Basına ve Kamuoyuna!
1. 18 Ocak günü saat 10:00'da Kerkük'ün Zankır köyüne Daiş çetelerince havanlarla bir bombardıman gerçekleştirilmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
16 Ocak günü saat 13:30'da işgalci TC ordusunun yaklaşık 80 kişiden oluşan asker grupları Hakkari'nin Şemzinan ilçesine bağlı Mamreş Tepesi'nden Ronahi Tepesi'nin yamaçlarına kadar gelmiş ve geniş çaplı bir operasyon yapmak istemişlerdir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 15 Ocak günü saat 18.00 den - 16 Ocak bugün sabah saat 5.00'e kadar Haftanin sınır hattı ve Bektorya alanlarında TC Ordusuna ait insansız hava araçlarının yoğun keşif uçuşları yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Ulus devlet batının geliştirdiği bir modeldir. Bu ise özü itibariyle tek ulusun hükümranlığına dayanan bir sistemdir. Ancak biliniyor ki dünya tek renkli olmadığı gibi, birçok farklı etnik yapı aynı coğrafyayı da paylaşıyor. Bu durumda oluşturulmak istenen ulus devlet yapıları doğası gereği tüm diğer renkleri ezip geçmişlerdir. Tüm renkleri öldürmüşlerdir. Hepsini bir potada eritebilmek için adeta silindir gibi üzerlerinde geçmişlerdir.
Peki, sonucu ne olmuştur? Sonucu bastırılmış, ötekileştirilmiş, dıştalanmış, hatta horlanmış muazzam bir insan kitlesi ortaya çıkmıştır.
Unutmayalım ki; bastırılmışlık, ötekileşmişlik, dıştalanmışlık insanın ruhsallığını bozduğu gibi hasta da kılar. Hasta hale getirilenlerin, tepkileştirilenlerin, asabileştirilenlerin ise nerede, kime, ne zaman hangi yöntemlerle vuracakları her zaman kestirilemez. Baskı ne kadar ağır olursa olsun, köle haline getirilme hangi düzeyde olursa olsun, insan varlığı ve oluşumu doğası gereği buna karşı tepki gösterir, ret eder ve karşı durur.
Boşuna yüz yıllar önce Jean Jacques Rousseau; “Yalnızca gücü ve güçten doğan etkiyi dikkate alacak olsaydım, derdim ki bir halk eğer boyun eğmek zorundaysa ve boyun eğiyorsa iyi ediyordur. Fakat boyunduruğunu silip atabilecek duruma gelir gelmez silip atarsa daha iyi eder. Çünkü özgürlüğü elinden alınanın, bu hangi hakka dayandırılarak yapılmışsa aynı hakka dayanarak onu geri alma hakkı vardır. İnsanın özgürlüğünden vazgeçmek demek insan olma niteliğinden, insan haklarından hatta ödevlerinden vazgeçmesi demektir. Böyle bir vazgeçiş insan doğasıyla bağdaşmaz. Çünkü özgürlük elde edilebilir, ama kaybedildi mi bir daha ele geçmez” dememiş. Yine boşuna: “İnsan dünyaya hür doğar” diye de eklememiştir. Dünyaya hür doğanların hangi türden bir baskı olursa olsun kafa tutacakları muhakkaktır.
Gerçeklik böyle olmasına rağmen, onlarca farklı rengi adeta silindir gibi üzerinde geçmek demek dinamit lokumlarını kendi elleriyle yerleştirmek demektir. Nitekim böyle olduğu da bugün daha iyi görülmektedir. Yine önemli başka bir husus ise ulus devletin temel ideolojik argümanı liberalizmdir. Ancak devlet yapısına hakim kılınan ise milliyetçiliktir. Milliyetçiliğin varacağı yer ise militarizmdir. Birisi sahte özgürlük hayalleri kuruyor, birisi halkları birbirine düşman kılıyor, bir diğeri ise halkları baskılamanın yolunu sağlama alıyor.
Dikkat edelim; ulus devlet modeli kendi içerisinde düşmanlığı taşıyor. Çünkü önce yok sayıyor, sonrada yok sayılmak ve öyle görülmek istenmeyenlerin direnişi gelişince de üzerlerine giderek eziyor. Yetmeyince her türlü kıyımı gerçekleştiriyor.
Böyle bir sistem dünyanın neresinde olursa olsun ortaya çıkaracağı sonuç budur. Bu gerçekliktir. Yani Paris’te olanlardır. Ruanda’da olanlardır. Nijerya’da olanlardır. Irak’ta, Suriye’de ve Rojava’da olanlardır.
Ulus devlet yapısı tekçi olan bir sistemdir dedik. Bu sadece siyasal yapı için geçerli olan bir durum değildir. Tekçilik dini inançlara da yansır. Yani tek ulustan tek dini yapıya uzanır. Çünkü zihniyet böyle bir kere oluştu mu gideceği yer de bu olur.
Devlet ulus modeli kimin ya da kimlerin siyasal çözüm modelidir? Kapitalistlerin ve onların modernite projelerinin. Kapitalistler zamanında eğer kendilerince tek ulusa dayalı devletler oluşturmasaydılar, tek para birimi, tek ağırlık birimi, tek konuşma dili, tek dini inanç derken ne kadar bu kadar teklik oluşturmasalardı, doğası gereği tekçi olan pazarlarının da oluşturamazlardı ve halkların çok doğal yürüyen, insana, yüreğe ve ahlaka dayalı halkların ekonomik modelini ezip geçemezlerdi. Ve tabii ki bunun için de kar edemezlerdi, ceplerini dolduramazlardı. Hiç yatırıp milyarlar vuramazlardı. Uluslar da sahte duygular ve hisler uyandırarak kendi yanına çekmesini bilen kapitalist modernite bunu yapmasaydı, halkların varlıklarına el atamayacak ve soyamayacaktı.
Evet, ulus devlet modeli ile kapitalistler kendi yollarını düzlemişlerdir. Meşhur bir deyimle stabilize etmişlerdir.
Şimdi soralım kendi dar çıkarları için Ortadoğu’ya insanın ruhsal sağlığını bozan bu hastalığı kim bulaştırdı? Kim bu hastalığı Ortadoğu’ya taşıdı? Hangi yöntemlerle bu hastalığı getirdiler? Ve şimdi bu hastalığı nasıl ve hangi yöntemlerle idare ediyorlar?
Böyle yüzlerce soruyu sormak mümkündür. Ama biz biliyoruz ki verilecek en sade cevaplardan bir tanesi şudur; Ortadoğu’ya kapitalistler yani batı dünyasının emperyal devletleri bu insanlık düşmanı hastalığı getirdiler. Bu hastalıkla halkları birbirine bıraktılar. Kıyımlar gerçekleştirdiler. Ermeni kıyımı, Asuri kıyımı, Kürt kıyımı, Çerkez kıyımı, Arap kıyımı, Yunan kıyımı derken Êzîdî kıyımı, Alevi kıyımı, Kakai kıyımı ve tabii daha ne kadar çok böyle kıyım…
Söylenecek çok şey vardır ama kısa keserek belirtelim ki, bu model Ortadoğu’ya sadece kıyım getirdi. Teklik gerçekten de sadece kıyım getirdi, getiriyor ve gelecekte de getirecektir. Emperyalistlerin hem bu hastalığı bu coğrafyaya bulaştırdıkları hem de halen bugün bile karıştırmaya devam ettikleri de göz önüne getirildiğinde, buralarda ortaya çıkacak ve yaşanacak olanların dünyanın başka yerlerine de yansıyacağını görmek çok mu zordur? Zor olmadığını biz bugün Paris’te görüyoruz. Yarın ise başka yerlerde göreceğiz.
Özü itibariyle; hastalık siyasal çözüm modelindedir. Önce bu modeli aşmalı ki bugünden başlayarak yarın olacakların önü alınsın. Ulus devlet insanlığa sadece kıyım getirdiği için hemen terk edilmelidir. Bunun yerine bugün Rojava’da uygulanmaya konulan ve bunun için büyük mücadelesi verilen demokratik ulus modelinin geliştirilmesine yol açılmalıdır.
Şimdiden birçok farklı rengin bir arada aynı çatı altında bir araya geldiğini görüyoruz. Halbuki demokratik ulus modelinin yürümemesi için ne kadar da çok engel ve saldıran vardır. Halen büyük batı dünyası bu kadar büyük çabaya rağmen tanımış değildir. Tam tersine bu modele saldıranlara destek bile çıkılmaktadır. Yine TC Devleti gibi açıktan tasfiye etmeye çalışan bir tekçi devlete ses bile çıkartılmıyor.
Halbuki belirtiğimiz gibi eğer Parisler engellenmek isteniyorsa önce demokratik ulus modelinin önü açılmalı. Yani Rojava tanınmalı. Ve Rojava modeli tüm Ortadoğu’ya mal edilmeli. Aksi taktirde belirttiğimiz gibi Parisler sürekli yaşanmaya devam edecektir. Çünkü ulus devlet modeli sürekli olarak kendi kendine Parisler üreten bir modeldir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Son 2 gündür Avaşin alanı sınır hattında bulunan Şehit Gafur alanı üzerinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları yoğun keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 13 Ocak günü saat 14:00 ile 15:00 arasında Medya Savunma alanlarımızdan Kandil bölgesi üzerinde İran ordusuna ait insansız hava araçları keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 12 Ocak günü saat 09:00 ile 10:00 arasında Medya Savunma alanlarımızdan Kandil bölgesi üzerinde İran ordusuna ait insansız hava araçları keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
10 Ocak günü saat 11:00 ile 19:00 ve 11 Ocak günü saat 20:00 ile 12 Ocak günü(bugün) saat 01:30 arasında Medya Savunma alanlarımızdan Zap bölgesinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları keşif uçuşları gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. Şengal'i özgürleştirme hamlesi devam emektedir. 9 Ocak günü saat 14:00'te Halay Şuda mahallesinde gerilla güçlerimiz Daiş çetelerine yönelik suikast eylemi gerçekleştirmiş ve 1 çete öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
21.yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan şiddetli savaşlar tüm insanlığın şimdiye kadarki tüm siyasal, felsefi ve ideolojik algılamalarında depremler yarattı. Her siyasal, askeri, felsefi, sanatsal-kültürel yapılanmalar olanlara anlam vermeye çalışıyor. Hemen hemen bütün dünya devletleri kendi yapısal ve anlamsal kurumlarını gözden geçirme ihtiyacı içindedir. Tarihi-toplumsal akışın seyri, tahlilleri yeniden hız kazandı. Nerede hatalar yapıldı? Neden her şey düz ilerlerken nereden karmaşıklaştı? Ve neden verili olan sistemin tüm kurumları niçin çaresiz kaldı? Görünen, çözüm analizlerinin gerginleştiğidir, kırılganlığı barındırdığıdır.
Dünyanın hemen her kıtasında, bölgesinde sıcak ve kanlı savaşlar günlük yaşamın bir parçası olmuştur. Her birinin ayrı mekanda olması veya farklı argümanlar taşıması da özünde var olan dünyadaki Ulus-Devlet sisteminin, toplum karşıtı iktidarların kaos halini yansıttığıdır, sürdürülemezliğidir.
Bu yaşanan savaşların en kanlısı ve en dengesizi, insanlığın hiçbir erdeminin, kutsallıklarının kalmadığı alan Ortadoğu’da yaşandığı inkâra gelmez. Bu coğrafya hiç bu kadar değerlerini yitirir duruma gelmemişti. Ne firavunlar çağında, ne Nemrutlar, ne İskenderler, Sezarlar çağında, kutsal din savaşları bu gün yaşanan savaşlar kadar onursuz olmamıştır. Ancak en son Osmanlı parçalanmasından sonra ortaya çıkan TC Ulus-Devleti, kanlı, vahşi yöntemlerle soykırım savaşlarını halklara yaşatmıştır. Ermeni katliamı ve Kürdistan’daki “28 Kürt isyanı” faşist TC Ulus Devletinin uygulamış olduğu başlıca katliamlardır. Bu katliamlarda da talan, yağma, tecavüz, yerinden yurdundan etme, kelle kesme, anaların karnını deşip bebeklerin çıkarılması, zorla din değiştirmelere zorlama, zorla evlenme vs yaşandı. Şimdi adı İŞİD olan ama İtaat-Terakki’nin devamı olan TC özel harp dairesinin JİTEM kolu aynı uygulamaları Ortadoğu’nun kalan insanlık değerlerine saldırı halindedir. Özel Harp Dairesi’nin Ortadoğu’da NATO adına çalıştığını rahmetli Ecevit birkaç kez deklare etmişti. Şimdi bu kurum dağılan Ortadoğu Ulus-Devletlerinin yerine halkların demokratik özgürlük seçeneğini öldürmenin peşindedirler. Bundan dolayı “Arap baharı” ile esen halkların özgürlük ve demokrasi rüzgârını İŞİD’ le terörize etme çabasına girmişlerdir. Bu bir ara bilinmezlikleri yaratma stratejisidir: “suyu kirlet bulanıklaşsın bilinmezliklerde kendi projeni dayat”, yani ölümü mubah kıl kendini, kurtarıcı sun. Bu stratejinin en önemli itirafı Ahmed Davutoğlu’nun “Kürtlerin hamisi biziz” demesi gibi. Kobane ’ye dünyanın gözünün içine baka baka saldırtıyor ve diğer taraftan kendini kurtarıcı sunuyor. Aslında doğru söylüyor; Kürt halkının öldürme katliamlardan geçirmenin en iyi uzmanlarıdırlar, yani soykırım patenti kendilerine aittir.
Bölgesel güçler, İran ve Araplar devletleri Türkiye’nin ne yaptığını bilecek birikim ve güce sahipler. Bunun üzerinden tek başına TC’ye Ortadoğu’yu dizayn etme, NATO’nun gölgesinde yeni Osmanlıcılığa müdahale ettiler. Suriye’deki çatışmaları Esad Rejimi adına yürütenin İran olduğu aşikâr, Suni Arapların da TC’nin asıl niyetini anladıktan sonra geri adım atıkları veya kendilerine yakın hatları geliştirmeye çalıştıkları bir gerçektir. Ama haklarını teslim edelim; bu güçler Kürtler konusundaki stratejileri ortaktır. O stratejileri de “Kürtleri statüsüz tutmaya devam” dır. Kobane Direnişi gösterdi ki Kürtler halen Arap, Türk ve Fars egemenlerinin ortak düşmanlarıdır.
Ama ne yazık ki dünyamızın zamanı, mekânı ve aktörleri 1915- 1930’dünyası değildir. O dönemlerde yapılan her katliamın üstü örtülebilir, zalim mazlum kertesine konabilir, soğuk savaşların karanlık odalarında ki gri masalarında üzerleri kapanır, saptırılırdı. Dünya kamuoyu manipüle edilebilinirdi, yanlış bilgilendirilebilinirdi. Bölge halkları örgütsüz, hazırlıksızdı. Ama şimdi bölge halkları örgütlü, hazırlıklı, dünya halkları bilgiyi resmi devletten alma yerine doğrudan alma olanağına sahip, bilgi anında tün canlılığıyla aynı dakikalarda herkesin evinde ve cebindedir. Yani artık sol blok Rusya KP’nin, liberaller, tarafsızlar, sıradan halklar, insanlarda NATO patentli yayınları dinlemiyor. 20. Yüzyıl başlarından ve 1950’lere kadar, Sovyetler Birliği Komünist Partisi Kürtlere, Ermenilere ve diğer azınlıklara, T.C ve Bölge Ulus-Devletleri tarafından yapılan tüm katliam, kırım, sürgün politikalarına “gericiler, aşiretler, modernizme karşılar” adına sol- sosyalist dünyadan devrimci mücadeleleri koparttı ve terörize etti. NATO ,İngiltere,ABD cephesi ise doğal olan kendi sömürücü politikaları gereği, çıkarları neyi gerektirdiyse onu yaptı. Tersini niye yapmadı demek eşyanın tabiatına aykırıdır. Ama sol adına yapılan sosyal şovenizm, bölge halklarını adeta yok olma ve erimeyle yüz yüze getirdi. Ancak bugünkü koşullar uluslararası ilişkilerde çok farklı seçenekler sunuyor, halklar arası ilişkileri devletlere mahkûm olmadan halklar arası yürütür duruma getirdi. Toplumsal sivil kurumların, kamuoyunun etkinliği verili devletlerden az değildir. Kaldı ki uluslararası devletler de hiçbir gücü eskisi gibi ele alamıyor, kamuoyunu dikkate almadan adım atamıyorlar. Kuşkusuz hiçbir şey pirüpak değildir; devletlerin de ilişkileri çıkarları üzerine kuruludur. 20.yüzyılın başındaki gibi Kürt halkını kendi çıkarlarına kurban etmek isteyecek güçler vardır. Bu birazda kimin daha avantajlı ve karlı gelir getireceğine bağlıdır. Ama Kürt hareketi ve Kürt halkı 20. yy başlarındaki halk olmadıklarını Kobane’de bütün yakıcılığı ile ispatladılar. Yine Kürt halkı ve örgütlü gücü isterse 24 saate birçok gücün ekonomik ve siyasi hesaplarını bozacak güçtedir. Tabi ki bunların yanında kimse de kendi toplumuna rağmen istediğini yapamaz durumdadır.
Bölge halkları da artık tamamen egemenlerin kontrolünde değildir. “Arap baharı” olarak gelişen süreç Ortadoğu halklarının hiç de verili sistemlerden memnun olmadıklarını gösterdi. 20. yüzyılda inşa edilmiş suni sınırlar, yapay, köksüz, halktan kopuk iktidar odaklarının hiç de gerçek olmadıkları, kutsal, yenilmez ve değişmezler olmadıkları anlaşıldı. Gerek bölge gerici kurum, birey-aile, ulus-devletler ve uluslararası Kapitalizmin tüm ayakta tutma, restore etme çabaları sonuç vermedi. Bölge halkları, kökeni beş bin yıla dayanan ve özellikle son yüz yılda katmerleşen, resmileşen halktan kopuk, kendilerini “yeryüzünün tanrıları” iktidar odaklarını kendi tarihsel özüne uymadığını, yapay, çirkin durduğunu görüyor. “Ne, nereye kadar kutsaldır, ne, ne kadar kendisini temsil ediyordu sorguluyor. Burada unutulmaması gereken ise din olgusunun Ortadoğu toplumlarının kimliği olduğu gerçekliğidir. Kimlik; ahlak, adalet, eşitlik ve hakça paylaşımın ölçüsüdür. Halkların sorguladığı ise, sistemlerin bu ölçülere uymadıklarıdır. Arayış tam da bu noktadadır. Bu görme ve arayış belki çok ideolojik, politik, örgütsel güce dönüşmemiştir ama bu yola girmek çok önemlidir. Ortadoğu halklarının, verili olanın dışında arayışa yönelmesi, çelişkileri sistemsel ele alışları, var olanı sorgulaması tarihin en önemli kazanımıdır. Gerisi mücadele edeceklerin, toplumun bu sistemsel çelişkilerini görerek ideolojik, politik ve örgütsel kurumsal, anlamsal çalışmalarının yapılmasıdır.
Kürt halkının durumuna gelince, 20. yüzyılda da oluşturulan sınırlar resmi olarak kalkmamış olsa da fiiliyatta sınırların hiçbir anlamı, geçerliliği kalmamıştır. Bunu hem gelişen teknik hem de hiçbir askeri, tel örgülü güvenlik çemberi engelleyemez konumdadır. Diğer taraftan ise Kobane Devrimi ile Kürtler var olan sınır tellerini dişleri, tırnaklarıyla param parça etmiştir. Kobane‘nin gösterdiği diğer önemli bir sonuç ise Kürt halkının 6-8 Eylül direnişinin Kürt düşmanlarının sınırları kendi elleriyle açmak zorunda bırakmış ve bunun sonucunda Güneyli kardeşlerinin askeri güçlerini Kobane’ye ulaşarak YPG ve YPJ’ye yardımda bulunarak tarihi direnişe katkı sağlamıştır. Rojhılat Kürdistan’ın da başta Sine eyaleti olmak üzere tüm kitlelerin Kobane’ye sahiplenmesi, şehir sokaklarında çocukların Kobane’ye yardım kampanyalarına küçük elleri ve büyük yürekleriyle katılmaları demokratik ulus olmanın ortak ruhunu en iyi şekilde yansıtmaktadır.
Kürtler Kobane ile farklılıklarını koruyarak birlikte mücadele etmeyi yaşadılar. İlk kez Peşmerge ve Gerilla yan yana savaşmayı denediler ve başarılı da oldular. Êzidi, Alevi, Yarsani Zerdeişti ve Müslümanın Şia’sı ile Sunisi, Kurmanc, Soran, Dımılıki ve Kelhor ile Kakai’si hep birlikle aynı mevzilerde savaşmaktadırlar. Bu savaşta şahadetleri birlikte omuzladılar, cenaze namazlarını herkes kendi inancı temelinde kıldı. Êzidi güneşe yüzünü döndü Xweda dedi, Müslümanı Kıbleye döndü Xweda dedi, Zerdeşti yüzünü gökyüzüne döndü ey Xwedaye ehriman dedi ve Alevisi semaha durdu, rıya heq- hak yoluna xweda tu me azad bıke dedi. Tüm bunları Kobane’de, Şengal’de, Kerkuk ,Ceza’da, Maxmur’da ve Cewlawa’da yaşadık. Bunlar tarihi notlardı ve geleceğin birliktelik taşlarının temelini atmıştır.
20. yüzyıl başlarında Osmanlının İtaat-Terakki ve devamı TC Kemalistleri Ermeni katliamlarında, Ezidi katliamlarında ve Alevi katliamlarında kullandıkları “bunlar kafirdir bir kafir öldürenin yeri cennetliktir” yalanına kanan Müslüman kitleler kendi kardeşinin, komşusunun katili olmuştur. Şex Sait direnişine Müslüman olmayanlar kayıtsız kaldılar, Müslümanlar da Dersim direnişine kayıtsız kaldılar, hatta kısmen de TC’nin yanında yer aldılar. Oysa Kobene ve Şengal bize şunu gösterdi; Dersimdeki bir gencin tereddütsüz Şengal’de, Ezidinin yanında, Kobane de Müslüman Kürdün yanında savaşa katıldı, Dersim sokaklarında da dayanışma gösterileri yapıldı. Gerek Güney Kürdistan’da Müslüman gençler ve Kürdistan’ın tüm parçalarından Müslüman, Yarsan, Ehli Hak, Şiia gençler Şengal’e giderek Ezidiliğin kutsal mabetlerini korudular, Ezidi analarının elinden ekmek yediler. Dedelerinin “bir Ezidiyi öldüren cennete gidecek” denen zihniyetinden şimdiki gençler “Ezidi halkının onuru benim onurumdur,” diyip göğsünü İŞİD faşizmine Ezidi halkı için siper ediyor. Bu algı Kürt halkı açısından en önemli devrimdir.
Diğer bir nokta 20. yüzyıl başlarındaki direnme savaşında Kürt kadınının durumuydu. Kürt kadını, Bese, Zarife ve Rındexanım gibi oldular ve binlerce Kürt kızı, elini dağlara, mavzere verdi, binlercesi düşmanın eline geçmemek için kendini uçurumlardan attı. Direnişlerin kırılması ile kadının özgürlük alanı daha da daraldı. Düşmana karşı çaresizliği, güçsüzlüğü erkekte yarattığı kırılma, ev içine kadını baskı altına alma, kendince elinde kalan aile kalesini koruma adına kadını baskı altında tutmak olmuştur. Bundan dolayı kadının kendini ifade alanı evinin sınırlarını geçememiştir. Ama Kürdistan Özgürlük hareketinin gelişmesi ile Kürdistan kadınını dünya insanlığını kendisine hayran bırakır duruma gelmiştir. Musul’da, Şengal’de on binlerce silahlı Iraklı güçler (hem de bıyıklı adamlar) İŞİD saldırılarından kaçarken Şengal ovasında elinde sadece ferdi silahla İŞİD’e karşı savaşan Kürt kadını, gerillası yüz binleri ölümden kurtardı. Kadın gerillalar, mevziisinden kaçan Peşmergenin önüne geçip, yakasına yapışarak “kaçma, onursuzluk yapma” deyip cesaretlendirmiştir. Arap bölgelerinde İŞİD’in tecavüzcü güçlerine karşı çaresiz sadece “bana dokunma” diye yalvaran çaresiz kadına karşın Kobane’de silah kuşanan 15 yaşından 60 yaşına kadının, İŞİD’e karşı “yiğitsen gel” diyip tecavüzcü İŞİD elemanlarını karnından deşen kadın olmuştur. Kobane’deki Kadın direniş savaşı tüm dünya kadınlarına beş bin yılık tecavüz sistemine nasıl karşı durulacağının perspektifi oldu. Asıl devrimde budur, çünkü bu kadın devriminin Kürdistan’dan çıkıp tüm dünya kadınlarının çekim merkezi, ideolojik gıdaları oldu.
Bunlar Kürt siyasal hareketlerine de görüldü. PKK,PDK, YNK,PARTİ SOSYALİST, PARTİ KOMNİST, İSLAMİ HAREKET, ZEHMETKEŞ HAREKETİ ve Rojhılat partileri PJAK, PDKİ, KOMA vb Rojava daki PYD ve YPG ile birlikte diğer siyasi oluşumlar bu süreçte tüm eksik ve yetmezlikler rağmen herkes bir şeyler yapmanın gayreti içine girmişlerdir. Daha bu süreç başlarken İŞİD’in Şengal saldırısından hemen sonra Murat Karayılan arkadaşın “hata yetmezlikleri öne çıkarmanın zamanı değil, bunları ulusal platformlarda dile getiririz, ama şimdi gün onur ve var olma savaşıdır, hepimizin birlikte hareket etmesi gerekir” tespiti şimdi tarihi en doğru yöntem olduğunu ispatladı. Bu süreçte tüm Kürt siyasal hareketlerinin aralarındaki düşünce ve uygulama farklılıklarına rağmen birlikte çalışabilme tecrübesi edindiler. Bu sürecin en önemli kazanımı kuşkusuz partiler, örgütler arası kazanımdan çok Kürt toplumsallaşmasında gelişti, bu gelişme ortak duygudaşlık, ortak kader birliği, ortak mücadele, ortak özgürlük ve demokrasi bilincidir.
Şimdi bütün olanlar Konbane’de bize gösterdi ki, orta doğuda ve Kürdistan da hiçbir askeri, politik, diplomatik ve tüm toplumsal alan çalışmaları Kobane öncesi gibi yürütülemez, yaklaşılamaz. Reber APO’nun en son olarak dile getirdiği “ halkımız yaşamını savaşa göre örgütlemelidir” şu anlama gelmektedir. Kürdistan ve Ortadoğu’da yaşam olacaksa ve yaşamın devamlılığı sağlanacaksa, hayatın tüm alanlarını kendini koruma mevzilerini yaratarak olacaktır. Bu, birilerine saldırı anlamında değildir, öz savunma temelinde olmalıdır. Yine Reber Apo’nun “dünyayı yenecek gücümüz olsa da saldırmayacağız ama dünyada üzerimize gelse kendimizi savunacağız” ilkesi esasında olacaktır.
O zaman biz devrimciler, toplumsal sorunlarla uğraşanlar eskisi gibi sadece dağ gerillacılığı ile sınırlı savaşabilir miyiz? Biz, eskisi gibi diplomasiyi sadece belirli kesim, eğilimlerle, kurumlarla sürdürebilir miyiz? Biz, eskisi gibi politik alanda sadece legal bazı kurumlarla sınırlı ve sadece Kürt halkıyla sınırlı kalabilir miyiz? Biz sadece sosyal alanda kültürel çalışmaları sadece Kürt halkına hitap eden kurumlarla yürütebilir miyiz? Kadın Özgürlük hareketi tüm çalışma alanlarını( askeri, ideolojik, politik) sadece Kürdistan’la sınırlı tutabilir mi? En önemli soru; biz eski algılama olan “sadece biz önceliğiz” dayatmasında bulunabilir miyiz? Kobane savaşımı birde bu açıdan bizim kendimizi yeniden her alanda inşa etme fırsatı veriyor. Reber APO 1993’ten bu yana gündemimize koyduğu değişim dönüşüm stratejisini Kobane direniş savaşında doğruluğu hem bize hem de dosta ve düşmana ispatladı.
Birincisi, gerillacılığı sadece dağla sınırlı tutan ve bu konuda tam 11 yıldır tüm planlama ve kararlara rağmen bizdeki alışkanlıklar, tutuculuklar şehir gerillacılığını istenen düzeyde geliştiremedik. Ama Kobane ve Pencewin, Şengal ve tüm Rojava’yı içine alan savaşım bize gösterdi ki şehir savaşımına hazırlanmadan Kürdistan toplumunu ve devrim değerlerini koruyamayız. Kuşkusuz dağ gerillacılığı stratejik konumunu koruyor, bu hazırlıklar tümden dağa dayalı yürütüldü. Dağ konumlanması olmasaydı Musul da Şengal’de yenilenlerin yüzünü tekrar direnme mevzilenmelerine çeviremezdik. Gerillanın Qandil’den gece saat 12’lerde çıkıp Hewler sokaklarında sevinç gösterileri ile karşılanması, Hewler önünde İŞİD faşizmini durdurması Dağın hazırlanması ile oldu. Burada dağ gerillacılığına karşı bir yanılgı olmamalıdır. Ama bilmemiz gereken Dağa Dayalı Şehir Gerillacılığının şehrin şatafatlı rehavetine kapılmadan daha da geliştirmek gerekir. Güneyli kardeşlerimizin 22 yıldır Şehirler de ne kadar hazırlıksız, rehavet içinde yaşadığını gördük. Bütün köy, kasaba ve şehirlerin her çıktısını yer altı mevzilerine çevirmeliyiz. Bu mevzilenmeler her an savaşa hazır, ama olası yüz yıl sonrasının savaşına da hazır olmalıdır. Buna göre kadro eğitimi, buna göre halkın eğitimi hep gündemde olmalı; yoksa Irak’ta olduğu gibi halkın güvenliğini birilerine emanet etmenin vebalini kimse kaldıramaz. Bir örnek; Şengal’deki İŞİD katliamlarının önleyen bu alana son anda yetişen yedi HPG gerillası arkadaştı. Burada eğer bin civarında yerel Êzidi genç Kızı- Erkeği eğitip öz savunma temelinde örgütlü kılınsaydı belki de bu trajediler yaşanmazdı. Yani eskisi gibi gerillacılık yapamayız sorusunun cevabı; biz kendimizle birlikte binleri eğitmeliyiz, donatmalıyız. Bu süreklilik az etmektedir.
İdeolojik çalışmalar, kırk yıllık Önderlik çalışmasıdır. Önderliğin önce Kürdistan’ı daha sonra Ortadoğu ve İmralı sürecinde geliştirdiği ideolojik paradigması ile evrensel düzlemde toplumsal sorunlara çözüm perspektifini geliştirdi. Ama buna rağmen bizim birçok ideolojik alan çalışmalarını bırakalım evrensele, açılımı tüm Kürdistan’daki kitlelere dahi ulaştırmada zayıf kaldığımız inkâra gelmez bir gerçekliktir. Kobene devrimi bu alanda da mükemmel zemin açtı, tüm dünya Kobane’de direnen kadın şahsında Önderlik paradigmasını araştırır oldu. Rojava’daki Kanton deneyleri ile Ortadoğu’daki tekçi ulus-devlet, dinciliğin tekçiliğine karşın demokratik ulus ekseninde farklılıkların eşitliğine, farklılıkların birlikteliğine, karşılıklı bağımlılık ilkeleri ekseninde tün dini, etnisitelere yer verildi ve somutta da iki yıldır yaşanıyor. Bu gerçeklik Önderlik paradigmasını sadece Avrupa’da stantlar açarak, yürüyerek, slogan atarak evrenselleşemez. Kuşkusuz şimdiye kadar yapılanlar değerliydi ve süreçlere yetiyordu ve yine de o tür çalışmalar yapılabilinir. Ancak önemli olan kalıcı, toplusallaşan çalışmalar yapabilmemizdir, yani var olan tarz, tempo yetmiyor, gelişmelere denk değildir. Önderliğin temel Kitaplarından başlayarak niye birçok yabancı dillere çevirisini yapmıyoruz, İngilizceye, Almancaya vs yanında neden Afganca, Afrika dillerinde, Latin Amerika dillerinde, Asya dillerinde hata Kürtçe’nin tün lehçelerinde basım ve dağıtımını geliştirmiyoruz. İdeolojik çalışmalarımız dernek çalışmalarını aşmamıştır. Oysa şimdi olması gereken toplumun tüm alanlarını ideolojik çalışma alanlarına çeviremezsek modern kapitalizmin liberal ideolojisinin saldırılarına karşın yaratılan değerlerin kalıcılaşması gerçekleşemez. Somut Kobane’deki kadın duruşunu, savaşımını, sanatımıza yansıması nedir? Basınımıza yansıması ve bu yansıma ne kadar topluma aktarıldı, Toplumda ne kadar örgütsel güce dönüştü? Sorular çoğaltılabilinir ama görünen eski araçlarla, eski yaklaşımlarla eski algılamalarla Önder APO’nun geliştirmek istediği toplumsal sitemi geliştirmede atıl kaldığımızdır.
Politik alanda kuşkusuz son yıllarda önemli kazanımlar elde edildi. Ancak Kobane bu alanda da bize yeni kapılar araladı ve yetmezliklerimizi de bize gösterdi. Reber APO “politik ilkesi olmayan, işletilmeyen veya ortadan kaldırılan bir toplum bir kadavradır; en iyi hali ise sömürge toplum olarak ifade edilebilir.” Belirlemesi ışığında bizim politik çalışmalarda kitleleri irade sahibi yapmadan, kitlelerin kendi adlarına politika yapacak alanlar yaratmadan sadece bazı kesimlerle sınırlı kalmamız bizi marjinal leştirir. Bir süre önce Heval Cuma’nın (Cemil BAYIK) HDP için söylediği “Beyoğlu marjinal çevreler kendilerini uzak tutup kitlelere açılmalılar” belirlemesi tamda bu noktada çok önemlidir. Yani devrimin geldiği aşama sadece bazı dernek çevreleri ile sınırlı kalmayı kaldıramaz, bu o çevrelerin yadsıması anlamında değildir, tersine tüm topluma açılmanın olmazsa olmazıdır. Yani 1990’larda İnsan Hakları Derneğinin, Savaş Karşıtları derneğinin kapısını açmak dahi ölümü göze almaktı, üye olmak dahi hapishanelere girmeye yeterli delildi. Şimdi de bu ve benzeri çevrelerin çalışmaları önemlidir, gereken katkıyı da sunmak gerekir. Ama iyi bilmek gerekir ki 1991’lerde yaşamıyoruz, Ortadoğu ve Kürdistan’ın her tarafı ateş, kan, barut, talan ve insanlığın tüm değerleri tehdit altında ve dünyanın tümünü ilgilendirir durumdadır. Bundan dolayı politik ufuk tüm toplumları içine alacak çalışmaları gerektirir. Bu, kimlik farklılıklarından, politik farklılaşmalara, dini farklılıklara, etnik farklılıklara, sınıf ve cins farklılıklara kadar geniş toplumsal kesimlere ulaşma ve her kesimin kendini ifade etme, kendi hakkın da karar alma ve pratikleşme sahalarını açmanın mücadelesidir.
Buradan örgüt ve örgütleneme olgusu önem kazanıyor. Önder APO “örgüt ve mücadele söz konusu olduğunda, kadro sorunu öne çıkmaktadır. Modern toplumda önderler ve kadrolar önemini yitirmezler” der. Şimdi gelişen toplumsal taleplere cevap verecek öncü kadrolar zamanıdır. Yani biz eskisi gibi “anlamadın, göremedim, kendime göre yorumladım, politik olamadım, ideolojide derinleşemedim” deme lüksüne sahip değiliz. Kobane öncesi belki her gerekçenin bir kabulü olurdu ama Kobane gerçeği hiçbir gerekçeyi kaldıramaz durumdadır. Tarih “yürü ve başar” hükmünü vermiştir. Ya yürünüp başarılacaktır ya da tarihin lanetine ortak olunacaktır. Unutmayalım kaos aralıklarında nitel değişimi mücadele eden güçlerin çabaları belirler, yani düz yaklaşımla “biz doğruyuz, haklıyız” yada “devletten hesap soracağız” deyip hesap soracak örgütü o örgütün kadrolarını geliştirip harekete geçirmeden yerinde beklemek, yada rehavete girmek kaybetmenin asıl nedeni olur. Bundan dolayı kaos dönemlerinde ateş gücü güçlü olan başarır, dönem örgütlenmek, örgütleşmek dönemidir.
Medet Serhad
- Ayrıntılar