Çok yakından takip ettiğimiz ve tüm Kürt halkını derin bir hüzün kadar büyük bir öfke ve mücadele azmine kavuşturan Peyanus katliamı üzerine her kesim tarafından çok farklı fakat birbirine yakın düşünceler dillendiriliyor. Yiten canların acıları görülüp, binlerce yıldır bu kadim coğrafyada Kürtlere dayatılan inkar ve imhanın kırılmasının vesilesi kılınması gereken bir olayı her türlü çarpıtma ve manipüleyle örtbas etme çabaları ise bu düşüncelerin odağında yer alıyor.
Sahiplenildiniz mi? Sizleri devlet büyükleri aradı mı? Baş sağlığı diledi mi? Gibi oldukça maksatlı ve çarpıtma dolu sorular eşliğinde sözde katliam mağdurlarının duygularının, düşüncelerinin dillendirilmesinde aracılık yapan medya ikiyüzlü, çirkin ve ahlaksız haberleriyle aslında Kürt halkına hakaret ediyor. Ve her gün biraz daha öfkeleri kabartıyor.
En çok da sözde acıları paylaştığını iddia eden kimi sahte politikacılar öfkelendiriyor. Kameralar karşısında anasını yitirmiş, kendisi daha bir yaşını doldurmamışken sakat kalma tehlikesi yaşayan, neyin olup bittiğini anlamayan küçücük yüreğe oyuncaklar, elbiseler hediye ediliyor. Bir ananın acısı, bir halkın yiten güven duyguları, geleceğe bağlanma konusunda zorla ve kendi iradesiyle, gücüyle nedenler yaratan insanların duygularıyla dalga geçiliyor.
Dalga geçiliyor çünkü kendi algılarında acıyı tanımlamaya çalışıyorlar. Hakkında konuştukları, türlü görüş ve fikirlerde bulundukları, sözde empati yaptıkları insanları onların gözünden, düşünce ve duygusundan tanımlamak yerine olayın yaratacağı atmosfer ve arka planın nasıl kullanılacağıyla ilgileniyorlar. Olayın kime yıkılacağı kaygısıyla öylesine maksatlı ele alıyorlar ki insanca olan ne varsa tüketiyorlar. Öylesine bayağı, öylesine sıradanlaştırıyorlar ki insan olmaktan utanır hale geliyoruz.
Durup sorgulamak lazım bu tabloyu. Her ayrıntısını incelikle değerlendirmek.
Fakat bırakın sosyolojik, psikolojik tahlillerle olayın insanlar üzerindeki etkisini hafifletmeye çalışmak ısrarla en temel hassasiyetleriyle oynayarak, dayandıkları, güç aldıkları olguları hiçleştirerek boşluğa düşürmenin, teslim almanın oyunları oynanıyor.
Düşmanlık yapmak ancak bu kadar dost yüzlü yapılabilir. Kalkıp niye böyle yapıyorsunuz diye soranlara da “İnsanlık görevimizi yerine getiriyoruz” yalanını uyduruyorlar.
Öyle olduğunu farz edelim. İnsanlık görevi bu ve siz de ilgiyle yaklaşıyorsunuz.
Peki, yıllardır Hakkari ve çevresinde gerçekleşen yüzlerce, binlerce katliam yaşandı ve failleri çok net bilinmesine rağmen bir türlü açığa çıkarılmıyorsa bunun gerçekleşmesi için insanlık duyarlılığınızın biraz da olsa devreye girmesi gerekmez mi?
Somut olayla ilgili olarak bölge halkının her türlü zorbalığa ve tehdide rağmen desteklediği PKK’yi hedef göstermenin, öyle olmadığını bile bile, sırf birileri bunu böyle uygun gördü diye ısrarla sürdürmek hangi insanlık duyarlılığıyla açıklanabilir. Herkes çok iyi biliyor ki Hakkâri halkı topyekûn PKK’yi destekliyor. Gerillaya müthiş sempati besliyor ve tüm hatalarına rağmen gerillaları bağırlarına basıyorlar. Yani çok açık bir şekilde sadece gerillayı halkın gözünden düşürmeye çalışma ihtimaline dayanarak koskoca sonuçlar silsilesine sahip böylesi bir olayı bu denli özünden çıkarmak hangi akla, insaniyete sığıyor.
Medya dediğin, sorumlu aydın, yazar kesimi dediğin biraz da olsa vicdan ve izan sahibiyse olayı doğru değerlendirmek, gizli ve muğlâk yanların üzerine giderek gerçeğe ulaşmaya çalışır. Ama burası Türkiye ve nedense herkese görevinin aksini yerine getirmek için birbiriyle yarışıyor.
Şunu çok iyi görmek lazım. Bugün söylenen tüm sözler belleksizleştirilmiş bir toplum açısından gelecekte hatırlanmayacaktır düşüncesinden kaynaklı rahatlıkla söyleniyor olsa da yarın açısından bunun böyle kalmayacağı ve söylenen tüm sözlerin toplumsal etkisi ve yarattığı sonuçlar açısından tekrar değerlendirilerek söz sahiplerine sorulacağı görülmelidir.
Demokratik kültürü her türlü işkence, katliam tehdidine rağmen canları katık yaparak yaratan bir halkın verdiği bedelleri ucuz sözlere, göstermelik davranışlara heba etme lüksü yoktur. Her yeni gün bir şekilde açığa çıkan ve daha da çıkacak olan gerçekler karşısında Kürt halkı günü geldiğinde kendi özgürlük mahkemelerinde hesap sormasını da bilecektir. Çünkü verilen bedeller bir geleceğin yaratımı, yarının özgür dünyasının tuğlalarıdır. Eğer yaşam ve gelecek korunmak isteniyorsa verilen bedeller de gözetilecektir. Bu diyalektik içinde herkesin kendini Kürt halkının ödediği bedeller karşısında yeniden ele alıp sorgulaması gerekmektedir.
Sorun bir olay ve olayda yaşamlarını yitiren insanlarımızın acısını paylaşıp paylaşmama sorunu değildir. Paylaşmanın ölçüsü de göstermelik söz ve davranışlar değildir. Bu ülkede insanca yaşamanın koşullarını yaratmaktır. Kendi dilinde, kültüründe, kaygısız ve özgürce yaşayabilmeleri için insanların mücadelelerine destek veriliyor, onlarla bedel verilmeye hazır olunuyorsa bu paylaşımın bir değeri vardır. Yoksa iki damla gözyaşı dökerek, hayıflanarak, duygu sömürülerine gömülerek yiten canların ve daha yitecek canların acıları giderilemez. Evet, bireysel anlamda vicdana su serpilebilir ama asla sorunlara, ölümlere kaynaklık eden zihniyetin yaratımlarına cevap olunamaz.^
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Eylül günü saat 05.00 sularında Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Mêrkolê boğazı, Rahna Pîrê ile Goman Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon düşmanın arazide bulunan gizli birliklerinin keşif ve pusu faaliyetleri şeklinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
27 Eylül günü (bugün) saat 06.00 sularında Amed-Bingöl karayolunda Korxê karakolu ile Markê köyü arasında TC ordusu tarafından yol kontrolü yapılmış, Korxê karakolu ile Markê köyü çevrelerine yönelik olarak ise bir operasyon başlatılmıştır. Alanda başlayan operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 24 Eylül gününden beri Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Şehit Beritan, Koordine ile Karker Tepelerine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuyouna!
1. 24 Eylül günü Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Partizan ile Xerip Tepelerine yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
23 Eylül günü 19.00-21.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Partizan Tepesi ile Xantur yamaçlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Tarih, bizim toplumsal bilincimiz, belleğimiz olduğu kadarıyla, kim olduğumuzu, nerden geldiğimizi ve nasıl yaşadığımızı ifade eder. Egemenlerin tarihi karşısında kendi öz tarihimizi gün ışığına çıkarmak, anlamlandırmak ve onun üzerinden geleceğe bakmak bizim varlık ve kimlik gerekçemizdir. Güncelliği ise inandığımız değerler uğruna anlam gücüyle yaşamayı ya da o güncellik içersinde, her koşulda bedeller ödemeyi bilmekle tarihe mal ederiz. Bizim gibi özgürlük mücadelesi veren, vermekte olan bir hareket yaşadığı her günü böylesine bir güncellik içersinde karşılamaktadır. Bizler anlamlı bir yaşamı yaratmak kadar acı tecrübelerin yarattığı bedelleri de güçlü karşılamaya, sahiplenmeye çalıştık. Hemen her ayda, zamansız ve ansızın aramızdan ayrılan ve erkenden toprağa düşen yüzlerce, binlerce yoldaşımızı şehitler gerçeği içersinde tarihe mal etmeyi, yarattıkları değerleri korumak kadar büyütebilmeyi ve onların özgürlük ütopyalarını gerçekleştirme mücadelesi içerisinde olmayı en temel görevimiz bildik.
Özgürlük mücadelemiz içersinde Ekim ayında şehit düşen tüm kadın yoldaşlarımızı böylesine tarihsel ve güncellik içersinde yeniden anmak kadar, onların onurlu ve soylu özgürlük çizgisinde karalıklarını kendi kişiliklerimizde oluşturmanın mücadelesini veriyoruz. Onlar, bir halkın acılarını, isyanlarını olduğu kadar umuda, sevgiye ve özgürlüğe olan susamışlığını kendi yüreklerinde taşıyan biricik yoldaşlarımızdı. Onlar, hiçbir zaman köleliğin, zavallılığın bir kader olmadığını tam tersine bunu derinden yaşayan bir halkın ya da bir toplumun kendi öz değerlerine ve tarihine kavuştukça dirileceğini ve özgürlüğe en yakın konuma geleceğinin bilincinde olan yoldaşlardı. Halk olarak köklü ve eski bir tarihimiz olmakla birlikte, en çok katliama, asimilasyona ve şiddetin her türlüsüne maruz kaldık ve bu gerçeğe direnen binlerce evladımızı, yoldaşımızı kaybettik. Acıya karşı direniş, teslimiyete karşı direniş, asimilasyona, kimliksizliğe karşı direniş en önemlisi de mevcut olana alıştırılmaya, değersizleştirilmeye karşı direniş biz de kültür haline geldi. Ekim ayında şehit düşen Beritan (Gülnaz Karataş) yoldaşımız bu direniş kültürün amansız bir takipçisidir. O’nun ihanet ve işbirlikçiliğe teslim olmayıp o genceçik bedenini uçuruma bırakıp, özgürlük çizgisinin bir neferi, bir fedaisi olduğunu bugün yediden yetmişe herkes bilmektedir. Şehitler gerçeğine ve mirasına en çok bağlı olan Önder Apo, Beritan yoldaşımızın direniş çizgisini şu cümleleriyle çok güzel ifade etmiştir: “Beritan bize vasiyettir. O kızı unutabilir miyiz? O mesajdır. O bize çağrıdır. O bizim için bir Jeanne D’Arc’tır. Onun gibi yüzlercesi var. Onu esas alacağız, onurumuzdur. Onun eylemi sevdanın, onurun eylemidir. Biz onun olduğu yerdeyiz. Son ferde kadar savaşacağız. Şeref ve özgürlük için, onur için savaşacağız. Şehit Beritan çizgisi benim için çok önemli. Beritan’ın anısı ve çizgisi diyorum. Şehit Beritan’ın yaşamını çizgileştirmeliyiz.Ben bu çizginin bir neferiyim. Onurlu barış gelene kadar bu çizgiyi sürdürecekler.”
Kadın şehitler ayı olan bu Ekim ayında Zeynep (Gurbetelli Ersöz), Meryem (Meryem Çolak), Helin Çerkez, Rotinda (Aynur Aytemur), Kurde (Selamet Menteşe) ve onların ardılları olan onlarca, yüzlerce kadın yoldaşımız bu çizgiye bağlılığın gereği olarak kendi yaşamlarını ortaya koydular. Savaşın en sıcak döneminde Zeynep ve Meryem yoldaşlar, Önderliğe ve kadının direniş çizgisine olan bağlılığın ve sevginin gereği canlarıyla savaştılar. Önderliğimize çok çirkince ve sinsice geliştirilen uluslar arası 9 Ekim komplosuna karşı en erkenden Midyat Cezaevinde bedenlerini ateşe vererek Önder Apo’ya olan bağlılıklarını eylemleriyle gösteren Rotinda ve Kurde yoldaşlar, Beritan çizgisinin amansız takipçileri oldular. Bizler bu Ekim ayında Beritanca yaşamanın, Beritanca direnmenin ve onurlu bir mücadelenin sahibi olabilmek için şehit yoldaşlarımızı Önderliğimizin deyimiyle toprağa değil, yüreğimize ekiyoruz. Çünkü biliyoruz ki, şahadet gerçeğine bağlılığın gereği, yüreğimizi arındırmak, yüreğimizi büyütmek ve bir halkın özlemlerine cevap olabilmek bununla mümkün.
Bugün içinden geçtiğimiz süreci göz önünde bulundurursak, kadın şehitler ayının bizlere yüklediği büyük sorumluluklar var. Bizler bu çizgi temelinde mücadelemizi sürdürme kararlığı ve bilinciyle direniş ruhumuzu geliştireceğiz. Özellikle uluslar arası komplonun Önderliğimiz şahsında halkımıza yönelik daha da geliştirilerek sürdürülmesi ve bir halkın öz değerlerinin yok edilmek istenmesi, yediden yetmişe hepimizi süreç karşısında daha sorumlu ve vicdanlı davranmaya itmektedir. Bizler kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve nasıl özgür yaşamamız gerektiğini Önderliğimizin ve şehit yoldaşlarımızın sonsuz emek, özveri ve çabalarıyla öğrendik. Onurlu bir yaşamın kendi öz kimliğimizle, varlığımızla mümkün olabileceğini ve bunun için direniş mücadelemizi her yerde ve her zaman güçlü tutarak, gelişecek her türlü saldırılar karşısında nasıl cevap verileceğini kendi özgücümüzle tüm dünyaya gösterdik. Yaptığımız ya da katıldığımız her eylemde Önder Apo’yu sahiplenme, kendimizi sahiplenme en önemlisi de şehitlerimizi ve değerlerimizi sahiplenme olduğunu bilerek hareket ettik. Önder Apo’nun dolayısıyla Kürt halkının kaderini belirleyecek bu tarihsel sürecin Ekim ayında halkımızın, özellikle tüm Kürt kadınlarımızın Beritan çizgisine yaşamlarıyla, eylemleriyle öncülük edeceklerini, Beritan, Zeynep, Meryem, Rotinda, Kurde yoldaşlar şahsında tüm şehit kadın yoldaşlarımızın direniş geleneğini sürdüreceklerini biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki, yüreğimizi ve beynimizi büyütmemiz, Önder Apo’nun yolunda yürümekle, başta Kürt halkının en yürekli çocukları olan ve yürekleri ve zihinlerini Önder Apo’nun ışığıyla bilemiş şehitlerimizin yarattığı değerlerle yürümekle gerçekleştirebiliriz.
ROTİNDA ENGİN
- Ayrıntılar
Kürt halkı bir sınavdan daha başarıyla, alnının akıyla çıktı. Her türlü saldırı karşısında kendi emeğiyle yaratılmış olan değerlerini ne kadar güçlü sahiplendiğini ortaya koydu. Bir irade beyanının da ötesinde Kürt halkı “üçüncü yol” ekseninde bir çıkışın olabilirliğini de ispatlamış oldu. Ak-kara mantığının ürünü olan evet ya da hayır demenin dışında sanki farklı bir alternatif yokmuş ve olsa dahi bunun seçilmesinin dünyanın sonunu getireceği yönlü kaygı, kuruntuları da Kürt halkı bertaraf etmiş oldu.
Kürt halkı, halkların taraflığının kendi faydası ve demokrasi kültürünü geliştirdiği ölçüde geçerli olduğunu da bundan sonrası için bir mesaj olarak verdi. Bu mesaj aynı zamanda Kürt halkının otuz yılı aşkındır sürdürdüğü mücadelesiyle tüm dünya güçlerinin arkasında durduğu TC faşizmine karşı elde ettiği başarıların da bir göstergesi durumunda. Bu başarılarını sadece kendi iradesini tanıyan, kendine güvenen ve savunduğu doğruların tüm insanlık için çıkış yolu olacağının inancıyla davasına sarılarak kazanan Kürt halkı dışarıdan herhangi bir maddi, manevi destek almadan, her türlü yokluğa, yoksunluğa ve katliam tehdidine rağmen bunu gerçekleştirdi.
Günümüzde ulaştığı örgütlenme düzeyiyle Türkiye ve bölge güçlerine ve halklarına demokrasinin, halkın kendini yönetme gücünün nasıl elde edilip, yürütüleceğini gösteren Kürt halkı bundan sonra da DEMOKRATİK ÖZERKLİK projesini adım adım geliştirerek bin yılların biriktirdiği sorunları çözmeye başlayacak. Bunun için yıllardır kendi dinamikleriyle yürüttüğü eğitim faaliyetleri, örgütlenme düzeyi, toplumun her alanına taşırılan kurum ve kuruluşlarıyla, şehirlerdeki çalışanları, dağlardaki gerillalarıyla gerçek demokrasinin nasıl yaratılacağını gösterecek. Toplumsallığın geliştiği, yetiştiği bu coğrafyada 21.yy. demokrasi bayrağını dalgalandırarak halkların bayramını yaratacak.
Bu iddia ve kararlılığı her türlü bedel ödeme pahasına koruyan halkımız toprağa düşen evlatlarını sahiplenmesindeki görkemle de şüphesiz tüm kör ve sağırlara bir şeyler gösteriyor. Bin yıllardır savaşın eksilmediği topraklarımızda bayram coşkusunu bile çok gören faşist kesimlerin katlettiği 9 Mazlum’umuz, Cesur’umuzu bağrına basan halkımız, kendisi, hakları için küçük bir adımı, savaşma azmini, sadece samimiyeti ve dürüstlüğüyle kendisi için savaştığını düşündüğünü bildiği bu yiğit insanları omuzlarında taşıdı. Terörist bir devletin yöneticileri olarak terörün alasını yapanların terörist adıyla lanetlediği özgürlük savaşçılarını omuzlarında taşıyarak kendi onuruna sahip çıkan Kürt halkının yolundan dönmeyeceği bu vesileyle de bir kez daha ortaya koyuldu.
Özgürlük mücadelemizin görkemli ve soylu direnişi karşısında tahammül gösteremeyen güçlerin, Peyanis katliamını gerçekleştirmelerinin nedenleri burada gizli. Bıçak sırtında yürütülen bir özgürlük mücadelesinin öncüsü halkımızın böylesi onurlu bir duruş sergilemesini hazmedemeyen güçlerin bu çirkin saldırısıyla faşist yüzleri açığa çıktı. İktidar ve muhalefetiyle en demokratik taleplerini dile getiren halkımıza yönelik geliştirilen sözlü saldırıların cisimleşmesi gerçekleşmiş oldu. Başbakan ve kimi kuyrukçu takımının BOYKOT tavrı nedeniyle öfke kusmaları, gerekenin yapılması için karanlık odaklara emir vermelerinin ardından daha günler geçmemişken gerçekleşen bu saldırı Kürt halkına direnmekten başka bir yol bırakılmadığının da ispatıdır.
Altı aylık bebelerimize bile yaşam hakkı tanımayan zihniyetin bu saldırısı gerçek anlamda sözün tükendiği yerdir. Hangi bakış ve zihniyet bu saldırıyı haklı görebilir? Hangi sözde Kürt dostu faşist devletin bu açık saldırısı karşısında konuşmaya devam edebilir? Hangi açılım ve demokratikleşme paketinin yararından söz edebilir?
Kürt halkının yüreğini dağlayan bu saldırıyla, daha üzerinden on gün geçmeden ikinci kez yaşamın anlamını sorgulatan bu ikinci saldırıyla Kürt halkına verilen mesaj çok açıktır. “Seni ve haklı taleplerini kabul etmek bir yana, en temel hakkın olan yaşam hakkını bile vermem” diyen faşist odaklar halkımıza direniş dışında bir yol bırakmamıştır.
Kimi sahte dostlar ve halkımızın içinden çıkmış işbirlikçi kesimlerin bu noktadan sonra hangi sözde barışçıl, demokratik açılımı işaret edecekleri ortada. Böylesi bir saldırıyla gün yüzüne çıkan gerçek niyetler yıllardır oyalanarak, tatlı dillerle, maddi yatırımlarla, baskı ve şiddet gibi yöntemlerle kırılamayan iradeye yönelen kesimlerin açık tutumudur. Bu tutum karşısında onurdan, namus ve şereften nasibini almış herkesin tepkisini göstereceği açık. Kürdistan’ın sokakları, meydanları bu çağdışı, bu ahlaksız kesimlere gereken cevabın verileceği, tokadın patlatılacağı yer olacaktır.
Nasıl ki 9 can görkemli bir sahiplenişle ölümsüzler kervanına katıldıysa, yiten bu canlarımız da onurlu özgürlük mücadelemizin ölümsüz neferleri olarak tarihe yazılacaktır. Bu saldırıyı gerçekleştirenler ise öfkemizi ve kinimizi bileyerek, intikam ateşini harlayarak savaşma azmimizi daha da yükseltmiştir. Bize yaşamı bile çok gören bu faşist zihniyeti yok edene dek savaşmak, her alanda onurunu ve şerefini korumak her Kürt neferinin en öncelikli görevi olarak önümüzde duruyor.
Sadece askeriyle, polisiyle, her türlü devlet kurumuyla yürütülen saldırılar karşısında değil, halkımızın örgütlü tepkilerini küçümseyen, iktidara yaranarak halkımızın reflekslerini marjinalleştirmeye çalışan tüm kesimlere de gereken cevap yükseltilecek serhildanlarla verilecektir.
Dağların zamanı da gelecektir. Dağlar da sözünü söyleyecektir. Fakat şimdi gün, her türlü bireysel ihtiyaç ve planın askıya alınarak sokakları doldurmanın, kini ve öfkeyi kusmanın, intikam almanın günüdür.
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Bir süredir Kürt ulusunun gündemini dolduran ve ilanı Kürtler tarafından adeta bir devrim coşkusuyla karşılanan demokratik özerklik modeli nedir ve Kürt sorununun çözümünde neden en uygun model olarak tercih edildi? Kadının bu modelin uygulanmasındaki rol ve misyonu nedir?
Bu sorulara doğru yanıt geliştirmek öncelikle kendini tekçi sistemin tarih çarpıtmalarından arındırmayı gerektirir. Zira tekçi sistem, erkek egemen zihniyetin yaratımları olan milliyetçi ve cinsiyetçi yapıları içerisinde barındıran ve bu sayede toplumsal doğanın özünü zehirleyen, dejenere eden, dolayısıyla da toplumsal gerçekliği inkar eden bir yalan ve çarpıtma sistemidir. Bu anlamda evrensel tarih perspektifinden Ortadoğu toplumlarının tarihsel gerçekliğini çözümlemeye çalıştığımızda toplumsal doğaya dayatılan devlet olgusundaki ısrarın günümüz Ortadoğu cehennemine yol açan esas nedeni oluşturduğunu rahatlıkla görebilmekteyiz. Ortadoğu toplumları açısından kangrenleşen, kördüğüm halini alan ve neredeyse bir kaderciliğe götüren tüm toplumsal sorunlarını etnik ve dini çatışmaların kaynağı, bize ulus devleti ve onun yarattığı tahribatları işaret etmektedir. Ahlaki ve politik dokusu zayıflatılmış, kültürel kırımlardan geçirilmiş, ekonomisiz, politikasız ve savunmasız bırakılarak iktidar sahiplerinin kendi çıkar savaşlarının hizmetine koşturulmuş bir toplumsal gerçeklik daha doğrusu bir toplum kırımı söz konusudur. Toplumlar vatan-millet edebiyatı ve aldatmacasıyla ulus devlete mahkum edilerek toplumsal örgütlülükleri parçalanmış, dağıtılmış ve iradeleri teslim alınmıştır. Keza ulus devletin varlığını mümkün kılması da ancak bu sayede olabilmiştir. Çünkü ulus devlet kurumsal örgütlenmesini toplumsal emek, üretim ve değerlerin gaspı ve sömürüsü toplumsal ahlak ve politikansın zayıflatılması üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu anlamda sermaye ve iktidar tekellerinin ideolojik kurumlaşması ve örgütlenmesidir. Dolayısıyla da toplumun güçsüzleştirilmesi savunmasız bırakılması ve her türlü sömürüye açık hale getirilmesi dışında bir rolü ve işlevi yoktur.
Kürt ulusunun demokratik özerklik tercihini bu gerçeklikle bağlantılı olarak ele almak gerekir. Kendisi açısından bir yönüyle ulusal özgürlük hareketi, bir yönüyle de aydınlanma ve bilinçlenme hareketi olarak anlam kazanan PKK, şahsında bu derin gerçekliğin bilincine varan Kürt ulusu, kapitalist sistemin ısrarla kendisine dayattığı ‘Küçük Kürdistan Devleti’ne’ diğer bir deyişle ulus-devletçiğine hayır demiştir. Tüm Ortadoğu halkları adına kendi demokratik çözüm alternatifini demokratik özerklik olarak ortaya koymuştur. Bu açıdan demokratik özerklik modeli, Kürtler için öncelikle bir politik demokratik yönetim sistemi olarak anlam kazansa da esas itibariyle ulus devlet karşısında toplumu yeniden güç ve irade kılmayı, sosyal, politik ve ekonomik yaşamın öznesi kılmayı, kurumsal örgütlülüğünü oluşturmayı, ahlaki politik özünü yeniden işlevli kılmayı ve öz savunmasını geliştirmeyi içeren bir modeldir. Dolayısıyla devlet yetkilerini paylaşmadığı gibi, merkeziyetçi bir yönetimi veya iktidarı oluşturma hedefinde de değildir. Toplumun her kesiminin tüm dini, etnik, kültürel ve politik kimliklerin veya farklılıkların kendisini her ortamda özgürce ifade etmesini, örgütlemesini ve gerçekleştirmesini sağlayan yerele dayalı bir yönetim sistemidir. Toplumun demokratik temelde örgütlendirilmesi en esaslı hedefini oluşturmaktadır. Bu açıdan her topluluğun kendi demokratik toplum birimini oluşturmasını demokratik özerklik uygulamasının öncelikli şartı koşar. Burada birim tekçi sistem karşıtı her topluluğu kast etmektedir. Demokratik ulustan bir köy derneğine, uluslar arası bir konfederasyondan bir mahalle şubesine, kent konseyinden mahalle meclisine her topluluk ve her yönetim organı birer birimdir.
Bu anlamda demokratik toplum birimleri demokratik ulusun gerçekleştirilmesinin de ön koşulu olmaktadır. Demokratik toplum olmadan demokratik ulus düşünülemeyeceği gibi, demokratik ulus olmadan demokratik özerklik de düşünülemez. Zira demokratik ulus, ulus-devletteki ulus kavramından farklı olarak tekçi devlet zihniyetini, devlet sınırlarını ve giderek devletin kendisini aşan, milliyetçiliği ve cinsiyetçiliği içermeyen bu anlamda farklılıkların birliği ve özgürlüğü ilkesine dayanan demokratik bir birliği ifade etmektedir. Bu da erkek egemen zihniyetin kurumsal ifadesi olan ulus devletin toplumsal öze aşıladığı toplumsal cinsiyetçiliğin, etnik-dini-kültürel ayrımcılığın, tecavüz kültürünün aşılmasını, toplumun demokratik karakterinin açığa çıkarılıp yeniden hakim kılınmasını gerektirmektedir. Bu bakımdan demokratik ulusun, giderek demokratik özerkliğin kadın özgürlük sorunuyla güçlü bir bağı söz konusudur. Dolayısıyla cinsiyetçilikle mücadeleyi, cins ayrımcılığını ve köleliğini aşmayı hedefleyen ve bu anlamda toplumsal yaşamın öznesi ve örgütleyici gücü olan kadını toplumsallığın dışına itilen konumundan çıkartıp yeniden toplumsal yaşamın tüm alanlarında aktif ve işlevli kılmaya çalışan kadın özgürlük çalışmaları, demokratik özerklik için hayati önemdedir. Yalnızca bu açıdan değil, kadının toplumsal yaşamın esas örgütleyici ve belirleyici gücü olması, dolayısıyla da durum böyledir. Yine ulus devletin toplumu politikasız bırakma çabalarına karşılık, demokratik özerkliğin bir başka kurum sal hedefi olarak öne çıkan demokratik siyasetin kurumsallaştırılması çalışmalarında da kadına büyük rol düşmektedir. Çocuğun yetiştirilmesi ilk ve esas eğitmencisi olması, ailenin düzen ve disiplinini sağlayan olması ve yaşamsal günlük işlerin esas çekip çevireni olması bakımından kadın toplumsal ahlakın kaynağı, geliştirici gücüdür. ‘Ahlakın rolü, toplumun sürdürülme, ayakta kalma kurallarına sahip olma ve uygulama gücüdür. Politika ve toplum için gerekli ahlak kurallarını sağlamak ve toplumun maddi-zihni ihtiyaçlarını gidermenin yol ve yöntemlerini tartışarak kararlaştırmaktır’ Toplumun iki temel varlık stratejisi olarak anlaşılması gereken ahlak ve politika somut ifadesini demokratik siyasette bulur. Bu bakımdan kadın ahlakın esas kaynağı ve geliştirici gücü olarak demokratik siyasetin kurumlaşmasında öncü bir role sahiptir. Ayrıca ulus devletçi sistemin azami kar, sermaye birikim, mülkleştirme ve aşırı büyümeye dayalı kapitalist yaşam sunumuna karşılık, demokratik özerkliğin köy tarım ve toprağa dayalı ekolojik yaşamın ve onun ekonomi politikasının geliştirilmesinde de kadının belirleyici bir konumu söz konusudur. Ekonomi kadının kutsal mesleği olarak önce kadından ardından da toplumdan kopartılarak iktidar ve sermaye tekellerinin hizmetine verilmiştir. Toprak ekonomisinden para ekonomisine (ya da ekonomi karşıtlığına) geçişi ifade eden bu durumla birlikte kadın ve toplum için büyük yabancılaşma ve tutsaklaşma gerçekleşmiştir. Zira ekonomi alanı toplum için olduğu kadar kadın için de üretimi beslenme, korunma, barınma ihtiyaçlarının giderildiği en hayati alanı oluşturmaktadır. Kadının kendisini ve yaratıcılığın en fazla gerçekleştirdiği alandır. Bu bakımdan bu alanın gasp edilmesi kadının temel özgürlük alanlarından birinin gasp edilmesi ve bir nevi temel öz savunma alanının yitirilmesidir. Dolayısıyla kadının bu kutsal mesleğini tekrar geri alması ve kendi örgütlülüğünü bu alanda yeniden sağlaması hayati önemdedir. Eğitim ve sağlık için de benzeri noktalar kadın için belirtilebilir. Yani bu ve benzeri örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak kadının demokratik özerklik modelinin uygulanması ve inşasındaki misyonu için genel anlamda şu belirtilebilir; ulus-devlet cinsiyetçilik, milliyetçilik ve dincilik üzerine inşa edilmiş bir yönetim sistemidir. Bu ideolojilerin besin kaynağı ise düşürülmüş, teslim alınmış, örgütsüz bırakılmış köle kadındır. Buna karşılık demokratik yaşamı gerçekleştirmenin hedefi olan demokratik özerkliğin besin kaynağı da özgür kadın çalışmaları ve örgütlülüğü olacaktır. Dolayısıyla kadın siyaset akademilerini yaygınlaştırma, kadın kooperatifçiliğini geliştirme, yerel yönetimler ve meclis birim çalışmalarını derinleştirmek, demokratik kadın birimlerini yaygınlaştırmak ve bu temelde komünsüz, birimsiz, kadın bırakmamak her kadının en temel acil görevleri olmaktadır.
Ekin Gever
- Ayrıntılar
Mafya birini öldürür, sonra O’nun taziye törenine gider.
Aynı yöntemi bu yeşil soykırımcı AKP’de yapıyor.
Mafyanın ahlakı ve vijdanı ne kadar ise AKP’nin de o kadardır.
Biliyoruz, mafya devletin kanunlaşmamış halidir.
Devlet ise mafyanın kanunlaşmış halidir.
Şimdiki devlet AKP olduğuna göre, AKP’de mafyanın kanunlaşmış hali oluyor.
AKP’nin Kürdistanda’ki mafyavari katliamları katmerlidir.
JİTEM’İ ve Hizbul-Kontra’yı kurup tetikçilik yaptıran AKP’nin geldiği gelenektir.
Bunun baş yürütücüsü A.Kadir Aksu şuanda AKP’de başkan yardımcısıdır.
AKP’nin eli kanlıdır. Hem de çok kanlı.
Hep Amed zindanından bahsederler şu AKP’liler.
Ama Amed zindanında, 12 Eylül’den daha beter bir katliamın talimatının veren, AKP babası Refah Partisidir.
Tarihler 24 Eylül 1996’yı gösterince Amed zindanındaki beton kan kırmızısına boyanıyordu.
Amed zindanında 10 PKK’li esir çivili kalaslarla, silahla katledilirken onların kanlarıyla, beton kan kırmızısına boyanırken T.C’nin başbakanı Erbakan, Adalet Bakanı Refah Partili Şevket Kazan, İçişleri Bakanı da DYP’li Mehmet Ağar idi.
Katliam talimat veren Erbakan, Kazan ile Ağar idiler.
Erbakan ve Kazan’ın gardiyan ile subayları 10 PKK’li esire saldırırken, Allah Allah nidalarıyla ellerindeki esire saldırırken şu sloganları atıyorlardı.
“Her şey vatan için!!!!
Ya Allah Bismillah!!!!
Allah u Ekber!!!”
Allah u Ekber nidalarıyla katliam yapanlara talimat verenlerden biri de, o zaman Erbakanın sağ kolu ile prensi olan şimdiki Cumhurbaşkanı A.Gül idi.
AKP’nin toplu katliam sicili oldukça kabarık.
İşte o katliamlar
Tarih 29 Mart 2006.
Yer Amed.
Katliam talimatını veren Erdoğan.
Katledilen Kürt 15.
Tarih 12 Eylül 2006.
Yer Amed Koşuyolu Parkı.
Katliam talimatını veren Erdoğan.
Katledilen Kürt 10.
Tarih 29 Eylül 2007.
Yer Beytülşebap ilçesinin Hemkan Köyü.
Katiam talimatını veren Erdoğan.
Katledilen Kürt 12.
Şimdi de yer Colemerg’in Peyanus Köyü.
Katliam talimatını veren Erdoğan.
Katledilen Kürt 9.
Katliam emrini veren Erdoğan.
Kendine liberal diyen, muhazakar diyen hiçleşme ve çürümede zirveleşen insan süratlı hiççiler ne kadar katliamcı Erdoğan’ı savunsunlar savunsunlar, Erdoğan’ın katlimacı gerçeğini gizleyemezler.
Ivır zıvır yapmaya gerek yok.
Oraya buraya çekmeye gerek yok.
Laf dansözlüğüne de gerek yok.
Aleni olan bir şey var.
Peyanus katliamını yapan AKP’nin Yeşil JİTEM’dir.
Yalan dolana başvursalarda, Neo-Güntaç Aktan ile Neo-Ertürk Yöndem’e oynasalar da Fetullahçı Medya tetikçileri Yeşil JİTEM’cililiklerini gizleyemezler.
Gün gelecek ve bu halk tüm Yeşil JİTEM’ci Fetullahçıları yargıyacaktır.
Yeşil JİTEM’cilik yaparlar, İslam cilasını sürerler.
Esas katliamları yapan kendileri, başkalarını yüklerler.
Kürtçe’nin Dımılki lehçesinde bir söz vardır.
Kutık Kutıko, Ha Siya ha Sur.
Türkçesi Köpek Köpektir, Ha Siyah Ha Kırmızı farketmez.
Önceki Siyah Kont-gerillanın T.C’si nasıl bir katliamcı devlet idiyse, şimdininde AKP ve Fetullahşan Yeşil Kont-gerillası T.C de daha az değil daha fazla katliamcıdır.
Bunu biliyoruz. Ve bu zihniyeti yeneceğiz.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar