Kürtler açısından tarihi bir bahar sürecini daha yaşıyoruz. Binlerce yıldır katliamların girdabında tutulan halkımızın özgürleşmesi ve yaratılan değerlerin kalıcılaştırılması için ölüm kalım düzeyinde önemli bir süreç.
Halkların baharına doğru yürüyen halkımızın önündeki tarihi görevlerin tekrardan hatırlanmasında fayda var. Her ne kadar demokratik barışçıl bir çözüm yönünde gösterdiği irade ve bu doğrultuda yarattığı örgütlenme düzeyiyle tüm halklar açısından örnek teşkil eden bir duruşu olsa da kalıcı bir çözüm için yapılması gerekenler oldukça fazla.
Mart ayı başında kaldırılan eylemsizlik kararı ardından Önderliğimiz Newroz’a kadar devletin tavrına bakarak yeni bir değerlendirmenin geliştirilebileceğini belirtmişti. Sürecin barışçıl mı yoksa topyekûn direniş temelinde mi gelişeceği noktasında oldukça önemli olan bu dönemin şüphesiz çok iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Herkesin bu sürece gelişin nedenlerini ve tarihsel izdüşümünü iyi irdeleyerek kendisi açısından nasıl bir rol ve misyonla süreci karşılayacağını netleştirmesi gerekiyor.
***
Bundan tam bir yıl önce 17 Mart 2010 tarihinde Önderliğimiz avukatlarıyla yaptığı görüşmede kendisinin barışçıl çözüm arayışlarına devletin gösterdiği samimiyetsizlik nedeniyle 17 yıllık çabanın sonuç alamadığını ve sürecin yeni bir aşamaya evrilmesi gerektiğini belirtmişti. Hareketimiz ise bu yeni aşamaya dördüncü stratejik dönem dedi. Ve 2010 yılında yürütülen iki buçuk aylık mücadeleyle bu dönemin startını verdi.
Dördüncü stratejik dönemin en önemli özelliklerinden bir tanesi kendi iradesine dayanan halkın kendi sistemini oluşturmasıdır. Bu siyasi açıdan var olan kurumlaşmaları işlevselleştirmek kadar toplumun her türlü sorunlarının çözümüne dönük bir iradenin, ortak akıl ve pratikleşme mekanizmasının oluşturulması anlamına geliyor.
Eskiden farklı olarak bu süreçte yapılmaması gereken şeylerin başında ise beklenti sahibi olmamak geliyor. Devletin özellikle 2009 yerel seçimleri ardından başvurduğu oyalama taktiği günümüzde herkesçe görülüyor. Bir yandan dinamik Kürt muhalefetini zaman içinde marjinalleştirmeyi hedefleyen bu yaklaşım diğer yandan Kürtler arası birliği, ulusal bütünlüğü parçalamak için kendi Kürt’ünü yaratmaya çabalıyor. Bu anlamıyla özünde ince ve sinsi bir tasfiye politikasını adım adım uygulamaya çalışıyor.
Ortadoğu’daki son gelişmelerle bağlantılı olarak oldukça çekinilen topyekun bir halk ayaklanmasının kendileri açısından oldukça olumsuz sonuçlara sebep olacağını bildiklerinden bir yandan da sözde çözüm yanlısı görünmeye çabalıyorlar.
***
Dert çözüm değil yani. Dert yüz yıllardır Kürt halkı ve Kürt toprakları üzerinde sürdürülen kirli oyunların devam ettirilme çabasıdır. Dün Halepçe katliamıyla fiziksel olarak yok edilmek istenen Kürt halkı bugün anlam olarak yok edilmek isteniyor. İradesiz, kişiliksiz, onursuz ve teslimiyeti, alçakça yaşamayı kabullenmiş birey ve bu bireyi kabullenen, koruyan ve kollayan bir toplum oluşturulmaya çalışılıyor.
Her türlü katliam riski karşısında kendini koruyamaz duruma getirilmek istenen Kürt halkının bu yaklaşımlar karşısındaki direniş geleneğini her zamankinden daha fazla gündeminde tutması gerekiyor. Şüphesiz bugün bir Halepçe daha olamaz. Halkın savunma güçleri olarak bizler kesinlikle böyle bir şeyin gelişmesine izin vermeyiz. Halkımıza yönelecek her türlü saldırıya misliyle cevap vereceğimizi daha önce de açıkladık.
Önümüzdeki katliam tehlikesi insan varlığının olmazsa olmazı “anlam” eksenindedir. Bin yıllardır coğrafyasında, dağlarında özgürlüğünü yitirmemek, özgürlük bilincini korumak uğruna inanılmaz bedelleri göze almış halkımızdaki bu ruha yönelik geliştirilen bir katliam girişimidir.
Kürtlerin özgürlüğüne düşkünlüğüne bir yönelimdir. Kürtleri sınırlandırmaya dönük bir girişimdir. Baskı ve sömürüye, asimilasyon ve inkara boyun eğmeyen halkımızın direncinedir bu saldırı. Şiddet ve savaş politikaları karşısında yürekleri ellerinde her türlü zora ve zalimliğe karşı çıkan kahramanlarımızın geleneğine.
İşte önümüzdeki soykırım ve katliam tehdidi tam da bu ruha yöneliktir. İnsan bilinci ve ruhunda yaralar açarak kendi direniş geleneğinden kopartılan insan topluluğu yaratılmak isteniyor. İşte dördüncü stratejik dönem ve onu yürütecek, öncülüğünü yapacak insanlar bu tehlikeyi ortadan kaldıracaktır.
İşin özü şudur; bu süreç her bireyin kendisini mücadeleye kattığı oranda kazanılacaktır. Her bireyin bulunduğu alanda dışarıdan gelecek bir hak teslimini beklemeden, birilerinin ona özgürlüğünü sunacağı yanılgısını yaşamadan tarihsel geleneği çerçevesinde bir duruş sahibi olması gerekiyor.
Bu başarılır ve dönemsel görevler bu bakış ile ele alınırsa bu yıl, 2011 baharı Kürt halkının ve tüm bölge halklarının çiçeklendiği bahar olur.
Halepçe katliamında şehit düşen tüm halkımızın acısını yaşadığımız ve bu katliamın nedenlerini sorguladığımız böylesi bir günde yeni katliamların önünün alınması ancak bu şekilde gerçekleşebilir.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
“Kadın ilk köle haline getirilen ulustur” diyor Kürt halk önderliği. Bu insanlık tarihinde ilk baskılanan, sömürü altına alınan, köleleştirilen ve zapt u rapt altına alınan demektir. Bunun için Kürt halk önderliği kadına sadece bir cins olarak bakmıyor, onun çok ötesinde bir anlam yükleyerek, yaşamın kaynağı olduğunu söylüyor. Eğer sağlam bir yaşam yeniden yakalanacaksa öncelikli olarak bu ilk köle olma durumunun ortada kaldırılması gerekiyor. Sağlam ve dürüst bir insan ilişkilenmesi yakalanacaksa öncelikli olarak kadınla yeniden daha sağlıklı, özgürlükçü, eşitlikçi ve tabii ki adaletli bir ilişki biçimi yakalanmak zorundadır.
Şunu peşinen söyleyelim: Kadının statüsü neyse insanlığın statüsü odur. Kadının özgürlük düzeyi neyse toplumunun özgürlük düzeyi o kadardır. Kadının bilinç seviyesi neyse, insanlığın bilinç seviyesi o kadardır.
Evet, kadın yaşamın kaynağının ta kendisidir. Doğru bir yaşama adım atılmak isteniyorsa öncelikli olarak kadınla yeniden arkadaş olunacaktır, yoldaş olunacaktır ve tabii ki yapılabilinirse dost olunacaktır.
Biliniyor eskilerden insanlık tarihi sınıflaşmayla başlatılıp gelinirdi. Birilerinin var olana el koyarak başat olmasıyla ezenle ezilen sınıflar ortaya çıktığı söylenirdi. Bunun içinde öncelikli olarak bu tersliği düzeltmek için sınıf kavgasının iyi verilmesi salık verilirdi. Sınıf sorunu çözülmüş ise orada insanlık sorunu çözülmüş sayılırdı.
Kürt halk önderliği bu teze karşılık ilk sömürülen, ilk köle haline getirilen ve ilk toplum dışına itilmek istenenin ve öyle yapılanın kadın olduğunu söyleyerek insanlık tarihini kadınla başlatıyor. Kadına karşı yapılan haksızlıklar giderilmeden, kadın yine başat hale getirilmeden, kadın yeniden kendisi olmadan insanlığın özgürleşemeyeceğini söyler. Yani kadını, kadının çok ötesinde ele alarak getiriyor Kürt halk önderliği.
Hiç şüphe yoktur ki bunun nedenleri vardır: Kadın ilk insanlığı oluşturulan kesim olarak bilinir. Tarih, bize ilk toplumları yönlendirenlerin, yürütenlerin, evirip çevirenlerin kadınların olduğunu söyler. Kadın etrafında gelişen yaşamın adaletli geliştiği, eşitlikçi olduğu, paylaşımcı sürdürüldüğü, duygu yüklü yaşanmasının yanı sıra herkese hoşgörülü yaklaşarak, herkesi bu yaşama aldıklarını gösteriyor. Böylesine bir yaşamda savaşın, fitnenin, fesadın, hilenin olmadığını görüyoruz. Bu durumu bugün bile böylesine toplumlara izlemek zor olmuyor.
Özcesi kadın etrafında yürüyen, insan hayallerini süsleyen bir yaşamın sürdürüldüğünü tarihi belgeler, anıtlar ve buluntular bize gösteriyor.
Ancak ne olmuşsa olmuş, tarih ters yüz edilmiş ve kadının kurduğu bu hayal bile edilemeyecek yaşama el atılmıştır. Bunu yapanlardan biri öncelikli olarak avcılıkla deney kazanmış, birazda hileyi öğrenmiş, vurucu erkektir. Yine kadının yanında kalan, kadının yönetme yeteneğini, bitkileri yetiştirme sanatını derken her türlük kadının hünerini öğrenen yaşlı adam. Bir de giderek kendince dıştalandığını hisseden, büyücülükle uğraşan, konumundan rahatsız, belki de biraz yetenekleri olan şaman yani rahiptir. Üçünün birleşmesine tarih üçlü kurnaz erkek ittifakı diyor. Bu ittifak önce bulundukları klanı ele geçiriyor. Belki önceleri çokta el koymayı açıkta yapmıyorlar. Ancak güçlendikçe bunu daha da açıkça yaparlar. İlk işleri kadının bu statüsünü yıkmaktır. Kadının toplum nezdinde edindiği saygınlık kırılmadan toplumun derinliklerine nüfus etmek zordur. Çünkü kadın doğal bir güçtür. Doğal bir otoriter. Öncelikli olarak bu otoritenin sarsılması gerekiyor. Ne kadar hile, kurnazlık, yalan varsa yapılarak kadın zayıflatılmaya çalışılır. Ve bunu başarırlar da.
Evet, üçlü kurnaz erkek ittifakı kendisini örgütleyecek. Giderek hiyerarşi oluşacak, bu hiyerarşi tahakkümü götürecek, tahakküm ise giderek kadını daha ileri düzeyde baskılayacak, sömürecek ve son tahlilde kadını köle altına alacaktır. Köle altına alınan kadınla giderek neolitik toplum yapıları köle yapılacak bu ise giderek adım adım insanlığın köle haline getirilmesi olacaktır. Tabii bu arada ise devlete, devlet ise daha fazla köklü tahakküm ve kölecilik olacaktır. Bu ise daha fazla savaş, daha fazla köle ve ölüm demek olacaktır.
Evet, kadın ulusu köle haline getirilmiş, ardından da insanlık köle haline getirilmiştir. Tarihin hangi sayfasını açarsanız açın, karşımıza üstü örtülmüş de olsa, perdelenmişte olsa, burka da çekilse, üstü betonlaşmışta olsa, Avrupa’daki gibi cadı diye ateşlere de atılsalar, kapitalizmin ince metası olarak pazara sürülerek tecavüzü alenen resmileştirseler de, hepsinin özü boydan boya kadına karşı bir savaş, kadının ise buna karşı boydan boya için için bir direniştir.
Evet, ilk köleleştirilen toplum kadın ulusudur. Bunun için insanlık kurtarılacaksa, acılarından arındırılacaksa, özgürce nefes alıp verecekse, eşitliği ve adaleti tadacaksa bu kadın ulusunun özgürlüğüyle olacaktır. Kadın ulusunun kendi kaderini eline almasıyla olacaktır.
Ve bugün Kürdistan’da 8 Mart günlerinde kadın ulusu görkemli bir şekilde kaderini eline alıyor. Kaderini eline alırken de tüm dünyaya kadın ulusunun nasıl haykırdığını gösteriyor.
Biz gerillalar olarak bu ayaklanışa sadece ve sadece saygılarımızı sunar ve selama dururuz. Eskilerde buna şapka çıkarmak derlerdi, şapkamızı çıkarırız.
Birde söylemeden geçmek olmuyor. Gönül isterdi ki kadın ulusunun Kürdistan’da şaha kalkışında bizlerde onların etkinliklerinde, meydanların etrafında, onların zılgıtlarına alkışlarımızla eşlik edelim…
Tüm günlerin 8 Mart olması dileğiyle…
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Tuhaf bir toprağı var bu ülkenin. Siyah ile kahverengi bir renge sahip, tuhaf bir toprak işte… İçinde denizi olmayan ve çöllerinin yerinde derin uçurumların olduğu bir toprağı var bu ülkenin. Toprak ne killi, ne de humuslu! Daha çok kinli ve daha çok hasım hayatlara…
Hayatların bütün trower’larında ya da central parklarında; geniz yakan tadı var bu toprağın… Kemiklerin çıktığı bir tadı var, her tarafında hikâyesini gizleyen, utangaç hayatlar var…
Sadece ulaşılmayı bekliyorlar, sadece bulundukları yerde daha fazla durmak istemiyor ve doğan bir güneşe tutunmak istiyorlar…
Her yerde toplu mezarların çıkartılması ve yaşanan cüzi tartışmaların ardından bir grup-sanatçının; toplu mezarların Kabesi olan o toprak parçasına (Newala Kasaba) yürümesi ve orada bu hassas konu üzerine açıklama yapması; sadece bir aydın ve sanatçı sorumluluğu değildir. Bunun çok ötesinde bir yiğitliktir…
Bu konuda yürütülen her çalışma ve atılan her adım; tarihin o sonsuz sanılan dehlizlerinde insanlık adına çok büyük bir adım olmaktadır…
Özellikle içinden geçilen son günlerde yaşanan tartışmaların ekseninde bu somut girişim; ardında buruşuk bir fotoğraf bırakmış ya da tamamlanmamış bir şiir bırakmış o insanların, sevdiklerine kavuşturulma çabası olmaktadır…
Olumludur ve yapanı da, yürüyeni, konuşanı ve yazanı da kutsayacak kadar mukaddestir…
Burada mevzubahis edilen konu ve gündemin içeriğinde tarafgirliğin olmaması ise başlı başına önemli ve isabetli olmaktadır.
Çünkü bu mezarların hepsi sahipsizdir… Zaten bunları yapanların temel amacı bu olsa gerek; öksüz mezarlar ülkesinin içinden insanların yaşamsal hücrelerine korku imparatorluğunu enjekte etmenin marifetiyle ortaya çıkmış bir tablodur; bu toprağın toplu mezarları…
Ondan tadında dahi bir burukluk vardır bu toprağın, hatta biraz da küskünlük…
Onun için herkesin ağzına pelesenk olmuş bir “barış” kelimesi vardır…
Hem dizelerin içinde vardır bu kelime, hem de eskimeyen bir Botan türküsünün içinde…
Herkesin ağzında barışın geçtiği cümleler olmasına rağmen;
Dozerin kepçesini daldırdığı her yerde kemiklerin çıkması ise başlı başına bir trajedidir.
Fakat yine de bu minvalde dahi atılan bu adımın kendisi, ortaya konulan yüreklilik bir ilk evre etabıdır, “barış” kelimesinin kuvözden çıkarılmasına yönelik…
Daha güçlü oksijenlerle barışı besleyen çalışmalardır bunlar…
Suçun ya da suçlunun sorgulanmadığı, basit bir hesaplaşmanın ve bu politik etik ölçülerinin ifşası sonucunda; çocuk hayatların nirengi noktasıdır aslında bu başlatılan…
Ondan dolayı yiğitliktir… Yiğitlik, içinde insani erdemleri barındırdığı eksende siyasetin o alacalı dilini de alt edebilen bir eylemliliktir.
Yani; sanatçı-aydınların, toplu mezarların kabesine ulaşmak istedikleri bu yolculuk, bir duygu yoğunlaşmasını oluşturmak istedikleri bu etkin nokta biraz da; hac yolunda yürüyen topal karıncanın hikâyesine benzemektedir…
Hani topal ayağıyla, hac yollarına düştüğünde kendisine “nereye gidiyorsun” diye soranlara, “hacca gidiyorum” diyen karıncanın tanrısallığı kadar günahsızdır, Newala Kasaba denilen o Kasaplar Deresinin derin vadisinde açıklama yapmak…
Bu girişimin pratik alanda ve anlamda amacına ulaşması biraz da zayıf bir ihtimaldir. Varacağı yeri şimdiden kestirebilmek zordur; belki bir arama noktasında güvenlik gerekçesiyle durdurulacaktır. Belki de yasal olmadığı gerekçesiyle, yürümeye çalışanlara-sorumluları göreve çağıranlara; “daha fazla ilerlemeyin, dağılın” denilecektir…
Konu hakkında siyasi yaklaşımları ve rant parsasının hesaplarını tahmin edebildiğimizde, olayın varacağı mutlak nokta belki de; dağılmak istemeyen gruba yönelik, polisin ve askerin yapacağı göz yaşartıcı bomba saldırısı olacaktır…
Bir yerde gözü yaşlı olanlar, yıllardır ciğerlerinde kan ağlayanlar öbür tarafta ise bu kanamanın etkisini görmeyecek ya da göremeyecek, insan öbekleri tarafından gencecik hayatların gözeneklerini yaşartan bombalar atılacak bir ihtimal…
İşte bundan dolayı; bu ülkenin tuhaf toprağı vardır. İçinde sahipsiz kemikler, üstünde patlamaya hazır mayınlar, askeri atıklar vardır… Çocuklarının bir kır gezisinde payına düşen ise basit bir şarapneldir. Toprağı kinlidir bu ülkenin… Herkesin dilinde “barış” kelimesi pelesenktir.
Tüm bunların yanında, yani her ne pahasına olsa da ve ihtimallerin sonucunda; yürüyüş bir yere kadar sürse ve sessiz bir yol üstünün herhangi bir kilometresinde o bildiri okunsa da güzeldir. Güzel olan ise; 17 yıldır haftalık toplantılarıyla ve yazmaları kadar helal olan o anaların eylemlerine bir katkı sunmasıdır, bu atılan adımın.
İşte bundan dolayı bir aydın-sanatçı yaklaşımı değil sadece, başlı başına bir yiğitliktir bu…
Yiğitlik; biraz da topal karıncanın hikayesinin devamıdır. Hani sorulan sorulara, verdiği cevaplar üzerine herkesin karıncaya; “bu halde nasıl gidersin o kadar yolu, dayanamazsın ölürsün bu yollarda” demesi üzerine, karıncanın “olsun bu yolda ölmek de güzeldir” demesidir yiğitlik…
Toprak Cemgil
- Ayrıntılar
Evet, devrim anlarında işbirlikçiler, ihanetçilerin fiyatları artar. Bu fiyat artışı işbirlikçilerin ya da ihanetçilerin meziyetlerinden ileri gelmemektedir. Dediğimiz gibi bu paralanma, fiyatlanma ve kıymetlenme devrim anıyla bağlantılı bir durumdur.
Türkiye cumhuriyet tarihinin en ileri düzeyde kurnazlıklarıyla politika yürüten, takkiye yapan, tüccar zihniyetine sahip siyasal partisi ya da gücü hiç şüphe yoktur ki ismi ak olsa da hiçte ak olmayan partidir.
Şunu peşinen söyleyelim: bu ak olmayan parti Türkiye’nin, Ortadoğu’nun hatta dünyanın neresinde satılmaya değer mal varsa bulup piyasaya en iyi süren tüccarlardan oluşuyor. Herhalde dünyada bu kadar iyi ticaretten anlayan, yalanı kızarmadan söyleyen, çok yüzlü olan, savunmadığı düşünceleri bile sahiplenen bir insan topluluğuna, tüccar topluluğuna rast gelmek mümkün değildir. Bu kadar Zübük’ü bir arada aynı parti içerisinde bulmak dünyanın hiçbir yerinde mümkün değildir.
Örneğin dünyanın başka alanlarında da yalanla, dolanla, sahtekârlıkla siyaset yürüten güçler vardır. Ancak bu kadar sahtekârı bir araya toplamak sadece ve sadece ak olmayan bu partiye aittir.
Bu ak olmayanlar dediğimiz gibi bildikleri en iyi iş ticaret yapmaktır. Böyle olunca kendilerine lazım olan malı arayıp bulmakta zorluk çekmiyorlar.
Bilinir ticaret ahlaki değerlerin en az dikkate alındığı sahadır. Ahlaki değerlerin ayakaltına alınan sahasıdır. Ticaret varsa ahlak yoktur. Çünkü kârın olduğu yerde ahlak aranmaz. Bu bağlamda kâr ahlakın karşıtıdır.
İhanet ve işbirlikçilik toplumlarda ahlaksızlık olarak ele alınır. İhanet ve işbirlikçilik bireylerde ahlak dibe vurmuşsa ortaya çıkar. Hele bu ahlaki çöküntü birde karşılığını maddi değer olarak buluyorsa burada ihanet ve işbirlikçiliğin gelişme zemini daha da artar. İhanet ve işbirlikçilik her zaman para etmez. Toplumlar ezelden beri ihaneti ve işbirlikçiliği lanetlerler. Kabul etmezler. Ahlaksızlık olarak ele alırlar ve nefret ederler.
Ancak dediğimiz gibi böyle düşmüş tipler, toplumların ayağa kalkışlarında, hem içerden Truva atı rolünü oynama açısından hem de direk işgalcilerin yanına geçerek kendi toplumuna karşı kullanılması açısından para ederler. Böyle anlarda işbirlikçiler ve ihanetçiler kendilerinde geçerler. Ne de olsa on yıllarda edinemeyecekleri mali külfeti kısa bir tarihi süreç içerisinde edinebilirler. Yine işgalciler böylelerini bir süreliğine de olsa önlerini açar, medyasına çıkarır ve belki daha fazla kariyer imkânı da sunarlar. Bu ise işbirlikçileri daha fazla arsızlaştırır. Bazılarını ar perdesi kalmamıştır. Ve bunlar artık kendi toplumuna en ileri düzeyde hakaretler yağdırırlar. Özelde de özgürlük için yollara çıkmış bir halkın evlatlarına saldırdıkça saldırırlar. Artık yaşama kapısı sadece ve sadece düşmanların yani işgalcilerin yeridir. Kendilerini kabul ettirmeleri için ise kralcıdan daha kralcı kesilmeleri bundandır.
Evet devrim anları yani halkların özgürlüklerine yakın durdukları anlarda işbirlikçilik ve ihanet para eder. Böyle anlarda dediğimiz gibi peş para etmeyecek olanlara bile el atılır. Ezelden düşmanlık yapanlardan tutalım da bir dönem kendi halkının yanında yer alıpta sonra ayrılanlara kadar geniş bir yelpazede kişilere el atılır.
Ancak devrim dalgası çok güçlüyse bu dalgayı parçalamak için her ihanet edecek, her işbirliğine yatacak tiplere el atılır. İşte böyle anlarda mantar gibi işbirlikçiler türer. Özgürlük hareketi ya da ayağa kalkan halk bu tiplere dönük bir şeyler söyledikçe bunlar daha fazla paralanırlar. Bunlar bunu da bilirler. Bunun içinde mümkün mertebe özgürlük hareketine saldırı yaparlar. Küfürler yağdırırlar. Yapılmak istenen özgürlükçülerin bu ihanet takımına cevap vermesidir. Böylelikle belki de işgalcilerin yanında değerleri artar hesabıdır. Özgürlük hareketi böylelerini ağzına almadıkça bunlar çılgına dönerek saldırganlıklarını kudurganlığa dökerler.
İşte ak olmayan parti ihanetçilerin ve işbirlikçilerin bu ruh halini iyi bilir. Ne de olsa bu ak olmayan parti kendi köklerine ihanet ederek, emperyal güçlerin işbirlikçiliğine soyunarak yola çıkan bir partidir. Bu bağlamda kendi ruh hallerini iyi bilirler. Kendilerinin nasıl paralandıklarını bildikleri için ihanetçi ve işbirlikçileri satın almasını da iyi bilirler. Birde dediğimiz gibi zaten bunların topunun mayasında tüccarlık vardır. Parayla içli dışlıdırlar. Böyle olunca satın almasını iyi bilirler. Ak olmayan parti bir yerlere ait olmayanları, bir yerlerde yaşarken başkalarına yaşayanları, başkaları gibi düşünenleri satın almasını iyi bilirler. Bunların mesleği budur. Ne de olsa tüccardırlar.
Ancak ihanet edenler ve işbirlikçiliğe soyunanlar bilmelidirler ki bir halk tarihi anları yaşıyorsa, bir halk birliği için bu kadar emek ve kan dökmüş ise, adeta işgalcilere karşı dişlerini etine takarak tüm gücüyle ayağa kalkmışsa, var oluşu için canını ortaya koymuşsa ve böyle anlarda birileri işgalcilerin yanına geçerek ihanet ve işbirlikçiliğe soyunuyorsa, bu direnen ve ayağa kalkan halk bu işbirlikçi ve ihanetçileri kabul etmeyecektir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Mart ayının kıştan kalma bir sabah ayazında, yüzümü tırmalayan rüzgârın keskinliğine karşı yürüyorum. Karşı tepelerin ardından yüzünü yeni gösteren güneş ısısını ulaştıramıyor daha. Sağımda kalan kuzey yamaçlarında birikmiş karlardan yansıyor yeni güne güneş. Gecenin ayazının dondurduğu toprak yavaşça çözülüyor.
Patikadan ilerlerken alışkanlıktan olsa gerek izlere bakıyorum. Benden önce adımlayanları tahmin etmeye, yabancı bir izin olup olmadığını anlamaya çalışıyorum. Biraz daha ilerlediğimde güneşe doymuş toprağın üzerinde rastlıyorum.
Çok olmamış geçeli. Belli ki şimdiye kadar görmemem toprağın çözülmemiş olmasından. Onlarca iz. Eğilip baktığımda hepsinin küçük numaralı Mekap’lar olduğunu anlıyorum. Bayan arkadaşlar.
Dağın sert yüzünde, aşılmaz zirvelerinde, imkansızlığı ve zorluğu her karışına yansıyan hırçınlığında ne kadar da ayrı duruyor bu izler. Binlerce sözde erkeği dize getirmiş, sözde kahramanları alt etmiş bu dağlardaki kadın gerillaların izleri.
Hem sadece patikada mı izleri? Yaşamın her anında, beynimizin ve ruhumuzun en ücra köşelerinde iz bırakan kadınlar. Özgürlüğe tutkun o gözlerini diktikleri geleceği kurmak için toplumun her alanında direnen kadınlar, savaşan gerilla kadınlar.
***
Bugün onların günü. Daha doğrusu kadına, emekçi dünya kadınına ait olan ve direnişle yaşam bulmuş 8 Mart.
Bir güne sığdırılmış bir anma değil şüphesiz 8 Mart. Çok daha fazlası ve ötesi.
Alanları dolduran milyonlarca kadının, dağların zorlu patikalarını arşınlayan kadın gerillaların yürüttüğü özgürlük mücadelesiyle hesap sorduğu gün 8 Mart. Beş bin yıldır mahkum edilmiş kadının egemen erkek sistemini yerle bir etmekte, erkeği hizaya getirmekte bir direnç noktası.
Bu günde erkeğin görevi Kadın Kurtuluş İdeolojisi karşısında kendini sorgulamasıdır. Güç verdiği sistemin pratiklerindeki pay sahipliğini üstlenip öz eleştiri vermek.
***
Bir erkek olarak 8 Mart vesilesiyle özür diliyorum.
Her kadından tek tek.
Ceylan’dan özür diliyorum parçalara ayrılan bedenine siper olamadığım için.
Canan’dan özür diliyorum katillerinden hesap soramadığım ve ellerini sallayıp gitmelerini izlediğim için.
19 yaşındaki Hatice’den özür diliyorum sevmeye verilen en ağır cezayı onaylayan sistemi değiştirmekte geciktiğim için.
Nujiyan’dan özür diliyorum oyuncağını sokakta bulduğu bilinmeyen cisimlerden seçmek zorunda kaldığı için.
Medine’den özür diliyorum canlı canlı gömüldüğü o çukurda nefes olamadığım, toprağa gömülen insanlığımızın farkına varamadığım için.
Dünyanın dört bir yanında hoyrat ve zalim erkekliğin cenderesine sıkışmış kalan tüm kadınlardan özür diliyorum. Özgür ve yaşanabilir bir dünyanın yaratımı işini geciktirdiğim için.
İçimdeki suç ortağını, erkeği öldürmekte yeterli ve güçlü bir mücadeleyi yürütemediğim için özür diliyorum tüm yoldaşlarımdan.
Dünyanın tüm analarından özür diliyorum. Bir oğul olarak çektiği acıları dindiremediğim, akıttığı gözyaşlarını durduramadığım için.
Ve Zilan’dan
Ve Viyan’dan
Beritan’dan
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Ay karanlık.
Bir gece ansızın geldiler.
Sıbate dinokta geldiler.
Daha puk u tofan olmadan geldiler.
Sızacaklardı planladıkları yerlere.
Zap karargahına, HPG Ana Karargahına.
Yerle bir edeceklerdi.
Ay yıldızlı alkanlara boyanmış bayraklarını dikeceklerdi Şıkefta Brindara tepesine.
Ne edalarla poz vereceklerdi bayrak diktikleri zaman.
Bil cümle aleme yayacaklardı.
Ve ardından birer birer Zagros, Metina, Haftanin, Xakurke, Qandil ile Gare’yi düşüreceklerdi.
Kerkük’ü de fetih eyleyeceklerdi.
Ne güzel planlar yapmışlardı.
Ne güzel işgal hayallerini kurmuşlardı.
Bir de arkalarında NATO vardı, yanke ABD vardı.
AB vardı.
Arap diktatörleri vardı.
Farsın Şia diktatörü vardı.
Naralarla gelmişlerdi.
Davul zurna çalıyorlardı TV’lerinde, boy boy kahraman asker fotoları vardı gazetelerinde.
Fehmi Koru gibi vakanüvusçular PKK bitecek kasidelerini kaleme almışlardı.
Daha neler yazmışlardı, neler.
Bilemediler başlarına ne geleceğini.
Bilemediler, hesaplayamadılar HPG gerillalarının direnişini.
Hesaplayamadılar, gerillanın fedaileşmiş ruhunu.
Buzda, ayazda ve karda.
Bırakmadılar mevzileri Xeregol sırtlarını Kürtlerin en naif ruhlu ve altın evlatları.
Ayaklar şişti mekaplara girmez oldu.
Jiletten de keskin soğukları yendiler.
Yine direndiler, yine direndiler.
Karın keskin soğukları onları biledi.
Sıbata dinokun puku onları biledi.
Onlar bilendikçe, yenilen Türk ordusu oldu.
Yenilen, NATO oldu.
Yenilen, ABD ile AB oldu.
Yenilen, Arap diktatörleri ile Fars Şia diktatörü oldu.
Eğer bugün Türk ordusu herkesin diline paspaye olmuşsa, ZAP Destanı’nın sonucunda olmuştur.
Eğer önce bir çavuşu bile yargılamansı mümkün değilken, bugün 163 üst rütbeli ile general yargılanıyosa bu HPG gerillalarının eseridir.
Bu nedenle, tüm Türk liberalleri, AKP gibi münafıklar hergün oturup HPG gerillalarına şükretmelidirler.
Bu bir hakikattir aynı zamanda.
Ne kimse üstünü örtebilir ne de aksini iddia edebilir.
Eğer bir zafer aranacaksa Zap zaferi orta yerde duruyor.
Eğer bir kahraman aranacaksa Çiyaye Reş, Xeregol ile Çemço kahramanları duruyor.
Eğer bir idol aranacaksa bu zaferi yaratan her HPG gerillası bir idoldur.
İdolların yaşadığı ve direndiği kutsal mekanlar dururken, pislenmiş ruhların bulunduğu kentlerde yaşamanın insan onuruyla alakası olabilirmi?
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Geleneksel 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, bir kez daha kadın özgürlüğü gerçeğimizi göz önüne getirerek, kadın sorununa yaklaşımın nasıl geliştiği ve bunda bizim çözümümüzün ne olduğunu bilince çıkarmak ve günün mücadele gerçeği içinde daha da ilerleyebilmesinin savaşı içinde olmak, bugüne verebileceğimiz en anlamlı karşılıktır.
PKK tarihi, onun sömürgecilikle savaşım tarihi, aynı zamanda Kürt kadınının kurtuluş tarihidir.
Halk gerçeğimiz, yoğun bir biçimde kadın gerçeğimizin benzerliklerini taşır. Onun sorunu, onun kurtuluşu; kadın sorunu, kadın kurtuluşudur. Belki de denilebilir ki, hiç bir devrim Kürdistan Devrimi kadar kadının kurtuluş devrimi olamayacaktır. Bunun tarihi, ulusal ve toplumsal nedenleri vardır. Tarihte, toplumun ataerkil aile yapısından ötürü ve giderek daha da geri biçimlerde günümüze kadar gelişen feodal ağalık, aşiretçilik, dincilik kurumlarının erkeği öne çıkarması ve bu kurumların en çok yabancı işgale yataklık etmesi, Kürt erkeğini çok onursuz, işbirlikçiliğe en çok alet olan, bu konuda sınır tanımayan bir çarpıklığın içine iterken; kadın güçsüz de bırakılmış olsa, Kürt ulusal değerleri içinde kalabilmiştir.
Erkek egemenliği, onu hep kadın üzerinde baskıya doğru götürürken, dışta işbirlikçiliğe doğru götürmüştür. Kurtuluş yolunu hep işbirliğinde arar. Dolayısıyla yabancı işgalcilerin, sömürgecilerin kültüründen tutalım her türlü siyasi, askeri tortu işlerinden tutalım kabiliyetine göre en tehlikeli ajanlık ilişkilerine kadar, hepsine Kürt erkekleri içinde bolca rastlanır. Bu konuda adeta kendileriyle iftihar ederler. Yabancı işgalcilere en çok kim hizmet ederse, "bu en iyi adamdır" biçiminde bir bakış açısı gelenek olmuştur. Genel anlamıyla erkeğin yaşadığı bu olumsuzluk, işbirlikçi sınıflarda daha da gelişmiştir. İşbirlikçi sınıf ve onun erkek egemenliği denilebilir ki, Kürdistan’ın en uğursuz, en lanetli kirine bulaşmış, ulusal değerlere ihanet etmiş ve dolayısıyla da en çok sorumlu tutulması gereken kesimi oluyor. Eğer kadın bu anlamda bir defa kirli düşmüşse, erkek on defa daha kirli düşmüştür. Bu gerçeği çok işledik.
Genel toplumsal çözümlemelerimizde ve daha çok da kadın sorununun ortaya konulması ve çözümünde son yıllarda oldukça ilerleme sağlamış bulunuyoruz. Hatta bununla da yetinmedik, pratiğe bu çözümlemeler temelinde yol aldırmaya çalıştık. Gelişmeler, çözümlemelerin doğruluğunu ortaya koydu. Kürt kadınının kendini en iyi dile getirdiği 1990 yılının Cizre-Nusaybin serhildalarında önderlik edenler kadınlardı, çocuklardı. Kadın-çocuk ilişkisini göz önüne getirirsek, kesin olarak serhildanda önderlik, ağırlıklı olarak kadınındır. Bu gerçeği iyi anlamak gerekiyor.
Unutmayalım ki Cizre-Nusaybin’de, Kürdistan’ın diğer benzer serhildanlarının geliştiği yörelerde, kadının kendini ortaya çıkarışı tesadüfî değildir.
Birincisi; kesinlikle partimizin ideolojik-politik yaklaşımlarının doğruluğuna, kadının tutkusuna verdiği önemi gösteriyor. Bu kesindir.
İkincisi; yaptığımız pratik çalışmanın doğruluğunu, kadın faaliyetlerine verdiğimiz önemi, kadın kadrolarının kitleler arasındaki çalışmalarının önemini ve sonuç alıcılığını gösteriyor. Özellikle Cizre kadınının etkilenmesinde temel rolü oynayan Bınevş AGAL yoldaşın örnek kişiliği, çok iyi bilinir ki, bu gelişmelerin en önemli nedenidir. Hemen hemen her yörede böylesine gelişmelerin ortaya çıkarılmasında, partinin bizzat eğitip mücadele alanına sevk ettiği kadın kadrolarının yeri önemlidir. Onlarca şehit verilmiştir. Daha dün 1991 serhildanının geliştiği Şırnak, İdil ve Dargeçit’te, kadınların yürüyüşün başında olduğu ve yine ilk şehidin bir kadın olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Şu ortaya çıkıyor ki, Kürdistan Devrimi’nde daha başından itibaren, kadınlar önemli rol oynayacaktır, korkusuz yöneleceklerdir.
Devrim, önemli oranda kadınların kurtuluşunun devrimi olacaktır.
Bu düşüncede ortaya konulduğu gibi, pratikte de böyle olacağını kanıtlamıştır. Kürdistan ulusal gerçeği, içten baskı altına alınan halkın yaşadığı zor koşullar ve buna karşı özgürlük savaşımının ortaya çıkardığı gelişmeler, kadın etkisini sıkı sıkıya taşır. Şunu sıkça söyleriz; bizim halkımızın gerçeği, biraz da kadın gerçeğine benzer, kadının baskı ve sömürü altına alınışına benzer bir baskı ve sömürü altına alınmıştır. Dolayısıyla halkımızın sorunları ve kurtuluş yolları ile kadın sorununun çözüm ve kurtuluş yolları iç içe düşmüştür. Hiçbir halkın gerçeğiyle karşılaştırılmayacak kadar bize özgü bir gerçektir. O halde, bu gerçek böyleyse ve gelişmeler de bunu doğrulaşmışsa, Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla, her ulusun kadınlarına bugün dolayısıyla göstermek istediği bir yaklaşım vardır. Bizim de bu konuda göstereceğimiz en olumlu yaklaşım, gerçeğimizin izleyicisi olmak ve eger bu gerçekliğimiz de bir direniş, serhildan gerçeğine dönüşürse, bunun en anlamlı yaklaşım olduğunu ortaya koymaktır. Biz sadece bunu bir günün saygılı yaklaşımı olarak değil, gittikçe derinleşerek bütün toplumumuzun kurtuluşuna, onun her bakımdan dirilişine katkısını sunacak ve sadece bu anlamıyla Kürdistan için değil, bunu kadının kurtuluşu için değil, dünya kadınlarının özgürleşmesine de katkıyı yapacak bir yaklaşım olarak görüyoruz ve bunun savaşımını veriyoruz.
PKK’nin kadın sorununda çok radikal olmasının en temel nedeni, kadın gerçeğimizin kendisinde yatmaktadır. Sorunu dünya kadının sorununa bağladığı gibi, tarih boyunca kadının baskı ve sömürü altına alınışı, düşürülüşü, kötürümleştirilmesi ve buradaki mücadelesine başladığı gibi, en çok da bunun Kürdistan kadınında nasıl geliştiği, Kürdistan kadınının baskı ve sömürüsünün özgül yanı, ayrıca kurtuluşunun da özgün yönlerini doğru ele almak gerekir.
Şunun çok iyi bilincindeyiz; genelde bir toplumda kadının özgürlük düzeyi, bütün toplumun özgürlük düzeyini belirler. Bir toplumun ne kadar özgürleşeceğini anlamak istiyorsanız, bir kadının ne kadar özgürleşmek durumunda olduğuna bakacaksınız. Bir ailenin ne kadar özgür bir aile olduğunu anlamak istiyorsanız, kadının ne kadar özgür olduğuna bakacaksınız. Şunu da ekleyelim; bir erkeğin ne kadar özgür olduğunu anlamak istiyorsak, kadın sorununda ne kadar özgür olduğuna bakmak gerekir. İyi veya kötü, demokrat, sosyalist olmanın temel ölçütlerinden birisi; soruna demokrat ve sosyalist olarak bakabilmek, kadın ilişkilerinde bir seviye tutturabilmek buna bağlıdır. Dolayısıyla biz, partimizin içinde "özgürlük ne kadar vardır" sorusuna cevap vermek istiyorsak, saflarımızdaki kadınların özgürlüğüne bakacağız. Saflarımızda kadın ne kadar özgürleşiyorsa, PKK de o kadar özgürdür.
PKK’nin özgürlük derecesi toplumumuzun özgürlük derecesidir.
PKK’deki kadının özgürlük derecesi, Kürdistan toplumunun içindeki kadının özgürlük derecesini tayin eder.
Soruna böyle yaklaştığımızda, partililere ne tür bir görev düştüğünü çok iyi anlıyoruz. Her şeyden önce partinin konuya doğru tarihi, toplumsal gerçekler temelinde bakmasını bilmek gerekiyor. Bu konuda geliştirilen çözümlemeler vardır. Mutlaka bütün partililerin özümsemesi gerekiyor. Tutarlı olmanın birinci boyutu budur. İkincisi, bunu kendi kişiliklerinde uygulamaları gerekir. Çözümlemelerden çıkarılacak sonuçlarda sadece kadının özgürlüğü değil, erkeğinde özgürlüğünün yattığının bilinmesi gerekir. Düşürülen kadın, erkeğin düşürmesidir. Özgürleşen kadın, özgürleşen erkek demektir. Böylesine iç içe etkileyen taraflar olarak baktığımızda, sağlam bir partilinin kendini mutlaka eğitmesi gerektiği ortaya çıkar. Ne kadın bize geleneksel kendi köleliğini, düşkünlüğünü dayatabilir, ne de erkek kendisinin tersyüz edilmiş egemenliğini, daha tehlikeli işbirlikçi düşkünlüğünü ve baskıcı egemen olma konumlarını dayatabilir. Mutlaka tutturulması gereken, tarafların eşit ve özgürlüğe açık olmayı bilmeleridir. Açık, şeffaf, özlü, baskıdan uzak, olumsuz etkilenmelerden uzak, sonuna kadar temel kurtuluş değerlerine bağlı, saygıya dayalı, sevgiye dayalı, sonuna kadar yoldaşça ilişkiler içine girebilmeleridir. Parti buna önem veriyor, bu konuda mevcut gerilikleri aşmaya çalışıyor ve daha şimdiden bu çabaların ürünü olarak Kürdistan kadınının devrimde küçümsenmeyecek rolünün ortaya çıkmasına yol açıyor. Düşmanın baş edemeyeceği müthiş bir güç kaynağının sadece kendini kurtarmakla yetinmeyeceği, bütün toplumun kurtuluşuna, onun zengin, yeni, diri, yaşanmaya değer bir toplumsal düzene dönüştürülmesine en büyük katkıyı sağlayacaktır.
Demokratik olsun, ulusal kurtuluş olsun, sosyalist olsun geleneksel birçok devrimde kadın hep uydu, bağımlı bir biçimde ele alınmıştır. Devrimin esas bir öğesi değil, bağımlı bir öğesi gibi yaklaşılmıştır. "Herkes askerdir, kadın da bir askerdir; herkes bir militandır, kadında bir militandır; herkes şu işi yapıyor, kadın da o işi yapmalı" şeklinde kaba-materyalist yaklaşımlar sergilenmiştir. Kadının askeri, siyasi, örgütsel çabalara katılması gerektiğini inkar etmemekle birlikte, bunun yetmediğini, hatta bu konuda kadına yaklaşımda salt eşitlikçi bir anlayışın tutturulmasının ciddi sakıncaları olacağını hemen belirtmek gerekiyor. Çünkü kadının özgürlüğü, onun mücadelesinin de özgürlüğünü ortaya çıkarır. Kadının fiziki, sosyal, tarihsel, içinde bulunduğu durum ve hatta bir bütün olarak toplum için ifade ettiği anlam, her ne kadar bütün toplumsal etkinliklere buna devrim de dahildir katılmayı kurtuluş için vazgeçilmez kılıyorsa, özgünlüğünden kaynaklanan durumda aynıdır. Bu yönlü özellikle dıştalanmıştır, söz değerinden yoksun bırakılmıştır, eylem değerinden yoksun bırakılmıştır. Her türlü etkinliği sınırlandırılmıştır. Bu daha çok sosyal yaşamda, kültürel yaşamda, böyledir. Yalnız siyasi askeri yaşamda değil, diğer alanlarda da yoksun bırakılmıştır. İlişkilerde özgünlüğü, eşitliği ortadan kaldırılmıştır. Bütün bunların yeniden ele alınması, özgürleştirilmesi gerekir.
Dolayısıyla soruna dar bir eşitlikçi anlayışla değil, kadın gerçeğinin bütün boyutlarıyla ele alıp zenginleştirilmesi temelinde yaklaşılmalıdır. Böylece kendi elinden alınan bir çok yeteneğinin yeniden kazandırılmasına yol açılır. İyi bir inceleme sonucu, toplumsal baskı nedeniyle neyi kaybettiyse, onu bulmaya götüren, onu edinmeye götüren bir mücadelenin sahibi olması gerektiği açıktır. Kadının kendi orijinalliğini, özgünlüğünü böyle bulmasına, en az diğer alanlardaki eşitlik çabaları kadar büyük gereksinme vardır. Bunu karşılayamadan, kendini erkekle kaba eşitleştirme içine sokması tehlikeli bir yanılgıdır. Çünkü kadının bir de yitirdikleri vardır, elinden alınan yetenekleri vardır, kişiliğini yaşamama, kadınlığını yaşamama durumu vardır. Bunun büyük sıkıntıları, bunun yol açtığı acıları vardır. Bunları gidermeden ne siyasi, ne askeri, mücadeleye ciddi olarak katkı sunacakları düşünülemez.
PKK bu konuları zengince ele almaya çalışıyor. Hiçbir partiye nasip olmayacak bir biçimde kendine duyduğu bir güvenin de eseri olarak bakıyor. PKK’nin konuya böyle bakışının altında, aslında Kürdistan Devrimi’ne bakışı yatmaktadır. Bu bakışın altında, Kürt toplumunun, kadınların yaşadığı baskı ve sömürü biçimine benzer bir durumu yaşaması gerçeği vardır. Dolayısıyla soruna çok köklü yaklaşmamız, kendi toplumumuzun sorunlarına köklü yaklaşmamızdan ötürüdür. Bu nedenle de iki sorunun çok iç içe ve hatta kadının özgül nedenlerden ötürü öncü rol üstlenmesi de bu nedenle gerekiyor. Örneğin, Kürdistan toplumunun, erkeğinin sürekli dışarıya kaçışı ve neredeyse toplumun dörtte üçünün kadınlardan oluşması, yine erkeğin kolay işbirlikçiliğe yatması, ama kadının ulusal değerlerden kopmayışı gerçeği var. Okur-yazarlığı yok ve Kürt kalmak zorunda. Bu basit nedenler bile, neden kadının çoğunluğunun ulusallığı temsil ettiğini bize açıkça gösteriyor. Partimizin daha başından itibaren bunları gördüğünü göz önüne getirerek, bu soruna hakkettiği yeri vermesi, serhildanda kadın önderliğinin ortaya çıkışına yol açıyor.
Hiç şüphesiz bununla yetinmeyeceğiz, attığımız adım bir başlangıçtır. Parti içinde olsun, ulusal kurtuluş saflarında olsun, giderek daha fazla ve yoğunca bu sorunun işlenmesine ağırlık vereceğiz. Her şeyden önce parti saflarında kadın eğitimini daha da geliştireceğiz. Mevcut çözümlemelerin iyi özümsenmesi, derinleştirilmesi, kişiliklere indirgenmesine artan bir çabayla karşılık vereceğiz. Aynı şeyi yalnız kadın için değil, erkeğin eğitimine de yansıtacağız. Şu ilkeyi sürekli göz önüne getireceğiz; bir kadro bu sorunlarda doğru çözüme ulaştığı anda kadrodur, bu sorunda özgürleştiği oranda özgürdür. Gerçeğine biraz özeleştirisel yaklaşacak, sürekli eksiklikleri gidermeye çalışacak, bu konuda kendi mücadelesinde giderek derinleşme ve yoğunlaşma sağlayacaktır.
En önemlisi de kadın kadro adayları, daha çok kendi eğitimlerine ağırlık vereceklerdir. Partiye çok zayıf geldikleri, toplumun ağır etkisini taşıdıkları, çok geri özellikler getirdikleri biliniyor. Dolayısıyla özgül eğitimlerini yapacaklar. Bu konuda geleneksel kadın düşkünlüğünü, duygusallığını, hafifliğini asla yansıtmayacaklar. Bilakis cesur, fedakâr, zeki kadın olma özelliklerini sürekli geliştirecekler. İnanıyoruz ki, kadınlar da bu özellikler erkeklerden daha aşağı değildir. Bizim yaşadığımız gerçekler daha şimdiden bunu doğruluyor. Geçen yıl, yani 1990 Newroz’unda partimizin ideolojisinden sınırlı olarak etkilenen kahraman kızımız Zekiye ALKAN’ın kendini yakma eylemi, "Newroz ateşi en iyi insan teninde yanmalıdır" demesi, cesaretin ve fedakârlığın sınırsız bir örneğidir. Demek ki, kadının kurtuluşa girişi öyle küçümsenecek bir giriş değildir. Doğru yol gösterildikten sonra, eğer yanlış engellemelerle dıştan dayatmalar olmazsa, kadına sonuna kadar güvenmek ve bunun doğruluğuna inanmak, sanıldığından daha fazla kurtuluşumuza katkı sağlar, zenginlik sağlar. Bu olmadan devrim olmaz. Kadının genelde dünyada, özelde Kürdistan’da katılmadığı devrim, noksan kalmış bir devrimdir, bizdeyse imkansız bir devrimdir. Ulusal kurtuluş devriminde, demokratik, sosyalist devrimde kadın, Kürdistan özgülünde gittikçe daha artan bir rol oynayacaktır. Şu çok önemli bir gerçektir ki, Kürdistan kadını uyandığı, örgütlendiği, kat be kat kendini özgürleştirdiği oranda, Kürdistan uyanmıştır, dirilmiştir, özgürleşmiştir ve yaşanılır bir alana kavuşmuştur.
Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla bir kez daha bu soruna kendi katkımızı sunarken, böylesine kapsamlı düşünmeyi ve üzerimize düşeni yapmayı bilmeliyiz. Parti Önderliği olarak biz, kendi çabamızı oldukça yoğun ve çözümleyici kılmaya çalıştık. Halen kadın kurtuluşunun Kürdistan kurtuluşundaki yerini, önemini ortaya koymak için, ardı arkasına çözümlemeler, yoğun eğitimler, örgütlenmeler yapıyoruz. Bu konuda bütün partililere, doğruların nasıl ele alınması gerektiğini, çözümün ne olduğunu, özellikle pratiğin nasıl geliştirilmesi gerektiğini önemle vurguluyoruz. Devrimimizin önemli oranda kadın devrimi olduğu bilinciyle hareket ediyoruz. Çabalarımız, bize bu konuda oldukça yenileştirici, oldukça özgün olmayı öğretmiştir. Geleneksel yaklaşımların, namus kavramının, aile kavramının yıkılışını, bunun yerine gerçek namuslu yaklaşımı, özgür yaklaşımı, büyük zorluklara rağmen yerine getiriyoruz ve getireceğiz. Yaptığımız sınırlı bir çalışmadır. Daha fazlasını cesurca, bu konuda hiçbir engel tanımadan yerine getireceğimiz kesindir. Yeni olacağız, yeniyi başaracağız. Bu konuda kendimize güvenimiz, kadın kadrolarımıza, çalışanlarımıza ve bütün kadınlarımıza güvenimiz tamdır.
Bir kez daha bu vesileyle, başta kamp sahasındaki eğitim faaliyetine katılan yoldaşlar olmak üzere, PKK saflarındaki ve serhıldanlardaki Kürt kadınlarının mücadelesini selamlıyor, sevgilerimi sunuyorum.
Reber APO
8 Mart 1991
- Ayrıntılar
Evrensel varoluş içerisinde kadın olarak kendi oluşumuza bir anlam verebilmek, kendimize anlam verdikçe her oluşun bir anlam içerdiğini hissetmek ancak evrensel tarihi, evrensel tarihin bir parçası olarak tikel tarihi kavramakla mümkündür. Nasıl ki Ortadoğu tarihi evrensel tarihin anadamarıdır diyorsak aynı zamanda kadın tarihi de evrensel tarihin anadamarı olarak değerlendirilebilir. Özgür ve anlamlı yaşamak için kendi tarihini bilmek, tarihi canlı olarak hissetmek, kendini de yaşanan tarihin bir parçası olarak görmek gerekmektedir. Çağın bilme sınırlarını aşarak gerçekleşecek olan bilme, gerçeğin içinde erimeyle, gerçeğin kendisi olmayla, kendini bilmeyle mümkündür. Özgürlüğün en temel ilkesi olarak kendini bilme arayışı ise kişide doğru tarih bilincinin gelişmesiyle sağlanacaktır. Nereden başlamalı, nasıl yaşamalı ve ne yapmalı sorularına verilecek cevapları tarihsel akış içerisinde aramak hakikate en yakın arayıştır.
Anlamın derinliği, hislere inanç, başarma iddiası, özgürlüğe cesaret, hakikate götüren yol ve yöntem ancak tarihteki direnişlerden ve yenilgilerden öğrenilerek gerçekleşir. Bir anlam deryası olarak değerlendirebileceğimiz tarihte kadınlar her ne kadar gölgede bırakılsa, yazılmak istenmese de bugün kadın diye bir cins gerçekliğinden bahsediyorsak bu kadınların merkezi uygarlık sistemine karşı bir direniş içerisinde olmalarından kaynaklanmaktadır. 8 Mart Dünya Kadınlar günü de bu anlam deryası içerisinde akışı görkemlileştiren, akan suları çağlayana dönüştüren bir anlam içermektedir. Her şeyi revize eden, gerçek özünden uzaklaştıran merkezi uygarlık sistemi 8 Mart Dünya kadınlar gününü de bir direniş günü, kavga günü olmaktan çıkararak bir bayram, bir kutlama gününe dönüştürmeye çalışmaktadır. Özgürleşme savaşımını yürüten kadınlar olarak öncelikle yapmamız gereken kadının tüm değerlerini çalan bu ev hırsızı sistem gerçekliğine karşı yüksek bir inanç ve bilinçle mücadele etmek, kendi değerlerimize sahip çıkmaktır. İşte 8 Mart dünya kadınlar günü de böylesi soylu değerlerimizin zirveleştiği günlerden biridir. Bundan yüzellidört yıl önce 1857 yılında Amerika’ da tekstil işinde çalışan yüzlerce kadın, sekiz saatlik çalışma ile eşit işe eşit ücret gibi taleplerle bir direniş başlatmışlar bu direniş şiddetle bastırılmıştır. Ve işbaşı yapmayan protestocu kadınlar diri diri yakılmış, fabrikanın kapıları kapatılarak ondokuzuncu yüzyılda sistem kendine yakacağı yeni cadılar bulmuştur. O gün tam 129 kadın diri diri yakılarak şehit düşürülmüş, şehit düşmeyenler ise yakılan işçi kadınların çığlıklarını, yanık bedenlerinden yükselen kokuları, iş arkadaşlarının, kavga yoldaşlarının gözlerinin önünde eriyişini unutmamış, aslında o 129 arkadaşlarıyla birlikte onlarda yanmışlardır. Daha sonrasında büyük kavgalar ve sistem karşıtı direnişlerle, 1910 yılında gerçekleştirilen İkinci Enternasyonalde, 8 Mart’ın dünya emekçi kadınlar günü olarak ilanı karar altına alınmıştır.
Özgürlük mücadelesi yürüten kadınların bugünden o günlere vermesi gereken anlam sadece meydanlara çıkarak bayram coşkusuyla bugünü kutlamak, davullar eşliğinde halaylar çekmek, sloganlar atmak olamaz. Öncelikle diri diri yakılarak şehit düşürülen yüzyirmi dokuz kadının acısını yüreğimizin derinliklerinde hissederek, tarihimizi yeniden irdeleyerek, analize tabi tutarak alternatifler yaratmak bugünden o günlere vereceğimiz en anlamlı yanıt olacaktır. Sistem karşısında mücadele yürüten kadın hareketlerinin yaşadıkları yanılgıların, eksik ve yetmezliklerinin çözümlenerek tüm kadın hareketliliklerinin örgütlülüklerini güçlendirmek ve özgürlük mücadelesini derinleştirmek gerekliliği açığa çıkmıştır.
Günümüzde sömürünün kadın ruhu, bedeni, duyguları üzerinden en katmerlisinin yaşanması, her gün kadın intiharlarının, katliamlarının, cinayetlerinin devam etmesi mücadelemizin istenilen düzeyde derinleştirilmediğinin ve yürütülmediğinin göstergesidir. Erkek egemenlikli sistem belki bugün kadınları diri diri yakmamaktadır ama öyle bir hale gelmiştir ki yaşamı kadın için tam bir cehennem ateşine çevirmiştir. Özellikle Ortadoğu’nun intiharın eşiğinde olan toplumsal gerçekliği içerisinde kadınlar daha fazla bu eşikten aşağıya kaymaktadır. Çoğu kadının böylesi bir yaşam sürmektense kendini yakması, ölümün en zorunu tercih etmesi, içindeki acıyı ancak yangınların hafifleteceğine inanması bundan kaynaklanmaktadır. Kadınların geliştirdikleri özgürlükçü çabaları reddetmemekle birlikte hala bu erkek egemenlikli sisteme hergün onlarca kadını kurban veriyorsak çözümlememiz, değiştirmemiz ve aşmamız gereken eksik ve yetmez yanlarımız bulunmaktadır.
Öncelikle kadın hareketleri açısından kapitalist modernitenin ilişki, yaşam ve kişilik anlayışlarının doğru çözümlenmesine ihtiyaç vardır. İlk sömürü nesnesi olan kadın kapitalist sistemle birlikte paradan daha ince bir para haline getirilmiş, kadına kamusal alan açılarak devletin kölesi de olmuş, kölelik kadına içerilmiş ve erkek egemenliği ise yaygınlaştırılmıştır. Özellikle de burada geliştirilen liberal politikalar daha derinlikli ve köklü irdelenmelidir. Çünkü sistemsel gerçeklik öyle incelikli politikalar yürütmüştür ki kadına özgürlük yanılsaması yaşatmıştır. Sümer rahiplerini aratmayacak bir biçimde en iyi, en özgür sistem olduğuna kadının kendi kendisini ikna etmiş ve inandırmıştır. Kadının özgürlük mücadelesinde özgürlükten çok eşitliğin, köklü taleplerden çok hukuksal düzeltmelerin ön plana çıkmasına neden olmuştur. Bu yaklaşım doğru çözümlenip aşılmazsa kendisiyle birlikte feminist hareketlerin tıpkı reel sosyalizmde yaşandığı gibi kapitalist modern sistemin mezhebi olmasını getirebilir.
Kadın özgürlük sorunsalına daha felsefik, ideolojik, örgütsel, sosyal, askeri, öz savunma boyutlarıyla komple bir gerçeklik ancak doğru çözümü getirecektir. Mücadelenin daha fazla ortaklaştırılmasına, birbirini kucaklamaya, farklılıkları zenginlik gerekçesi olarak gören zihniyet yapılanmasına, kadının sınıfı ve ulusu yoktur esprisinden hareketle, yüreğinde herkese yer açabilecek enginliğe ulaşmak daha radikal ve köklü bir mücadele gerçeğini açığa çıkaracaktır. 8 Mart ilanının 101. yılını yaşadığımız bugünlerde kadın hareketliliğinin Avrupa merkezli bilme sınırlarını aşmasının, batı merkezli zihniyet yapılanmalarıyla savaşmasının örgütlülüğünü toplumsallaştırılıp yaygınlaştırılmasının her zamankinden daha fazla aciliyeti vardır. Kadının sömürü tarihi olan merkezi uygarlık tarihi içerisinde kadının mücadele yürütmesi demek sistemin ontolojik gerekçelerini yok etmek demektir. Daha önce sistem karşıtı mücadele yürüten birçok hareket ilk çelişkinin tanımlanmasında yetersiz kalmıştır. Çelişkinin doğru tanımlanamaması, gerçeğe teğet geçilmesi çözümünde hakikate yakın olmasını engellemiştir. İlk çelişkinin proletarya-burjuva çelişkisi olarak tanımlanması ve özgürlüğün proletarya diktatörlüğünde, işçi sınıfının özneleştirilmesinde görülmesi en temel yanılgıyı teşkil etmiştir. Oysaki ilk çelişki kadın ve zorba, kurnaz erkek arasındaki çelişkidir. Bu çelişki çözümlenmeden ya da bu çelişkinin çözümlenmesi mücadelenin temel ilkesi olarak ele alınmadan içine girilecek her devrimci çaba evrimci olmaktan, sistem içileşmekten kurtulamayacaktır.
Önderliğimiz mücadelemizi hiçbir zaman klasik bir mücadele, klasik bir parti, klasik bir örgütlenme olarak ele almamış en temel farkını da kadın özgürlüğüne yaklaşımında dışa vurmuştur. Ulusun özgürlüğünün kadının özgürlüğünden geçtiğine inanmış, ulusal dirilişin tamamlanmasında, özgürlüğe ve kurtuluşa evrilmesinde kadın özgürlük mücadelesinin derinleştirilmesinin, öneminin giderek arttırılmasının temel rol oynadığını görmüştür. Önderliğimizin 8 Mart 1998 yılında kadın kurtuluş ideolojisini ilan etmesi bu gerçeklikle yakından ilintilidir. Böylesi bir ilanla kadın özgürlük hareketimizin Amerika’da şehit düşürülen 129 kadının intikamını alma hareketi olduğu da daha da somut bir ifadeye kavuşmuştur.
Sistem karşıtı mücadele yürüten hareketlerin tarihlerini incelediğimizde hemen hepsinde kadın katılımları olmasına rağmen hiçbir harekette kadınların kendi öz ideolojileri oluşturulmamış, kendi kurumlaşmaları, kendi özgün örgütlülükleri ise yok denecek kadar az olmuştur. Bu yönleriyle hareketimizde kadınların özgürlüğü için geliştirilen birçok açılım kadınlar için ilkleri içermektedir. Alternatif bir ideoloji, alternatif bir yaşam, alternatif bir orduyla Kürdistanlı kadınlar Apocu gerçeklik içerisinde erkek egemenlikli uygarlığa karşı anti uygarlıkçı mücadelede başarıya ulaşabilecek tüm donanıma sahip olmuşlardır.
Özellikle de erkekten kopuş, erkeği öldürmek ve kadın kurtuluş ideolojisiyle Önderliğimiz sosyalizm ve özgürlük mücadelelerinde ilkesel açılımlar gerçekleştirmiştir. Bunun en somut ifadesi olarak da kadın örgütlülüğü öncelikle kadın ordulaşması zemininde yaşamsallaştırmış, kadın ordusuna salt bir askeri örgütlenme olarak değil sosyal bir örgütlenme olarak da bakılmıştır. Erkeğe ait olarak görülen bu alanın(spotta kullanırsan “bu” alanın yerine “askeri” alanın yazarsan iyi olur) kadına açılması birçok tabunun da yıkılmasını kendisiyle beraber getirmiştir. YJA STAR örgütlenmemiz bu yönleriyle Önderliğimizin ve şehitlerimizin büyük emekleriyle, soylu çabalarıyla acıyla ve kanla yaratılmış özgürlük örgütlenmemizdir.
Bugün gittikçe güçlenen meşru savunma gücümüz YJA STAR, halkların ve kadınların baharlaşmasının ön günlerinde kadın meşru savunma gücü olarak devrim sürecini yürütmeye hazır olduğunu gerçekleştirdiği 5. konferansında güçlü kararlaşmalar, iddia düzeyi, başarı inancı ve devrime cesaretiyle göstermiştir. Uluslar arası komplonun gerçekleştirildiği günlerde yapılan konferansımız hem lanetli uluslar arası komploya bir cevap hem de Sekiz Mart’ın öngünlerinde olmasından kaynaklı tüm dünya kadınlarına kadın gerillaların armağanı olarak ele alınmıştır.
İlk tanrıçalar Ninhursag adı verilen dağ tanrıçalarıdır ve bu tanrıçalar şehirleşmeye karşı savaşmışlar, kendilerine dağları mesken eylemişlerdir. Tarihsel örneklerinde gösterdiği gibi kadınla dağ arasındaki ruhsal birliktelik çok eskilere dayanmaktadır. Kadınlar dağlarda erkeksiz, korkusuz yaşayabileceklerini öğrenmektedir. Kendimiz bu gerçekliğin içerisinde yer aldığımızdan kaynaklı yaşadıklarımızın çoğunu kanıksamış olsak ve alışsak da dağda yaşayan kadınlar olarak yaşadıklarımız oldukça anlamlı ve tarihsel değere sahip. Kadınlar olarak sistemin belirlediği yaşam anlayışından, ilişki ağından yine bizlere belirlenen kalıplardan dağlarda sıyrıldık. Dağlar sistemin elinin uzanamayacağı özgürlük mekânlarıdır. Dağların yüreğinde yer alan YJA STAR gerillalarının da yüreklerini dağlar kadar büyütmeleri, dokunulmaz ve erişilmez kılmaları gerekmektedir.
YJA STAR gerillaları olarak 8 Mart’ın 101. yılında tüm kadınlara vereceğimiz en anlamlı armağan bundan sonraki süreçte gerçekleştirdiğimiz 5. konferans kararlarının yaşamsallaştırılması için büyük bir iddia ve devrim ruhuyla yaşamak, savaşmak ve zafere ulaşmak olacaktır.
Şerda Mazlum
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
Argêş – Mesut Gökhan arkadaşımızın 7 ekim 2008 tarihinde Şırnak’ta Xora ve Çiyayê Bizina arasında yaşanan bir çatışma şahadete ulaşmıştı. Ancak bu bilgi 20 Şubat 2010 tarihinde merkezimize ulaşmıştır. Bu çerçevede 23 Şubat tarihinde bu arkdaşımızın ilanını Mazlum ve Rojinda arkadaşlarla yaptık. Daha sonra yapılan araştırmalar sonucu bu arkadaşımızın şehit düşmediği ve Amed cezaevinde olduğu bilgisine ulaşmış bulunmaktayız.
- Ayrıntılar
İhanetçilerin, işbirlikçilerin en çok kıymetlendikleri yıllar devrim süreçleridir dedik. En çok paralandıkları yıllarda yine bu yıllardır.
Normal diye bilinen yıllarda ajanlarla çalışmalar yürütülürken olağanüstüleşen süreçlerde birebir işbirlikçilere ihtiyaç duyulur. Bir halk ayağa kalkmışsa, bir halk kendi yolunu kendisi çizmeye başlamışsa ve bir halk giderek boyunduruk zincirlerini boynunda atmaya başlamışsa orada işgalci olan gücün çok fazla yapacak bir şeyi kalmaz. Başka bir deyimle saflar netleşmiştir. Halk kendi tarafını belirlemiştir. İşgalci nettir, sömüren nettir, ajan nettir, devletin memuru nettir, askeri çıplak zoru nettir, polisi nettir. Ve tabii ki halkın yanında olan güçlerin de durumu da nettir. Varsa gerillası nettir, öz savunma güçleri nettir, sempatizanları, taraftarları, renkleri, zevkleri nettir.
Özcesi işgalcinin yanındakiler net, özgürlükçülerin yanındakiler nettir. Arada duranlar sınırlıdır. Böyle anlara devrim anları diyorlar. Keskin kıyasa mücadelenin sürdüğü yıllar oluyor bu yıllar. Böylesi anlar öncesi ortada duranlar elbette vardır. Ancak halkın topyekûn direnişe kalktığı anlarda bunlar yok denecek kadar azdır. Hatta varsa işgalcilere silahlı milislik yapanlar, örneğin korucular gibi. Bunlar bile renklerini daha belirgin kılarak kendi öz tarafına geçerler. Özgürlükçüler de bunu bildikleri için bunlara dokunmazlar. Çünkü hedef en büyük birliği işgalcilere karşı oluşturmaktır. Ne kadar büyük birlik yaratılırsa o kadar işgalcilere ya da ülkeyi istila etmiş güce karşı direniş yükseltilebilir inancıyla bu yaklaşım gösterilir.
Özgürlük güçleri kendi cephelerini böyle genişletirlerken hiç şüphe yoktur ki işgalciler boş durmayacaklardır. İşgalciler ise bu oluşturulan cepheyi parçalamak için elinde geleni yapacaklardır. Hatta ne kadar bu oluşan birliği -biz buna ulusal birlikte diyebiliriz –parçalarlarsa o kadar kendilerini başarılı sayacaklardır. Zayıf düşürdükleri bir ulusal birlik kendi ellerini yani işgal pozisyonlarını güçlendirecektir. Bunu işgalci güçler iyi bilmektedirler. Ne de olsa başka halkların deneylerini iyi etüt etmişlerdir. İncelemişlerdir.
İşte böyle tarihi kritik anlar ihanetçilerin, işbirlikçilerin devşirildiği anlardır. Önceleri devlete yakın duran ki bunlara biz genelde hainde diyebiliriz öne çıkarılır. Bunlar bolca kullanılırlar. İşgal edilmiş toprakların hiçte öyle sanıldığı gibi işgal edilmediği hissi verilmeye çalışılır. Ne de olsa işgalci güçlerin öne çıkardıkları da bu toprakların ‘insanlarıdırlar.’ Ancak bizde biliriz ki bunlar fazla tutmaz. Bir dönemler mücadele henüz cılızken böylelerine kulak verilebilirdi ancak artık çoktan foyaları ortaya çıktığı için kıymeti Harbiyeleri kalmamıştır.
Ancak asıl önemli olan bu süreçte başka Kürtlere el atılmasıdır. Öncelikli olarak tüm dünya devrimlerinde görülen ilk çıkış yıllarında, ideolojik mücadele yıllarında karşılıklı birbirini inciten, zarar veren bu bağlamda kendilerine göre zarar görenlere işgalciler el atarlar. Kendi doğal seyrinde yürütülen bu mücadeleyi işgalciler on yıllar sonra kullanabilmek için el atacaklardır. Bunun için özel çağrılarının yanı sıra imkânlar sunmaya başlayacaklardır.
Özgürlük mücadelesiyle arası açılmış bireylere el atacaklardır. Ona ne kadar haksızlık yapıldığı anlatılacaktır.
Varsa halkın saygı duyduğu bir aydına el atılacaktır. Öne çıkarılacaktır.
Varsa tanınan ve belki de halkın sevdiği bir sanatçıya el atılacaktır. Konuşturulacaktır. İmkânlar sunulacaktır.
Yine varsa tanınmış bir sporcu öne verilecektir. Önü daha fazla açılacaktır.
Gazeteci kimliği olan, akademisyen kimliği olan, dini kariyeri olan ve tabii her meslekten kendisini bir nevi halkını da kabul ettirmiş bireylere el atarak özgürlük hareketine karşı çıkarmak için ne kadar girişimler pahalı olursa olsunlar yapmaktan vazgeçmeyeceklerdir.
Yine geçmişte siyasetle uğraşanlar, özgürlük mücadelesine ters düşenler, hatta düşmanlık yapanlar, bunlar geçmişte devlete karşı savaşmışta olsalar bunlarla ilişkilenip ve bir yolunu bulup özgürlük hareketine karşı dikmek için her şeyi yapacaklardır.
Ve tabii ki özgürlük hareketinde yer almış ancak sonraları ondan kopmuş hatta özgürlük hareketine ters düşmüş ve karşıtlaşmış kesimlerle de ilişkilenerek kendi yanlarına çekmek için büyük çabalar harcayacaklardır.
Biz geçmişten beri Kürt halkına azılı düşman olmuş hainleri hiç açma gereği duymuyoruz. Bunların zaten tescilli ajan ve hain olduklarını söylüyoruz.
İşgalcilerin de önemle ele aldıkları bu kesimler değildir. Bunlar zaten çantada keklik takımıdır. Bunlar kazanılmış ve her zaman sahiplerinin yanında olanlardır. Ancak buna rağmen devrim yükseliyor, halkın birliği pekişiyor, özgürlük istemi ve özgürlüğü garantileyecek halkın örgütlülüğü gelişiyor, işgalcilere kimse rağbet etmiyor, işgalcinin defolması için küçücük çocuklar bile zafer işaretleri yaparak “zımane tırki mırov xırav dıke” diyerek işgalcilere kinlerini kusuyorlar.
Hiç şüphe yoktur ki böylesi anlar devrim anlardır, kurtuluş anlarıdır, özgürlük anlarıdır. Bir halkın topyekûn şaha kalktığı anlardır.
İşte işgalciler böylesi anları boşa almak için, parçalamak için en özel çaba sarf edikleri ve edecekleri anlardır da. Böylesi anlarda dediğimiz gibi halkın birliğini bozmak için ihanetçileri ve işbirlikçileri en çok öne çıkardıkları anlardır. İşbirlikçilerin en çok paralandıkları anlardır. Kıymetlendikleri anlardır.
Devam edecek.
Kasım Engin
- Ayrıntılar