Basına Ve Kamuoyuna!
27 Aralık 2010 günü öğleden sonra TC ordusuna bağlı birliklerin Mardin’in Kerboran ilçesinde yaptığı kasıtlı, imha amaçlı bir operasyon sonucunda üç kişilik gerilla birliğimiz bir çatışmaya girmek zorunda kalmıştır. Bu saldırıya karşı yoldaşlarımız büyük bir direniş göstermişlerdir.
- Ayrıntılar
Düşünce özgürlüğü ya da ifade özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmazlarından kabul edilir. Düşüncenin kendisini açıkça ifade edememesi durumunda orada, çokta uzun zamana sarkmadan rahatsızlıkların yaşandığını göreceksiniz. Düşünceler hür ifade edildikçe de her türlü tehlikenin önü alınmış olur.
Düşüncelerden korkan çok sayıda rejim türleri vardır. Bunlardan en belirgini kendine güvenmeyen otokratik rejimlerdir. Yine oligarşik yapıları da bunların arasına katmak gerekir. Babadan oğula geçen iktidar yapılarında da bu korku yaşanır. Birilerine dayanarak iktidar da kalan her ne rejim varsa düşüncelerde korkar. Tabiatı gereği bu böyledir. Kendi gücüne dayanmayan, başkalarına dayanarak var olan, iktidarın sunduğu nimetlerden yararlanarak ayakta kalan, ekonomik güç, polis ve askeri gücü kendisine kalkan edenlerin tümü düşüncelerden korkarlar.
Korkarlar, çünkü bu tür yapılar birilerinin icazetiyle ayakta kalırlar. Onlara bağlanan oksijen tüpüyle nefes alıp verirler. Bunun için bu yapılar hep tedirgindirler. İkilidirler. Mütereddüttürler. Güvensizdirler. Böyle olunca da söylenecekler onları rahatsız eder. Onlar, onların istediklerine izin verirler. Verili olanı severler. Onları okşayan sözlere kulak kabartırlar.
Evet, otokratik yapılar onları rahatsız eden düşünceleri sevmezler. Bunun için ilk yapacakları ve bugüne kadar da yaptıkları onları rahatsız eden düşünceleri yasaklamaktır. Bu düşüncelerin yayılmasına ket vurmaktır. Düşüncelerin yayılmasını engelleyemezseler ilk elden bu düşünceleri yayanlara yönelirler. Tutuklarlar. Kodese tıkarlar. Teşhir ederler. Hakaret ederler. Yapabilirlerse onlar için tehlikeli olan düşüncelerin bir daha yeryüzüne çıkmaması için her şeyi yaparlar.
Evet, otokratik yapılar, rejimler ve tabii ki bireyler düşünce özgürlüğünü de sevmezler. Onlar aslında her türlü özgürlüğü sevmezler. Onların sevdiği ve sevebilecekleri sadece ve sadece onlara riayet eden düşüncelerdir, sözlerdir. Onlar hep karşılarında emir eri beklerler. El pençe duruşları severler. Onlara methiye yağdıranları seçerler. Başka da hiçbir düşünceye izin vermezler.
AKP’nin ajitatörü ve gladyatörü iktidara doğru giderken, en çok kullandığı argümanlardan bir tanesi düşünce özgürlüğüydü. Ne de olsa o da güya düşüncelerinden hatta bir şiir okuduğu için zindana düşmüştü. Onun da kızı kafasını örtündüğü için okullara alınmamıştı. Özcesi düşüncelerinden dolayı çok çekmişti. Çok acılar yaşamıştı. En azından AKP’nin gladyatörü bize kendisinin böyle olduğunu söylüyor. Öyle olmasa da öyle olduğuna bizi inandırmak istiyor. Ve milyonlarca insanı inandırdığını da hemen ekleyelim.
Yıllarca ne kadar mağdur edildiklerinin propagandasını yaparak neredeyse tastamam bir rejim kurdular. Kemalist devletin neredeyse tüm kurumlarını ele geçirdiler. Ele geçirilemeyen Kemalist kurumları ise hizaya getirdiler. Paçavraya çevirdiler. Bir kedinin bir fareyle oynaması misali öldürmeden önce doyasıya oynayarak halden düşürerek bunu yapmaya devam ediyorlar. Ve yeşil Kemalizmlerini de kurmaya da ramak kaldığını biz ekleyelim.
Evet, düşüncelere özgürlük diye gelenler bugün en küçük düşünce özgürlüğüne tahammül göstermiyorlar. Kendilerine itiraz eden öğrencileri faşistlikle, teröristlikle, illegal yapılarda yer almakla suçluyorlar. Onları eleştiren medyaya inanılmaz hakaretler yağdırıyorlar, muhalif olanlara ise alayın ötesinde yaklaşımlar sergiliyorlar. Taraf olmayan bertaraf olur ilkesiyle onlarla olmayanları bertaraf ediyorlar.
Evet, bunların tümü otokratik yapıların, duruşların, bireylerin ve yaşam tarzlarının ortaya çıkaracakları sonuçlardır. Daha da ileri götürürsek bu karakter yapısı faşizmin inşasına götüren karakterdir. Faşizm karakteri gereği hiçbir düşünceye tahammül göstermez, gösteremez.
Daha da somuta indirgeyecek olursak; Kürtlerin iki dilli yaşama ve kendilerini yönetecek pozisyona götürecek demokratik özerklik düşüncelerini dile getirmeleri karşısında AKP’nin gladyatörü, ne kadar düşünce özgürlüğüne saygılı olduğunu meclis kürsünde haykırdı. Teröristlikle, eşkıyalıkla, birilerinin ekmeğine yağ sürmekle derken ne kadar tekçi olduklarını alenen herkesin gözlerinin önünde yeniden haykırdı. Ve bunları yaparken de ilginçtir ama ne kadar laf salatası varsa hepsini yan yana dizerek yapmaktan da çekinmedi. Gladyatörün bakanlarından biri olan Zafer Çağlayan “hepsini yaratan Allah olduğu için, insanları hiçbir ayrım yapmaksızın seviyoruz. Bu önemli bir hadisedir. Bayrağımızın tekliği, ana dilimizin Türkçe olması, bunlar asla tartışılmayacak şeylerdir” diye de aynen gladyatörü gibi konuşabilmektedir. Bu zat insanları hem de hepsini hiçbir ayrım yapmadan seviyor, lakin bayraklarının tekliği, ana dillerinin Türkçe olmasını da asla tartışmasına izin vermeyeceğini de söylüyor. Dediğimiz gibi aynen gladyatörün kendisi gibi; gladyatör Türkçülüğe ve Kürtçülüğe de karşıdır ancak tek millet, tek dil, tek vatan ve tek bayrakçıdır. Tek milletçilik, tek dilcilik, tek vatancılık ve tek bayrakçılık sade bir kavramla Türkçülükte değil bunun ötesinde olan faşizmdir. Kaldı ki bu tekçiliğin bir halkın değerlerini yok sayarak savunulan bir tekçilik olduğunu da unutmayalım.
Evet, biz düşüncelerimizi daha fazla dile getireceğiz. Her fırsatta konuşacağız. Herkese meramımızı anlatmak için her ortamda düşüncelerimizi haykıracağız. Artık gladyatör ve onun sahte İslamcı yeşil Kemalist partisi mağduriyet tezinin arkasına saklanamıyor. Bunun için saldırganlaşıyor, saldırganlaşıyorlar. Bunun için bu sahte yeşil faşist yapıyı daha fazla deşifre etmek için en güçlü silah; düşünce özgürlüğüne yüklenmektedir.
Evet, otokratik yapıları aşmanın tek bir yolu vardır o da özgürce hiç çekinmeden düşünceleri ifade etmektir. Çünkü böyle baskıcı, tekçi, otokratik, hoşgörüsüz ve faşist yapıların en çok korktukları şey düşüncelerdir. Bunun için inadına düşüncelerimizi alenen her yerde daha gür ifade edelim. Düşüncelerin akmasına yol verelim.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Demokratik Özerkliliğin, ülke gündemine bomba gibi düşmesiyle birlikte herkes konuyu tartışmaya başladı. Fakat dikkatimizi çeken en önemli noktaların biri Kürt Gençlik Hareketinin başta olmak üzere gençlerin bu tartışmalara ve dolayısıyla sürece istenilen oranda katılmamasıdır.
Elbette kimsenin gençlikten TV ekranlarına çıkıp gürültü kirliliği yapma beklentisi yok. Öncelikle kültürel katliamlara maruz kalmış Kürt gençleri olmak üzere tüm devrimci gençlerin Demokratik Özerklik inşa sürecinde aktif çalışmalı, eylemleriyle katılmalı ve öncülük yapmalıdır. Çünkü toplumu kapitalist modernitenin “demir kafesinden” kurtarıp demokratik özüne kavuşturacak demokratik ve özgür toplumun yolu Demokratik Özerklikten geçmektedir. Bunun içinde toplumun motor gücü olan gençlerin omuzlarına tarihi görevler düşmektedir.
Fakat üzülerek belirtmekteyiz ki, Gençlik bu süreçte pasif kalarak, toplumu oy sevdalıları olan siyasetçilerin insafına bırakmaktadır. Elbette biliyoruz, Gençlik her gün siyasi kırımlarla karşı karşıya kalmakta ve binlerce çalışanı bu kırımların sonucunda zindanlarda esir tutulmaktadır. Ancak Gençliğin muazzam dinamizmi ve potansiyeli düşünüldüğünde söz konusu tutuklamalar ve baskılar mazeret olamaz. Öyleyse buna rağmen gençlik neden rolünü oynayamıyor? Neden pratiğiyle gündem belirlemesi gerekirken gençler, gündeme müdahil bile olamıyor?
Bu soruların ve nedenlerin listesini uzatmayı gerek görmüyoruz. Fakat gençliğin başarısızlığın temelinde Önder APO’nun gerektiği kadar okunmaması ve özümsenmemesinin yattığını düşünmekteyiz. Neredeyse her fırsatta “Gençlik APO’nun fedaisidir” diyen ve her gençlik çalışanının ya da sempatizanın başköşesinde Önder APO’nun kitaplarının bulunmalarına hatta bundan dolayı cezalandırılmalarına rağmen gençliğin Önderliği istenilen oranda okumaması ve pratikleştirememesi temel bir çelişkidir. Bu da başarısızlığı getirmektedir. Gençliğin bu esas ışıktan kendini mahrum bırakması, gençleri karanlığa sürüklemekte, bu da başta yöntem sorunları olmak üzere rolünü oynayamama, gündemin temel aktörü değil de seyirci kalmaya, takvim ve slogan devrimciliğiyle marjinalleşmeye ve en önemlisi de koruyucusu olması gereken demokratik topluma karşı borçlu olmasına yol açmaktadır. Örneğin son günlerde yoğunlaşan Demokratik Özerklik inşasına baktığımızda başta anadil, öz savunma, toplumun eğitim ve örgütlemesinde öncü olması gereken gençler maalesef sadece birkaç ilçede sınırlı eylemlerle yetinmektedir ki bu eylemlerin çoğu da gençliğin örgütlülüğün sonucu değil, yurtsever reaksiyonların sonucudur. Oysa eğer gençlik, Önder Apo’yu sözde değil özde kavramış olsaydı ve gerekenleri yerine getirmiş olsaydı bugün ne Kürtçe sömürgecilerin kayıtlarına “bilinmeyen dil” olarak geçerdi ne de ağzını açan her sömürgeci, Kürt halkını tehdit edebilirdi. Eğer 21. yüzyılda da işgalciler, Kürt halkını bu kadar aşağılama cesaretini kendilerinde buluyorlarsa, şüphesiz cesaretlerini gençlerin suskunluğundan almaktadırlar. Eğer başta Kürt gençleri olmak üzere devrimci geçinen her genç, Önder APO’nun yol göstericiliğinde sürece hakim olabilselerdi, “bilinmeyen dilin” çocuklarının neler yapabileceğini herkese gösterirlerdi ve eylemleri ve mücadeleleriyle “bilinmeyen dilin” çocuklarını varlıklarını tanımayan işgalcilere kendilerini tanıtırlardı.
Gençlik, günümüzde gündemi sürüklemesi gerekirken söz konusu yetmezlikleriyle gündem tarafından sürüklenmektedir. Fakat gençliğin, işgal prangalarını kırıp demokratik toplumu kurtarma ve korumaları için yeteri kadar enerjilerinin, kaynaklarının, tecrübelerinin olduğuna inanıyoruz. Belirtmek istediğimiz gençliğin bir an evvel Önder APO’nun fikirlerine sarılarak, insanlığın kurtuluş reçetesi olan bu ışığı pratikleştirmesi gereğidir. Aksi takdirde toplum ve onun şahsında insanlık, koltuk sevdalıların insafına terk edilmiş olur. Bu da toplum tahribatını derinleştirir ve telafisi zor yaralara yol açar. Böylesi bir toplumda ise bir avuç egemen dışında, başta gençler olmak üzere toplumun tüm kesimleri ağır zararlar görür ve insanlık katledilmeye devam edilir. Bunda da en ağır vebal rolünü oynayamayan, zamana yanıt olamayan gençliğin olur.
Mem Amed
- Ayrıntılar
2010 yılına Yeşil Türk Irkçısı AKP rahat mı rahat girdi.
AKP’nin rahat olmasının bir nedeni vardı.
HPG, eylemsizlik sürecindeydi. AKP ise saldırı sürecindeydi. Belediye başkanlarından belediye meclis üyelerine, il başkanlarından il genel meclis başkanlarından tutun, BDP’in aktif çalışanlarından kim varsa tutukluyordu. Sadece tutuklamalarla kalmıyor, tutukladıklarını zindana atıyordu.
AKP’nin direktifleriyle Kürdistan HPG gerillalarına yönelik operasyonlarda azalma değil artış yaşandı.
Şehirlerde Kürt çocuklarına karşı Fetullahçı polis teşkilatının terörü tavan yaptı.
AKP şehirde, köyde ve kırsalda yaptığı saldırı üzerine saldırılarla Kürt Özgürlük Hareketi ile Kürtleri bastırabileceğini ve böylece marjinalize edip sınırlandıracağını hesapladı.
Bunları yaparken HPG gerillasının öfkesini ve intikam kılıcını üzerine çekeceğini hesaplayamadı.
Hesaplasa bile, T.C’nin kimsayasını dağıtacak düzeyde enine ve boyuna Kürdistan ve Anadolu’nun her tarafında eylem koyacak düzeye gelebilen bir gerilla gücünü tasavvur edemedi.
HPG, ilk kılıcını 31 Mayıs’ta İskender’un eylemiyle vurdu.Türkiye bu eylemle şoka uğradı.
Gerillanın bu derecede etkili vuruşunu, ne Türk ordusu ne de AKP hükümeti kabullenmediği için oraya buraya bağlamaya çalıştı. Gerilla karşısındaki uğradığı yenilgiyi kaldıramadığı için hayali yardımcılar yaratmaya çalıştı.
Gare eyleminde de dumura uğradılar.
Bilican eyleminde ise iyice dağıttılar. Ne Türk ordusu, ne AKP, ne Türk kamuoyu, ne de dış komuoyu Kürdistan gerillasının bu kadar çok planlı, geniş coğrafya da yoğun bir düzeyde çok ani vuruşlarla eylem yapabilecek niteliğe ulaştığını düşünemedi.
Hele o Gare Karakol tepesinde çekilen bir fotoğraf varya – Erdoğan, Başbuğ ile Gürbüz Kaya- o fotoğraf işgalci Türk devletinin halet-i ruhiyesini gösteriyordu.
Karşımızda ki fotoğraf, gerilla karşısında diz çökmüş bir devletinin fotoğrafıydı.
Yüzlerdeki ifade de yenilen Türk devletinin moralsizliğinin yüz ifadesiydi.
1 Haziran atılımı T.C’yi öyle bir noktaya getirdi ki, Önder APO ile görüşmek zorunda kaldı.
1 Haziran atılımı AKP’yi öyle bir noktaya getirdi ki, AKP’nin başındaki Erdoğan’ın maskesini düşürdü.
O’nun nasıl Yeşil Bir Türk Irkıçısı olduğunu dünya alem gördü.
1 Haziran atılımı dünyayı öyle bir noktaya getirdi ki, HPG gerillasının yenilmezliği yeniden onandı.
1 Haziran atılımı Kürtleri öyle bi noktaya getirdi ki, gerillanın “Kürtlerin varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanmada” yegana güç olduğu tartışmasız bir şekilde yeniden açığa çıktı.
2010 yılında Kürdistan gerillası esas şunu ispatladı, 2011 yılında gelişebilecek bir “Devrimci Halk Savaşı’nda” rolünü gereken bir şekilde yerine getireceğinin işaretini verdi.
HPG gerillaları, çıkabilecek bir “Devrimci Halk Savaşı’na” amadedir.
Eğer tek tek tüm Kürt gençleri ihtimal dahilinde olabilecek bir “Devrimci Halk Savaşı’na” amade ise Özgür ve Özerk Kürdistan’ın kuruluşu hiç uzak olmayacak.
Bunu herkes bilsin.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Basına Ve Kamuoyuna!
27 Aralık 2010 günü öğleden sonra TC ordusuna bağlı birliklerin Mardin’in Kerboran ilçesinde yaptığı bir operasyon esnasında üç kişilik gerilla birliğimiz bir çatışmaya girmek zorunda kalmıştır. TC ordusunun eylemsizlik pozisyonundaki gerillalarımıza...
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
27 Aralık 2010 günü sabah saat 09:00 da TC ordusu Kobra tipi helikopterlerle Medya Savunma alanlarımızdan Haftanin sınırında saldırı gerçekleştirmek istemiştir. Bu saldırılara karşı gerilla güçlerimiz uçak savarlarla karşılık vermiştir.
- Ayrıntılar
Fikirlerimize güveniyorsak ruhsal davranışlarımız rahat olur. Oraya buraya höt demeyiz. Söyleyeceklerimizi sakin bir şekilde ifade edebiliriz. Fikirlerine güvenmeyeler ise hoşgörülü ve tahammülkar olamazlar.
Fikir zafiyeti yaşayanların ortak ruh halleri genelde agresif oluşlarından fark edilir. Düşünce olarak gelişkin olmayanların başvuracakları ilk yol ya da yöntem pazuları olur. Ve tabii biz biliyoruz ki pazularının dışında imkânları olanlar daha farklı araçlarda devreye koyarlar. “Sinirlidir, tabiatı böyledir” sözleri lafı güzaftır. Sinirli olmak ruhi sıkışmışlığın, duygusallığın, tepkiselliğin emareleridir ki bunların temel kaynağı ise düşünsel yetersizliklerden ileri gelir.
Özcesi düşüncesi gelişkin olanın kızmaya, daralmaya, oraya buraya laf atmaya ihtiyacı olmaz. O zaten kendisine güvenendir. Bu öz güvenden kaynaklı da sabırlıdır, tahammüllüdür. Erken rayından çıkarılamaz.
Düşünce olarak gelişkin olanlar düşüncelerin dışında araçlara başvurmazlar mı? Elbette düşünsel olarak gelişkin olanlar da, kendine güvenenlerde başka araçlara -hatta silahlara da -başvurabilirler, ancak bu ne zaman başvurulacak bir yol ya da yöntem olabilir diye sorarsak; ancak ve ancak düşüncelerimizi açıklamaya izin verilmediğinde, bizi imha etmek amaçlı saldırı geliştiğinde, var oluşumuza cebren bir kasıt hedeflendiğinde bu yola başvurulabilir. Özcesi bize ve görüşlerimize yaşam hakkı tanınmadığında kavganın en sertine de kalkışabiliriz. Buna insanlık: direnme hakkı diyor.
Özgürlük hareketi ilk günden başlayarak düşünceleriyle meydana çıktı, ancak kısa bir süre sonra bu düşünceler tehlikeli bulundu ve özgürlük hareketinin liderlerinden yani öncülerinden olan Haki Karer yoldaş, çirkin bir komployla katledildi. Ve düşüncelerimize tahammül gösterilmeyeceğini o zaman öğrendik. Ve işte o günden itibaren de düşüncelerimizi yayabilmek için silahta dahil her türlü savunma aracına başvurulmuştur. Özü öz savunma olmuştur. Meşru müdafaa olmuştur.
Biliyoruz kimisi diyecek ki devasa özgürlük savaşı sadece meşru savunma ekseninde mi gelişti? Evet devasa mücadele sadece ve sadece meşru savunma ekseninde gelişti. Maksadını aşan durumlar hiç mi yaşanmadı? Maksadını aşan durumlar yaşandığında da Kürt Halk Önderliği en sert tavrını koyarak, soruşturmalar açarak bu durumu yaşayanların bir daha bu durumları yaşamamaları için her türlü tedbiri almaya çalıştı. Islah olmayanlara karşı ise ideolojik politik mücadelesini aralıksız sürdürmüştür. Ve kimi zaman ise bu bireyleri partinin mahkemelerinde yargılayarak partinin dışına atmıştır.
Evet, PKK ilk günden başlayarak her zaman düşüncelerini yaymak için bunun ortamının yaratılması için mücadele etmiştir. Ancak buna her zaman fırsat verilmediği için direnme hakkını kullanmıştır.
Bugünlerde herkes düşünce özgürlüğünden bahsediyor. Bizde düşünce özgürlüğünden dem vuruyoruz. Bırakın düşüncelerimizi özgürce ifade edelim, bırakın düşüncelerimizi alenen herkesle paylaşalım. Bırakın da düşüncelerimizin yanlışlığına ya da doğruluğuna halk karar versin. Kamuoyu karar versin.
Madem çok özgürlükçüsünüz, madem buraya kadar düşüncelerle geldiniz, bırakın bizde görüşlerimizi herkese iletelim. Bu yasakçı zihniyeti terk edin. Ve iki de bir faşist bir ortamda oluşturulan, meşru olmayan bir anayasayı karşımıza çıkarmayın. İkide bir anayasanın ilk üç yasasının değiştirilemez olduğunu önümüze koymayın. Dikta bir süreçte oluşturulan yasaların halkların vicdanında yeri olamaz. Kaldı ki bu anayasa maddeleri Kuranı Kerimin ayetleri değildir ki değişmezsin! Hani düşünce özgürlüğü vardı, bırakın bizde görüşlerimizi ifade edelim. Senin anayasan senin olsun, madem çok sağlam temellerde ve ilerici insanlık için hizmet ediyorlar, o zaman kimse zaten onlara dokunamaz. Çünkü o zaman bu anayasa maddeleri halkların vicdanında yer bulmuştur. Yok, eğer bu anayasan ve anayasa maddelerin halkların vicdanında yer almamışsa değiştirilir. Kaldı ki hiçbir belge -bu hukuk bir belge de olsa-bir insanın toplumsal var oluş haklarını, kültürel haklarını, insan olma hakkını sınırlama ve yasaklama hakkına sahip olamaz. Varsa böyle anayasalar sadece ve sadece çiğnenmek için vardırlar. İnsan olmanın erdemi direnme hakkını köklü kullanmaktan geçer.
Tekrar ifade edelim: fikirlerinize güveniyorsanız bırakın özgürlük hareketi de fikirlerini alenen tartışsın. Fikirlerimizi daha ifade etmeden savcılarınızı harekete geçirmeyin. Yargıçlarınızı devreye koymayın, polislerinizi üzerimize salmayın, asker potinlerinizle topraklarımıza basmayın.
Evet, düşüncelerinize ve de haklılığınıza güveniyorsanız bırakın biraz tartışalım. Ama her şeyi tartışalım. Her şeyi ifade edelim ve tabii sizde ifade edin. Ne de olsa devasa bir medyanız var. O kadar hünerli bir medyadır ki yirmi yalanı bir doğruya çevirebiliyor.
Evet, yirmi yalanı bir doğru yapacak kadar maharetli olan medyanıza rağmen, dil konusunda usta hitabetçi olan başbakanınıza rağmen bırakın sadece fikirler kavga etsin. Kan akmasın. Kavgalar çıkmasın.
Evet, var mısınız fikirler kavgasına?
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Aralık 2010 günü TC ordusu Uludereye bağlı Yekmale, Merge, Roboski köylerine ve Awul Tepesi alanlarında operasyon başlattı. Operasyon yoğun pusulamalar şeklinde bölgede gizli timlerle yerleştirilmesiyle halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Reber APO
Mustafa Gezgör Yoldaşın Önderlikle Diyalogları
Devrim, çağı en üst düzeyde yakalamış olanların eseri olabilir. Çağın en gelişkin, düşünce ve yaşam biçimine ulaşamayanlar, asla devrimde başarılı olamazlar. Bu formülü kendimize uyguladığımızda, bırakalım çağın var olan gelişkin bilincine ulaşmayı, nereden gelindiği, nasıl gelindiği konusunda güçlü bir değer yargısına ulaşmadan, kendini körkütük ortaya atmanın, başa bela getirmekten öteye bir sonuç vermeyeceği açıktır. Kürdistan’da son yıllarda yaşanan trajediler de bunun diğer bir ispatıdır. Şimdi bunları görmek, bu temelde eğer bir işe yarayabilecekse kendini yararlı kılmak, sıradan insan olmaktan çıkmanın da kesin sonucudur. Benim talihsizliğim, akıllıların durumunun çok zayıf olmasıdır. Hiç bir gerekçe, hiçbir tedbir, hiçbir güvencesi alınmayan bir ekonomik, sosyal, siyasal yaşam veya yaşamdan başka her şeye benzeyen bir durumun ürünü olarak karşımıza çıkıyorsunuz. Bunu sizi suçlamak için söylemiyorum, gerçeğinizi ifade etmek için belirtiyorum. Ben, bütün bunlara bir kerede çözüm gücü olamam ve siz de kendinizi böyle koşullardan geliyorsunuz diye, bütün çirkinliklerinizle dayatamazsınız. Bu konularda biraz anlayışlı olacaksınız. Bırakalım yüce yoldaşlık, dava arkadaşlığını, sıradan bir insani durumu korumak için bile biraz kendinize gelmeniz gerekiyor.
Çabaların durumunu değerlendirirken, her yönüyle sizleri anlamaya çalışıyoruz. Sonuçta vardığımız, bazı önemli hususlar bunlar oluyor. Bir yandan da ağır savaş sorunları vardır. Bu olmadan doğru düşünceye, hareketlenmeye imkân bulamayacağız. Ama öte yandan buna hiç yetmeyen toplumsal, ulusal koşullar ve öncülük adına yola çıkanın, kendi eğitimine bile gereken ciddiyeti gösterememesi çok bariz yaşanan ve yaygın olan bir gerçektir.
Kürt sorunu büyük bir problemdir. Dilsiz halk denilir. Kendini formüle etmekten çok aciz bir halk gerçeğiyle karşı karşıyayız. Kendini bir kuruşa satan insanlar, lanetliler, vatansızlar diyarıdır. Kendisine, düşmanın her şeyini yakıştıran, ama insan olma adına, vatansever olma adına hiçbir şey yakıştırmayanlar ülkesi deniliyor. Eğer bunlar bir gerçekse, herhalde kurtuluş hareketini düzenlemenin sanıldığı kadar kolay gelişemeyeceği kendiliğinden anlaşılıyor. Yüzeyselliğinize ve havanıza bakıyoruz; günlerin oldukça anlamlı değerlendirilmesi gerekirken, sizi iç açıcı görmek olmuyor.
PKK’nin bir itibar kaynağı olduğu biliniyor. Çok çeşitli biçimlerde bu itibarın vücut bulduğu biliniyor. Kalkıp bu itibara sığınarak, kendine pay çıkarmak yanılgıdır. Maalesef artık yüz binlerce kişi, çok ciddi bir çabanın sahibi olmadan, bu itibarı olduğu gibi normal kabul ediyor. Hatta muhalifler bile bunu çok açık bir biçimde kendilerine yakıştırıyorlar. Biraz itibar kazandırdığımız doğrudur. Kürtlerin de insanlar kategorisinde ele alınabileceğine dair işaretler verilmiştir. Ama hikâyesi belli, oluşumu belli bu itibar kaynağını, hiç düşünmeden, hatta onunla ters düşerek “biz de bu kadar itibarlıyız” demek, kendi içinde bile kendini buna inandırmak, kabul ettirmek veya kabul görmeyi istemek, şu anda çok ciddi bir tehlike olarak karşımıza çıkıyor. En kötüsü de, bu iyi niyetlice yapılıyor, buna kendini çocukça kaptıranlar oluyor. Özgür yaşamı, itibarlı yaşamı kendisine layık görmeyeniniz yok gibidir. Bu, mütevazı bir değerlendirme değildir. Benim henüz kendime bile yakıştıramadığım onurlu yaşamı, itibarlı yaşamı, benden kırk kat daha kendinize yakıştırıyorsunuz. Şaşırdığım nokta burasıdır, ölçüler burada karışıyor. Bütün çabalarıma rağmen, ne kadar itibarlı yaşamın sahibi olabileceğime dair kendimi henüz ikna etmiş değilim, ama sizin yaşantınıza bakıyorum, öyle yerli yerine oturmuş iddialarınız var ki, hayret etmemek mümkün değildir. Bu bir sahtelik ve aldanmadır. Bu yaşamı, bu itibarı sürdüremezsiniz. Ben size bu itibarın dayanaklarını gösteriyorum. Onu bile anlamaktan uzak olursanız büyük bir yanılgı içinde olduğunuzu çok kısa süre içinde göreceksiniz.
Genç topluluklarsınız, hayat tecrübeniz yoktur. Gerçeklerin fazla farkında değilsiniz. Kendi özlem ve niyetlerinizi gerçekler yerine koyuyorsunuz, ama biz yakıcı gerçeklerden birini yaşayan bir hareketiz. Sizi böyle kabul etmek demek, hiçbir sonuç vermez. Gençliğin iyi niyetleri ve özlemleri bir şey kurtaramaz. Ölmek çare olsaydı, zaten bizden daha fazla ölen bir halk yoktur. O yüzden kendinizi ölüme yatırmanız bir kurtuluş gerekçesi olamaz ve çoğunuzun ana eğilimlerinden birisi de budur. “Kendimi ölüme yatırmışım, ölümüne kabul ettim, bu iş bitti” diyorsunuz. Size göre can feda edildikten sonra bu iş halledilmiştir. Gerçekten düşünemeyeceğimiz bir kanıdır veya öyle olma durumundadır. Mesele ölme ile halledilseydi, yaşamdan bahsetmemize hiç gerek kalmazdı. Ölüm teorisine göre, kendimizi cayır cayır yakmak çözüm için yeterli olurdu.
Bizde daha çok egemen olan cesaret türü, müthiş geriliğin verdiği gözü karalıktır. Kürdistan’da yaşanılan nedir? Gericiliğin verdiği gözü kara cesarettir. Bilimin biraz yol gösterdiği cesaret var mı? Ona göre yaşam ayarlanıyor mu? Hayır! Kendi açımdan söyleyeyim; oldukça farklı bir cesaret türü geliştirmeye çalışıyorum. Ama kendimi bile ne kadar cesaretli kıldığım, günlük olarak değerlendirmelerim dâhilindedir. Cesaretinize şaşıyorum, cesaretiniz halkın içinde bulunduğu yaşama karşı körcedir. Bütün eylemleriniz çok açık, son derece kör bir cesarete dayanıyor. Bunları söylememin nedeni; bana burada bunları dayatmanızdır. Çok tehlikeli bir kaynağa dayanan, ister çok ölgünce ölüme yatmak, isterse kendini daha değişik biçimlerde ifade etmek olsun, temsil edilen yaşam, bana çok seviyesiz ve sonu olmayan bir yaşam biçimi gibi geliyor. Bunu açmaya kendimi mecbur hissettim. Çünkü ne de olsa, parti çerçevesinde yürütülmeye çalışılan bir yaşam ve cesaret vardır.
Söylediklerimiz çok önemlidir. Artık biraz seviyesi ileride olan arkadaşların, “komuta düzeyinde ben de varım” diyenlerin, bu dediklerimize hiç olmazsa bir anlam vermesi gerekir. Diğerleri zordur, belki ulaşamazlar, ama sınırlı sayıda bir komuta düzeyi önemli sonuçlara yol açabilir. Bu nitelikleri olanlara ısrarla vurguluyorum, kendinizi biraz toparlayın. Bu temelde verdiğiniz bir söz varsa, bu söz bunu biraz karşılamalıdır.
Çok çeşitli nedenlerle bizden uzak kalmış olanları da, partiye doğru katmaya azami çabamız olacaktır. Özellikle zindan direnişine yönelik yaklaşımlar vardır, mesafeyi kapatmaya çalışacağız. Yine çeşitli alanlardan gelenler vardır, onlarla da mesafeyi kapatmak istiyoruz. Buraya çok genç gelenlerin durumlarına bakıyorum; çok geriler, yeniler. Birbirinizin elinden tutun. Partiyi biraz bilenler, bunların kollarından sımsıkı tutup biraz düzeltsinler. Bu yalnız benim görevim değil, sizin de görevinizdir. Bu anlamda yenilere sahip çıkılmalıdır. Eğitim, yalnızca bir kişinin burada konuşması değildir. Sağınıza-solunuza bakın, eğitmeniz gereken öğeler vardır. Bunu alışagelen memur vari yaklaşımlardan kurtaralım. Her anımız, çevremizi eğitme olsun, gücümüzü eğitelim. Gücümüzün eğitimi bugüne kadar sağlıklı başarılamamıştır, eğitimi çok sınırlıdır. Çoğu da büyük yanlış izlenimlerle, hatta bazı olumsuz yönlerini geliştirerek, bunu konuşturarak ayrılacaklar. Bu, işleri daha da ağırlaştırıyor. Sizler, biraz sorumluluğunuzun gereğini yapsaydınız, bunlara asla müdahale etmemeniz gerektiğini bilirdiniz. Devrimciler vicdanlı insanlardır. Bütün bunlar sizi ilgilendirir.
Çok ciddi bazı sonuçlara ulaştığını iddia eden var mı? Değerlendirmeler sizi bazı önemli sonuçlara getirmelidir. Ne diyorsun Zamani, seni bazı önemli sonuçlara getirdi mi? Sorumlusun, çözümlemeler karşısında ne söyleyebilirsin?
Zamani: Anlaşıldı Başkanım. Ulusal özgürlüğü sağlamadan, elimizdeki bu silahla doğru savaşmadan –ki onu da doğru kullanamıyoruz- gelişme olmaz.
— Şimdiye kadar ne kadar büyük bir yanılgının eşiğinde olduğunuzu anladınız mı? Bunlar büyük yanılgılarla yüklü bir yaşam, hem de devrim adına, büyük güç adına, büyük çözüm adına yaşanan durumlardır.
Za.: Sadece birey olarak baktığımda bile durumumuzun vahametini görebiliyorum.
— Birey zararı genelleştiriyor. Sadece kendinizi bitirmiş, bela etmiş değilsiniz.
Za: Bireyden toplumun çözümünü yapmak mümkün Başkanım.
— Büyük problemdir ve bizim de bu kadar kıyamet koparmamızın nedeni buradadır. Kendini formüle etmekten, gerçekliğini kavramaktan aciz olan bir kişi, topluma neyi sunacak? Yalnız sen değil, genelde yapı bunu yaşıyor. Ne yapacağız? On yıl zindanda yatıp akıllanmadıktan sonra, biz diğerlerini ne yapacağız? Ölmek de kar etmiyor ki! Sizin en büyük gerekçeniz “silahı elimize aldık, sıktık, bizden büyüğü yoktur” demenizdir. Kürdistan’da yiğitlik biraz da bununla ölçülür. Bu yiğitlikle hiçbir şey kurtarmamışlar. Peki, sizin çözümlemenizi nasıl sağlayacağız? Dayanma gücünüz olacak mı? Acaba kendinizi yeniden yapılandırmanız mümkün müdür? Diğer arkadaş için de vurguladım; bu temelde kendinize çıkış yaptırma imkânı var mı?
Za: Başkanım doğru sonuçlara ulaştığımı düşünüyorum.
— Eskisi gibi olmasın yalnız.
Za: Hayır, Başkanım, eskiyi aşabilecek güçteyim.
—Unutma! Yılların demagojik iddiacılığıyla yaşadın.
Za: Bütün bunların nedenini çözümlemelerle birlikte daha iyi anladım ve artık kendime daha gerçekçi yaklaşabiliyorum Başkanım.
— Yiğitlik ve direnişçilik adına, öyle kolay aşılacak sorunlar değildir. Yine benden ne istiyorsunuz? Al sana silah, hepsi senin olsun. Amacım, sizi sıkmak ve eskisinden daha kötü duruma düşürmek değildir. Ne istiyorsan iste benden, ama bana açık bir tasfiyeciliği dayatamazsın. Bana “PKK’den vazgeç” de diyebilirsin. Bunu düşman savaşla başarmaya çalışıyor, herhalde sen bir yoldaş adına bunu diyemezsin. Belki sen buna gelemezsin, ama tasfiyeciliği de dayatamazsın. Eğer yürütemiyorsanız, bir misafir veya dost gibi sizi karşılar ve yollarız. Başka bir şey isteyebilir misin?
Za: Biz buraya gelirken, belki biraz usta olduğumuzu sanıyorduk, ama öyle değilmiş. Ne kadar çok şey yaşadığımızı ve öğrendiğimizi sansak da gerçeklerle karşılaşınca aslında fazla bir şey öğrenmediğimizi anlıyoruz. Bu da bize öğrenmenin sınırsızlığını gösteriyor Başkanım.
— Ben devrimcilik derken, boşuna konuşmuyorum. Objektif olarak tasfiyecilikten bahsediyorum. Dayatmalarınız partiye katkı değil, tam tersidir ve bunun gerekçesi de olmaz. Sizi siyaset dışı bırakmayı istemiyoruz, sen bunu kendin yapıyorsun. Bir devrimci kendini bu duruma düşürmeyendir. Örnek olarak sizin durumunuzu söylüyorum, özelliklerden bahsediyorum, buna şaşmamak elde mi? Hepsi vatan uğruna, önemli işler yapma adına buraya gelmiş, ama gözlerinden okunan sadece zavallılıktır. Bunu çeşitli anlamlarda söylüyorum. Kudret var mı gözlerinizde?
Biz bir meseleye el atarız, mutlaka bazı sonuçlara ulaşırız. Benim yüreğim sizler konusunda titriyor ve sizlere de, bütün halka da en zayıf durumlarda bir korku kaynağı olacağımı sanmıyorum. Bilakis, gerekli çözüm kaynağı olduğuma inanıyorum. Sanırım yaşadığınız süreçte, benim cephemde bir şeyler oluştuğunu biliyordunuz. Ama bir yiğit olarak sizin cephenizde ne var desem, tiril tiril titriyorsunuz. Ne kadar hata yapılmış, ne kadar uğraşmış, ne kadar uğraştırmış, ne kadar hakkınızda itiraz var? En çok direnenler hakkında üç ölümcül eleştiri bana geliyor. Bazılarınız hakkında öyle kötü iddialar var ki; değil yoldaşa, bir insana bile yakışmayan ithamlar söyleniyor. Bütün bunları ben ciddiye almazsam, bütün bunların anlam ve önemini mesele yapmazsam çözüm gücü olamam. Siz birçok durumu elinizin tersiyle itiyorsunuz. Zaten bu duruma düştükten sonra, bu durumu kendine layık gördükten sonra bu iş biter.
Eğer bir şeyler anladıysanız, bunu üslubunuza da yansıtın. Bu yeni değerlendirmeler karşısında, kendinize çok geç de olsa ilkokula başlamış bir çocuk gibi bakın. Edepli, saygılı bir öğrenci gibi durun. Bu konuda kendinize güveniniz olmalıdır. Hatta mümkünse örnek bir biçimde yapmalısınız. Olgunluğun, ölçülülüğün, alçakgönüllülüğün bir örneği olmayı esas alın. Kendinizi siyaset dışı bırakmaktan böyle kurtarabilirsiniz. Başka türlü çevreyi kazanamazsınız. Eski üslup ve yöntemlerle yeniden yaşayacağınıza inanıyorsanız, bu kötü bir yenilgidir ve size yakışmıyor. Çıkışı tamı tamamına biraz gerçeklerin ışığında yapın. Gerekçeler ne olursa olsun fazla sonuç almıyor. Komuta ve önderlik sahasında bunun fazla değeri yoktur.
Köklü ve özlü anlayışlar ne kadar gelişiyor? İçinizden beş on tane güçlü kişi çıkar mı? Bu dört yüz kişi içinde, bir düzine iyi militan çıkabilir mi? PKK çizgisinde komutaya “varım” diyecek birkaç kişiye ihtiyacımız var. Keşke arkadaşlarla, işlere büyük bir gönül rahatlılığıyla uzanabilseydik. Mesela legal faaliyet, gerilla faaliyeti diyorsunuz. Her türlü faaliyete güç getirebilen eller olsaydı çok daha iyi olur. Sizde var mı iddialı olan? Gerçeklerimizle çakışmayan ve iddiasını gerçekleştirebilecek olan var mı? Herhalde bizi eskisi kadar uğraştırma olmaz. Eskisi kadar bizi uğraştırabilir misiniz, buna gücünüz var mı?
Za: Başkanım anlatmaya çalışıyorum.
— Sanırım buna ne imkânınız, ne gücünüz, ne de isteğiniz var.
Za: Bunları oluşturma çabasındayım Başkanım.
— O zaman PKK ortamında sonuçlarını hemen görmeliyiz.
Za: Kendimde ciddi gelişmeler görüyorum, ama bunu ortama yansıtmada yetersiz kalıyor olabilirim Başkanım.
— Olumlu yönde söylüyorum, tek yanlı da olsa olumlu olmalıdır. Aslında gündemi zenginleştiriyoruz. Zindanı yaşayanlar çok büyük bir olumluluk sınavı verdiler. Değerlere sahip çıkmanın en önde gelen sorumluluğunu gösterdiler. Bu konuda benim yaklaşımım yine böyledir. Büyük eleştirilere rağmen, zindanın temel güç, dayanak olma rolünde hala iddialıyız. En kararlı parti çekirdeği olarak değerlendirmedeki iddiamız güçlüdür. Böyle de oluyor, olacak da.
Devrimcilik diğer alanlardan daha fazla zindanda sınanmıştır. Bütün zaaflarına, eksikliklerine rağmen bu yapılmıştır. Yalnız oradaki yaşamın geçici sonuçları var, anlayışlı olun. Diğerlerinden daha fazla anlayışı, olgunluğu sergilemeniz gerektiği açıktır. Partinin sizi kucaklayışı güçlü gelişiyor. PKK’ de, size verilen sözlerin veya sizin verdiğiniz sözlerin yerine getirilmesi ucuz olmayacak. Sözler PKK’ de büyük verilir. Ben bunu vurgulamak istiyordum. Yani PKK’ de sonuçlara güçlü gidilir, görkemli gidilir. Kesinlikle düşmanın bütün düşürme çabalarına rağmen, buna fırsat vermedik, siz de aslında vermediniz. Büyük kavganız bu anlamda çok önemliydi. Şimdi bunun gereklerinin yerine getirilmesi, bunun PKK’ deki buluşması, bunun bir zaferde buluşması bambaşka bir olaydır.
18 Eylül 1991
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1.21 Aralık 2010 günü sabah 07.00 ile 08.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftaninin, Kuraniş köyleri ve çevresine TC ordusu Kobra tipi helikopterlerle saldırı gerçekleşmiştir. Saldırılar aynı bölgeye akşam saat 19.00 ile 20.00 arası tekrardan gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar