük kayalar ve bu kayaların etrafını kapatan başka kayalar, doğal iki odacık oluşturmuştu. Hem de iki katlıydı. Bir oda aşağıda diğeri ise yukarda. Böylelikle bulduğumuz bu apartman dairesine yerleşiyoruz. Yaktığımız büyük gerilla ateşi önünde hem korunup hem de kara çaydanlıktan çay yapıp içtik. Artık yorgunluktan eser kalmamış halleriyle közlerin başında durmuş sohbete dalmış arkadaşlar. Birden Önderliğin gerilla yaşamı için bir “Türkü Tadında Yaşanan, Bir Sevdadır Gerilla” dediği sözü aklıma geliyor. Gerillacılığın ve PKK yoldaşlığının güzel, anlamlı, dolu dolu oluşu canlandı bir bir hayalimde. Bir gerillanın kalbinde ne çok duygu bir arada yaşarmış meğer!
Gecenin karanlığında sırtında çanta, raxt ve silahla saatlerce yürümek, düşmanın çok ışıklı termalli karakollarını aşarken kanın kaynar. Ellerin tetiğe dokunmak ister, ama önündeki görevi düşünür, süreci düşünürsün. Noktada seni bekleyen yoldaşları düşünür yapamazsın. Hele hele yağmur yağmış ise bambaşkadır yürüyüş. Düşe kalka ilerler, yağmurda ıslanırsın. Çamurlu dağ patikalarında ilerlersin. Yorulduğunda yanındaki yoldaşın “heval kâh inek barê xwe bide min” der mütevazice. Fedakârlık yapmak ister. Sen yoldaşının zaten ağır olan yükünü görür, yükünü vermezsin, ama yoldaşının bu yaklaşımından moral alırsın. Güç almışçasına devam edersin. Yorgun ve ağır tepeden tırnağa ıslanmış bir halde sabahın ilk ışıklarıyla noktaya vardığında ise, kaç gündür görmediğin yoldaşlarınla özlemle bir araya gelirsin. Genç arkadaşlar moralle, coşkuyla, cıvıl cıvıl bir kalabalık yaparak seni karşılar. Kimi gelip yükünü alır, kimi geleceğini hesap ederek çoktan yakmıştır gerilla ateşini ve kara çaydanlıktan çay demlemiştir bile. Emekle sevgiyle kaynatılmış olan sıcak çaydan bir bardak içtiğinde bütün yorgunluğun uçup gider. Artık o görevdeki yorgunluk, düşmeler, kalkmalar, birer espri olur anlatılır güler güldürürsün. “İşte PKK yoldaşlığı işte gerillacılık budur” dersin.
Eğer göreve giden sen değil başka bir yoldaşın ise, onu hazırlar gönderirsin. Bu defa tekrar “ne zaman dönecek?” der beklersin hazırlık yapar, geldiklerinde sen onları karşılarsın. Ya da gündemde yapılacak bir eylem varsa, herkesi tatlı bir telaş sarar. “Acaba kim bu eylemde yer alacak?” diyerek herkes hareketlenir. Büyük bir sabırsızlıkla yönetimin yapacağı açıklama beklenir. Eyleme katılacaklar açıklandığında herkes kendini saldırı kolu için önerir. Eyleme gidecekler büyük bir coşkuyla hazırlıklarını yapar. Eyleme gidemeyenler ise biraz buruk olsa da yansıtmadan eyleme gidecek arkadaşlarının hazırlıklarına yardım ederler. Her kol komutanı kendi kolundaki arkadaşları toplayıp eylemin ayrıntılarını aktarır, olası durumlar karşısında olması gerekenler söylenir. Son perspektifler verilir, silahlar temizlenir, raxt özenle hazırlanır, raxta her arkadaş bombasını da takar ve kalan arkadaşlarla vedalaşılır, “Serkeftin be heval” sözleriyle ayrılık başlar. Gecenin karanlığında yankılanan gerilla mermilerinin sesi duyulur.
Gerilla mermileri önce karakolda panik, telaş ve müthiş bir korku yaratır. “Anneciğim!” diyerek bağrışan askerlerin seslerini duyarsın. Biraz sonra deliye dönen düşman bütün tekniğini kullanmaya başlar. Kendini ancak böyle korur. Biraz sonra geri çekilme yapılır. Gözler tek tek gelen arkadaşları arar. Her geri dönen arkadaş büyük moral ve coşku yaratır. Şayet şahadet varsa kalanların beyninde ve kalbinde intikam sözleri verilir. Artık şehitlere söz verilmiştir.
Deniz Adıyaman
- Ayrıntılar
Türk devletinin tüm bileşenlerinin oluşturduğu Kürt Özgürlük Hareketi ve legal Kürt siyaseti karşıtı cephenin yoğun psikolojik savaş uygulamaları ve özel savaş basınının kara propagandasının ahlak ve akıl ölçülerini çoktan aştığı duyarlı tüm kesimler tarafından görülüyor. Her güne yeni bir yalan, her güne yeni bir sindirme işlenmeye çalışılan bu zaman aralığında yıllardır biriken öfkeyi, her şeyi bir anda bitirebilecek yıkıcı gücü çıkarmamak, kusmamak için insan kendisini zor tutuyor.
Zora ve zulme karşı silah tutmuş, cenge tutuşmuş insanların her türlü hakareti, küfrü sineye çekmesi, ağır başlı, mütevazı, sabırlı olması eğer bir sonuç, onurlu bir çözüm üretecekse caizdir. Ama yok, ortada bir çözüm yoksa ısrarla, şerefin ve onurun üzerine yemin ettiğin her türlü kutsala yönelen saldırılar, küfürler, hakaretler varsa bunları sineye çekmek, sabretmek olamaz.
O yüzden kendini sınırlamak, kontrolde tutmak kadar zor bir şey var mıdır diye soruyorum bugünlerde kendime.
Bu duyguyu 1999’da yaşamıştım. 15 Şubat ardından tüm yoldaşlarımızla birlikte yaptığımız fedai eylem önerilerimiz ardından örgüt ve Önderliğimizin çabaları karşısında aynı şeyleri hissetmiştim. Bu haksızlığa, onursuz yaşam dayatmasına, teslimiyeti dayatan anlayışa, iki yüzlü, riyakar düzene karşı eli kolu bağlı kalmak gibiydi. Belki de bir işkence yöntemiydi bizim için.
Bu durumu iyi tarif eden kimi işkence yöntemleri okumuştum daha önce. Çırılçıplak soyulan insanların üzerlerine şekerimsi bir madde sürülerek güneşin önüne elleri ve ayaklarının gerili olarak sabit duracağı bir şekilde uzatıldıkları, etrafta bulunan ve et yeme özelliğine sahip karıncaların gelerek kemiklerine dek o insanı kemirdiği ve o insanın tüm bu süre boyunca canlı kalabildiği bir işkence.
Şimdi yaşadığım bu durumu, benimle aynı ruh halini yaşayan binlerce yoldaşımı ve sokaklara dökülmüş halkımın durumunu buna benzetmek yerinde mi?
Evet, bence yerinde.
Aradan geçen onca seneye rağmen aynı tavrı bir onur, bir şeref, insani bir tavır olarak sergilemekte bir saniye bile tereddüt yaşamadan sürdüren Kürt halkının tüm organlarının, bireylerinin sabrıyla bu kadar oynanmasının bu işkence türüyle hiçbir farkı yok.
Tek bir farkla…
Bizim elimiz kolumuz bağlı değil. Alternatifsiz değiliz. Karşı koyacak gücümüz var. Ve istersek en büyük direnci, en güçlü ve büyük savaşı yürütebiliriz.
Fakat…
Evet, fakat gerçekten istemiyoruz.
Kuru, amaçsız bir şiddet örgütü değiliz. Belki de savaşmaktan, silah kullanmaktan en nefret eden topluluk olduğumuz gerçeği de görülmek istenmese de ortada.
Lakin gel gör ki yıllarca dağlarda inandığı doğrular ve değerler için her türlü şeyden vazgeçmiş, bir lokma bir hırka felsefesine göre yaşayan, halkının insanca, onurluca ve hak ettiğince yaşaması dışında hiçbir talebi olmayan insanların kendilerine savaş dayatılması durumunda, üzerine şiddetle yönelinmesi durumunda silahı en iyi kullanan, savaşı en iyi bir duruma getirebiliriz.
Bu, tecrübeyle hasıl olmuş bir gerçektir. Denemeyin diyoruz, sabrımızla oynamayın. Biz güçsüz değiliz diyoruz. İstemiyoruz diyoruz.
Ama nafile… bir kuru kafalık, bir anlayışsızlık, bir densizlik, bir vurdumduymazlık…
Ötesinde faşizm, katliamcılık, asimilasyonculuk…
Madem öyle
Biz buna karşı mücadele de her zamankinden daha güçlü olarak hazırız diyoruz.
Sabrın öğreticiliğini, mütevazılığın kazandırıcılığını, barışın kardeşleştiriciliğini onaylamıyor ve ötesinde karalarla örtmeye çalışıyorsunuz o zaman…
Ve inanın, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak hale …
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 10 Mayıs günü saat 20.15 sularında Bitlis’in Germav Köyü kırsalında operasyona çıkan TC ordusu ile savunma halinde bulunan gerilla güçlerimiz arasında bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan operasyon sonucunda düşmanın 2 askeri gerillalarımız tarafından öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 9 Mayıs günü saat 17.00 sularında Şırnak Merkezden operasyona çıkan bir askeri konvoya yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. 2 transit minübüsünün hedef alındığı eylemde bir askeri minübüs devrilirken düşmanın ölü ve yaralılarının sayısı tarafımızdan netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Ji çapemenî û raya giştî re!
1. Di 8’ê Gulanê de di derdora saet 10.00’ande li Herêmên Parastina Medya li dijî Gundên Mêrganîş, Şitaza, Zêrê û herêma Mahîr Mîrzo ku bi ser Zapê ye ji aliyê Artêşa TC’ê êrîşeke havan û obusan hatiye lidarxistin.
- Ayrıntılar
Türkiye tarihinin en görkemli 1 Mayıslarında birini kutluyor. Taksim de yaklaşık bir milyon insan! 1 Mayıs meydanını her renkten insanlar dolduruyor. Herkes kendi rengiyle bu büyük birliğe katılıyor. Türkiye demokratik toplumu 1 Mayıs’ta Takim’de ortaya çıkıyor. AKP iktidarının gerçek demokratik alternatifi böylece netleşmiş oluyor.
1 Mayıs işçi ve emekçilerin birlik, dayanışma ve mücadele günü. Aynı zamanda işçi sınıfının şehitlerini anma günü. Türkiye demokratik toplumu da taksim meydanında kendi şehitlerini anıyor. Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri, Hakileri, Ferhatları hatırlıyor. 1 Mayıs 1977 katliamının intikamını alıyor, hesabını soruyor. “ Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku” 1 Mayısta gerçek kitle tabanına kavuşuyor. Demokratik Türkiye Toplumu kırk yıl sonra yeniden ayağa kalkıp yeni bir başlangıç yapıyor.
Bu demokratik toplumun en dinamik parçası olan Kürtler, Şehitler Ayı olarak ilan ettikleri Mayıs’ta sayıları onbinleri bulan kahraman şehitlerini anıyorlar. 18 Mayıs Şehitler Günü dolayısıyla özgürlük mücadelesi şehitlerinin çizgisinde kendilerini sorguluyorlar. Hakilerin, Mazlumların, Agitlerin, Zilanların, Nudaların izinde şehit düşen Dersîm şehitlerini bağırlarına basıyorlar. Amed’de, Mardin’de, Hakkari’de yüzbinlerce insan Dersîm şehitleri ardından şehitliklere yürüyorlar.
Özgürlük mücadelesi şehidi olmak, Kürt halkının özgür varlığına ve yaşamına şahitlik etmek anlamına geliyor. Kürtler şehitlerinin şahsında kendi özgür yaşamlarını ve geleceklerini görüyorlar. Şehitleri birer Önderlik gerçekleşmesi olarak ele alıyorlar. Bu temelde en yüce değer sayıp kitlesel olarak sahipleniyorlar. Şehitler günü ve ayını da bu temelde ele alıp kahraman şehitlerini anıyorlar.
Çok iyi biliniyor ki, bu süreç 6 Mayıs 1972’de Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan’ın idam edilmesi ile başladı. İdam sehpasında “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” diyerek şahadete giden bu insanlar özgürlük ve kardeşlik mücadelesini dönülmez hale getirdi. Denizlerin idamını önlemek için 30 Martta kendileri ölüme giden Mahir Çayan ve arkadaşları dava arkadaşlığının ve sorumlu yaklaşımın sembolü olmuşlardı. Türkiye’de 1960’ların ortasından itibaren adım adım yükselen özgürlük ve demokrasi mücadelesi her ne kadar 12 Mart 1971 faşist-askeri darbesi tarafında ezilse de ortaya çıkardığı bu büyük önderler ve özgürlük kahramanları şahsında yenilmez ve zaferin garantisine sahip hale gelmişti. Bu tarihi önderliksel çıkışı 18 Mayıs 1973’te Diyarbakır zindanında Ser verip sır vermeyerek şehit düşen İbrahim Kaypakkaya tamamlamıştı.
Mayıs ayının bu kahramanlık çizgisi daha sonra PKK öncülüğündeki özgürlük mücadelesi ile devam etti. 18 Mayıs 1977 de Antep’te kontrgerillanın düzenlediği bir komploda PKK kurucularından Haki Karer katledildi. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Benim gizli ruhum gibiydi” dediği Haki Karer’in anısı bu güne kadar gelen PKK’yi yarattı. Bu nedenledir ki, Kürt Özgürlük Hareketi 1981 yılından itibaren otuz yıldır 18 Mayıs’ı “Şehitler Günü” olarak ilan etti ve andı.
Şahadetinin birinci yıldönümünde Haki Karer’i anmak için geliştirilen mücadele içinde Halil Çavgun şehit düştü. 18 Mayıs 1978 de Hilvan’da Halil Çavgun’un şahadeti, Kürt direniş tarihinde önemli yeri olan Hilvan- Siverek Direnişinin yaratıcısı oldu. Şehidi doğru anmak öyle bir büyük bir kuvvetti ki, 12 Eylül faşist zulmü altında Diyarbakır Zindanında sıkışan tutsaklar çare üretecek gücü burada buldu. Ferhat Kurtay ve arkadaşlarının 17 Mayıs 1982’deki kendilerini yakma eylemi Büyük Zindan Direnişinin zaferine çok önemli katkılar yaptı.
Mayıs ayının bu direniş ve şahadet kervanı bundan sonra da yoluna devam etti. Filistin halkı ile omuz omuza verilen direniş içinde Abdulkadir Çubukçu, İsrail uçaklarının 1 Mayıs 1982’deki Beyrut bombardımanında şehit düştü. Hilvan-Siverek direnişlerinin komutanı Mehmet Karasungur ve İbrahim Bilgin, 2 Mayıs 1983 tarihinde Kandil Dağı’nda şahadete ulaştı. 15 Ağustos 1984 atılımı ardından gelişen savaş içinde 1 Mayıs 1985 tarihinde Ramazan Kaplan ve arkadaşları Mutki’de şehit düştüler. Giderek her günü büyük kahramanlıkların yaşandığı bir ay haline geldiği için 1986’dan itibaren Kürt Özgürlük Hareketi tarafından Mayıs ayı “ Şehitler Ayı” olarak tanımlanıp anıldı.
Şehitler ayı her geçen yıl daha büyük direnişlerin yaşandığı ve giderek her gününde şehitlerin olduğu bir ay haline geldi. Bu ayda Kürt direnme savaşının en büyük kahramanlıkları yaşandı. 11 Mayıs 1992’de Tatvan’da Hozan Mizgîn’in gösterdiği kahramanca direniş Kürt kadınının gerillalaşmasının ve savaşa katılımının önünü açtı. Böylece Mart’la birlikte Mayıs ayı da Kürt direniş tarihinin kahramanlık aylarından biri oldu.
Mayıs ayının Şehitler Ayı olması, Deniz Gezmiş ve arkadaşları ile başlayıp en son Pülümür’de şehit düşen yedi HPG gerillasına kadar uzanan kırk yıllık kahramanca direnişin öyküsü oluyor. Özgür yaşam ve demokratik toplum için yaratılan bu kahramanlık destanı henüz bitmemiş, hâlâ devam ediyor. Her Mayıs’ta yeni yeni kahramanlıklar ekleniyor. Her gününde onlarca kahramanın anısı bulunuyor.
Kürt halkı Mart ayında olduğu gibi Mayıs ayında da kendi kahramanlık gerçeğini görüyor ve hatırlıyor. Hakilerin, Halillerin, Ferhatların, Karasungurların ve Mizgînlerin şahsında kendinin binlerce kahraman evladını görüyor. Onlarla yeniden özgür toplum olarak var oldu, özgürlüğünü onlarla yaşıyor.
2011 yılının Mayıs ayında Kürt toplumundaki bu duygu ve bilinç zirveye ulaşmış durumdadır. Pülümür şehitlerine sahip çıkışa bakınca bu gerçeği insan net bir biçimde görüyor. Her gün Kürdistan’ın dörtbir yanında şehitleri anmak için toplantı ve eylemler yapılıyor. Halk kitlesel olarak şehitlikleri ziyaret ediyor, mevlitler okutuluyor, şehitleri anlatan toplantı ve tartışmalar yapılıyor, şehitler çizgisinde kadın-erkek herkes kendini sorgulayarak doğru yurtsever ve özgür yaşama ulaşmaya çalışıyor.
Şu gerçeği herkes çok iyi bilmelidir: Kürtler şehit vermeyi öğrenmiş ve şehit verme gücüne ulaşmıştır. Şahadeti doğru anlama, anma ve sahiplenme gücü kazanmıştır. Şehide anlam vererek Onu Önder yapma konumuna ulaşmıştır. Bu bakımdan AKP hükümetinin ve tüm soykırım güçlerinin çabaları boşunadır. Ne kadar saldırır ve katliam yaparlarsa, o kadar Kürt halkının kin ve öfkesini büyütüp, direnme bilincini arttırmaktadırlar. Bu da özgürlük mücadelesini daha da büyütmekte ve Kürt direnişini zafere daha da yakınlaştırmaktadır.
Bu inançla Denizler ve Hakilerle başlayıp en son Pülümür direnişçilerine kadar gelen tüm Mayıs ayı şehitlerini ve onların şahsında tüm özgürlük ve demokrasi şehitlerini saygıyla anıyor, şehitlerin aydınlık yolunda halkımızın özgürlüğe mutlaka ulaşacağını belirtiyoruz!
Selahattin Erdem
- Ayrıntılar
Son on yıldır adından en çok söz edilen Usame Bin Ladin nihayet bir Pentagon operasyonuyla öldürüldü. Bu ölüm operasyonunu Obama yönetiminin naklen canlı izlediği açığa çıkarken, Amerika’da epeyce sevinç duyanların olduğu görüldü.
Şimdi bir haftadır bu olay herkes tarafından tartışılıyor. Haklı olarak olay çok farklı yönlerden ele alınıp, çeşitli sorular soruluyor. Neden yakalanmadı da, öldürüldü? Neden şimdi öldürüldü? Operasyona kim ya da kimler destek verdiler? Benzer soruların sorulup, doğru ve yeterli bir biçimde cevaplanması gerekiyor.
Denebilir ki, bu olay bu kadar önemli mi? Bazılarının kuvvetle iddia ettikleri gibi, acaba olanlar bir danışıklı dövüş değil miydi? Olayın kendisi önemsiz olabilir, hatta söylendiği gibi danışıklı bile olabilir. Bu nedenle fazla önemsememek gerektiği söylenebilir. Fakat olayın kendisi böyle olsa bile, cevap bekleyen sorular da gösteriyor ki, ardından ciddi siyasal gelişmeler var ve bu nedenle bu olayı doğuran siyasal durumun analizi gerekiyor.
Elbette Bin Ladin’in neden yakalanmayıp da öldürüldüğü sorusu da önemlidir. Çünkü Pentagon güçlerinin sağ yakaladıklarına dönük güçlü iddialar var. Buna rağmen öldürülüp cenazesi de kaçırıldığına göre, o halde operasyonun bu temelde planlanmış olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Bu da “ABD’nin Bin Ladin’in söyleyeceklerinden korktuğu” görüşünü kuvvetlendiriyor.
Bin Ladin’in bir zamanlar CIA ile güçlü ilişkisinin olduğu ve Bin Ladin’i ABD desteğinin güçlendirdiği tarihi bir gerçek. Bunu herkes biliyor. Sovyetler Birliğine karşı Bin Ladin ile ABD’nin sıkı iki müttefik olduğu bir sır değil. Yine 1990’dan sonra en azından dış görünüşte Bin Ladin ile ABD’nin karşıtlaştığı ve bu durumun giderek düşmanlık düzeyine yükseldiği de bir sır değil.
Gerçi başta Bin Ladin olmak üzere Saddam Hüseyin gibi bazılarının yaptıklarından en çok ABD faydalanmıştır. Bunlara dayanarak yirmi yıldır Ortadoğu’yu işgal etmeyi ve petrol kaynaklarını ele geçirmeyi başarmıştır. Bu nedenle Bin Ladin ve Saddam Hüseyin’in objektif olarak ABD siyasetine hizmet ettikleri doğrudur, fakat buna bakarak “CIA ajanı” demek elbette gerçekçi olmaz.
Bin Ladin’in neden sağ yakalanmadığından çok, siyaset açısından neden şimdi öldürüldüğü sorusu daha önemlidir. Çünkü, basına yansıdığı kadarıyla altı yıldır denetleniyor, yani izleniyormuş. Obama yönetimi operasyonu naklen izlediğine göre, en azından yıllardır izlendiği ve operasyonun aylardır planlandığı rahatlıkla söylenebilir. O halde neden birkaç ay önce veya örneğin geçen yıl değil de, 2011 baharında 2 Mayıs sabahı operasyon yapılıyor?
Bu soruya ABD iç siyaseti açısından bir cevap verilebilir. Yani Obama yönetiminin 2012 seçimlerine hazırlandığı söylenebilir. Zira 2010 Kasım seçiminde ciddi oy kaybettiği açıkça görülmüştü. Bu nedenle meclis çoğunluğunu kaybetmiş durumdadır. Geçmiş hatırlanırsa, Bush yönetiminin Kasım 2006 ara seçimini kaybetmesi Saddam Hüseyin ve arkadaşlarının idamını getirmişti. Buna bakarak, Obama yönetiminin Kasım 2010 seçimini kaybetmesi de Bin Ladin’in başını götürdü denilebilir. 2008 seçiminde “Bin Ladin’i öldürme” sözünü vererek kazanan Obama’nın, bunu yapmadan yeni bir seçim kazanması imkansız gibidir.
Elbette iç politikaya dair bu görüşün belli bir doğruluğu olsa da, bununla da bağlı olarak bu olayın Ortadoğu’daki gelişmelerle bağı çok daha önemlidir. Bin Ladin operasyonu ABD yönetiminin Ortadoğu’ya yönelik yeni bir planlı saldırısının başlangıç olaylarından biri gibidir.
2011 Ocak’ından beri Arap toplumunun parça parça da olsa şiddetli bir isyanı yaşadığı herkesin malûmudur. Arap toplumu Birinci Dünya Savaşı ile kapitalist hegemonyanın yarattığı horlanan ikinci sınıf bir toplum olarak artık yaşamak istememektedir. Bu da Ortadoğu’da yeniden yapılanma olayını güncel bir olgu haline getirmiştir.
Bilindiği gibi, bu yeniden yapılanma süreci, kapitalist hegemonya altında Ortadoğu’nun üçüncü genel yapılanma sürecini ifade etmektedir. 19. yüzyıl boyunca kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya yönelik ideolojik ve ekonomik saldırısı Birinci Dünya Savaşına yol açmış ve savaşın galipleri olan İngiltere ve Fransa’nın çıkarları doğrultusunda bölgenin ulus-devlet statükosu şekillendirilmiştir. İkinci Dünya Savaşı ardından dünya genelinde esen demokrasi ve sosyalizm rüzgarı Ortadoğu’ya daha çok milliyetçilik ve militarizm olarak yansımış, gerçekleşen askeri darbeler sonucunda ulus-devlet iktidarları bireysel veya oligarşik diktatörlükler olarak ortaya çıkmıştır. Böylece dıştan saldırıyla bölgeyi fetheden kapitalist modernite içselleşmiştir.
Şimdi kapitalist hegemonyanın bu diktatoryal baskı ve sömürüsüne karşı bölge halkları isyan ve direniş halindedir. Özellikle kapitalist hegemonyanın soykırım dayattığı Kürt toplumunun son otuz yıldaki örgütlü direnişine, ikinci sınıf sayılan Arap toplumunun isyanının eklenmesi, bölgedeki üçüncü yapılanma sürecinde halkların gerçek demokrasi eğilimini son derece güçlü hale getirmektedir. Bu durum ise BOP temelinde bölgeyi yeniden fethetmek isteyen ABD’nin stratejik ve taktik planlarını tehlike içine sokmaktadır.
Bu durumda ABD yönetiminin, özellikle Libya olaylarından itibaren yeni bir planlı saldırıya yöneldiği gözlenmektedir. Bu çerçevede NATO’yu harekete geçirmiş ve AKP hükümetiyle anlaşmıştır. Ortadoğu’da ABD hegemonyası önünde engel oluşturan güçlerin ortadan kaldırılmasını AKP hükümetinin desteklemesi karşılığında, ABD de AKP hükümetini PKK'yi imha ve tasfiye planına destek verecektir.
İşte Ortadoğu’da ve ülkemizde yaşanan son olaylar, ortamın gerginleşmesi ve şiddetin tırmanması bu yeni politika ve anlaşma gereği olmaktadır. Dikkat edilirse ABD sadece Bin Ladin değil, Kaddafi’nin de üzerine gitmekte ve AKP artık ses çıkarmamaktadır. Hatta Bin Ladin operasyonu ile Kaddafi’nin oğlunun ölümüne yol açan operasyonun aynı gecede yapıldığı söylenmektedir. Yine Kaddafi’nin de aynı yerde olduğu dile getirilmektedir.
Bunlarla eş zamanlı olarak, bir yandan ABD’den bazı PKK yöneticilerinin “mal varlıklarının dondurulduğu” kararı yükselirken, diğer yandan da Başbakan Tayyip Erdoğan “Artık Kürt sorununun bittiğini” söyleyip, sözde “Kürt açılımı”ndan tamamen vazgeçerek Orduyu ve polisi Kürtler üzerine operasyona sürmektedir. Başbakan ve AKP yöneticilerinin BDP’ye yönelik artan saldırılarının altında işte bu gerçek yatmaktadır. Hükümet, ABD’den aldığı destekle Kürt sorununu çözmeye değil, Kürtleri ezmeye karar vermiş durumdadır.
Peki Kürtleri ezmek için ABD’den aldığı desteğe karşılık olarak, AKP hükümeti ABD’ye ne vermektedir? Çok açık ki, her şeyden önce işte Kaddafi ve Bin Ladin’in başlarını vermiştir. CIA’nın Bin Ladin operasyonunu MİT ve Pakistan istihbaratının desteğiyle gerçekleştirdiği söylenmektedir. Hatta bu işte en kritik rolü MİT’in oynadığına dönük ciddi iddialar vardır. Yine AKP hükümeti yıllardır oluşturduğu İran, Suriye ilişkilerini ve Arap dostluğunu feda etmiş durumdadır.
ABD’nin Bin Ladin saldırısı ile Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP yöneticilerindeki tutum, üslup ve politika değişikliklerinin nedenlerini işte burada aramak gerekir. Demek ki Kürtler ve Ortadoğu bölgesi yeni bir planlı salıdır tehdidi altındadır. Artık seçim bitmiş, yerine savaş gelmiş gibidir. Daha doğrusu seçim tamamen savaşın hizmetine bağlanmış gibidir.
Elbette AKP’nin bu yönelimi ve ABD ile bu ortaklığı hem Türkiye ve hem de Kürtler açısından çok tehlikelidir. Kürtler kadar ülkemizin tüm aydın ve demokratları bu gerçeği görmeli ve bu tehlikeye kesin karşı çıkmalıdır. Özellikle Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloku’na çok ciddi ve tarihi görev ve sorumluluk düşmektedir. Bu tarihi sorumluluğun bilincinde olmak ve seçimi bununla birleştirmek gerekir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 8 Mayıs günü saat 10.00 sularında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap'ın Mêrganîş, Şitaza ve Zêrê köyleri ile Mahir Mirzo alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Mayıs günü Bingöl’ün Şehit Xebat alanın, Dola Weskê, Dola Amed, Dola Nexweşxanê ile Bandoz Boğazına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. 7 Mayıs günü saat 24.00 sularında Kobra tipi helikopterler tarafından alana yoğun bombardıman yapılmıştır. Alandaki operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar