Kürt halkı birkaç günlük -sembolikte olsa -sömürgecilerin okullarında kendi çocuklarına karşı uygulanan asimilasyon politikalarını sınırlandırmak için TC’nin okullarını boykot etme kararlarını uyguluyor.
Sembolik olarak uygulanan bu eritme politikalarına karşı gösterilen haklı tepkiye; Türk devlet yetkilileri, hükümet üyeleri, kimi rejim yanlısı yazarçizer ve aynı kutbun başka versiyonları olan tiplerde oldukça seviyesiz bir şekilde halkımızın aldığı bu haklı asimilasyonu ret kararını çirkince hakaretler yağdırıyorlar. Kimisi tehdit ediyor. Ve kimisi de frensiz girerek çocukların ne kadar anti-demokratik politikalara maruz kaldığının edebiyatını yaptı ve halen de yapıyorlar.
Öncelikle şunu belirtelim: sizin o beğendiğiniz dilinizi konuşmak zorunda değiliz. Sizin diliniz sizin olsun, kaldı ki dilinize dönük tek bir hakaretimiz olmamıştır. Ancak biz kendi dilimizi kullanmak istiyoruz. Ve bırakalım antidemokratikliği- asıl siz Hitler’lerin bile uygulamadığı faşizan bir zihniyetle Kürt halkının çocuklarını kültür soykırımdan geçiriyorsunuz. Kültürel soykırım nerede anti demokratik eylemlilik nerede…
Kendi yazarlarınızda birisi:
"Sivil itaatsizlik" ilk defa Amerikalı liberal anarşist şair Henry David Thoreau'nun, 19. yüzyıla ait makalesinde formüle ediliyor.
Thoreau, "Sivil itaatsizlik görevi üzerine" başlığını taşıyan bu kısa makalede teorisini anlatıyor. "Sivil itaatsizlik" haksız kararlara veya kanunlara uymama şeklinde, şiddet içermeyen bir eylem biçimi. Otoriteye pasif bir şekilde direniş. Yani sizin o Kürt halkının kendi çocuklarını sizin kültürel olarak insanları erozyona uğratan okullarınızı boykot etmesi antidemokratik bir uygulama değil, bir demokratik eylem biçimi olan sivil itaatsizlik eylemidir. Yani “haksız kararlara veya kanunlara uymama şeklinde, şiddet içermeyen bir eylem biçimi. Otoriteye pasif bir şekilde direniş.”
Kendimizden bir şey katmadan size elimize geçen Türk devletinin ya da ona yakın duran kuruluşların yazdıklarını aşağıya aktaralım:
“Bir milletin kültürünün temel unsurlarından biri olan dil; insanların duygu, düşünce, istek ve arzularını anlatabilmeleri için kullandıkları sesler ve semboller dizgesidir. Dilin amacı, anlamların ortak paylaşımını ve anlaşmayı sağlamaktır. Dil, insanı diğer canlılardan ayıran ve insana özgü bir yetenektir. İnsan dilini toplumsallaşma süreci içerisinde öğrenirken, diğer canlılar dili kalıtımsal olarak elde ederler ve temel gereksinimleri için kullanırlar.
Dil ile düşünce arasında sıkı bir ilişki vardır. Dil olmadan düşünce olmaz. Düşünme, sessiz konuşmadır. Kişinin kendisiyle konuşmasıdır. İnsanlar ve toplumlar tarih boyunca ürettikleri kültür, medeniyet, bilim, düşünce ve felsefeyi kullandıkları dil aracılığıyla diğer insanlara ve sonraki kuşaklara aktarırlar. Bu alanlardaki ilerleme ve gelişmeler dili besler, dildeki ilerleme ve gelişmeler de bu sayılan alanları besler. Yani bilim ve düşünce bir taraftan kendi fonksiyonlarını yerine getirmek için vasıta olarak dili kullanırken, diğer taraftan da dilin zenginleşmesini sağlarlar. Bu anlamda karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Büyük medeniyetler mutlaka ya zengin bir dil üzerinden gelişmişlerdir ya da gelişme süreçleri içinde zengin bir dil yaratmışlardır. Bir insanın ya da toplumun dili ne kadar zengin ve üretkense dünyayı tanıması, algılaması, olay ve olgulara bakışı da o oranda zengin ve tutarlı olacaktır. Ludwig Wittgenstein’in “Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır” sözü bu gerçeği ifade ediyor olsa gerektir” diye yazıyor alıntıladığımız ansiklopedi.
Başka bir sözlükte ise:
“Dil ile düşünce arasında, (ilişki)yi çok aşan bir bağıntı vardır. Bu ikisi iç içedirler. Dil düşüncenin kalıplara dökülmüş, somutlaşmış biçimidir.
İnsan, sözcüklerle ve imajlarla düşünür. İmajlar bile isimlendirilmiş, yüklemlenmiş hayallerdir. Onlar da birer sözcük ya da cümle gibidirler. Bunların hepsi birer bildirişim aracı, birer işaret, yan-dildir.
Dilsiz düşünce, düşüncesiz dil olmaz. Doğru düşünmek için, dile hâkim olmak gerekir. Doğru konuşmak için de düşünme şarttır.
Düşünce kategorileriyle dil kategorileri arasında sıkı bir ilişki bulunduğu ve düşüncemizi düzene sokan ilişkileri dile borçlu olduğumuz bilinmektedir.
Bir ulusu ortak paydada toplayan ve ulusa ulus kimliğini veren dilidir, kültürüdür. Bir toplumun kimliğini kaybettirme politikası güden ülkeler veya uygarlıklar o ulusun önce dilini sonra dinini ve en sonunda da kaçınılmaz olan ve bunu doğuran kültürü değiştirirler” diye dil konusunu böyle işlemiştir.
Evet, dilsiz düşünce, düşüncesiz dil olmaz diyorlar. Bunu siz kendi okullarınızda madem kendi çocuklarınıza ve dünya âleme bilimsel veriler olarak savunuyorsanız, o zaman neden bizlerin, yani Kürt halkının kendi dilini konuşmasını, kendi dil okullarını açmasına bu kadar tepkilisiniz?
Neden bu kadar haklı olan bir toplum olma hakkına saldırıyorsunuz?
Neden bu kadar insani olan bir talebe bu kadar dil uzatıyorsunuz?
Size hak olanı neden başkasına çok görüyorsunuz?
Özcesi Türk okullarında Kürt çocuklarına zoraki öğrettiğiniz dilinizi boykot etmek sizlerin on yıllarca Kürt halkına karşı uyguladığınız faşizan uygulamalarınızı, o kirli insanlık suçu işleyen maskeniz düşürecektir.
Ve siz dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ülkesinde -bu ülke sizin diktatör dostlarınızca yönetilmekte de olsa-savunamayacaksınız.
Ve siz o size çok yakın duran Yankee amcalarınıza da anlatamayacaksınız. Beyaz sömürgeciliğin uygulayıcıları olanlara da anlatamayacaksınız.
Özcesi köşeye feci sıkıştırıldınız, kaçacak delik kalmadı.
Ve bundan böyle antidemokratik uygulamalarınız yaşadıkça, bu zihniyetiniz kendisini korudukça Kürt halkı sizi hep köşeye sıkıştıracaktır. Ve dediğimiz gibi Oncle Yankee’ler stratejik ortak dostlarınızda olsalar sizleri kurtaramayacaklardır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Eylül günü 11.30-12.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Aşutê köylüleri yaylalara çıkmak için TC’ye ait karakoldan izin almalarına rağmen TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılırken, ferdi silahlar ile de köylülere ateş açılmıştır. Yapılan saldırı sonucunda köylülere ait 40 hayvan telef olmuştur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 19 Eylül günü 23.00-24.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Partizan Tepesi ve Alanış alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 20 Eylül günü 10.00-11.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Mirganiş köyüne yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Hakkari'deki patlamaya ilişkin Başbakan'ın ilk saatlerde yaptığı açıklamalarda hızlı bir şekilde PKK'yi hedef göstermesi ilginç. Yine aynı şekilde Genelkurmay Başkanlığı da olaydan hemen sonra jet bir açıklamayla örgütü sorumlu tuttu. Nasıl böyle yapıyorlar, bunu nasıl göze alıyorlar, ne yapmaya çalışıyorlar? Burada söylemek istediğim bunun ağır siyasal sonuçlarıdır, bunun altından nasıl kalkacaklar? Daha sonra PKK'nin yapmadığı anlaşıldığında Genelkurmay bunun siyasi sorumluluğunu nasıl taşıyacak, bunun altından nasıl kalkacak, kamuoyunu nasıl ikna edecek! Genelkurmay ve Başbakanın böyle alelacele açıklama yapması ilginç! Ben bu olaya daha temkinli yaklaşıyorum, ihtimallere göre şartlı değerlendireceğim bu olayı. Bu patlamaya ilişkin şöyle düşünüyorum. Bu, PKK içerisine sızmış jitem-kontra tarzı bir ekibin işi de olabilir. Yine PKK içinde yönlendirilen başıboş bir grubun işi de olabilir, bunlar iyiniyetli olabilir ancak kendileri durumdan vazife çıkarıp eylem yapmış olabilirler. Batman'da Salih Özdemirlerin olayı gibi olabilir de. Yine milislerin işi olabilir, köylü intikamcılığının bir sonucu olabilir. Köylü intikamcılığıyla kendilerince intikam almış olabilirler. Bakın ben ihtimaller üzerine konuşuyorum. Devlet içerisinde devletten kaynaklı bir olay da olabilir. Genelkurmay ya da Hükümetin bilgisi dahilinde olmuş olabilir. Yine Genelkurmay ve Hükümetin bilgisi dahilinde olmayabilir, Genelkurmay ve Hükümetin bu olayları engellemeye gücü yetmemiş olabilir de. Her iki durum da oldukça vahimdir. Tehlikeli sonuçlar doğurur. Ben bu olayı duyduğumda şok oldum, şu andaki ruh halim kaos gibidir, anlamaya çalışıyorum.
Bu olay, Güçlükonak olayına benziyor. Sadece 2011 seçimleriyle sınırlı değildir, Kürtlerin imhasıyla ilgilidir. Eğer Hükümet ve Genelkurmay anlaşmışsa, bu, Kürtler için çok büyük bir tehlikedir, bu bir soykırım provasıdır. Eğer böyleyse, bu, Hakkari'nin özel hedef seçilmesi demektir, Hakkari'nin, Şırnak'ın kuşatılmasıdır. Hakkari'nin özel hedef haline gelmesidir. Bir nevi Hakkari'nin geçmişte Dersim'e yapılanlar gibi kuşatılmasıdır. Dersim nasıl kuşatıldıysa, Hakkari de bu şekilde kuşatılmış olabilir, bu konuda uyanık olunmalı, tedbirler alınmalıdır. Eğer böyle Hükümet-Genelkurmay bilgisi dahilinde kasıtlı bir olaysa, Dersim gibi imha edilene kadar, teslim alınana kadar bu tür saldırıları devam ettireceklerdir.
Olayın olduğu köy, korucu köyü ama bir kısmı daha önce silah bırakmış, Güçlükonak gibi. Her iki köyde korucu köyüydü, benzerlikler var, bunlardan silah bıraktıkları için intikam alınmaya çalışılmış olabilir. Yine büyük oranda boykota uymuşlar, bu onurlu davranışları karşısında hedef alınmış olabilirler.
Bu Hakkari olayı çok önemlidir. Bu patlamanın mutlaka aydınlatılması gerekiyor. Bu konuda herkes üzerine düşen görevi yapmalıdır. Benim burada görüşmelerim devam ediyor. Bir gazetecide yazdığı yazılarda bu görüşmelerin yapılabileceğini işliyor. Takip ettiğim kadarıyla akıllı biri, anlıyor. Tabi bu konulara kafa yoruyor. Biraz öyküleştirerek bu meseleleri ele alıyor ama tespitlerinin zamanlaması, öngörüleri dikkat çekici. Bu heyet ile yaptığım görüşmeler, anlamlı görüşmelerdi. Bu görüşmelerden oldukça umutluydum. Bu patlama, devlet içindeki birimlerin birbirleriyle kopukluk içinde olduğunun da göstergesi olabilir. Devlet içerisinde belli birimlerin birbirleriyle çelişki ve çatışmalarının sonucu da bu tarz eylemler olabiliyor. Bazı iyiniyetli birimlerin bu saldırılardan haberi olmayabilir. İyiniyetli bazı çabalar, bu tür saldırılarla sabote edilmeye çalışılabilir. Ben bu konuda bir tarafı da suçlamak istemiyorum. Sayın Başbakan'ın da bu konuda haberi olmayabilir.
Burada hedef, benimle yapılan görüşmeler de olabilir. Burada oldukça anlamlı görüşmeler oldu. Çok anlamlı sonuçları da olabilirdi. Tam bu esnada Hakkari'de bu patlamanın olması oldukça düşündürücüdür. Bu olay çok yönlü araştırılmalıdır. Yine belirtiyorum, ben bu olayla ilgili ihtimallere göre şartlı konuşuyorum. Bir tarafı peşin hükümle suçlamıyorum, çünkü bir tarafa yüklenmek için elimde veriler yok, genel gelişmelere göre değerlendirme yapıyorum. Bu olayı PKK'nin içinde de, devletin içinde de birileri gerçekleştirmiş olabilir. Ben iki tarafa da şüpheci yaklaşıyorum. Yoksa tek başına bir tarafa yüklemiyorum. Bu patlama PKK'nin içinde bir grubun işi olabilir, içine sızmış bir ekibin işi olabilir, kendisince durumdan vazife çıkarmış başıboş bir grubun işi de olabilir, yine belirttim, eski tarz milislerin işi olabilir, milis gelip oraya bomba koymuş olabilir, köylü intikamcılığıyla hareket edilmiş olabilir. Yine bu patlama Genelkurmay ve Hükümetten habersiz olarak bir jitemvari-kontra bir gücün işi olabilir. Böyleyse durum oldukça vahimdir. Eğer böyleyse bu durum gösteriyor ki, devlet içindeki çeteler hala etkindir ve gelişmeleri, süreci sabote edecek güçleri vardır, çok güçlüdürler. Ya da bu patlamayı gerçekleştirenler tek başına genelkurmayın ya da tek başına hükümetin bilgisi dahilinde bu eylemi gerçekleştirmiş olabilirler. Ya da hem genelkurmay hem de hükümetin bilgisi dahilinde yapılmış olabilir. Eğer böyleyse bu durum da oldukça vahim bir durumdur. Genelkurmay ve hükümetten bağımsız-habersiz bu saldırının gerçekleşmesi de, yine genelkurmay ve hükümete bağımlı olarak onların bilgisi dahilinde bu saldırının gerçekleştirilmesi de vahimdir. İki durum da oldukça vahimdir. Ben bunu PKK dışı olasılığa göre değerlendiriyorum, eğer PKK'den kaynaklı bir eylem değilse böyledir diyorum. Ben böyle ihtimallere göre şartlı değerlendiriyorum. Bu konu hakkında şartlı-seçenekli düşünüyorum.
Bu konuda hassasım. Kaygılarım var. Bu konudaki hassasiyetimi kamuoyuyla paylaşmak istiyorum. Ben burada yine tekrarlıyorum, şu sonuca ulaşıyorum: Eğer PKK'den kaynaklı bir eylem değilse ve devletten haberli ya da habersiz, ilişkili ya da ilişkisiz bir grubun işiyse, bu oldukça tehlikelidir. Eğer bu eylem kendi başına bir grubun işiyse devlet içinde hala özel çetelerin varlığına işarettir ki bu da bir güçtür ve tehlike arzeder. Böyleyse bundan sonra da bu tarz olaylar, eylemler, provokasyonlar gerçekleştirilebilir. Bu konuda halkımız, herkes uyanık olmalı ve kendi özsavunmalarını almaları gerekir. Asfalta, yola çıkarken bu tarz eylemlere dikkat etmeliler, uyanık olmalılar.
Eğer bu olay genelkurmay ve hükümetin bilgisi dahilinde bir grubun işiyse bu da soykırım demektir. Bu daha çok tehlikelidir. Bu durumda çıkaracağımız sonuç, devletin Hakkari ve Şırnak gibi yerleri özel hedef seçtiğidir. Buralara önümüzdeki dönem bu tarz yönelimler olabilir, halkımızın bu konuda da bilinçli olması ve özsavunmasını geliştirmesi gerekiyor. Bu saldırı planlı ve devletin bilgisi dahilinde bir saldırıysa Hakkari'nin yüzde doksandört oranında boykotuna bir cevaptır. Ve özel olarak burayı hedef seçmedir. Aynı geçmişte Dersim'e yapılanlar gibi. Dersim nasıl her yönlü kuşatılıp üzerinde oynandıysa Hakkari'nin de bu şekilde kuşatılma tehlikesi vardır. Yine diyorum ben burada bu olay hakkında tek yönlü düşünmek istemiyorum ve kamuoyuyla şunu da paylaşmak istiyorum. “Öcalan bu konuda hassastır, kaygıları vardır” diyorum. Halkımızın provokasyonlara karşı uyanık olması ve bunları açığa çıkarmaya çalışması gerekiyor. Halkımız çift taraflı provokasyonlara karşı uyanık olmalı, sadece devletten gelen provokasyon değil PKK kaynaklı provokasyonlara karşı da uyanık olmalıdır. İşte PKK tarihinde biliniyor, en iyi örneği Hogir'dir. Hogir, on sene içimizde kaldı ve binlerce gerillanın-sivilin ölümünden sorumludur. Bu ve benzeri örnekler çoktur. O yüzden provokasyonlara karşı herzaman dikkatli olunmalıdır.
Batman'da Salih Özdemir'in ailesine selamlarımı iletiyorum. Birbirleriyle sıkı ilişkiler içine girsinler, “kardeşi kardeşe düşürme, aralarında bölünme yaratma” oyunlarına gelmesinler, kendi içlerinde bir araya gelip, tartışsınlar, birbirleriyle dayanışma içinde olsunlar. Bu şekilde yaparlarsa kendileri üzerinde hesaplanan oyunları, provokasyonları boşa çıkarabilirler.
Yine söylüyorum, bu saldırı eğer PKK kaynaklı değilse, devlet içinden kontra bir gücün, kontracı bir anlayışın ya da devletin bilgisi dahilinde bir grubun işiyse bu iki durum da vahimdir. Genelkurmay ve hükümetin bilgisi dışında süreci provoke etmek isteyen grupların işiyse bu, şu anlama gelir: Biz istediğimiz zaman süreci sabote edebiliriz, bu gücümüz var. Burada verilen mesaj budur. Bu sadece bize değil, hükümete de bir mesajdır. “Bize rağmen hiçbir şey yapamazsınız” mesajıdır. Ama devlet içerisindeki tüm birimler, insanlar bunlar gibidir diye düşünmek doğru değil, iyiniyetli olanlar da var. Benim burada yaptığım görüşmeler oldukça anlamlı bir görüşmelerdi, anlamlı sonuçları olabilirdi, buna inancım vardı. Bu görüşmeler sırasında hükümetten veya genelkurmaydan bağımsız bir şekilde böylesi bir eylemin yapılması, “sizin yaptığınız görüşmeler fasa-fisodur. Bak, ben istediğim zaman sizin çalışmalarınızı engelleyebilirim, sabote edebilirim, aldığınız kararları boşa çıkarabilirim” mesajıdır. Burada amaçlanan, bu görüşmeleri sabote etmek olabilir.
Burada Hükümete, AKP'ye düşen görev, bu olayın üzerine kararlı bir şekilde gitmek ve sorumluları açığa çıkartmaktır. Önümüzdeki dönemdeki gelişmeler, hükümetin bu konudaki iradesine bağlıdır. Bu kadar önemli görüşmelerin olduğu bir aşamada Hakkari'deki bu patlamanın yaşanması düşündürücüdür. Bu patlama, cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biridir. Bu patlama devletten ve PKK'den kaynaklı olabileceği gibi başka devletlerden de kaynaklanmış olabilir. İran gibi devletlerin parmağı da olabilir, isim vermek istemiyorum, herhangi bir devletin PKK kılığıyla yaptığı bir eylem de olabilir. Hakkari konumu gereği, Hakkari'ye yakın bölgesel devletlerin, bölgesel güçlerin PKK kılıfıyla bu tarz eylemlerine uygun bir coğrafyadır. Bu saldırı, bölgesel hatta uluslararası güçlerin de içinde olduğu bir saldırı olabilir. AB ve ABD'nin bu mesele hakkındaki tutumları biliniyor.
Bölgesel-küresel kontrgerilla, iç-dış güçler, tekrar bazı sonuçlara ulaşabileceğimiz görüşmeleri sabote etme amacıyla bu Hakkari olayını yapmış olabilirler. Bu bir oyundur. Eğer böyleyse Öcalan diyor ki “bu bir siyasi komplodur”. Yine tekrarlıyorum, Öcalan bu konu hakkında şartlı, seçenekli düşünüyor. Devletin içinde, dışında, devletten kaynaklı bir eylem olabilir, aynı şekilde PKK'den kaynaklı bir eylem olabilir ya da üçüncü bir olasılık olarak bölgesel-uluslararası devletlerin PKK kılıfıyla gerçekleştirdikleri bir eylem olabilir. Çok önemli görüşmelerin yapıldığı bir süreçte böylesi bir eylemin gerçekleştirilmesi üzerinde durulmalıdır.
Hakkari'de 10 gerilla yaşamını yitirmiş. Eylemsizlik halinde olan gerilla güçlerinin genelkurmay merkezli, merkezi bir koordinasyonla ağır teknik kullanılarak katledilmesi oldukça tehlikeli bir işarettir. Genelkurmayın Hakkari'deki patlama sonrası da hemen jet hızıyla PKK'yi hedef göstermesi tesadüf olmuyor bu durumda. Bu on gerilla olayının ayrıntılarıyla birlikte Hakkari'deki olay da başka bir anlam kazanıyor. İki olay da birbirine yakın yerlerde olmuş sanırım. Durum biraz daha netleşiyor. Bu durumda bu iki olayı değerlendirdiğimizde Hakkari'ye merkezi bir yönelim olduğundan bahsedilebilir. Hakkari hedef haline getiriliyor, pilot bölge olarak seçilmiş olabilir. Zaten daha önce de referandum sonuçları sonrası hedef gösterilmişti.
Referandum sonrası bazı yetkililer, Hakkari'nin halledilmesi gerektiğinden bahsettiler. Hakkari halkının referandumdaki bu onurlu duruşuna, yüzde 94'ler oranındaki boykotuna bir cevap olabilir bu saldırılar. Ben buna “Hakkari Kuşatması” diyorum. Hakkari kuşatma altına alınıyor olabilir, alınmaya çalışılıyor olabilir.
Eğer bu iki olay merkeziyse, genelkurmay ve hükümet imha planında anlaşmışlarsa, imha kararı almışlarsa tek taraflı eylemsizlik anlamsızdır. Bundan sonra belirleyici olan AKP'nin-Hükümetin bu olaylar karşısındaki tutumudur. Hükümet, öyle “bitiririz, yok ederiz, tasfiye ederiz” der hedef gösterirse, o zaman geliştirmeye çalıştığımız bu demokratik çözüm ve barış süreci fiilen ortadan kalkacaktır, bunun sorumlusu da Hükümet olacaktır. Ancak bu olaylar karşısında “biz tasfiyeci çeteleri bertaraf ettik ya da bunlarla mücadele edeceğiz” denilirse, bu kararı verdiklerini görürsem, bu konuda bir irade gösterilirse süreç geliştirilebilir. Ben burada Sayın Başbakan'a da haksızlık etmek istemiyorum. Sayın Başbakan konusunda hassasım. Bu konuda kesin yargıyla konuşmak istemiyorum. Başbakan hakkında kesin bir yargıda bulunmak istemiyorum. Ancak Kürt sorununu gerçekten çözmek istiyorsa bu türden olayların-provokasyonların peşini bırakmamalıdır. Hakkari olayının hemen sıcaklığında hedef gösterici yaklaşımlardan kaçınmalıdır. Herkes bu konularda hassas ve temkinli olmalıdır. Başbakan yaptığı açıklamada, Demirtaş'ın Hakkari olayı sonrası açıklamalarını talihsiz açıklamalar olarak değerlendirdi. Ben de buradan Sayın Başbakan'ın açıklamalarını talihsiz açıklamalar olarak değerlendiriyorum. Böyle alel acele açıklamalar doğru değil, olayın araştırılıp, aydınlatılması gerekir. Bu patlama cumhuriyet tarihinin en önemli olaylarından biridir, aydınlatılması gerekiyor. Bu patlama, kesin oyundur. Ben demokratik çözüm ve barıştan yanayım, ölümlerin olmasını istemiyorum. Ben ölümlerin durmasından yanayım.
Referandumda “evet”in kazandırılmasını da farklı değerlendirdik burada. Hükümetin orduyla anlaşmış olabileceği ihtimalinden bahsetmiştim. Referandumda “Evet”in kazanmasıyla AKP iktidarının önü açılacak, güçlenecek bunun karşılığında da ordu, AKP'den askeri anlamda önünün açılmasını ya da bir serbesti almış olabilir demiştik. “Evet”e yol vermekle Hükümetin önü açılacak ve bunun karşılığında genelkurmayın da askeri anlamda önü açılacak. Bu son olaylar da bu tezimizi, bu ihtimali güçlendirir durumda. Bu durum ta 2007'deki Dolmabahçe görüşmelerine dayanıyor ve son olarak da son YAŞ toplantısında bu konuda hükümet ile ordu arasında bir anlaşma ihtimalini de düşünüyorum. Hükümet kendi iktidarının önünün açılması karşılığında genelkurmaya belli tavizler vermiş olabilir. Işık Koşaner dönemi bu yönüyle tam bir uzlaşmanın sağlandığı bir dönem de olabilir. Eğer Erdoğan, bu son olayların üzerine gidip aydınlatmaya çalışmazsa, bunların üzerine gitmezse; “1925'ten itibaren İsmet İnönü Kürtler için neyi ifade ediyorsa günümüzde de Erdoğan Kürtler için aynı şeyi ifade ediyor” diyeceğim. Hakkari'deki bu iki olayı yan yana getirdiğimizde halkımızın büyük tehlikelerle, soykırım tehdidiyle karşı karşıya olduğunu söyleyebiliriz. Hakkari bir nevi Dersim gibi kuşatma tehdidindedir, belki oradaki gibi katliam olmaz, amaç topyekün bir yönelim olabilir. Buna karşı KCK ve halkımız özsavunmalarını almalıdırlar. Ben daha önce bu konuda “devrimci halk savaşı”ndan bahsetmiştim. Ancak yine diyorum, kendi kararlarını kendileri bu konularda alırlar.
Bu saldırılar yine belirtiyorum devlet içinde denetim dışı bazı çetelerin, grupların işi de olabilir. Bu denetim dışı kontra çetelerinin tamamen genelkurmayın denetiminden çıktığı dönem Karadayı dönemidir. Karadayı dönemiyle birlikte genelkurmay bu çetelere hakim olamadı. Karadayı döneminde bu konuda bir kırılma yaşandı. O dönemki bazı gelişmelerle bu tezimi güçlendiriyorum. Yine hatırlanırsa Kıvrıkoğlu dönemi de böyleydi. Kıvrıkoğlu'na Kıbrıs'ta suikast girişimi olmuştu. Bu suikast girişimi de bu kontra çetelerin artık denetlenemez duruma geldiğinin bir göstergesi, işaretiydi. Bu gelişmeler aynı zamanda Kürt sorunun çözümünü geciktiren ve zorlayan gelişmelerdi. Demokratik çözüm ve barışa her yaklaştığımızda böylesi çeteler devreye girerek süreci sabote ettiler. '98 ateşkesi süreci biliniyor, o dönem geliştirdiğimiz ateşkes sabote edildi. Sayın Özal döneminde de barış girişimlerimiz bu çeteler tarafından sabote edildi ve tarihi bir fırsatı kaçırdık. Sonra Erbakan dönemindeki çabalarımız boşa çıkarıldı. O dönemde Türkiye açısından tarihi bir fırsat kaçırılmış oldu. Yine Ecevit döneminin barışı da benzer komplolarla boşa çıkarıldı. Ecevit barışı da böylece heba oldu. Bu dört darbenin ardından bugün yaşadığımız beşinci darbe sürecidir. Son geliştirilen bu eylemsizlik sürecine karşı beşinci darbe girişimi sözkonusudur. Hakkari'deki olaylar bu şekilde değerlendirilmelidir. Bu olaylarla özellikle bu patlamayla gerçekleştirilmek istenen, benimle görüşen ekibin devlet katındaki tasfiyesi de olabilir. Burada hedef sadece ben değilim, benimle görüşen ekibin de tasfiyesi amaçlanmış olabilir. Yani burada yaptığımız görüşmeler engellenip, biz devre dışı bırakılmak isteniyor olabiliriz, amaçlanan bu olabilir.
Yapılan bu son patlamayla buradaki görüşmeler dinamitlendi, bombalandı. Bu görüşmeler oldukça verimli geçiyordu, umutluydum. Türkiye'de ne zaman bu konularda olumlu gelişmeler olsa, böylesi provokatif bir eylemle bu gelişmeler sabote ediliyor. Hatırlıyorum İlker Başbuğ'un meşhur 14 Nisan 2009 tarihli konuşması vardı. Başbuğ 14 Nisan 2009 tarihli konuşmasında olumlu ifadeler kullanmıştı ancak bu konuşmanın yapıldığı tarihlerde yine böylesi bir sabote eylemi olmuştu ve havayı tersine çevirmişti.
Burada asıl hedefleri, yapılan ve yapılacak olan görüşmelerdir, bu görüşmelerde ulaşacağımız sonuçlardır. Yoksa belirtildiği gibi asıl hedef sadece BDP ile yapılacak görüşme değildir. Bütün bu tehditlere karşı herkes savunmasını almalıdır. Süreç her an sabote edilebilir. Bu süreci sabote etmek isteyen güçlerin eli çok uzun da olabilir, sanıldığının aksine güçlü de olabilirler. Süreci sabote etmek isteyen bu güç burada bana bile ulaşabilir, bilmiyorum, belki bu kadar güçlü de değiller. Ancak herşey ihtimal dahilindedir. Bana burada ulaşıp beni imha da edebilirler, o yüzden, herkes uyanık olmak zorundadır.
KCK de kendi çatısı altında nasıl bir sistem öngörüyorsa onu uygular. İşte demokratik özerklik konusunda savunmamda da belirttiğim gibi altı boyut var. Kendi sistemlerini kendi çatısı altında uygulayacakları toplumsal sistemi ilan edeceklerini belirtiyorlar. Kendilerini nasıl yöneteceklerine nasıl savunacaklarına artık kendileri karar verirler ve bunu uygulayıp sorumluluğu kendileri üstlenirler, ben bu konulara karışmayacağım, bu konularda görüş bildirecek durumda da değilim. Zaten burada sürekli olmayacağım, bir gün öleceğim, herkesin bunu gözönünde bulundurması gerekir. 20 yıldır her şeyi sırtıma yüklemişler, her şeyi benden bekliyorlar, herşeyi benim üzerimden geliştirmeye çalışıyorlar, bana yaslanmışlar, hala da hem devlet hem PKK benden bir şeyler bekliyor. Ben burada, bu koşullarda ne yapabilirim? Bu konuda insaflı olunmalıdır. Rica ediyorum herşeyi benden beklemesinler. Dolayısıyla kendi kararlarını kendileri verecekler. İşte DTK, BDP, Belediyeler Birliği, Sivil Toplum Örgütleri kendileri hakkında kararlarını kendileri verecekler ve uygulayacaklar. Gece gündüz çalışacaklar, iş yapmaya odaklansınlar, az konuşup çok iş yapmalılar. Aksi taktirde onları çok sert eleştireceğim.
Belediyeler birliği de yasallık içerisinde birliklerini geliştirip organizeli, bütünlüklü çalışmaları geliştirebilirler. İşte 99 belediye başkanından bahsediliyor. Bu belediye başkanları, birliklerini geliştirecek, yasal zeminde demokratik halkçı belediyecilik anlayışını geliştirip yaygınlaştırmadırlar.
Bölgedeki sanayici, işadamlarına, tüccarlara da seslenmek istiyorum. AKP'li Kürtlere de seslenmek istiyorum. BDP'li Kürtlerle, diğer kesimlerdeki Kürtlerle biraraya gelip tartışsınlar, birbirleriyle uzlaşsınlar, hatta sadece AKP'li Kürtlere değil, diğer kesimlerdeki bütün Kürtlere sesleniyorum. Biraraya gelip tartışın, uzlaşın ve ortak çıkarlarınızı koruyun. Aksi taktirde bu ilişkisizlik, diyalogsuzluk ortamında karşılıklı birbirinizin provokasyonuna gelip, birbirinizin ekonomik çıkarlarına, ailelerinize, çoluk çocuğunuza zarar verirsiniz. Özsavunmaları için bu gereklidir. İki taraftan da karşılıklı provokasyonların önüne geçmek için bir araya gelip diyalog kurup uzlaşmayı esas almalıdırlar. Aksi taktirde üzerlerinde oynanan her türlü oyunun karşılıklı olarak kurbanı olurlar. Diyarbakır buna en iyi örnektir. Diyarbakır'ın yapısını biliyorum, bu tür provokasyonlara müsait bir zemini vardır.
DTK ise kendi bağrında sivil toplum örgütlerini temsil etmelidir. Sivil toplum örgütlerinin kendilerini bağrında ifade edebildikleri bir platform haline getirilmelidir. Bölgedeki bütün sivil toplum örgütlerinin DTK içerisinde kendilerini rahatça ifade ettiği bir birlik kurulmalıdır. Sivil toplum örgütleri kendilerini DTK'da ifade edebilmelidir. Gereksiz tartışmalardan kaçınıp bu konuda bir çabanın sahibi olmalıdırlar. Yine belediyeler kendi birliklerini sağlamlaştırmalıdır, geliştirmelidir.
KCK de kendi sistemini kendisi kurmalıdır. KCK, DTK, BDP ve Belediyeler dışında kalan alanı örgütler. Birbirleriyle değişik alanlarda karşılaşabilirler ancak hepsi kendini ayrı örgütler. KCK, bu son gelişmelerin, bu son saldırıların üzerinde ciddiyetle durmalıdır. “Devrimci halk savaşı” tarzında örgütlenmeden bahsetmiştim. Yine bunu yaparken Türkiye demokrasi ve devrimci güçleriyle ittifakı her zaman esas alınabilir. Böylece hem Kürdistan hem de Türkiye'de bir bu tarzda bir mücadele hattı örülür. PKK için de daha önce '98'lerde de belirtmiştim, o dönemki gerillacılık anlayışını eleştirmiştim, böyle gerillacılık yapılacaksa ben bu tarz gerillacılığı kabul etmiyorum demiştim. Bugün için de PKK'ye söyleyeceğim aynıdır. Gerillacılık yapılacaksa doğru bir tarzda yapılmalıdır, aksi taktirde ben ağır eleştireceğim. Gerilla birlikleri de gerekirse KCK'nin anlayışını eleştirebilir, dinlemeyebilir, kendi doğru tarzlarını geliştirebilirler.
Soykırım tehdidinden bahsetmiştim. Şimdi de bu imamlar ve yeni öğretmen atamaları dikkatimi çekiyor. Bu konulara kafa yoruyorum. Radyoda dinledim. Erdoğan, okulları boykot kararına ilişkin BDP'nin çocukları istismar ettiğini belirtiyor. Ben BDP'nin bu boykot kararına ilişkin olarak çocukları okula göndersinler veya göndermesinler demiyorum. Ama Başbakanın bu konudaki konuşması üzerinde duruyorum. Başbakan boykotu çocuk istismarı olarak değerlendiriyor ve bunu, çocuk istismarını da yeni anayasa paketindeki çocuk hakları düzenlemesine dayandırıyor. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu da BDP'nin anayasal suç işlediğini belirtiyor. Ben Başbakan'ın çocuk istismarına ilişkin bu açıklamasını ilk dinlediğimde “yeni anayasa düzenlemesine göre BDP çocuk istismarı yapıyor” dediğinde başımdan aşağı adeta kaynar sular boşaldı. Anayasal değişiklikteki çocuklarla ilgili bu maddenin de hangi amaçla düzenlendiği böylece ortaya çıktı. Hemen ilk fırsatta bu maddeye atıf yaparak çocuk istismarından bahsettiler. Çocuklar hakkındaki bu anayasal düzenlemeyle amaçlanan kültürel soykırımdır. Çocuklarımızın kendi anadilinde eğitim alamaması kültürel bir soykırımdır. Bunun bir hak değil de, istismar olarak yorumlanması kültürel soykırım amacını gösteriyor. Anayasadaki bu düzenleme kültürel soykırıma hizmet amaçlı kullanılıyor! Burada çocuk istismarı yoktur, tersine en temel insani bir hakkın talep edilmesi sözkonusudur. Daha önce kadınlar-analar konusunda da değinmiştim, tavuk meselesini örnek vermiştim. Çocuklarımız kendi dillerinden koparılıp kültürel soykırıma tabi tutulacaksa, çocuklarımızı devletin elinden çekip almalıyız, o zaman devletin elinden çekip alsınlar. Biz bu kültürel soykırıma izin vermeyeceğiz desinler. Gerekirse okulları tamamen boykot edip kendi eğitimlerini kendileri sağlasınlar. Hatta evler, her ev birer okul haline getirilmeli, evlerde dil eğitimleri sağlanmalıdır. Selahattin Demirtaş, bu konuda bir açıklama yaptı. “Ben de çocuğumu okula göndermeyeceğim” dedi. Benim de kendisine bu konuda bir önerim olacak. Bu okula göndermemeyle birlikte çocuklarının dil eğitimini devletten beklemeden bir özel Türkçe öğretmeni bir de özel Kürtçe öğretmeni tutup, çocuklarına dillerini bu yöntemle öğretebilirler. Bunu gerçekleştirerek kamuoyuna deklare edebilirler. Bu benim bir önerimdir.
Bu anadilde eğitim konusunda Birleşmiş Milletler, AİHM ayağa kaldırılmalıdır. Başvurular ve davalar açılmalıdır. “Çocuklarımız kültürel soykırıma tabi tutuluyor, anadilde eğitimlerini göremiyorlar” gerekçesiyle bu konularda BM'ye, AİHM'e binlerce başvuru yapılmalı, davalar açılmalıdır. Haklarını her düzeyde savunmalıdırlar. Türkiye'nin Kürt çocuklarına uyguladığı politikalar BM Çocuk Hakları Sözleşmelerine de aykırıdır. Bu sözleşmelerde buna ilişkin düzenlemeler var, kültürel soykırım tanımı var. Bu konuda bütün dünya ayağa kaldırılmalıdır. Yine Avrupa'daki halkımız da dil konusunda duyarlı olmalıdır. Aksi taktirde Kürt çocuklarının durumu Ermeni çocuklarından daha kötü olacaktır. Kürt çocuklarının okuduğu okullar çok daha asimile edici, tahrip edici olacaktır.
Bu son saldırıların yanında iki imamın öldürülmesi gibi cinayetler de yaşanıyor. Bu konulara dikkat edilmelidir. Din konusunda da şunları belirtebilirim. Geçmişte Hizbullah ile fiziki soykırım, bugünkü manevi soykırım Diyanet imamları aracılığıyla yapılmaktadır. Hizbullah'ın yerini bugün Diyanet almıştır. Bugün yaptıkları manevi-dini soykırımdır. Halkımız bugün faşist-devletçi propaganda yapan imamlara rağbet etmemelidir, bunlar öldürülsün demiyorum, bunu doğru da bulmuyorum ama bu tür imamlardan uzaklaşmalıdır, onları yalnız bırakmalıdır. Bu imamları boykot etmelidir. Demokratik islam temelinde kendi mescitlerini, camilerini kendileri yapmalı ve ibadetlerini, dini vecibelerini buralarda gerçekleştirmelidir. Hizbullah, eskiden enselerine sıktığı tek kurşunla yurtsever insanları katlediyordu. Bu fiziki bir soykırımdı. Ancak bugün Diyanet imamları aracılığıyla yapılan dini-manevi soykırım, bu Hizbullah'ın fiziki soykırımından daha tehlikelidir. Ben, sahte imamların verdikleri hutbeleri çok iyi biliyorum. Bu hutbeler faşist zihniyetle verilen ve manevi soykırımı amaçlayan hutbelerdir. Bunun ne islamla ne de insanlıkla alakası vardır. O yüzden dini bütün halkımız demokratik islami zihniyetle gerekirse parasını kendileri karşılayarak ibadetlerini mahallelerde kuracakları mescitlerle-camilerle gerçekleştirebilirler, dini bütünlüklerini böyle korurlar. Bu tarz manevi-dini soykırım yapan camilere de gitmezler, ibadetlerini bu tür yerlerde yapmazlar, buraları boykot ederler. Yine aleviler de aynı şekilde manevi-soykırımcı sisteme hizmet eden cemevleri yerine kendilerini ifade eden cemevlerini inşa ederek ibadetlerini buralarda yaparlar. Halkımızı da bu konularda uyarıyorum, uyanık olmaya çağırıyorum, manevi soykırıma dikkat çekiyorum.
İran'a ilişkin son dönemlerde çatışmalar yaşanmıyorsa, bir çatışmasızlık ortamı varsa, İran'la sorunlarını demokratik temelde çözmek esas alınabilir, barışçıl bir çözüm esas alınabilir, çatışmasızlık durumu devam ettirilebilir. Yine Suriye için de aynı şeyleri, İran'a önerdiğim şeyleri öneriyorum, burada da sorunun çözümü için demokratik kanallar zorlanabilir.
AİHM'deki ana davamıza ilişkin mahkeme savunma yapmamız için 30 Ekim'e kadar ek süre vermiş. süreyi 31 Aralık'a uzatmamız iyi olurdu. Hukukta geçmişe yönelik hakların korunması var. Benim geçmişte kazandığım haklarım korunmalıdır. Benim burada kazanılmış haklarım önemli. İşte soykırımdan bahsettim, bu davamla da amaçlanan hukuki haklarımın elimden alınması, hukuki soykırımdır. Ben bunu hukuki soykırım olarak değerlendiriyorum.
Cezaevlerindeki arkadaşlara da ayrım yapmaksızın hepsine selamlarımı, sevgilerimi gönderiyorum. Gereksiz yere birbirleriyle didişeceklerine, tartışacaklarına bütün güçlerini, birikimlerini demokratik özerkliğe yani dışarıya kanalize etmeye, oraya güç vermeye seferber etmeliler. Aksi taktirde hepsini sert bir şekilde eleştireceğim. Ciddi olsunlar, lafazanlık yapmasınlar, sorumlulukla davranmalılar.
Bu son olayda hayatını kaybeden ailelere ve halkımıza başsağlığı diliyorum. Öncelikle referandumda gösterdiği iradeden dolayı halkımıza selamlarımı gönderiyorum, özellikle Hakkari halkına gösterdiği onurlu duruştan dolayı özel selam ve sevgilerimi gönderiyorum, onları tebrik ediyorum, yanlarında olduğumu bilmelerini istiyorum.Yine belirtiyorum. Herkes bu son gelişmeler karşısında tutumunu netleştirmelidir. Bu son Hakkari olayı PKK içinden dışından, devlet içinden dışından ya da bölgesel ve uluslararası güçlerin işi olabilir. Mutlaka açıklığa kavuşturulmalıdır. Herkes bu konuda uyanık olmalı, kendi tedbirlerini almalıdır. Ben bu özsavunma konusunda buradan nasıl hareket edeceklerini belirleyemem, kendilerini bu konuda tedbirlerini alıp hayata geçirmeliler.
Taşlıçay, Diyadin, Tutak, Iğdır, bir bütün olarak Kuzey Serhat halkına, Batman'daki halkımıza selamlarımı iletiyorum. Yine çocuklarla ilgili annelere yaptığım eleştiriler iyi anlaşılmalıdır. Ben çocukları çok sevdiğim için analara bu eleştirileri yapıyorum.
- Ayrıntılar
Özgürlük hareketinin demokratik çözüm ve barış için 2009 Nisanın da tek yanlı ilan ettiği eylemsizlik kararından sonra faşist TC devleti ve onun tüccar hükümeti bu iyi niyete karşı her hangi bir adım atmayınca hatta bunu bir fırsat gibi değerlendirerek Önderlik ve halkımız üzerindeki inkar ve imha siyasetini daha ince ve sinsi yöntemlerle devam ettirmek isteyince örgüt 2010 baharından itibaren eylemsizlik kararının anlamını yitirdiğini açıkladı ve demokratik özerkliği ilan etme temelin de meşru savunma hakkının kullanılması için aldığı kararı açıkladı. Bu karar çerçevesinde her yerde olduğu gibi biz de saha ve bölge olarak askeri eylem hazırlıklarına giriştik. Tim ve küçük birimlerle yapılacak eylemlerin yanı sıra kapsamlı eylemler için de karar aldık. Düşmanı sarsacak, burnunu sürtecek ve HPG’nin gücünü ve kararlılığını gösterecek düşmanın kendi basınına ve kamuoyuna uyguladığı ambargoyu kıracak bir eylemin yapılması gerekiyordu. Ayrıca böylesi bir eylem Botan sahası için de gerekliydi. Çünkü botan, silahlı mücadelemizin sembolü durumundaydı. Ve güçlü bir eylemle yeni başlayan dördüncü dönemin ruhu gösterilmeliydi.
Alınan karar çerçevesinde haziran ayının başında itibaren hazırlıklara başlandı. Eylem yapılacak düşman tepesi, Akir tepesiydi. Buranın hedef alınmasının sebepleri vardı. Pek çok tepe ve karakol üzerinde yapılan keşifler sonuncunda en uygun hedef bu tepeydi. Ayrıca Bestanın ortasında duran bir işgal abidesi gibiydi. Ve sökülüp atılması gerekiyordu.
Bir ay boyunca eylem için hazırlıklar yapıldı. Tepe her taraftan en ince ayrıntısına kadar keşfedildi. Gündüz keşiflerinin yanı sıra gece keşifleri de yapıldı. Saha koordinesindeki arkadaşlar başta olmak üzere eyleme katılacak gücün büyük bir kısmı bu keşiflerde yerini aldı. Keşif hazırlıklarında en fazla emek ve çaba harcayan arkadaş Kahraman arkadaştı. Alanı biraz tanıyordu. Gurupların sağlam geliş- gidişleri için bu fedakârlığı yapıyordu. Sadece gündüz keşifleri değil, gece keşiflerini de o yapıyordu.
Kahraman arkadaş küçük yaşlarında gerilla saflarına katılmış ilk şekillenmesini askeri ve gerilla terbiyesini Agitlerin yurdu Gabar da almıştı. Uzun bir süre hareketin yönetimindeki arkadaşların yanında kalmıştı. Ve uzun bir süre Özel kuvvetlerin içindeydi. 2007 yılında sonra ismini Erdal olarak değiştirmişti. Hem Şehit Erdal (Engin Sincer) arkadaşın adını almak istemişti. Fakat arkadaşlar ona genelde Kahraman diyordu. Özellikle de eski arkadaşlar Kahraman ismi ona daha çok yakıştırıyordu. İsmiyle uyuşan o kadar çok özelliği vardı ki.
Kahraman arkadaşı ilk defa 2001 yıllında Dola Êyşe de görmüştüm. O zaman Başkanlık Konseyinin güvenlik sorumlusuydu. PKK 6. Konferansı için toplanmıştık, o zaman bende çok havalı kendisini çok beğenen bir izlenim bırakmıştı. Ondan sonra bir birimizi görmedik ta ki 2009 da Kato Jirka da görüşene kadar bu sefer gördüğüm kahraman bambaşkaydı. Son derece mütevazı alçak gönüllü, hoş sohbetleriyle çekici, dürüst ve temiz bir arkadaştı. Yıllar öncesinde üzerimde kalan bu izlenimi keşiften sonra Zorava sırlarından Derye Kaçe ye doğru giderken Kahraman arkadaşa söylediğimde kahkahalarla güldü ve ‘ aynı şeyleri bende sende görmüştüm’ dedi. Çünkü çok yüzeysel bakıp geçmiştik. Oysa yoldaşlığı derinden tanımlamak apayrı bir bakış gerektiriyordu.
Keşifte bizim grubumuzun da öncüsü Kahraman arkadaştı. İki gün boyunca gece ve gündüz keşfi çalışmamızı yaptık. Bu keşifte arkadaşın isteği ve kararlılığı hat safhadaydı. Eylemin başarısı hakkında en ufak bir tereddüdü yoktu, hatta yaptığı esprilerle keşfimize renk katıyordu. Tankı ele geçirmemiz halinde nasıl kullanacağımız gibisinden esprilerdi. Bestanın o kavurucu havasında bu şakalarla zamanımızı doldurduk.
Keşif ve diğer hazırlıklarımız bitince eyleme katılacak güçleri topladık. Bazı tartışmalardan sonra, tepenin küçük toprak maketi üzerinde planlamayı ve eylemin nasıl yapılacağını tartıştık bu maketi de kahraman arkadaşla beraber yapmıştık. Maketimiz küçük bir Akir tepesi gibiydi ve maketimizdeki en ilginç görüntüler tank ve panzer sembolleriydi. Onları andıran bir şey bulamayınca yan tarafımız da kurulmuş bulunan katır artıklarını kullanmıştık. Kahraman arkadaş ‘bu tankın bir pislik olduğunu arkadaşlara gösterelim’ diyordu. Namlu yerine de boş bir BİC kalemi kullanarak tankı tepe ye indirdik. Düzenlemeler eylem planlamasının aktarılmasından sonra arkadaşlara okundu. Büyük bir merakla ve heyecanla dinlenen düzenlemeler arkadaşların simalarında direk rengini gösteriyordu. Bir çok arkadaşın ilk defa katılacağı böylesi bir eylemde özelikle saldırı gruplarında yerini alacak olanlarda büyük bir sevinç vardı. İsmi uzak gruplarda okunan arkadaşlarda ise burukluk ve yüz ekşimesi vardı. Yaklaşık yüz arkadaşın katılacağı Akir eyleminin toplantısı bittikten sonra, özgürlük şarkılarımızla sevinç ve başarı halayımızı tuttuk.
Yılların geleneği olan gerilla ‘govendi ‘ eylem öncesinin, başarası ve intikam haykırısı gibidir. Özgürlük, yiğitlik ve intikam türkülerinin söylendiği bu govendler büyük hesaplaşmalar öncesinde özgürlük savaşçılarının son sözleşmeleri ve yeminleri gibidir. Eyleme katılacak her arkadaşın bu halayda yeminini haykırması gerekir. Tüm arkadaşlar bu iddia ile govende girdi. El ele tutuşan özgürlük savaşçılarının intikam çığlıkları Katoların tarih görmüş kayalarına çarparak göğe yükseliyordu. Bir yeraltı şehrini andıran mağaramızın duvarlarına çarpan bu çığlıkları da başarı iddiası hat safhadaydı.
Eylem, Zilan arkadaşın şahadet yıl dönümü olan 30 Haziran da ‘Botan Şehitlerinin intikamı’ adı ile saat 23 00 de başlayacaktı. İki gün öncesinden ayrılan gruplar bu saatte eylemdeki yerlerinde hazır olacaktı. İçin de iki yüz askerin bulunduğu tepe ye imha amaçlı yöneliyorduk. 5 saldırı ve 3 saldırı- savunma grubunun yanı sıra ağır silah grupları ve uzak savunma grupları da vardı. Eylem saati yaklaştıkça heyecanımız ve merakımız artıyordu. Bu eylemde tek kaygımız vardı. O da grupların yerini almadan önce görüntü vermeleri ve düşmanın bizden önce harekete geçmesiydi. Korktuğumuz şeyde başımıza geldi eylemi başlatacak olan birinci savunma grubu yerini almadan görüntü verdi ve düşman grubu vurdu. Grup mevzilendirmesini yapmadan, düşman vurunca sistemleri biraz dağıldı. Ayrıca ilk tank atışı ile Sılav arkadaş şehit düşünce yeniden mevzilenemediler. Diğer iki savunma grubu yerini almıştı. Ve onlara düşmanı vurma talimatı verildi. Özelikle kahraman arkadaşın sorumlusu olduğu savunma grubu, düşmanın 20 çadırı ve iki nizamiyesine çok yakın bir yerde mevzilenmişti. Bu grup çok etkili bir şekilde çadırlardaki düşmanı vurdu. Bu vuruşlarda tepe komutanı da öldüğü için tepeleri koordinesiz kalmıştı. Kendi cihazlarındaki muhabere adeta Osyan’a yalvararak yardım istiyorlardı. Eylem planlama saatinden yarım saat önce başladığı için saldırı grupları yerini alamamıştı. 5 saldırı grubundan sadece en son harekete geçecek olan grup yerini almıştı. 4 grup uzaktı ve kısa bir süre içerisinde yerlerini alamayacaklarını söyleyince gruplara geri çekilme talimatı verildi. Bu eylemde zorlama yaratan bir meselede bağlantı sorunuydu. Cihaza çıkan arkadaşlar yerlerini almadığını söylüyordu. Yerlerini alan arkadaşlarda cihaza çıkmıyorlardı. Kahraman arkadaşın cihazında bir sorun çıktığı için, eylem başladıktan ancak 13 dakika sonra konuşabildik. Büyük bir coşku için de gelen tekmilinde yoğun bir şekilde çadırları vurduğunu söylüyordu. Cihazları dinleyen bütün arkadaşlara moral veren kahraman arkadaşın bu sözleri, duyacağımız son sözleriydi. Çünkü mevziden mevziiye koşan kahraman arkadaş, düşmanın korku ve panik içerisindeki rast gele kurşunlarına denk gelmişti. Onun cihazını alan arkadaşlar kahraman arkadaşın yaralandığını söyleyince hemen oraya Dr.arkadaşı gönderdik. Meğerse birkaç dakika sonra şehit düşmüştü. Genel arkadaşlar etkilenmesin diye cihaz da söylenmemişti. Ertesi gün şehit düştüğünü öğrendik, tepe de süren çatışmada iki arkadaş şehit düşmüştü. Düşmanın ise 24’e yakın kaybı vardı. Gece yarısı Osyandan yardıma gelen çeteler de vuruldu ve 3 korucu öldürülmüştü. Ayrıca takviye getiren helikopterler de doçkalarla vuruldu. Ve geri dönmek zorunda kalmışlardı. Eylem sabote olmuş olmasına rağmen, düşman felç olmuştu ve neye uğradığını şaşırmışlardı. Böylesi bir eylemi hiç beklememişlerdi. Eylemden sonraki havamız sabaha kadar farklıydı. Ta ki düşman kendi basının da ondan fazla kaybımızdan bahsedene kadar oysa akşam bir şehidimiz ve bir yaralımız vardı. Bu haberlerden sonra tekrardan gruplarla bağlantı kurmak istedik. Görüntü veren grupların sorumlusu arkadaşlar 8 arkadaşın kopuk olduğunu söyleyince adeta şok olduk ve sözlerimiz kursağımız da kaldı. Eylem gecesi tüm gruplar yerinden çıkıncaya kadar bağlantımız vardı. Ve kimse böyle bir tekmil vermemişti. Bir grubun kaldığı söylenseydi. Tepenin etrafını bırakmayacaktık ‘nasıl olsa onlarda gelir’ denilerek cihazlara yansıtılmak istenmişti. Fakat grup tepenin altında, düşmanın denetiminde bir yerde sabahlayınca çıkamamışlardı. Düşmanda sabah erkenden aldığı darbenin hıncı ile grubu kuşatmaya almıştı. Büyük ihtimalle kimyevi maddelerin kullanıldığı bu çatışma da 8 arkadaş şehit düşmüştü. Cenazeleri yanmış, parçalanmış olması ve iki arkadaş dışında cenazelerin toplu gömülmesi kendi vahşetlerinin göstergesiydi.
Bazen öyle anlar olur ki: tebessüm mat olur, sevinç donar ve sözler boğazda düğümlenir. Sadece gözler konuşur ve sesiz bir diyalog başlar gözlerin dili arasında, bu bakışlarda geri de kalan birkaç gün öncesine ait diyaloglar, görüntüler ve anılar dolaşır. Yeminler, haykırışlar ve o anda orada hazır olmayanlar hatırlanır. Daha birkaç gün öncesinin coşkusu, morali ve gidenlerin intikam yeminleri dillenir bu sözsüz diyaloglarda, bir hesaplaşma yöntemimiz ve ‘keşke’lerin hüküm sürdüğü bir vicdan sorgulamasıdır. Militanca bağlılık, yoldaşlık dediğimiz duygu ve bilinç bu sözsüz diyalogun en ince derinliğidir. Sanık sandalyesinde pişmanlıklarımızı yargıladığımız lal olmuş diyaloglarda.
Niçin oradan çıkmadıklarını sadece kendilerinin bildiği 8 arkadaş orada şehit düşmüştü. Yıllarca savaş ortamlarında kalmış Havin Çırav arkadaş, 2009 yıllında büyük bir moralle Botana geçen Herekol Kemal, Ali ve Mahsun arkadaşlar iki üç yıldır. Sahadaki çalışmalara aktif katılan Azad, Hebun ve Şahin arkadaşlar orada şehit düşmüşlerdi. Neydi onları orada düşman kontrolünde bırakan sebep? Yorgunluk muydu acaba? Yoksa eylemin sabote olmasını mı? Gururlarına yedirmemişlerdi? Bu şahadetler kadar tüm arkadaşları üzen başka bir konuda bu cevapsız sorulardı işte,
Büyük bir coşku ile başlayan Akir eyleminde böylesi talihsiz ve hak edilmemiş şahadetler tüm arkadaşlar üzdü. Örgütü ve halkı zorladı. Hatta büyük bir darbe yemiş düşmanın kayıplarını bile görmezden geldik. Genelkurmay başkanı ve tüm kuvvet komutanlarıyla, devşirme Kılıçdaroğlunun ertesi gün tepeyi ziyaret etmeleri de yediği darbenin göstergesiydi. Düşman gerçekten de şok olmuştu. Böylesi bir saldırıyı Besta da beklemiyordu.
Tüm talihsizliklere rağmen düşmana intikam alma ve hesap sorulacağı mesajı verilmişti. Bu alandaki gerilla tasfiyeci ruhun artıkları değildi. Kendilerine en fazla güvendikleri, kendilerini taburlarla, tanklarla korudukları yerde baskın uğratacak bir gerilla vardı karşılarında, sonuna kadar savaşarak son kurşununu kendisine sıkarak ve bombasını kendisinde patlatacak yürekler vardı artık Besta da, intikam yeminlerini, özgürlük umutlarını ve davaya bağlılıklarını namluların ucu ile faşistler karşısında kusan KAHRAMANLAR vardı.
İntikam yeminlerimiz, geride kalan yoldaşlarımızın da intikam yeminleri olacak, aylarcadır, yoldaşlarımız tarafından yapılan intikam eylemleri hep sizlerin anısına yapılıyor. Bundan sonra da bu yeminler tutulacaktır.
Yoldaşlığınız, anılarınız ve siluetleriniz her zaman yüreklerimizin zirvelerinde olacaktır.
Haci Gever
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 18 Eylül günü 19.40-21.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap alanın geneline yönelik olarak Türk savaş uçakları tarafından taciz uçuşu yapılmış, ancak bombardıman yapılmamıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
17 Eylül günü 10.00-13.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Haftanin’in Bêtalma ve Haftanin köyleri ile Şeşdara alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından havan ve obüs saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 16 Eylül günü Şırnak’a bağlı Cudi alanının Hırmo Tepesi ile Şaxo ve Hewlê köylerine yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Operasyon çerçevesinde alana yönelik olarak havan ve obüs saldırısı yapılırken kobra tipi helikopterler ve tanklar tarafından ise alana yönelik olarak bombardıman yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Eylül günü saat 07.20’de Hakkari’nin Şemdinli ilçesi ile Girana Karakolu arasında 6 araçtan oluşan TC ordusuna ait bir askeri konvoyun geçişi sırasında akrep tipi zırhlı bir araca yönelik olarak gerillalarımız tarafından Hakkari ve Garisa’da şehit düşen gerillalarımızın anısına intikam amaçlı bir misilleme eylemi gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar