Özel savaşı anladıkta bu “Derin Özel Savaş” nedir diye soranlar olacaktır.
Örneğin klasik sömürge zamanlarında halklara karşı kullanılan savaş türü açık olan zordu. Yani işgal edilmek istenen ülkeler ya da topraklar zor gücüyle işgal edilir ve zor gücüyle işgal edilen topraklarda sömürgeciler güçleri yettikçe her şeyi yapardı.
Ancak ikinci dünya savaşından sonra bu savaş biçimi sonuç almaz olmuştu. Çünkü bu savaş biçimi halkların tepkisini topladığı için halklar karşı direnç gösterdiler. Nitekim bunun için birçok halk emperyalizme ve açık sömürgeciliğe karşı büyük direnişlerle meydana çıkarak bu işgalci güçleri ciddi zorlamışlardı. Bu gerçeği analiz eden sömürge merkezleri artık açık askeri sömürü zor’un yerine, halklar tarafından görülmeyecek olan, gizlenmiş, arkadan yürütülen bir savaş biçimini icat ettiler. Bu yeni icat edilen savaş tarzına Özel Savaş denildi. Özel savaş bu bağlamda siyasi literatüre yeni sömürgeciliğin geliştirildiği ya da geliştirilmek istendiği yerlerde uygulandı. Ve o gündür bugündür dünyanın her yerinde hamaratla uygulanmaktadır.
“Özel savaş olarak ele aldığımız olgu, sınıflı uygarlıklar boyunca geliştirilen baskı ve egemenlik aracı olarak başvurulan savaşın bir biçimidir. Değişen koşullara göre sürdürülen bir savaş biçimi oluyor. “Kuralsız savaş” tarzında bir savaştır. Kuralsız savaş tanımı, özel savaşı anlatmaya yeter mi? Kuralsızlığı genel bir çerçeve olarak değerlendirip içine her şey sığdırılırsa olabilir...
Özel savaş denen savaşta, salt askeri olarak hasmı alt ederek ona iradeyi kabul ettirme söz konusu değildir. Özel savaş, siyasetin şiddet araçlarıyla sürdürülmesi değildir, ama şiddet araçlarının kullanılmasını da içeriyor. Onun için özel savaş egemenler ve sömürücüler tarafından topluma karşı her alanda sürdürülüp, ilan edilmiş olan bir savaşı simgeler. Özel savaş kapsamına sadece ekonomik, siyasal, askeri, kültürel alanlar değil, bir bütün olarak insana ve topluma karşı savaş da giriyor. Kısacası toplumla ilgili ne varsa bunlar özel savaş kapsamına giriyor.”
Hiç şüphe yoktur ki bu kirli savaş türünün kendine has yol ve yöntemleri de vardı ve halen de vardır. Burada derinliğine girmeyeceğiz. Hatırlayalım 1970’lerde Şili’de halkçı olan Salvatore Allende’yi iktidarda almak için o yıllar çok etkili olan “yirmi yalan bir doğru eder” prensibiyle hareket etmiş ve Allende’yi halkın gözünün önünde bu yalana dayalı savaş biçimiyle alt etmişlerdir.
Ancak bu özel savaş’ı aşan başka savaş tarzlarının üzerinde çok yoğun bir şekilde çalışıldığını siyasetle uğraşan her insan az çok bilir. Yeni sömürgecilik birçok ülkede uygulanmaya konuldu. Ancak dünyada gelişen bilim teknik artık bu tarz bir sömürgeciliğin de aşılmasını gerekli kıldı. Çünkü bileşim tekniği her eve istenilen saatte girebildi. Her ne kadar emperyalist güçler bu tekniği öncelikli olarak kendileri için kullandıysalar da yine de zamanla tüm dünyaya yayıldı. Bugün dünya bir köy kadar küçülmüştür. Unutmayalım ki bir köyde ahlaki değerler çok gelişkindir. Bir köyde herkes kimin ne yaptığını bilir. Herkes herkesi tanır. Doğrudan ilişki esastır. Başka bir deyişle bir köyde sömürünün çarkları ayrı dönmek zorundadır. Çark daha inceltilmek zorundadır. Göz boyama daha güçlü olmalıdır. Daha etkili kandırma yöntemleri bulunmalıdır. Öyle ki birinin cebine eğer elini atacaksan o zaman o birinin ruhuna daha fazla hem de kimsenin çakmayacağı tarzda nüfus etmenin yolunu bulmalısın.
İşte bu yeni yol yöntem bulmaya biz Derin Özel Savaş diyoruz.
Örneğin Türkiye devleti Kürtleri kültürel olarak soykırıma tabii tutabilmesi için 24 Eylül 1925 yılında Şark Islahat Planı diye bir plan geliştirdi. Bu planın özü Kürtleri yok etmekti. Fiziki olarak yok etmek. Kültürel olarak yok etmek. Siyasal olarak yok etmek. Sosyal olarak yok etmek. Psikolojik olarak yok etmek. Derken Kürtleri Kürt olmaktan çıkararak başkalarının uzuv’u haline getirmek için ne kadarda çok plan ve program geliştirdiler. Dersim’de örneğin o 7 meşhur T’ler vardı. Tedib, Tenkil, Tasfiye vs…
Örneğin Kürtlerin yaşadıkları mekanlaraTürk okulları açarak Türkleştirmek istediler. Kürtlerin yaşadıkları yerlere zindanlar inşa ederek, Kürtleri bu zindanlarla terbiye etmeyi esas aldılar. Kışlalara alarak kişilikleriyle oynamaya çalıştılar. Sporu getirerek Kürtleri kendilerine eklemlemeye çalıştılar. Sanatı ancak kendi sanatlarını Kürtlere götürerek Kürt sanatını yok etmeyi, yine Kürtlerin sanatlarını kendilerine alarak içini boşaltmaya çalıştılar. Ve tabii Kürt gençlerine diğer S’yi de götürerek toplumu ahlaki dokusundan boşaltmaya çalıştılar.
Evet, Şark Islahat Planı ile Kürtler tümden hedeflendiler.
Ancak dikkat edersek bu Şark Islahat Planı neredeyse 90 yıllıktır. Bu plan bugünkü dünya da söker mi? Herhalde sökmez. Örneğin bu Planı’nın ilk üç maddesi şöyledir:
“1. madde: Kürdistan’a idare i örfiye dedikleri sıkıyönetimin ilan edilmesi.
2. madde: Kürdistan, 5 umumi müfettişlik mıntıkasına düzenlenir ya da bölünür.
3. madde: Mahakim-i nizamiye ve divan-ı harb-i örfilerde yani sivil ve askeri mahkemelerde sivil hakim bulunmayacaktır.”
5. madde ise bugünkü Türkçeyle ele alacak olursak:
“Ermenilerin ve Kürtlerin yerlerine balkanlarda getirilecek olan Arnavutlar, Bulgarlar ve Kafkasya ile Azerbaycan’dan getirilecek olan Türk kökenliler yerleştirileceklerdir. Öyle ki getirilenlerin tüm masrafları devlet karşılayacak, bura yerlileri mal ve mülklerini satamayacaklardır.”
Şimdi bu maddeler dediğimiz gibi bugünkü dünyada söker mi? Sökmez dedik. O zaman Kürt halkının kültürel soykırımını farklı yol ve yöntemlerle yürütülmesi gerekiyor.
İşte bu farklı yol ve yöntemlerle Kürtlere karşı sürdürülen üstü örtülü savaşa biz Derin Özel Savaş diyoruz.
Elimize birkaç yıl önce TC devletinin gizli odakları tarafından daha doğrusu “Derin Özel Savaş Merkezi” tarafından hazırlanan bir belge geçti. Bu belgenin başlığı: “Türkiye’de Düşük Yoğunluklu Çatışma ve Psikolojik Harekât Dâhilinde Terör Örgütüne Karşı Alınması Gereken Tedbirler”dir.
Bu belgenin bazı maddelerini sıralarsak Derin Özel Savaş’ın ne demek olduğunu daha iyi görmüş olacağız.
Belgenin girişi çok ilginçtir. Belgenin girişinde şöyle denilmektedir:
“PKK’nın başarısı, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana sürdürülen “Milli Bütünleşme Projesi” çerçevesinde henüz ulusal bütünlüğe tam olarak eklemlenememiş yurttaşlarımız ile ulusal bütünleşmeyi sağlamış olan yurttaşlarımızın bir kısmını ulusal bütünlük sürecinden kopararak, Kürt “etnik gruplaşması” sürecine sokmuş olmasıdır. Bölge insanının kafasında kendisine Kürt oluşundan ötürü farklı davranıldığı tezi oluşmuş olması, etnikleşmeyi güçlendirmektedir. Esasen milli bütünleşme projesi 1980’lerde GAP projesinin devreye girmesi ile dev adımlarla hızla sonuca doğru gidecek Türkiye Cumhuriyeti’nin milli bütünlüğü sosyolojik olarak tamamlanacaktı. PKK’nın bu dönemde ortaya çıkması “Milli Bütünleşme Projesini” sekteye uğratmış ve toplumu “Milli Bütünleşme Projesine” karşı harekete geçirmiştir.
Dikkat edelim: PKK güya “Milli Bütünleşme Projesini” sekteye uğratmıştır. Peki, nedir bu “Milli Bütünleşme Projesi” dedikleri proje?
Tek kelimeyle söyleyecek olursak: Kültürel Soykırımdır. Kültürel Soykırım ise: “Temel mekanizma olarak hakim elit ve ulus-devletin dil ve kültürü içinde tümüyle tasfiye olmaya amaçlayan başta eğitim olmak üzere her türlü toplumsal kurumların cenderesi içine alınıp varlıkları sona erdirilmeye çalışılır. Fiziki imhaya göre daha sancılı ve uzun sürece yayılmış bir soykırım türüdür. Yarattığı sonuçlar fiziki soykırımdan daha felaketlidir. Bir halk veya herhangi bir topluluk için yaşamda karşılaşabileceği en büyük felaket niteliğindedir.Varlığını, kimliğini toplum doğasının tüm maddi ve manevi kültürel unsurlarını terk etmeye zorlanmak, uzun sürece yayılmış kitlesel çarmıha gerilmekle özdeştir.”
PKK Kürt halkının çarmıha kitlesel olarak gerilmesini önlediği için:“PKK’nın bu dönemde ortaya çıkması “Milli Bütünleşme Projesini” sekteye uğratmış ve toplumu “Milli Bütünleşme Projesine” karşı harekete geçirmiştir” denilmesi boşuna değildir.
Devamla:
“Yapılması gereken, bölücü ideolojinin ulaştığı bütün başarıları ortadan kaldıracak bir politikayı bilimsel esaslara dayandırmaktır ve kendisini Kürt olarak tanımlayan bölge halkının eritilerek “Milli Bütünleşme Projesine” dahil edilmesidir. Özetle, örgütün etnik tarih inşası engellenmeli, sosyolojik ve psikolojik bölünmeyi tamir edici, toplumsal bütünleşmeyi geliştirici politikalar geliştirilmelidir” denilmektedir.
Peki, nedir bu politikalar?
“1. Bölgede mağduriyetin ortadan kaldırılması için; psikolog, psikiyatrist ve sosyal psikologların öncülüğünde birçok kapsamlı araştırmanın yapılması şarttır. PKK’nın kurduğu psikolojik tuzak ve mekanizmalar iyi tespit edilmelidir. Toplumsal rehabilitasyon önlemleri için;
a. Bölgede rehabilitasyon
b. Bölge dışında göç neticesinde oluşan gettolarda rehabilitasyon, olmak üzere iki genel çerçeve oluşturmak gerekmektedir.”
Peki, bu nasıl yürütülecektir?
Başka bir paragrafı olduğu gibi alıyoruz. İçindekiler çarpıcıdır.
“2. Başta öldürülen PKK’lıların aileleri olmak üzere yakın çevrelerine yönelik olarak kapsamlı rehabilitasyon çalışmaları başlatılmalıdır. Bu insanlar düşman oldukları halde, düşman olarak görülmemeli kendilerine öyle davranılmamalıdır. Terör ile mücadelede terör sürecinin yaşandığı coğrafyanın insanlarının büyük çoğunluğu potansiyel suçlu olmakla birlikte, bunların potansiyel suçlu olarak görülmesi ve bunun onlara yansıtılması tepkilere yol açabilir. Özellikle PKK’lı gençlerin anneleri ve babaları kazanılmalı, çocuklarını PKK’dan geri almak üzere yönlendirilmelidirler. Bu çerçevede özellikle “Cumartesi anneleri” gibi örgütün politikleştirerek istismar ettiği gruplar tahlil edilerek terör örgütünden koparılmalıdır.”
“Bu insanlar düşman oldukları halde,” cümlesi Derin Özel Savaş merkezlerinin Kürt halkına yaklaşımını açıkça dile getirmektedir. “Bunlar düşman ama düşman gibi yaklaşmayalım aksi taktirde kazanamayız.” Yani kandıramayız yaklaşımı belirgindir. Dikkat edelim “düşmandırlar ama düşman olduklarını bilerek, ancak düşman olduklarını hissettirmeden yaklaşalım” denilmektedir.
Başka ilginç bir bölüm ise: “Devlet ile Halk Arasında Sıcak İlişkiler” adı altında toplanmıştır.
Bir maddesi şöyledir:
“Bölge halkı ile güvenlik güçleri arasında güçlü bir organik bağ oluşturmak gerekmektedir. Bunun için uygulanabilecek birçok yol vardır. Bunun için yapılması gerekenlerden biriside dini bağın vurgulanmasıdır. Bir askeri birliğin bir köye girdiği zaman camide namaz kılması, Ramazan ayında komutanların iftar vermesi, Cuma namazlarına subayların katılması bu alanda olumlu bir örnek teşkil edecektir. Radikal dinciliğe karşı TSK tarafından zaman zaman sergilenen radikal laikçi uygulamalar sadece ve sadece radikal dincilerin zeminini güçlendirmekte, Türk ordusunu olduğundan farklı göstermektedir.”
Bu yukarıda yazılanları okuduğumuzda TSK’nin yine birçok emniyet biriminin özelde bunların üst düzey yetkililerinin Kürdistan’da dini değerlere gösterdikleri hassasiyetin hiçte dine karşı gösterilen saygıdan geçmediğini görmek herhalde zor olmayacaktır. Yapılan sadece ve sadece Kürt halkını kendi özgürlük değerlerinden uzaklaştırma plan ve programları olduğu gözler önündedir.
Başka önemli bir madde ise şöyledir:
“Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatına da toplumsal rehabilitasyon sürecinde çok önemli görevler düşmektedir. Ancak Başkanlığın mevcut yapısı ve klasik görev zihniyeti ile böyle bir görevin üstesinden gelmesi mümkün değildir. Başkanlığın bu noktada devletin ilgili kurumları ile daha etkili bir dayanışma içinde olunması gerekmektedir. Özel olarak yetiştirilmiş imamların bölgeye gönderilmesi ve bu imamların örgütün anti-propagandasını yapacak şekilde donatılması, bölgedeki istihbarat güçlerimizle birlikte çalışmaları gerekmektedir.”
İlginç değil mi? Şimdi TC’nin Kürdistan’a Diyanet Başkanlığının eliyle imam gönderdiği daha iyi anlaşılmaktadır. Tüm bu imamların Derin Özel Savaş’ın projesi temelinde Kürdistan’a gönderildiği, bu temelde çalışma yürüttüklerini:“Görmeyen gözler sadece ve sadece kördür. Duymayan kulaklar sadece ve sadece sağırdır. Bilmeyen beyinlerin ise sadece ve sadece örümcek ağıyla beyinleri örüldükleri için bilinçten yoksundurlar,” diyelim. Diyelim ama peşini de bırakmayalım.
Derin Özel Savaş’a ilişkin yazı devam edecektir.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Günlerdir yolsuzluklar, katliamlar, hukuksuzluklar gündemden düşmüyor.
Tabi bunlarla birlikte gündeme gelen bir diğer konu ise karşı mücadele…
Katliamlar, yolsuzluklar, komplolar, darbeler…
Aslında TC hatta devletli sistemler var olduğundan bu güne katliamlar, komplolar, yolsuzluklar, darbelerhep var oldular.
Tabi yoğunlukları değişti, şekilleri değişti, bazen devletler içindeki güçlerin pazarlıkları sonucu gizlendiler, bazen de açığa çıktılar.
Ama şu nettir.
Hep vardılar!
Ve devletli sistem ve demokrasi güçleri bu halde oldukları müddetçe de hep var olacaklar.
Neden mi?
İki yılını doldurmuş Roboski katliamının ardından askeri savcı ve politikacıların“gereken yapıldı” diye açıklamaları ardından durup bir daha düşünüyoruz.
Roboski’de katledilen 34 insan için herkesin yüreklerinin yandığını, bu duruma herkesin isyan ettiğini biliyoruz. Hatta binlerce kişi bu durumu sürekli protesto da ediyor.
Peki, ne oluyor? Neden böyle oluyor?
Nerede yanlış yada eksik yapıyoruz?
Demokrasi güçleri olarak kameralar önünde adalet istemekten, protesto etmekten başka ne yaptık?
Roboskili çocuklar, kardeşlerini, arkadaşlarını katleden devletin okuluna gitmeyi bıraktılar mı?
O köyden yada çevre köylerden yüzlerce genç, kardeşlerini, aynı aşiretten akranlarını katleden orduya asker olmak için askere gitmiyorlar mı?
Her gün, o devletin, o 34 genci katleden sistemin televizyonlarını izlemiyor muyuz?
Peki, bu nasıl oluyor, neden oluyor?
Çünkü bu katliamları yapan gücü yanlış tanımlıyoruz! Bu olayların hepsini münferit olaylar olarak ele alıyoruz. Sanki a iktidarı yada b iktidarı dönemine has bir uygulamaymış olarak ele alıyoruz. Ya da bilmem hangi yetkili iyiymiş de hangisi kötüymüş üzerine haddinden fazla değerlendirme yapıyoruz. Bu yaptığımız değerlendirmeler bir gerçeği görmediğimizi gösteriyor yada bunlar üzerine fazla yorum yapmak aslında tarihten günümüze beynimizin bir yanında bulunan devletli sisteme olan şüpheyi, öfkeyi gizliyor, dağıtıyor. Bunu biraz biz; biraz da sistemin farklı politikaları yaratıyor.
Bu mücadelede odaklanmamayı da beraberinde getiriyor. Yani asıl hedef ve amaç çok netken bilmem hangi gücün niyeti, politikası üzerinden yoğunlaşmaya girişmek asıl yapılması gereken şeylerinde önüne geçiyor.
Asıl yapılması gerekenler ne diye soracak olursanız:
Devletin dışında bir yaşam örgütleyebilmek.
Bu nasıl olacak?
Öncelikle bu sistemin bir bütünen hırsız ve katil olduğunu bilip, bu gerçeği herkese anlatacağız. Sonra bu gerçekten kurtulmak için, yani bu iğrenç sistemin dışında bir yaşam inşa edeceğiz.
Yani Roboski’den, Şırnak’tan, Botan’dan, Kürdistan’dan başlayarak tümüyle sistemi reddederek sömürülen emeğimizi, örgütleyerek devletin dışında, devletten ve iktidarlardan bir şey beklemeden, kendi kendimizi yöneteceğimiz, kendi kendimize yeteceğimiz, birbirimizden güç alıp-verdiğimiz bir yaşam yaratarak!
Katil ve hırsız bir sistemi reddetmek, okuluna gitmemek, vergi vermemek, askeri, polisi ve memuruyla tüm sosyal, siyasi ilişkiyi kesmekle başlamalıyız.
Bunu birinci yıl dönümünü yaşadığımız Paris katliamı için de söyleyebiliriz. Tamam, protesto ediyoruz da protesto ettiğimiz katil sisteme vergi veriyor, onun daha fazla katliam yapabilmesi için fabrikalarında, işyerlerinde işçilik yapıyor, ticaret yapıyoruz. Yani katliamcı sistemi emeğimizle besliyoruz.
Hem protesto et hem de varlığını sürdürmesi için tüm ömrünü ver.
Peki, bu ne kadar doğru ve ahlaklı?
Şimdiye kadar ki tutumumuzla bu katil ve hırsız sistemin bir çarkı rolü olduğumuzun ne kadar farkındayız?
Mücadele ettiğimiz zamanlarla bu sisteme hizmet ettiğimiz, bu sistemi duygusu ve düşüncesiyle yaşadığımız zaman dilimini bir karşılaştıralım:
Şunu göreceğiz.
Biz bu sisteme karşı mücadeleden çok bu sistemin işlemesi için çalışıyoruz.
Bu durumu aşmadıkça daha çok katliam ve daha çok yolsuzluk ve hırsızlık göreceğiz.
Artık yeter deme zamanıdır.
Kopma vakti gelmiştir. Bu kendi devletini kurma çağrısı değildir.
Kürtlere özel bir çağrı da değildir. Tüm Anadolu halkları içindir bu çağrı.
Sadece Türkiye’dekiler için de değil tüm dünyadaki halklar içindir.
Evet, günler geçiyor, katliamlar artıyor, hırsızlıklar sürüyor. Ve biz bu sistemin içinde yaşamaya devam ediyoruz.
Peki, katliamları, hırsızlıkları yapan mı daha fazla suçludur, bu sistemin içinde yaşayarak bu sistemin çarklarının dönmesine yardım edenler mi?
Evet, durum sandığımızdan farklıdır!
Suçlu biziz. Bu sistemi kabul eden, bu sistemin bir çarkı olmuş hepimiz suçluyuz.
Çözüm nedir?
Çark olmamak, kendi sistemini kendin yaratabilmek!
Andok Kelaşin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları saat 3:00 'ten itibaren 12 Ocak öğlen saat 11:30'a kadar Medya Savunma alanlarımızdan Xakurke bölgesinde yoğun keşif uçuşu yapmıştır.
2. 11 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları 2.30'dan akşam saat 19.00'e kadar yine 12 Ocak tarihinde saat 7:00 ile 09:00 arası Medya Savunma alanlarımızdan Metina bölgemiz üzerinde yoğun keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 11 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları saat 3:00 'ten itibaren 12 Ocak öğlen saat 11:30'a kadar Medya Savunma alanlarımızdan Xakurke bölgesinde yoğun keşif uçuşu yapmıştır.
2. 11 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları 2.30'dan akşam saat 19.00'e kadar yine 12 Ocak tarihinde saat 7:00 ile 09:00 arası Medya Savunma alanlarımızdan Metina bölgemiz üzerinde yoğun keşif uçuşu gerçekleştirmiştir.
- Ayrıntılar
9 Ocak 2013 tarihinde gerçekleştirilen Paris Katliamı üzerinden tam bir yıl geçti. Dünyanın sayılı merkezlerinden biri olan Paris’in göbeğinde gerçekleşen tarihin bu en vahşi katliamı hala tam aydınlatılmış değil. Tam aydınlatılmamış diyoruz, çünkü Kürtlere göre katliamı yaptıranlar genel olarak belli. Zaten katliamı gerçekleştiren başkişi de tutuklanmış durumda. Fakat her nedense Fransa yönetimi katliamı kimlerin yaptığını ve de yaptırdığını tümüyle açıklamıyor. Henüz yeterince çözemediğini ve çözdüğü zaman gereken açıklamaları yapacağını belirtiyor.
Tabi söz konusu açıklamalar olayla ilgili olanların çoğunu ikna etmiyor. Özellikle katledilen üç kadın devrimcinin aileleri ile Kürdistan halkı ve dostları Fransa yönetiminin tutumunu hiç kabul etmiyor. Çünkü bir yıldır Kürtler ayakta, söz konusu vahşi katliamı kınıyor. Özellikle Kürt kadınları bir yıldır katliamın aydınlatılması için gece-gündüz demeden eylem yapıyor. Olayı aydınlatabilmek için her türlü bilgi kırıntısını bile değerlendirmeye tabi tutuyor. Şehit devrimciler Sara(Sakine Cansız), Rojbîn(Fidan Doğan) ve Ronahî(Leyla Şaylemez)’nin anısına böyle sahip çıkmaya çalışıyor.
Kuşkusuz 9 Ocak 2013 Paris Katliamı çok profesyonelce işlenmiş bir cinayet durumundadır. Dolayısıyla yapanlarla birlikte yaptıranların da olduğu bir katliam oluyor. Belli ki uzun süren bir hazırlığa dayalı ve çok planlı bir biçimde gerçekleştirilmiş bulunuyor. Yani basit ve üstünkörü yapılmış bir iş değil. Fakat Fransa Devleti de öyle zayıf ve çaresiz bir devlet değil. Yine geçen bir yıllık süre de hiç kısa bir süre değil. Üstelik katliamı yapan bir kişi de elde tutuklu bulunuyor. Bütün bunların sonucunda Fransa Devletinin katliamı aydınlatamamış olması mümkün mü?
Elbette mümkün değil. Bu nedenle Fransa’nın sosyalist yönetiminin tutumu inandırıcı bulunmuyor. Kürtlerdeki genel kanı şu: Ya Fransa Devleti de katliam olayının içinde, ya da katliam olayı üzerinden çıkar sağlamaya çalışıyor. Tabi bunların her ikisi de sonuç olarak aynı kapıya çıkıyor. Yani Fransa yönetimi katliamı yapanları da, yaptıranları da biliyor. Çünkü bu bilgilere sahip olmazsa katliam olayı üzerinden çıkar sağlayıcı çalışmalar (yani pazarlıklar) yapamaz. Zaten olayın içindeyse, o durumda da her şeyi bilir.
Fransa yönetiminin olayı aydınlatmaması çok yönlü tartışmalara yol açtığı gibi, Kürt sorununun çözümü ve Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından da fazlasıyla zarar verici olmaktadır. Çünkü katliam olayı bu konularla doğrudan bağlı ve iç içe bulunmaktadır. Kürtlerdeki genel kanaate göre, Paris Katliamı Kürt sorununun çözümünü istemeyen güçler tarafından ve çözümü engellemek için tezgahlanmıştır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan da “Paris Katliamı’nı yapanlarla uluslar arası komployu tezgahlayanların aynı güçler olduğunu” ifade etmiştir. Böylece olaydan Kürt sorununu yaratanları ve çözümünü istemeyenleri sorumlu tutmuştur.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, katliamın birinci yıl dönümü üzerine yaptığı açıklamada olaydan “Devlet içindeki paralel devleti” sorumlu tutmuştur. Bununla Fethullahçı hareketi kastettiğini de açıkça belli etmiştir. Bu temelde Toroslar’da helikopteri düşürülerek öldürülen Muhsin Yazıcıoğlu’nun kurduğu parti olan “Büyük Birlik Partisi”nin militanlarının kullanıldığını belirtmiştir. Paris Katliamı‘nı gerçekleştirmekten tutuklu bulunan Ömer Güney’in aile çevresinin BBP’li olması bu görüşü doğrular niteliktedir. Yine Avrupa-Türkiye arasında sık sık gidip gelmesi de bu görüşü güçlendirmektedir. Eğer bu görüş doğrulanırsa, o zaman geçmişte MHP’nin “Ülkü Ocakları” isimli derneğinde yer alan militanların yaptıklarını şimdi BBP’li militanların yaptıkları ortaya çıkacaktır. Bu da Muhsin Yazıcıoğlu olayının aydınlatılması açısından da önem taşıyacaktır.
Paris Katliamı konusunda AKP yöneticilerinin açıklama ve tutumları da oldukça dikkat çekici olmuştu. Daha olay basında bile yeterince duyulmadan açıklama yaptıkları gibi, bir de sanki olayı biliyormuşçasına sözler sarf etmişlerdi. Öyle ki, M.Ali Şahin “Benzer olaylar Almanya’da da olabilir” diyecek kadar ileri gitmişti. Hüseyin Çelik olayı PKK içi çatışma olarak gösterebilmek için epeyce çaba harcamıştı. Bu nedenle de haklı olarak AKP yönetiminden kuşku duyulmuş, katliamın arkasında AKP’nin olduğu yönünde açıklamalar yapılmıştı.
Şimdi AKP yönetimi, benzer başka olaylarda yaptığı gibi, Paris Katliamı‘nda da fail olarak “Paralel Devlete” dikkat çekmektedir. Yani katliamın arkasında kendilerinin değil, Fethullahçı hareketin bulunduğunu işaret etmektedir. Acaba bu görüş ve iddia doğru olabilir mi? Farklı ve birçok kesimin katliam olayından paralel devleti sorumlu tutuyor olması, kuşkusuz bu görüşün ciddiye alınmasını ve dikkatle değerlendirilmesini gerektiriyor. KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı’nın ifade ettiği görüşlerin doğruya en yakın olduğu anlaşılıyor.
Fethullahçı hareketin böyle bir şey yapmış olması mümkün mü? Elbette bizzat yapan olarak değil, fakat yaptıran olarak mümkündür. BBP’li militanların da tetikçi olmaları mümkündür. Zaten AKP-Fethullahçı kavgasından çıkan sonuçlar, benzer birçok şeyin yapıldığını göstermektedir. Örneğin Ergenekon ve Balyoz gibi birçok yargılamanın Fethullahçıların işi olduğu ortaya çıkmaktadır. Zaten KCK Davaları ile Kürt sorununun çözümünü engelleyen birçok uygulamanın Fethullahçıların işi olduğu biliniyordu. AKP ile ortak iktidar oldukları dönemde Fethullahçıların oldukça etkili oldukları gerçeği açığa çıktı.
Elbette bütün bunlar doğru olabilir. Fethullahçılar da AKP yönetimi gibi son derece kirli olabilir. Fethullahçıların devlet içinde devlet gibi hareket ettikleri zaten bilinen bir gerçektir. Fakat bütün bunlar doğru diye, AKP iktidarı sürecinde yapılanların hepsinden “Paralel devleti” sorumlu tutmak kuşkusuz doğru olmaz. Bütün kötülükler, faşist baskı ve sömürü, Kürt sorununun çözümünün engellenmesi gibi olayların hepsinden sadece Fethullahçı hareket sorumlu tutulamaz. Bu konuda yanlış yapmamak, AKP’nin sorumluluğunu gizleyici bir tutuma girmemek çok önemlidir.
Kuşkusuz geçen süreçte yaşananlardan birinci planda sorumlu olan AKP’dir. Kürt sorununun çözülmemesinden de, Türkiye’nin demokratikleştirilmemesinden de AKP iktidarı sorumludur. Kürtlere karşı yürütülen savaşın, yüzlerce Kürt gencinin ve çocuklarının katledilmesinin, Roboskî katliamının sorumlusu AKP’dir. Paris Katliamı gibi olayların gerçekleştirilmesinden bizzat sorumlu olmasa bile, yine de suç ortağı konumundadır. Yani hem suçlunun arkadaşıdır, hem de olup bitenlerin siyasi sorumlusudur.
Bunlar birinci yıldönümünde Paris Katliamı’nın düşündürdükleridir. Elbette olayın tam olarak aydınlatılamamış olması en önemli durumdur. Bundan en çok Fransa yönetimi sorumlu olsa da, bu durum bizlerin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Nitekim katliamın hem vahşeti, hem de siyasal derinliği hepimizin sorumluluğunu ağırlaştırmaktadır. Paris’in merkezinde alçakça bir kadın kırımı gerçekleştirilmiştir. Hem bu durum, hem de bir yıl geçmiş olmasına rağmen olayın tam aydınlatılmamış olması insanlık için adeta bir yüzkarasıdır.
Bu noktada katillerin üzerine kararlılıkla yürüyen ve Paris şehitlerine sahip çıkan Kürt halkının ve kadınlarının tutumu insana biraz güç ve moral vermektedir. Geçen bir yılda yürütülen çalışma ve mücadele ile Paris şehitleri tüm insanlığa tanıtıldığı gibi, Kürdistan’da özgürlük mücadelesi geliştirilerek ve kadın özgürlük mücadelesi güçlendirilerek katliama devrimci cevap verilmiştir. Böylece üç kadın devrimciye sahip çıkılarak birer özgürlük sembolü haline getirilmişlerdir.
Kuşkusuz yapılanlar önemli olsa da yetersizdir. Mevcut düzeyle yetinmemek, ikinci yılda katliamı tümüyle aydınlatarak katillerden gereken hesabı sormak hepimizin boyun borcudur. Bu borç yerine getirilerek Paris şehitlerinin rahat uyumaları sağlanacaktır. Bu temelde Kürt halkının ve kadınının üç yiğit evladı ve önderi Sara, Rojbîn ve Ronahî’yi şehadetlerinin birinci yıldönümünde saygıyla ve minnetle anıyoruz!
Selahattin Erdem
YENİ ÖZGÜR POLİTİKA
- Ayrıntılar
Dinler her zaman çıkışlarında anti kapitalisttirlerdir.
Başkan Apo yıllar önce: “Din, insanlık kadar eskidir. İnsanlığın oluşumundan ayrılmaz bir parçadır.
İnsanın varlığı dinsel bir varlıktır. Dini tanımayan hiçbir toplum yoktur. Hepsinin yaşamında din vardır. Din, insanlığın oluşumunda vazgeçilmez bir evre olarak değerlendirilmelidir. İlk insan türünün kendi zayıflıklarım gidermesinde, kendini ruhen doyurmasında, kendini güçlü, kuvvetli hissetmesinde önemli bir role sahiptir.”
“Bugün zorlu düşünceye sığınarak en güçlü eylemlere yöneliyorsunuz; demek ki, din manevi bir kuvvet olarak başlangıçta insanlar için vazgeçilmez bir öneme haizdir.” demiş ve dinin yaşamın tüm alanlarında etkili bir düşünce biçimi olduğunu çok genişçe ele alarak, toplumlara sanal bir şekilde empoze edilmeye çalışılan dinin ağırlıklı olarak: “Doğaüstü tasarımlar ve işlemler bütünü olarak tanımlandığı gibi, fizik olayların fizikötesi yöntemlerle açıklanması” tespitinin yetersiz ve eksik bularak eleştirmiştir. Ya da: “En genel anlamda bir yaratıcı güç ve bu yaratıcı gücün kadir-i mutlak iradesi temelinde evren, doğa, toplum ve insanın; bu dünya ve ölüm sonrası yaşama ilişkin sistematize edilmiş, derli-toplu düşünceler” demenin de yetmediği açıktır.
Yukarıda dile gelenlerin içerisinde doğruluk payı elbette bulunmaktadır. Ancak din gibi insan toplumsallığının ve yaşamının her yerinde bin yıllarca sirayet etmiş ve bugünde tüm yönelimlere karşın ayakta duruyorsa orada biraz durup düşünmek gerekmektedir.
Din her şeyden önce toplumsallığı esas alan, hatta geliştiren bir düşünce biçimidir. Çoğu zaman ya da çıkış koşullarında her zaman toplumsallığı dağıtmak isteyen, toplumsallığı baskılayan savaş ve iktidar güçlerine karşı büyük bedeller pahasına direnmiştir. Karşı çıkmıştır. Nerede toplumu düşürmeye dönük el uzatanlar çıkmış ise orada din devreye girerek karşı çıkmıştır. Bir nevi din toplumun binlerce yıl oluşmuş olan ahlaki değer yargılarını sahiplenen bir düşünce ve yaşam biçimi olmuştur.
Bu konuda: “Ahlakla dinin ilişkisi çözümlenmesi gereken önemli bir sorundur. Nasıl ki ahlakla doğrudan demokrasi arasında bir özdeşlik kurmak mümkünse (uygarlık dışı ve karşıtı toplumlar için), benzer bir özdeşlik din ve ahlak arasında da kurulabilir. Dinin henüz uygarlık damgasını yemediği koşullarda ahlak, din ve doğrudan demokrasi iç içe yaşanır. Ahlak dine göre daha öncelikli oluşan bir kurumdur. Din öyle anlaşılıyor ki, ahlakın daha çok tabu, kutsallık, büyüleyicilik, anlam vermekte güçlük çekicilik, doğa güçlerini kontrol edemezlik duygu ve düşüncesi boyutlarıyla ilgilidir. Toplumun kendi doğası dışında doğayı da tanıyıp kabullenmeyi idrak etmesi, hem korku hem merhamet duygusu uyandırıyor. Yaşamlarının çok bağlı olduğunu fark ettiği bu doğa ve güçlerinin olumsuzluklarından sakınma, olumluluklarından da yararlanma düşüncesi ilkel, orijinal din kurumu ve geleneğinin kaynağı gibi görünmektedir” tespitinden de görüldüğü gibi öncelikli olarak topluma ölçü verme, toplumu belli değerler etrafında tutma gücüdür de. Doğaya hoyratça yaklaşmanın önünü de alıyor.
Tarihin şafak vaktinden bugüne kadar her zaman dinler dediğimiz gibi ilk çıkış koşullarında toplumları baskılayan baskıcı güçlere karşı direnmesini ve direnmeyi öğütmesini bilmişlerdir. Bugünde bu böyledir.
Birçok dini öğreti vardır. Ancak hepsinin ortak yönleri neredeyse aynıdır. Hepsinin ortak yönü yeniden belirtecek olursak toplumsallığı korumaya dönük olan hassasiyetleridir. Toplumsallık ise bire bir ahlakla ilgili bir durumdur. “Demokratik kapsamı içinde din ve ahlak arasında özdeşlik vardır. Dolayısıyla ibadet yerleri en çok toplumsal ahlakın işlendiği kurumlar olmak durumundadır. Başta kilise ve camiler olmak üzere, ibadethaneleri birer pratik ahlaki kurum olarak değerlendirip, ahlaki toplumun inşasında kullanmak en doğrusudur. Özellikle camileri Hz. Muhammed dönemindeki yaygın ahlaki merkezler olarak icra edilen işlevlerine yeniden kavuşturmak önemlidir. Demokratik modernitenin, ahlaki ve politik toplumun yeniden inşa edildiği ahlaki kurumlardır.”
Dikkat edersek, dinin buradaki rolü toplumun sorunlarını çözen bir roldür. Toplumsallığın dağılmasının önünü alan temel bir güçtür. Dinler toplumsallığı esas alırlarken, bugün ya da tarihin derinliklerine kadar uzanan süreçlere kadar iktidar güçlerinintopluma dönükneyi esas aldıklarını sormak yerinde bir soru olabilir. Ve tabi bu sorunun yanına birde bugünün iktidar güçlerinin nasıl bir toplumsallığı esas aldıklarını da sormamız gerekir.
Özcesi iktidar güçlerinin kendi iktidar alanlarını geliştirebilmeleri için, yine insanları istedikleri gibi yürütebilmeleri için nasıl bir toplumsallığı kendilerine esas almaktadırlar?
Öncelikli olarak toplumu parçalamaları gerekiyor. Bunu yapmak için ise bireyi rapt u zapt altına almaları gerekiyor. Bununda en iyi yolu ahlak yani toplumun doğal tarihi süreç içerisinde süzülerek gelen değer yargılarını aşındırmaları gerekiyor. Biz buna toplumu param parça etmeleri gerekiyor diyelim. Toplumu parçalara bölerek sadece ve sadece bireyler haline getirmeleri gerekiyor. Peki, bir toplumu parçalara bölerek nasıl sadece bireyler haline getirilir diye de sorabiliriz. Egemenler toplumun sürekli parçalı kalabilmesi için özel olarak hukuk kurumunu oluşturmuşlardır. Toplumun öz savunma mekanizmasının rolünü oynayan ahlakı aşındırarak-ki ahlak toplumsallıktır-darbeleyerek bunun yerine bireye indirgeye bilmeleri için dediğimiz gibi hukukun yoluyla bir güce,-bu güç devlet olur, her hangi bir iktidar odağı olur- bağlamaları gerekiyor. Aksi taktirde toplumu bölemezler. Hukuk iktidar güçlerinin katı bir kurumsallaşmasıdır. “Hukuk devletin siyasi güç eyleminin kalıcı kuralı ve kurumlu bir biçim almış hali olarak değerlendirilebilir. Bir nevi donmuş, sakin istikrar kazanmış devlettir” demek yanlış olmadığına göre, hukukun yoluyla toplumu egemenlerin rapt u zapt altına aldıkları kendiliğinden anlaşılır.
Devleti daha çokta ulus devletini zamanında Almanların en meşhur olan filozofu ola Hegel: “Tanrının yeryüzüne inmiş hali” diye tanımlamıştı. İlginç gelebilir ama yine aynı Hegel ulus devletin en ileri savunucusu ve bir nevi ulus devletin en ileri düzeydeki savaşçısı olan Napolyon’u ise: “Yeryüzünde yürüyen tanrı” olarak tanımlamıştı.
Dikkat edelim, “devlet artık değeri, ideolojik araçları, zor aygıtları içine alan yönetim sanatıdır.” Yani “iktidarın hukuklaşmış biçimlerinin tümüne devlet demek” gerekiyor. Bu ise: “Çerçeveyealınmış, kuralları belirlenmiş kurumlar bütünlüğü içinde yoğunlaşmış iktidar devleti ifade etmektedir.”
Yoğunlaşmış iktidar ise yüzde yüz hırsızlıktır, gasptır, talandır, savaştır, vurmadır, kırmadır, talandır, soygundur. Yani ahlaksızlıktır. Boşuna başka büyük bir alman filozofu olan Nietzsche: “Tanrılaşan devlet karıncalaşan emekçiler ve bireyler, karılaşan iğdiş edilen toplum”dur dememektedir. Çünkü topuma yüzde yüz hakim olmuş bir yapı yüzde yüz onun ruhsal, düşünsel ve yaşamsal sahasına müdahale edecek olan bir güç demektir ki, bu ise kesinlikle karıncalaşan bir insan ve insan topluluğu demektir.
Ancak unutmayalım ki tüm dinler insanın karıncalaşmasına karşı durmuşlardır.
Hz. İbrahim kendilerini zulmün sahibi gören Nemrutlara karşı çıkarak çıkış yapmıştır.
Hz. Musa kendisini tanrı gören Firavunlara karşı çıkarak çıkış yapmıştır.
Hz. Zerdüşt zamanın zalimleri olan Asur imparatorluklarına ve kendilerini tanrı katına çıkaran bu merkezlere karşı çıkarak kendi ahlak öğretisini geliştirmiştir.
Hz. İsa ise kendilerini yeryüzünün tek sözcüleri olarak gören Romalılara ve tüm yerli işbirlikçilerine karşı çıkarak çıkış yapmıştır.
Hz. Muhammed ise Mekke’de önce tanrı katına çıkartılan putları kırarak yola çıkmıştır.
Tabi Budha, Sokrates, Mani, Mazdek, Hallac, Babek, Cavidan, Şeyh Bedreddin, Thomas Münzer, Pir Sultan ve niceleri toplumu toplum olarak korumak için canlarını vermekten geri durmayarak çıkışlarını görkemli zulüm merkezlerine karşı yapmışlardır.
Büyük ahlakçı Adorno’da: “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” demiş ve yanlış örülmüş olanın doğru olamayacağını ve doğru yaşanamayacağını dile getirmiştir.
Yanlış hayat denilen gerçeklik özünde toplumsal gerçekliğinde kopartılmış bireydir. Ya da toplumundan kopartılmaya çalışılan bireydir diyelim.
Kapitalitisti nasıl tanımlayacağız? Herhalde kapitalistin en hafif tanımı, hırsızdır. Boşuna: “Tüccar malın en iyi kokusunu alan kişidir. Ya da Tüccar nerede en iyi hırsızlığı yapılabileceğini en iyi bilen kişidir” denilmemiş ki!
Peki, kapitalist ya da kapitalizm hırsızlık sistemini nasıl kurur ya da kurabilir? Kapitalizm, hırsızlığı meşru hale getirebilirse orada hırsızlığını da hırsızlık sistemini kurabilir hale gelebilir.
Peki, hırsızlığı bir kapitalist nasıl meşru hale getirebilir, ya da getirir? Verilecek tek bir cevap vardır, o da bireyi toplumdan kopartarak. Toplumu toplum olmaktan çıkartarak. Bireyin birey olmaktan çıkarılması için ya da toplumun toplum olmaktan çıkması için ise yapılması gerekli olan ahlaki değerleri ayakaltına almaktır. Bunun da yolu dinin tarihte oynadığı tersine çevirerek dinin insana ve toplumlara verdiği ahlaki değerleri tersyüz etmektir. Başka bir deyimle tarihte dinlerin çıkış nedenlerini sulandırarak, dinlerin geçmişte oynadıkları rollerin içini boşaltarak bunu yapabilir. Bunu da yapabilmesi için dini özünden boşaltması gerekiyor.
Yukarıda sıraladıklarımız toplumu gösteri toplumu haline getiremedikçe istediklerini yapamazlar. Bir kez gösteri haline getirilmek için ise önce tüm toplumsal değer yargıların içini boşaltmak gerekiyor. Ki bu da yozlaştırmaktır. Bitirmektir. Dinler ise yozlaştırmaya karşı her zaman duyarlı olmuşlardır.
İşte, kapitalistler ya da kapitalizm dini özünde boşaltamadıkça dinler her zaman anti devletçi, anti iktidarcı, anti tekelci ve antikapitalisttirler.
Dikkat edelim, devletlerde, iktidarlarda, tekellerde ve tabi bunları pratikleştiren kapitalist ve kapitalistlerde tümü toplumların ellerindeki birikimleri soyma dayalı örgütlenmeler ve yapılardır.
Bunun için diyoruz ki “DİNLER, HER ZAMAN ANTİ KAPİTALİSTTİR”dirler. Dinlerin ilk çıkış günlerinde de böyle olduklarını tüm kutsal kitaplar bize söylüyor. Boşuna tüm dinler artırmaya hep şüpheyle bakmamışlardır. Hatta artırmayı yani hırsızlığı, mal biriktirmeyi günah saymamışlardır. Bu gerçekliği bilerek toplumsal ahlakı ve vicdanı her zaman, her yerde koruma ve geliştirme temelinde toplumsallığı hem de komünlerde yaşama biçiminde esas almayı kendimize şiar edinelim. Aksi taktirde kapitalistler gibi hırsız ve vurguncu olanların cenderesinde kurtulmak herkes için zor olacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Süreci yoğunca, oldukça kapsamlıca işlemeye devam ediyoruz. Şüphesiz çok gerekli olduğu için bu yoğunlukta çok kapsamlı sorular soruldu. Amacı, kendinizi sorgulamaya tabii tutmamızdır. Kendini kandırmış, yanlış temellendirmiş, yanlış büyütmüş; anladıklarıyla uyguladıkları, özüyle biçimi, sözüyle pratiği arasında uçurumlar olan kişiliği sorgulamaksızın, onu açıp, çözüp yeni temellerde hem öze, hem biçime kavuşturmaksızın, devrim gibi ateşli ve en ince bir sanatı başarıyla yürütenleyiz. Perişan hallerinizi gördükçe, daha böyle nedenlerini anlayarak mutlaka bu koşulları zorlayarak sizleri bir çözüm gücüne doğru götürmeyi ben vazgeçilmez görev olarak görüyorum ve bunun için mutlaka vermem gerekir diye kendimi de kapıyorum.
Artık bırakalım bir halkı, onun çok tanınmaz hale getirmiş tarihini ve güncelliğini çözmek, kendinizi böyle bırakırsanız, en ciddi engellerden birisi olacaksınız. Şimdi bunun da hiç bir gerekçeyle savunulur yönü yok. Kendini çözemeyen ne verebilir? Birçok yönüyle yetersizliği dobra dobra üzerinde akan birisi yine amaçlarına uygun neyi verebilir? Şimdi görebildiğimiz, o açığa çıkan gerçeklik, amacı doğrultusunda kendini bırakalım ciddi ve başarılı vermeyi, onu kemirmeyi neredeyse sanat haline getirmiş ve oldukça da kendini kandıran iyi niyetli kişilikler, ortalığı, ortamı kaplamış gidiyor. Ne olursa olsun burada ister vicdani uyanış, ister bir açılım, günümüzde mutlaka halletmemiz gereken sorunlarımıza, görevlerimize cevap oluncaya kadar burada temellendirmemiz ve ortaya çıkarmamız gerekir.
Devrim ha babam usulüyle yönetilecek bir eylem değildir. Bu yöntemleriniz ha babam yöntemlerinden daha zavallıca. Çok dağınıksınız. Ben devrimin etkili bir kaç kişiliğini gerçekten içinizde göremiyorum. Son yıllarda, bu büyük çabalara rağmen sağanaklardan, dolulardan kaçıp PKK çadırı altına yerleşen zavallılara benziyorsunuz. Cüretkâr, göğüs geren, yürüten bir güç haline gelmeniz ve temsil etmeniz pek gözükmüyor. Şu anda Kürt gerçeğinde en çok iddia edilen; bunların pek adam olamayacağı biçiminde bir yargıdır. Halen alemin tereddüdü var. "Eskiden böyle bir şey yok" denilirdi. "Şimdi varlar, fakat sağlıklı kurtulabilecekleri kuşkuludur" diyorlar. Ve bunun da en temel nedeni sizler oluyorsunuz.
Bakın duyarlı insanlar kendini biçimlendirirken alemin ve yakın çevresinin nazarlarını dikkate alırlar. Sizin durumunuz, bana gerçekten sürekli karşı çıktığım bir durumu hatırlatıyor. Çevresini kendine göre ayarlayan, ama hep verdiği bir şekilsizlik, bir yük, ağırlık teşkil eden kişilik durumu. Bırakalım benim temsil ettiğini PKK'nin bunu çekmesini, halk bile çekemez bu kişiliği. Burada verdiğimiz en önemli bir ders de şu: Biz PKK ortamını, hem içimizi, hem yönettiğimiz halkı, böyle zorlayacak kişilere bırakamayız. Şimdi köylü sığlığınızla veya işte, varsa diyelim, biraz daha kendini kurnaz sanan, yarı aydın kentli demagojiyle bu işin altından çıkamaz. Eski hikayeyi yeni kelimelerle süsleyecek, yeni bir hikaye anlattığınızı sanmayalım. Yani devrim hikayelerini anlatacağınızı ve inandıracağınızı sanmayalım. Zorla güzellik olmaz, istediğiniz kadar ince yöntemlerle bu kişiliği PKK'ye dayatarak sonuç almayacağınızı bilmelisiniz.
Bunun için gerekli olanı vurgulayalım; iyi bir öğrenci, iyi bir dinleyen olabilmek, öğrendiğine tutarlı karşılık vermek. Devrimlerin savaş ve ezici yetkisini biliyoruz, bu bizde tam bir felaket olur. Diğeri de en az onun kadar tehlikeli. Yanı eskiden de kölelik arz eden edilgen, bilgisiz, çaresiz davranışlar; görünüşte ne kadar iyi niyetli de olsa, bunların çok tehlikeli bir alçaklık olduğu hiçbirimizin göz ardı etmemesi gerekir.
Öğrenme işini bu kadar savsaklamak anlaşılır gibi değildir. Meşhurdur, tarihin en büyük kılıcı Hz. Ali'nin deyişi var, "bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum." Öğrenmeye bu kadar bağlı bir insan tarihin kılıcı ünlerini kazanmıştır. Siz her gün öğrenme ile oynuyorsunuz. Nasıl kılıç olacaksınız? Yani; kendinize o en çok yakıştırdığınız komutan, şervan olacaksınız. Bunu çözmemiz lazım.
Toplumdan kaçtım, PKK'ye yol açtım. Beni PKK'den kaçmaya zorluyorsunuz. Kaçtığım toplum gibi bir topluluk oluşturup, beni bir kez daha kaçırtmak. Tabii ben kaçamam. Ben yeni bir parti içinde parti oluştururum. Bütün anlayışlarınıza -tecrübem de vardır- gerekirse günde bir parti yaratarak karşılık vereceğim. Sizin partiyi sizin başınıza çalacağım. Bunu yapıyorum da. Bu tabii sizi moral bozukluğuna, hayal kırıklığına uğratıyor. Ama unutmayın ki, karşınızda bir parti ustası var. Bunu sağlayabilecek güçtedir. Nerdeyse herkesin kendine göre particikleri var, elbette ki başlarına yıkılacaktır. Sıkılmayın, nedeni sizsiniz. Benim partimin halkın temel hayati çıkarlarına cevap veren bir parti olduğu doğrudur. Zaten ben şu anda halk içinde fazla tartışılmadığım gibi, değerimi koruyorum, geliştirdikçe geliştiriyorum. Parti içinde de istediğim davranış özgürlüğünü, onun eğitimini, örgütlenmesini, eylemini yürütüyorum. Fakat sizler benim kadar rahat değilsiniz. Burada suç kendinizindir. Hangi partide olduğunuzu bilmeniz gerekir.
Benim tespit ettiğim diğer bir husus; çok ataerkil olduğu kadar, çok düzenden kalma oldukça ruhsal ve zihinsel bazı hastalıklarınızı yaşama cüretkârlığını gösteriyorsunuz. Ki, bu inat, keyfilik dediğiniz çok etkili olan, hele yetkiye kavuştu mu daha da kendini dayatan, farklı bir anlayış oluyor. Üst boyutta sorgulama pratiklerimiz bunu daha da netleştiriyor. Bunun kolay olmadığı, yani kendi partileşmesinin anlamlı bir partileşme olmayacağını iyi gösteriyor. Gücünüz varsa, benim partiye gelin. Yani ben kendi partimi savunuyorum ve gönüllüdür, size katılım çağrım. İşinize gelmiyorsa gerçekten hoşça ve boşça yerinizde kalmanızdan da oldukça razıyım. Bir yükten de kurtulmuş olunur. Ama her gün partimizin içinde yeni particikler kurmak akıllılık değildir. Eğer gerçekten partimizde partileşmek istiyorsanız, tepeden tırnağa bu yöntemlerinizi, bu tarzlarınızı, bu yaklaşımlarınızı, bu temponuzu değiştirmeyi göze almanız lazım. Benim sizlere saygım var. Eğer bir başarı olanağımız olsa zaten değerlendiriyorum, onu çekiyorum, % 1'i tutunacak yanların hepsini alıp birleştiriyorum. Değerlendirme hatamın olduğunu hiç sanmam. Ama gelirken bin bir yanlışlıklarıyla, şekilsizlikleriyle, çirkinlikleriyle kendinizi kabul ettirmeyi bekleyemezsiniz. Neden benim partim son yıllarda Kürdistan ufuklarından yükseldi? Çünkü doğru partileşmeydi, çünkü halkın giderek çıkarlarını temsil ettiği bir parti olduğu anlaşılıyordu. Bunu iyi temsil ettiğim anlaşılmasaydı, halkın desteği bu kadar ayakta kalabilir miydi? Hatta dünyada ilk defa sesimize kulak vermeler bu kadar gelişir miydi? Kürt'ün imajı hep ajanlık gibi algılanırdı.
Umut kişiliği diye hiçbir şey düşünülemezdi. Ama bu son yıllarda bu da yıkılıyor. Ve bunların hepsine önderlik ettik. Bütün bunlar kanıtlanmış, doğru parti gerçekliğidir. Hem bunlara inanacak, hem anlam verecek, hem de katılımınızı bu çerçevede giderek kesinleştireceksiniz. Eskici dükkanından aldığınız eşyaları, son düz kumaşla değiştirmeyi öneriyorsunuz bana. Ben ne yapayım, o eski püskü şeylerinizi, giysem iki günde çıplak kalacağım. Savaş gibi bir yerde beni çırılçıplak bırakır düşman karşısında. Bizim elbiseler zırh gibidir. Giyeni her türlü soğuğa ve sıcağa karşı korur. Bunları esas almalısınız. Eğer içinizde "üşüdüm", "bayıldım", "sıkıldım" diyorsanız bunun nedeni; PKK elbisesini giyemediğinizden ötürüdür. "Midemde, yüreğimde bir ağrı vardır" diyorsanız, bunun gıdasını almadığınızdan ötürüdür. Kesinlikle, burada bir günde partileşin diyen yok. O, acımasız bir savaşım içindir. Ama bile bile hatada ısrarın da kesin yanlış olduğu, bunun farklı görüşü de demeyeceğim. Farklı bir partileşmeye, hem de çürüğü, çıkığı çok belli olduğu halde.
Esas diğer bir özelliğimiz de, güç getirememedir. Farklı bir partisi olmayanlarla diğer önemli bir özelliği; zavallı yatalak gibi bir durumda olmasıdır. Hasta, yatalak ancak dört kişi onu taşırsa sağına, soluna bakabilir. Çünkü bizim partimizde büyük bir kesimde bu yatalak durumu temsil ediyor. "Ben çok hastayım, parti taşısın beni" demek, yanlış bir seçimdir. Belki özel bir kliniğe alınabilirsiniz ama PKK'nin içinde asla böyle olamazsınız. Adı üstünde PKK; en zoru başaran harekettir. En zoru, yani Kürdistan devrimini omuzlayan insanların hareketidir. En sağlıklı, ruhta, düşüncede ve fizikte en kudretli olanların birleştiği öncü örgüttür. Hastaların burada işi olamaz. İşi olamayanların, neredeyse kusursuz olmaya yatkın adımların sahibi olmayanlar, burada yol alamaz. "Hastayım PKK gelsin beni şifaya kavuştursun." Şu anlamda belki bunun anlamı vardır: "Yeni geldim beni eğitsin" bunu yaparız. Ama adeta hastalık hastası gibi bir yaklaşım ki bu da ezici çoğunluğu temsil ediyor. Toplumda böyle bir yaşam bulamamışsın, PKK içinde vardır. Bu tamamen bir riyakarlık yani ikiyüzlülük ve belki de düşmanın psikolojik savaşımından içimizde yaydığı, bizzat yaydığı hastalıklardan daha tehlikeli olduğu anlamına geliyor. Ne pahasına olursa olsun bu kişiliği yaşatmayalım. Partileşmeyi dar anlamayalım. Bir kaç tüzük esasları dâhilinde davranmak olarak anlamayalım. Yine bazı genel ilkelerine bağlı olmak biçiminde anlamayalım. Yine sözüm ona, yönetimlerden kaynaklanan emirlerle yürümenin sağlanacağını sanmayalım. Yaşam tarzı, salt yine siyasal bir olay değil, askeri boyutundan, kültür boyutuna ekonomik yaşam tarzından hayallerine kadar komple bir yaşam ve savaş gücü olmayı ifade ediyor. Hele diğer partilerle PKK'yi karıştırmayalım. Zaten, komünist örnekler de dâhil bugün dünya çapında partileri, bir engel olarak değerlendiriyorlar. Klasik sağ-sol, komünist-faşist, bütün partileşmelerin bir darboğazı yaşadığı ve artık insanlığın önünde aşılması gereken engeller olarak dikildiğini, gittikçe sıkça duymaktayız. PKK bu anlamda da klasik partileşmelere benzemez. Belki de PKK'nin en önemli bir özelliği budur. Dolayısıyla birçok partiler aşılır. Ve en güçlü devlet sahibi olanlar bile yıkılırken, PKK gibi en inanılmazı gerçekleştiren dolayısıyla kendini büyüten bir örnek evrenseldir. Daha doğrusu onu kendinde somutlaştırandır. Ve dikkat edilirse, dünyayı bile karşısına alan bu partileşmenin biraz değişme göstermesi, bu temel özelliğiyle bağlantılıdır. Ama sizin PKK'yi anlamanıza bakıyorum; aşiret kişiliğini bile aşmıyor. Bu yaklaşım bir yanılgıdır.
Bu nedenle demek ki, bütün derslerin esası olan PKK'leşmeyi adım adım sağlayacağız. "En PKK'liliyim, en laik olanım" diyen birisi bu anlamda bir PKK'lileşmeyi kanıtlamalıdır. Açık söyleyeyim ki, çoğunuzun ölçüleri bunun çok gerisinde ve hatta çok sapkınlık, sorun teşkil eden bir durumda görüyorum. Bizim sahaya gelirken özellikle, benden gerçekten bir şeyler duymaya çalışan, kişilere de benim verebileceğim en iyi cevap karşılık değeri; "hoş geldiniz partileşmeye'dir". En değerli karşılaşma budur. Eski yeni, alt üst düzeyde kim olursa olsun büyük bir partileşmeyle karşı karşıya olduğunu asla göz ardı etmemelidir. Partileşmeyi sağlamayanların yaşama hakkı olamaz. En tehlikeli yanılgı partileşme konusunda gösterilen yanılgıdır. Varsa bir iyiliğiniz önce bu partileşmede kendini göstermelidir. Aksi halde bu büyük savaşıma değil güç getirebilmek, 24 saat bile yürütebilmesi mümkün değildir diyorum. Siz tehlikenin ağzında olduğunuz halde, adeta evin başına yıkılacağı bir ailenin yanında habersiz çocuklarına benziyorsunuz. Diyorum ki, düşman geliyor. Belki 24 saat sonra evi de ya yıkarak, ya da yakarak başınıza çektirecektir. Çocukların şenliği ile o evin içerisinde kalınamaz. Ya muazzam bir savunma gücü oluşturur kurarsınız ya da bakarsınız. Başka kurtuluş yolu olamaz. Gerçek budur.
Özellikle ülkeden aldığınız sizlerin de partileşmenin ciddi olarak aşındığı -bu beni ürkütüyor- düşmandan daha fazla partileşmenin aşındığı yerde hayat olmaz; ister özgürlük adına olsun, ister kölelik adına olsun. Kendi koşullarımızda düşman -çünkü ikisine de yer vermiyor- kölelerin köylerini hepsini başına yıkmıştır. Potansiyel suçlular biçiminde çok iyi biliyorsunuz bunu. Diyarbakır manzaralarını sanırım çoğunuz gördünüz. Onlar köledirler. Onların TC'ye herhangi bir karşı çıkma durumları yoktur. Bir kuruşa rahatlıkla kendilerini verebilirler de, satabilirler de. TC de onu vermiyor. Köylülerin de büyük bir kısmı öyledir. Köledirler. Ama hepsinin çatısını başına getirdiler. Neden? Potansiyel suçludurlar diye. Bir gün belki PKK'ye kayabilirler diye. Bu bir gerçek. Peki, içimizdeki köle nasıl yaşayacak bu düşmana karşı? Hele PKK'nin sorumlu kademelerinde bulunanlar bu düşman karşısında nasıl dayanacaklar?
Şimdi bunları "anlayamam, cevap olamam" demekle hiçbir yere varamazsınız. Şans gereği diyorsunuz belki yaşıyoruz. Tesadüfler sonucu ayaktayız. Bunun sağlıklı bir ayakta kalış olmadığı ortadadır. Her an bu şans aleyhinize çevrilir ve çok trajik bir biçimde sonunuz gelir. Aksi halde bu partileşmeye adım atmamak gerekir. Ben ürküyorum diyorum size. Bazılarını yıllardır taşıyorum, onlar için de üzülüyorum.
Beni göreve davet edin. Daha iyi anlatabilmek için, daha iyi bunda yer alıp almayacağınızı yine anlayabilmek için beni göreve çağırın, yerine getirmeye varım. Ama öğrenmemeyi bir hak olarak siz bana dayatamazsınız. Geri, çarpık olmayı da olabilir bir biçimde, bir onayı da bizden bekleyemezsiniz. Hele kendiniz böyle çok sefil, çaresiz ve çok saçma bir biçimde dayatma hakkım da hiç göremezsiniz. "Kürt'tür, böyle alışmış, böyle yönetilmiş. Ne olur sen de biraz böyle yürüt." Kesinlikle bu olmaz. Baştan beri, yedi yaşından beri diyorum ki, ben böyle Kürt'e isyanım. Büyük savaşçıyı tanımamışsanız, tanıyın. O zaman anladınız mı? Bilmiyor musunuz? TC'nin her gün yayınladığı yazılardan da mı anlamadınız? Yürütülen bu savaştan da mı anlamadınız?
Anlaşılmalı ki, anlattıklarımızın içinde kendinizi bilgilendiren önemli yerler, yönler var. Buna göre kendinizi başlatacaksınız. Gerekirse doğrulayarak ve yeniden. PKK'nin yürüyüşüne inanan, PKK ile bu iş yürüyebilir diyenlere, özellikle bunları vurguluyorum: Yoksa "PKK içinde ben kendimi, alışageldik üzere bütün bu yetmezliklerimi götüreceğim" diyenlere daha değişik yaklaşılır. Onları atacağız. Bunun başka çaresi yok. Ummadığı ve beklemediği bir zamanda, yerde ve biçimde.
Burada çözümlenen tepeden tırnağa bir halkın yaşam iddiası, yaşam gerçekliği, yaşam ifadesi, kurumları, araçları, kuralları bütünlüğüdür. Buna inanacaksınız, öğreneceksiniz. Lafta olmaz bu. Büyük bir inanç, azim gerektirir. Aynı zamanda, nasıl ki bir operatör en iyi bir kalp ameliyatını büyük bir hassasiyetle yapmak zorundadır, öyle bir operatörle bu işler üzerinde de durmayı gerektirir. PKK budur! Öyle sanıldığı gibi yalnız bir yıkma hareketi değil, anında oluşturma hareketidir. Emek hareketidir, herkesi çalıştırır "hazırlıklı değiliz" diyeceksiniz. Hazırlık için yeterince zaman size tanıyorum. Hep anlatmak istediğim bir şey var. Bütün bu konuşmalarda görüldüğü üzere, yanlış hesap Bağdat'tan döner ve 40 yıl geçtikten sonra da yanlış yanlıştır denilir ya. Böyle tutumlar söz konusu. Cevabı doğru verirseniz hesaptan kurtulursunuz.
Başlangıç için bunları belirtmek yeterlidir sanıyorum. Yeni gelenler, yeni yeni başlangıçlar yapmak için, habire söz verenler için, dikkat edilirse hep çerçeve açıyoruz. Sağı solu belli olmayan, nerede, nasıl oturmasını gerektiğini bilmeyenlere bunları muazzam bir tekrarla uygulama gereği duyuyorum. Gerekirse on defa okuyun, tartışın. Gerekli olanı herhalde bulmanız zor olmayacak. Ben ne yapacağım? Yani lanetli bir halkın, çok ters büyütülmüş çocuklarısınız. Benim elimden gelen, mümkünse bunu ortadan kaldırmak. Bunu yapmaya çalışıyorum. Başka çaremiz yok ki. Nereye başvurursanız tokadı yerseniz. Kime boyun eğerseniz dayağı yersiniz. “Evet” de deseniz, “hayır” da deseniz küfrü yersiniz. Bu lanetli gerçeğin doğal bir sonucudur. Ben bunları icat etmiyorum. Bunları bildiğim içindir ki, kendime bir çeki düzen verme gereği duydum. Bilmiyorsanız öğrenin. Kürt şu anda pazara bile kendini en az ücretle satmaya hazır, % 90'nı halen işsiz. Bunları ben icat etmiyorum. Ülkesini çoktan satmış, haberi yok. Bütün insani erdemlerini elinden almışlar haberi yok. Kişi olarak da bedenini, gerçekten yani beş kuruşa diyebileceğimiz, karın tokluğuna satmaya çalışıyor. Buna da kimse sahiplik etmiyor. İşte gerisi Diyarbakır tablolarıdır... Mümkünse bu tabloyu bir çerçeveleyin ve dershaneye koyun. Anlamayanlar her gün seyretsin.
Bu okulumuz bu kara tabloyu değiştirmek için. Bazı arkadaşlarımız büyük bir bebeklik teorisine sıkı yapışmışlardır. Bununla hiçbir yere varılmaz. Kitaplarıyla, tarzlarıyla, ciyak ciyak bebek bağırışı gibi söylüyorlar. Mümkün değil onunla bir yere varmak. Büyük zorluklarla buraya geliyorsunuz. Büyük bir ilgiyle, bir tek şey isteniliyor, dikkat edilirse. Bu işin altından kalkmak yollarını çarelerini bulmak. Var yani, bu okul iyi öğretir. Halk adına geliyorsunuz, eğer buna biraz saygılıysanız, "en benim" diyen burjuva okullarından, feodal okullarından bile daha iyi şekilleneceğiniz kesindir. Böyle basit bir sadelik sizi yanlışa itmesin. Mühim olan amaç ve onun mütevazı katılımıdır. Hz. Muhammet de derslerine başladığında, yunan okulları, akademiler var, hepsi buna benzerdir. Hz. İsa'nın da manastırları bundan farklı değildirler, hep öyleydiler. Bizimkinin de böyle olması, temel insani okulların özelliğinden ötürüdür. Daha sonra biliyorsunuz, bu okullardan büyük komutanlar yetişti, İskender gibi daha 33 yaşındayken üç kıtayı fetheden komutanlar, Eflatun, Aristo okullarında yetiştiler. Hz. Ali, o Mekke'deki karanlık kulübeler gibi yerlerdeki propagandadan yetişti. Roma'yı çökerten havariler, Hz. İsa'nın bu basit hitaplarından yola çıktılar. O açıdan okulumuzun gerektiğinde en büyük devrimi gerçekleştirme gücünde olduğuna inanarak, onun kutsallığını duyarak katılacaksınız. Bütün dinlerin kutsallığı kadar, bütün felsefenin derinliği kadar, politikanın da en sağlam gerçekçi bir okulu olarak, buranın geliştirdiğini görerek bir yaklaşım sergileyeceksiniz. Hatta ekonomiden tutalım, sanata kadar, özünde burada kazanıldığına emin olacaksınız. Ekonomi biliminin de okuludur, sanatın da okuludur. Yaşınız uygun bu okulu öğrenmeye. "En çok biliyorum" diyenler de çok öğrenebilir. Çünkü çok derinlikli bir okul. "En yeniyim" diyenlere de hemen abeceyi öğrenir gibi sadeliği, basitliği olan bir okuldur.
Umarın yani şimdiye kadar ki şekilsizlikleriniz, burjuva okulları, o feodal aile okullarında ne kadar gelişmiş olursanız olsun, madem okulumuza adım attınız, dediğim gibi ister en eskiler, ister en yeniler bu çerçeveyi esas alarak, mükemmel bir çıkışa kavuşabilirler. İsteyen askeri dalda, isteyen diplomatik politik dalda isteyen kültürel dalda, isteyen ekonomik dalda, hepsini öğretiyor. Zaten bir kişi istiyorsa bütün bu dallarda bir organizatör olabilir. Duruma göre nerede, hangi görevi olsa kesinlikle ona güç getirebilir.
Bu temelde tekrar yeni gelenlerle birlikte -ki her gün yeni gelir gibisiniz buraya- okulumuzun gerçek bir öğrenci olmaya büyük bir gönüllülükle birlikte, istekle, azimle olduğu kadar ilgiyle, katılmaya, anlamaya gerekli olanı almaya çağırıyoruz. Temel çıkışınızı, bu çerçevede amaca yeterliliği sağlayıncaya kadar, yine gereklerini özümsemeye teneffüs ettiğiniz havadan, içtiğiniz sudan daha öncelikli olur. Olmaya çağırıyorum.
Şimdi isterseniz çok kapsamlı sorular sorduktan sonra diyaloglar geliştirelim. Daha benden özellikle derinleştirmesini istediğiniz hususlar nelerdir? Diyaloglar bana göre en iyi öğrenme metotlarından birisidir. Ve bunu çok özgün yürütüyoruz burada. Katılımı, paylaşımı geliştirmede çok etkilidir. Kişisel anlamda değerlendirmeyin, geliştirilen ikili diyaloglar, bütün yapıya çözümleme düzeyi kazandırır. Ben özellikle diyaloglarımda, çözümlenen kişi değil, onun şahsında temsil edilen neyse odur. Ve verilmesi gereken neyse o kadardır. Cevaptır yani. Müthiş soru cevap ikilemi ifade ediliyor. Bütün bilimleri süzgecinden geçiren sorgulanmayla birlikte cevaplamayı gerçekleştiriyor. Diyaloglarda kim bulunmak istiyor, önce gönüllü olan var mı? Basitten mi, karmaşık olandan mı başlayalım? Konular önceliği, en can alıcı konular. Söyleyin ki verimli kullanalım. Çünkü bizim için bir gün bir tarih ve gelecektir. Hiç hafife almaya değmez. Bir günde dünya yeniden kurulur, yeniden inşa edilir. Bu denli değeri vardır. Kesinlikle!
…
Bugünkü toplantımızı, böyle bir çok soruna cevap veren bir çerçeve dahilinde değerlendirmeye çalıştık. Anlamlıdır, ısrarla üzerinde durmanız gerekiyor. Kesinlikle burası bir öğrenme yeridir, burasını vurguluyorum yani; yaşama bakış açılarınızdan tutalım, çok pratik askerleşme esaslarımıza kadar, estetik hususlardan tutalım, ekonomik özelliklerimize kadar burada üretme işi önemlidir, öğrenme çok gereklidir. Yeterliliği zorluyoruz ve daha çok da size bağlıdır. Kendi payıma önemli bir çaba içinde olduğuma eminim. Zorlandığınızı biliyorum. Halk tarzında böyle olur. Geliş tarzınız, katılış durumunuz, geçmişiniz okulumuz için ciddi bir engel değil. Fakat çok eleştirilen, yüzeysel algı, ilgi düzeyi zayıf alışkanlıkların da oldukça inatçı ve bunu dayandırdığınız düzen gerçeğini, peşinen gerekirse bıçakla keser gibi bir tarafa atmanız gerekiyor. % 1 tutunacak yanlarınız da varsa onu esas almalıyız.
Şimdi büyük bir terbiye ki, şu anlama geliyor; en eski arkadaşımızda bile görüyorsunuz, bu işin vazgeçilmez bir gereğidir. Biz bu halk adına, o işte terbiye denilen, aileden kalma, bilmem sokaktan edinilen düzenin okullarından, çalışma sahalarından edinilen her şeye kuşkuyla bakılıyor. Bunları kirli bir elbise gibi üzerimizde tutuyoruz, atacağız. Kendimize özgü olan yaşamın amaçlarını, onun araçlarını özünü ve biçimlerini, heves arzusu ve duygularını aynı zamanda yüksek bir anlayış ve onun ilkelerini bütünlüklü olarak burada öğreneceğiz. Bu hiç sizi sıkmamak değil, tam tersine büyük bir rahatlığa, çetin kişiliğe, kolay olmayacak çetin ama; anlamı olan bir kişiliğe, onun yaşamına kesinlikle ulaştırmak, bunun için sağlam başlangıçları yaptırmaktır.
Okulumuzun bu gücü, hele bu son günlerde hayli artmıştır. En olgun dönemini yaşıyor. Kesinlikle burada verilen dersler, sadece PKK bünyesi için değil, bütün ulusal düzey ve hatta giderek etkilediğimiz insanlığı da kapsamı içine alacak ve etkileyecektir. Savaşta az çok dayanmış insanlarsınız, bu sadece buradaki dayanma için bir başlangıçtır. Savaşımızın en zorlusu burada verilmekte, anlayış savaşı, alışkanlıklarını yenme, zafer kişiliğine kendini yatırma alışkanlığı veya terbiyesi. Bu çok zor gelebilir size. Ben bir kaç ayınızı istiyorum, fazla değil. Kesinlikle yüzeysel, es geçer gibi yaklaşmasın. Boğulurcasına dayanamıyoruz diye öyle kendinizi fazla zora sokmaya da gerek yok. Bu, anlamı olan önemli sonuçları yaşam boyu olumlu tarzda ve dediğim gibi zafere ulaşacak kişilikleri de ortaya çıkarmayı amaçlıyor. İddialıyız. Şimdiye kadar yaptıklarımız bundan sonra yapacaklarımızın en iyi göstergesidir. Düşünün, herkes "mucizeler" diyor, biz mucize demiyoruz. Emeğimizle, inançlarımızla ve giderek gelişen düşünce eylemimizle, biz bunu ortaya koyduk. Neden zaferi kesinleştiren tarza kendimizi artık yakıştırmayalım? Büyük şehitleriyle, büyük açılarıyla, işkenceleriyle bu hareket adına yapılanlar bu hale geldikten sonra, bundan sonrasını sadece ve sadece zafer için ele alacağız. Açık söylüyorum, okulumuzun bu aşamadaki en temel özelliği, her saha için beklenen zafer kadrosunu ortaya çıkarmaktır. Ben hiç bir yıl bu kadar kesin konuşmuyordum. Bu süreçte kesin bunu belirtiyorum. Bunun anlamını adeta bıçakla kazır gibi, beyninize yüreğinize kazıyacaksınız. "Anlamadık" filan demeyin. Beni basite alan yanılmıştır. Düşman bu yanılgıyı tarihte görmemiş bir biçimde ödemiştir. Bizim içimizdeki yanılgılı kişilikler de ağır ödemişlerdir. Dua etsinler ki biz inanılmaz ölçüde insanı kurtarma çabası içindeyiz. Yoksa çok az kişi sizde sağ kalırdı. Ama ne mutlu ki, bu günlere gelebildiniz. Bunu takdir edin ve artık biraz da vicdana gelerek başarı tarzını kendinize yakıştırın. Hazırlıklı olmayı bilirsiniz. Buradaki hazırlık fena sayılmaz. Birçok yönüyle yetersiz, yürekler acınacak bir durumda da olabilirsiniz. Burada bunu da giderebilirsiniz.
Ben bu işi ta kendimi tanıdığım yaşlardan beri, neydi o? İlk gözlerimi açtığımda, ilkeli mi deseni veya özgürlüğü esas alan bir yaklaşımla buraya kadar getirdim. Yıllarca birkaç kuruş para peşinde, bir kaç ilişki peşinde koşan bir adamım. Hiç bir bacak benim kadar yol aşındırmamıştır bu ilkeler, davalar temelinde. Ama görüyorsunuz ki, yani boşa gitmedi bu yıllar. Büyük sonuç verdi. Hatta bu ülke, bu halk için tek sonuç veren yol, yöntemdir.
Bu anlaşılmıştır. Kendi önyargılarınızda ısrar etmenin hiçbir anlamı yok. Benden daha çok siz başarıya susamışsınızdır. Özlemlerinizin gerçekleşmesi benimkinden daha çok sizin için gereklidir. Özlemlerimiz için gerekli. Emeklerimiz var, onun başarıya ihtiyacı vardır. Ben az çok ortada bunu biraz kendime yedirdim, kanıtladım. Benden daha fazla şiddetle sizin ihtiyacınız var. Bu halk artık, bunu mutlak görüyor. En oportünisti bile, "başarı gerek" diyor. En iflah olmazı bile artık imana doğru geliyor. Biz bu işin öncüsüyüz. Neden kendimizle layık olan, oldukça da emek harcamış olarak, onu herkesten daha fazla kendimizi ortaya koyarak, göstermiş militanlar olarak, gerekirse tam basan mı, ona da varız, herhangi bir dönemden daha fazla bu dönem diyor ki, bu işe bu tarzda yürüyebilirisin. Bunun ne anlama geldiğini sanırım bu kadar derli toplu, inisiyatifli olarak şimdi görüyorsunuz. Ben her zaman yeterince de ilgiyle işin içindeyim. Sorumlulukların en iyisini bundan sonra daha iyi göstereceğim. Fakat sizin de dediğim gibi eski türden değil, anladığınız anlamda da değil, yani tür diyorum ben buna, çerçeve üstüne çerçeve çiziyorum, onda yerinizi yapacaksınız, kendinizi göreceksiniz. Tekrar vurguluyorum, ben emrettiğim için değil, size çok gerekli olduğu içindir. Bu kendini yeniden kurumlaştırmayı, kendini yeniden tarz, üslup, hitap gücüne, tempoya özellikle kavuşturmayı, içerik noksanlığı varsa onu da kazıyarak adeta yüreğinde, beyninde onu da kazıyarak kendine oturtmayı, sağlamayı başaran, bu okuldan sağlam, dolayısıyla yüksek başarılı çıksın. Ele aldığı her düzeyde PKK'nin gerçek kahramanlığına yaraşır bir militanı olacaksınız. Gerçek yaşamda zorlukları ne olursa olsun ona katlanmada, bu başarılı katılımın, paylaşımın ve giderek savaşımın militanlığı temelinde gerçekleştirilecektir.
Ben yine bu vesileyle yeni gelenlere, yüksek sorumlu ve başarılı katılmaları kadar, her düzeyde sorgulanan kişiliklerimizin de örnek bir çıkışta ve en yeniyim diye katılanların da, gerçek hakiki bir PKK'nin en genç adayı biçiminde sonuna kadar kendilerine güvenebileceklerini ve başaracaklarına da inanmalarını diliyorum, bekliyorum.
Başarılar.
18 Ocak 1997
Reber APO
- Ayrıntılar
Süreci yoğunca, oldukça kapsamlıca işlemeye devam ediyoruz. Şüphesiz çok gerekli olduğu için bu yoğunlukta çok kapsamlı sorular soruldu. Amacı, kendinizi sorgulamaya tabii tutmamızdır. Kendini kandırmış, yanlış temellendirmiş, yanlış büyütmüş; anladıklarıyla uyguladıkları, özüyle biçimi, sözüyle pratiği arasında uçurumlar olan kişiliği sorgulamaksızın, onu açıp, çözüp yeni temellerde hem öze, hem biçime kavuşturmaksızın, devrim gibi ateşli ve en ince bir sanatı başarıyla yürütenleyiz. Perişan hallerinizi gördükçe, daha böyle nedenlerini anlayarak mutlaka bu koşulları zorlayarak sizleri bir çözüm gücüne doğru götürmeyi ben vazgeçilmez görev olarak görüyorum ve bunun için mutlaka vermem gerekir diye kendimi de kapıyorum.
Artık bırakalım bir halkı, onun çok tanınmaz hale getirmiş tarihini ve güncelliğini çözmek, kendinizi böyle bırakırsanız, en ciddi engellerden birisi olacaksınız. Şimdi bunun da hiç bir gerekçeyle savunulur yönü yok. Kendini çözemeyen ne verebilir? Birçok yönüyle yetersizliği dobra dobra üzerinde akan birisi yine amaçlarına uygun neyi verebilir? Şimdi görebildiğimiz, o açığa çıkan gerçeklik, amacı doğrultusunda kendini bırakalım ciddi ve başarılı vermeyi, onu kemirmeyi neredeyse sanat haline getirmiş ve oldukça da kendini kandıran iyi niyetli kişilikler, ortalığı, ortamı kaplamış gidiyor. Ne olursa olsun burada ister vicdani uyanış, ister bir açılım, günümüzde mutlaka halletmemiz gereken sorunlarımıza, görevlerimize cevap oluncaya kadar burada temellendirmemiz ve ortaya çıkarmamız gerekir.
Devrim ha babam usulüyle yönetilecek bir eylem değildir. Bu yöntemleriniz ha babam yöntemlerinden daha zavallıca. Çok dağınıksınız. Ben devrimin etkili bir kaç kişiliğini gerçekten içinizde göremiyorum. Son yıllarda, bu büyük çabalara rağmen sağanaklardan, dolulardan kaçıp PKK çadırı altına yerleşen zavallılara benziyorsunuz. Cüretkâr, göğüs geren, yürüten bir güç haline gelmeniz ve temsil etmeniz pek gözükmüyor. Şu anda Kürt gerçeğinde en çok iddia edilen; bunların pek adam olamayacağı biçiminde bir yargıdır. Halen alemin tereddüdü var. "Eskiden böyle bir şey yok" denilirdi. "Şimdi varlar, fakat sağlıklı kurtulabilecekleri kuşkuludur" diyorlar. Ve bunun da en temel nedeni sizler oluyorsunuz.
Bakın duyarlı insanlar kendini biçimlendirirken alemin ve yakın çevresinin nazarlarını dikkate alırlar. Sizin durumunuz, bana gerçekten sürekli karşı çıktığım bir durumu hatırlatıyor. Çevresini kendine göre ayarlayan, ama hep verdiği bir şekilsizlik, bir yük, ağırlık teşkil eden kişilik durumu. Bırakalım benim temsil ettiğini PKK'nin bunu çekmesini, halk bile çekemez bu kişiliği. Burada verdiğimiz en önemli bir ders de şu: Biz PKK ortamını, hem içimizi, hem yönettiğimiz halkı, böyle zorlayacak kişilere bırakamayız. Şimdi köylü sığlığınızla veya işte, varsa diyelim, biraz daha kendini kurnaz sanan, yarı aydın kentli demagojiyle bu işin altından çıkamaz. Eski hikayeyi yeni kelimelerle süsleyecek, yeni bir hikaye anlattığınızı sanmayalım. Yani devrim hikayelerini anlatacağınızı ve inandıracağınızı sanmayalım. Zorla güzellik olmaz, istediğiniz kadar ince yöntemlerle bu kişiliği PKK'ye dayatarak sonuç almayacağınızı bilmelisiniz.
Bunun için gerekli olanı vurgulayalım; iyi bir öğrenci, iyi bir dinleyen olabilmek, öğrendiğine tutarlı karşılık vermek. Devrimlerin savaş ve ezici yetkisini biliyoruz, bu bizde tam bir felaket olur. Diğeri de en az onun kadar tehlikeli. Yanı eskiden de kölelik arz eden edilgen, bilgisiz, çaresiz davranışlar; görünüşte ne kadar iyi niyetli de olsa, bunların çok tehlikeli bir alçaklık olduğu hiçbirimizin göz ardı etmemesi gerekir.
Öğrenme işini bu kadar savsaklamak anlaşılır gibi değildir. Meşhurdur, tarihin en büyük kılıcı Hz. Ali'nin deyişi var, "bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum." Öğrenmeye bu kadar bağlı bir insan tarihin kılıcı ünlerini kazanmıştır. Siz her gün öğrenme ile oynuyorsunuz. Nasıl kılıç olacaksınız? Yani; kendinize o en çok yakıştırdığınız komutan, şervan olacaksınız. Bunu çözmemiz lazım.
Toplumdan kaçtım, PKK'ye yol açtım. Beni PKK'den kaçmaya zorluyorsunuz. Kaçtığım toplum gibi bir topluluk oluşturup, beni bir kez daha kaçırtmak. Tabii ben kaçamam. Ben yeni bir parti içinde parti oluştururum. Bütün anlayışlarınıza -tecrübem de vardır- gerekirse günde bir parti yaratarak karşılık vereceğim. Sizin partiyi sizin başınıza çalacağım. Bunu yapıyorum da. Bu tabii sizi moral bozukluğuna, hayal kırıklığına uğratıyor. Ama unutmayın ki, karşınızda bir parti ustası var. Bunu sağlayabilecek güçtedir. Nerdeyse herkesin kendine göre particikleri var, elbette ki başlarına yıkılacaktır. Sıkılmayın, nedeni sizsiniz. Benim partimin halkın temel hayati çıkarlarına cevap veren bir parti olduğu doğrudur. Zaten ben şu anda halk içinde fazla tartışılmadığım gibi, değerimi koruyorum, geliştirdikçe geliştiriyorum. Parti içinde de istediğim davranış özgürlüğünü, onun eğitimini, örgütlenmesini, eylemini yürütüyorum. Fakat sizler benim kadar rahat değilsiniz. Burada suç kendinizindir. Hangi partide olduğunuzu bilmeniz gerekir.
Benim tespit ettiğim diğer bir husus; çok ataerkil olduğu kadar, çok düzenden kalma oldukça ruhsal ve zihinsel bazı hastalıklarınızı yaşama cüretkârlığını gösteriyorsunuz. Ki, bu inat, keyfilik dediğiniz çok etkili olan, hele yetkiye kavuştu mu daha da kendini dayatan, farklı bir anlayış oluyor. Üst boyutta sorgulama pratiklerimiz bunu daha da netleştiriyor. Bunun kolay olmadığı, yani kendi partileşmesinin anlamlı bir partileşme olmayacağını iyi gösteriyor. Gücünüz varsa, benim partiye gelin. Yani ben kendi partimi savunuyorum ve gönüllüdür, size katılım çağrım. İşinize gelmiyorsa gerçekten hoşça ve boşça yerinizde kalmanızdan da oldukça razıyım. Bir yükten de kurtulmuş olunur. Ama her gün partimizin içinde yeni particikler kurmak akıllılık değildir. Eğer gerçekten partimizde partileşmek istiyorsanız, tepeden tırnağa bu yöntemlerinizi, bu tarzlarınızı, bu yaklaşımlarınızı, bu temponuzu değiştirmeyi göze almanız lazım. Benim sizlere saygım var. Eğer bir başarı olanağımız olsa zaten değerlendiriyorum, onu çekiyorum, % 1'i tutunacak yanların hepsini alıp birleştiriyorum. Değerlendirme hatamın olduğunu hiç sanmam. Ama gelirken bin bir yanlışlıklarıyla, şekilsizlikleriyle, çirkinlikleriyle kendinizi kabul ettirmeyi bekleyemezsiniz. Neden benim partim son yıllarda Kürdistan ufuklarından yükseldi? Çünkü doğru partileşmeydi, çünkü halkın giderek çıkarlarını temsil ettiği bir parti olduğu anlaşılıyordu. Bunu iyi temsil ettiğim anlaşılmasaydı, halkın desteği bu kadar ayakta kalabilir miydi? Hatta dünyada ilk defa sesimize kulak vermeler bu kadar gelişir miydi? Kürt'ün imajı hep ajanlık gibi algılanırdı.
Umut kişiliği diye hiçbir şey düşünülemezdi. Ama bu son yıllarda bu da yıkılıyor. Ve bunların hepsine önderlik ettik. Bütün bunlar kanıtlanmış, doğru parti gerçekliğidir. Hem bunlara inanacak, hem anlam verecek, hem de katılımınızı bu çerçevede giderek kesinleştireceksiniz. Eskici dükkanından aldığınız eşyaları, son düz kumaşla değiştirmeyi öneriyorsunuz bana. Ben ne yapayım, o eski püskü şeylerinizi, giysem iki günde çıplak kalacağım. Savaş gibi bir yerde beni çırılçıplak bırakır düşman karşısında. Bizim elbiseler zırh gibidir. Giyeni her türlü soğuğa ve sıcağa karşı korur. Bunları esas almalısınız. Eğer içinizde "üşüdüm", "bayıldım", "sıkıldım" diyorsanız bunun nedeni; PKK elbisesini giyemediğinizden ötürüdür. "Midemde, yüreğimde bir ağrı vardır" diyorsanız, bunun gıdasını almadığınızdan ötürüdür. Kesinlikle, burada bir günde partileşin diyen yok. O, acımasız bir savaşım içindir. Ama bile bile hatada ısrarın da kesin yanlış olduğu, bunun farklı görüşü de demeyeceğim. Farklı bir partileşmeye, hem de çürüğü, çıkığı çok belli olduğu halde.
Esas diğer bir özelliğimiz de, güç getirememedir. Farklı bir partisi olmayanlarla diğer önemli bir özelliği; zavallı yatalak gibi bir durumda olmasıdır. Hasta, yatalak ancak dört kişi onu taşırsa sağına, soluna bakabilir. Çünkü bizim partimizde büyük bir kesimde bu yatalak durumu temsil ediyor. "Ben çok hastayım, parti taşısın beni" demek, yanlış bir seçimdir. Belki özel bir kliniğe alınabilirsiniz ama PKK'nin içinde asla böyle olamazsınız. Adı üstünde PKK; en zoru başaran harekettir. En zoru, yani Kürdistan devrimini omuzlayan insanların hareketidir. En sağlıklı, ruhta, düşüncede ve fizikte en kudretli olanların birleştiği öncü örgüttür. Hastaların burada işi olamaz. İşi olamayanların, neredeyse kusursuz olmaya yatkın adımların sahibi olmayanlar, burada yol alamaz. "Hastayım PKK gelsin beni şifaya kavuştursun." Şu anlamda belki bunun anlamı vardır: "Yeni geldim beni eğitsin" bunu yaparız. Ama adeta hastalık hastası gibi bir yaklaşım ki bu da ezici çoğunluğu temsil ediyor. Toplumda böyle bir yaşam bulamamışsın, PKK içinde vardır. Bu tamamen bir riyakarlık yani ikiyüzlülük ve belki de düşmanın psikolojik savaşımından içimizde yaydığı, bizzat yaydığı hastalıklardan daha tehlikeli olduğu anlamına geliyor. Ne pahasına olursa olsun bu kişiliği yaşatmayalım. Partileşmeyi dar anlamayalım. Bir kaç tüzük esasları dâhilinde davranmak olarak anlamayalım. Yine bazı genel ilkelerine bağlı olmak biçiminde anlamayalım. Yine sözüm ona, yönetimlerden kaynaklanan emirlerle yürümenin sağlanacağını sanmayalım. Yaşam tarzı, salt yine siyasal bir olay değil, askeri boyutundan, kültür boyutuna ekonomik yaşam tarzından hayallerine kadar komple bir yaşam ve savaş gücü olmayı ifade ediyor. Hele diğer partilerle PKK'yi karıştırmayalım. Zaten, komünist örnekler de dâhil bugün dünya çapında partileri, bir engel olarak değerlendiriyorlar. Klasik sağ-sol, komünist-faşist, bütün partileşmelerin bir darboğazı yaşadığı ve artık insanlığın önünde aşılması gereken engeller olarak dikildiğini, gittikçe sıkça duymaktayız. PKK bu anlamda da klasik partileşmelere benzemez. Belki de PKK'nin en önemli bir özelliği budur. Dolayısıyla birçok partiler aşılır. Ve en güçlü devlet sahibi olanlar bile yıkılırken, PKK gibi en inanılmazı gerçekleştiren dolayısıyla kendini büyüten bir örnek evrenseldir. Daha doğrusu onu kendinde somutlaştırandır. Ve dikkat edilirse, dünyayı bile karşısına alan bu partileşmenin biraz değişme göstermesi, bu temel özelliğiyle bağlantılıdır. Ama sizin PKK'yi anlamanıza bakıyorum; aşiret kişiliğini bile aşmıyor. Bu yaklaşım bir yanılgıdır.
Bu nedenle demek ki, bütün derslerin esası olan PKK'leşmeyi adım adım sağlayacağız. "En PKK'liliyim, en laik olanım" diyen birisi bu anlamda bir PKK'lileşmeyi kanıtlamalıdır. Açık söyleyeyim ki, çoğunuzun ölçüleri bunun çok gerisinde ve hatta çok sapkınlık, sorun teşkil eden bir durumda görüyorum. Bizim sahaya gelirken özellikle, benden gerçekten bir şeyler duymaya çalışan, kişilere de benim verebileceğim en iyi cevap karşılık değeri; "hoş geldiniz partileşmeye'dir". En değerli karşılaşma budur. Eski yeni, alt üst düzeyde kim olursa olsun büyük bir partileşmeyle karşı karşıya olduğunu asla göz ardı etmemelidir. Partileşmeyi sağlamayanların yaşama hakkı olamaz. En tehlikeli yanılgı partileşme konusunda gösterilen yanılgıdır. Varsa bir iyiliğiniz önce bu partileşmede kendini göstermelidir. Aksi halde bu büyük savaşıma değil güç getirebilmek, 24 saat bile yürütebilmesi mümkün değildir diyorum. Siz tehlikenin ağzında olduğunuz halde, adeta evin başına yıkılacağı bir ailenin yanında habersiz çocuklarına benziyorsunuz. Diyorum ki, düşman geliyor. Belki 24 saat sonra evi de ya yıkarak, ya da yakarak başınıza çektirecektir. Çocukların şenliği ile o evin içerisinde kalınamaz. Ya muazzam bir savunma gücü oluşturur kurarsınız ya da bakarsınız. Başka kurtuluş yolu olamaz. Gerçek budur.
Özellikle ülkeden aldığınız sizlerin de partileşmenin ciddi olarak aşındığı -bu beni ürkütüyor- düşmandan daha fazla partileşmenin aşındığı yerde hayat olmaz; ister özgürlük adına olsun, ister kölelik adına olsun. Kendi koşullarımızda düşman -çünkü ikisine de yer vermiyor- kölelerin köylerini hepsini başına yıkmıştır. Potansiyel suçlular biçiminde çok iyi biliyorsunuz bunu. Diyarbakır manzaralarını sanırım çoğunuz gördünüz. Onlar köledirler. Onların TC'ye herhangi bir karşı çıkma durumları yoktur. Bir kuruşa rahatlıkla kendilerini verebilirler de, satabilirler de. TC de onu vermiyor. Köylülerin de büyük bir kısmı öyledir. Köledirler. Ama hepsinin çatısını başına getirdiler. Neden? Potansiyel suçludurlar diye. Bir gün belki PKK'ye kayabilirler diye. Bu bir gerçek. Peki, içimizdeki köle nasıl yaşayacak bu düşmana karşı? Hele PKK'nin sorumlu kademelerinde bulunanlar bu düşman karşısında nasıl dayanacaklar?
Şimdi bunları "anlayamam, cevap olamam" demekle hiçbir yere varamazsınız. Şans gereği diyorsunuz belki yaşıyoruz. Tesadüfler sonucu ayaktayız. Bunun sağlıklı bir ayakta kalış olmadığı ortadadır. Her an bu şans aleyhinize çevrilir ve çok trajik bir biçimde sonunuz gelir. Aksi halde bu partileşmeye adım atmamak gerekir. Ben ürküyorum diyorum size. Bazılarını yıllardır taşıyorum, onlar için de üzülüyorum.
Beni göreve davet edin. Daha iyi anlatabilmek için, daha iyi bunda yer alıp almayacağınızı yine anlayabilmek için beni göreve çağırın, yerine getirmeye varım. Ama öğrenmemeyi bir hak olarak siz bana dayatamazsınız. Geri, çarpık olmayı da olabilir bir biçimde, bir onayı da bizden bekleyemezsiniz. Hele kendiniz böyle çok sefil, çaresiz ve çok saçma bir biçimde dayatma hakkım da hiç göremezsiniz. "Kürt'tür, böyle alışmış, böyle yönetilmiş. Ne olur sen de biraz böyle yürüt." Kesinlikle bu olmaz. Baştan beri, yedi yaşından beri diyorum ki, ben böyle Kürt'e isyanım. Büyük savaşçıyı tanımamışsanız, tanıyın. O zaman anladınız mı? Bilmiyor musunuz? TC'nin her gün yayınladığı yazılardan da mı anlamadınız? Yürütülen bu savaştan da mı anlamadınız?
Anlaşılmalı ki, anlattıklarımızın içinde kendinizi bilgilendiren önemli yerler, yönler var. Buna göre kendinizi başlatacaksınız. Gerekirse doğrulayarak ve yeniden. PKK'nin yürüyüşüne inanan, PKK ile bu iş yürüyebilir diyenlere, özellikle bunları vurguluyorum: Yoksa "PKK içinde ben kendimi, alışageldik üzere bütün bu yetmezliklerimi götüreceğim" diyenlere daha değişik yaklaşılır. Onları atacağız. Bunun başka çaresi yok. Ummadığı ve beklemediği bir zamanda, yerde ve biçimde.
Burada çözümlenen tepeden tırnağa bir halkın yaşam iddiası, yaşam gerçekliği, yaşam ifadesi, kurumları, araçları, kuralları bütünlüğüdür. Buna inanacaksınız, öğreneceksiniz. Lafta olmaz bu. Büyük bir inanç, azim gerektirir. Aynı zamanda, nasıl ki bir operatör en iyi bir kalp ameliyatını büyük bir hassasiyetle yapmak zorundadır, öyle bir operatörle bu işler üzerinde de durmayı gerektirir. PKK budur! Öyle sanıldığı gibi yalnız bir yıkma hareketi değil, anında oluşturma hareketidir. Emek hareketidir, herkesi çalıştırır "hazırlıklı değiliz" diyeceksiniz. Hazırlık için yeterince zaman size tanıyorum. Hep anlatmak istediğim bir şey var. Bütün bu konuşmalarda görüldüğü üzere, yanlış hesap Bağdat'tan döner ve 40 yıl geçtikten sonra da yanlış yanlıştır denilir ya. Böyle tutumlar söz konusu. Cevabı doğru verirseniz hesaptan kurtulursunuz.
Başlangıç için bunları belirtmek yeterlidir sanıyorum. Yeni gelenler, yeni yeni başlangıçlar yapmak için, habire söz verenler için, dikkat edilirse hep çerçeve açıyoruz. Sağı solu belli olmayan, nerede, nasıl oturmasını gerektiğini bilmeyenlere bunları muazzam bir tekrarla uygulama gereği duyuyorum. Gerekirse on defa okuyun, tartışın. Gerekli olanı herhalde bulmanız zor olmayacak. Ben ne yapacağım? Yani lanetli bir halkın, çok ters büyütülmüş çocuklarısınız. Benim elimden gelen, mümkünse bunu ortadan kaldırmak. Bunu yapmaya çalışıyorum. Başka çaremiz yok ki. Nereye başvurursanız tokadı yerseniz. Kime boyun eğerseniz dayağı yersiniz. “Evet” de deseniz, “hayır” da deseniz küfrü yersiniz. Bu lanetli gerçeğin doğal bir sonucudur. Ben bunları icat etmiyorum. Bunları bildiğim içindir ki, kendime bir çeki düzen verme gereği duydum. Bilmiyorsanız öğrenin. Kürt şu anda pazara bile kendini en az ücretle satmaya hazır, % 90'nı halen işsiz. Bunları ben icat etmiyorum. Ülkesini çoktan satmış, haberi yok. Bütün insani erdemlerini elinden almışlar haberi yok. Kişi olarak da bedenini, gerçekten yani beş kuruşa diyebileceğimiz, karın tokluğuna satmaya çalışıyor. Buna da kimse sahiplik etmiyor. İşte gerisi Diyarbakır tablolarıdır... Mümkünse bu tabloyu bir çerçeveleyin ve dershaneye koyun. Anlamayanlar her gün seyretsin.
Bu okulumuz bu kara tabloyu değiştirmek için. Bazı arkadaşlarımız büyük bir bebeklik teorisine sıkı yapışmışlardır. Bununla hiçbir yere varılmaz. Kitaplarıyla, tarzlarıyla, ciyak ciyak bebek bağırışı gibi söylüyorlar. Mümkün değil onunla bir yere varmak. Büyük zorluklarla buraya geliyorsunuz. Büyük bir ilgiyle, bir tek şey isteniliyor, dikkat edilirse. Bu işin altından kalkmak yollarını çarelerini bulmak. Var yani, bu okul iyi öğretir. Halk adına geliyorsunuz, eğer buna biraz saygılıysanız, "en benim" diyen burjuva okullarından, feodal okullarından bile daha iyi şekilleneceğiniz kesindir. Böyle basit bir sadelik sizi yanlışa itmesin. Mühim olan amaç ve onun mütevazı katılımıdır. Hz. Muhammet de derslerine başladığında, yunan okulları, akademiler var, hepsi buna benzerdir. Hz. İsa'nın da manastırları bundan farklı değildirler, hep öyleydiler. Bizimkinin de böyle olması, temel insani okulların özelliğinden ötürüdür. Daha sonra biliyorsunuz, bu okullardan büyük komutanlar yetişti, İskender gibi daha 33 yaşındayken üç kıtayı fetheden komutanlar, Eflatun, Aristo okullarında yetiştiler. Hz. Ali, o Mekke'deki karanlık kulübeler gibi yerlerdeki propagandadan yetişti. Roma'yı çökerten havariler, Hz. İsa'nın bu basit hitaplarından yola çıktılar. O açıdan okulumuzun gerektiğinde en büyük devrimi gerçekleştirme gücünde olduğuna inanarak, onun kutsallığını duyarak katılacaksınız. Bütün dinlerin kutsallığı kadar, bütün felsefenin derinliği kadar, politikanın da en sağlam gerçekçi bir okulu olarak, buranın geliştirdiğini görerek bir yaklaşım sergileyeceksiniz. Hatta ekonomiden tutalım, sanata kadar, özünde burada kazanıldığına emin olacaksınız. Ekonomi biliminin de okuludur, sanatın da okuludur. Yaşınız uygun bu okulu öğrenmeye. "En çok biliyorum" diyenler de çok öğrenebilir. Çünkü çok derinlikli bir okul. "En yeniyim" diyenlere de hemen abeceyi öğrenir gibi sadeliği, basitliği olan bir okuldur.
Umarın yani şimdiye kadar ki şekilsizlikleriniz, burjuva okulları, o feodal aile okullarında ne kadar gelişmiş olursanız olsun, madem okulumuza adım attınız, dediğim gibi ister en eskiler, ister en yeniler bu çerçeveyi esas alarak, mükemmel bir çıkışa kavuşabilirler. İsteyen askeri dalda, isteyen diplomatik politik dalda isteyen kültürel dalda, isteyen ekonomik dalda, hepsini öğretiyor. Zaten bir kişi istiyorsa bütün bu dallarda bir organizatör olabilir. Duruma göre nerede, hangi görevi olsa kesinlikle ona güç getirebilir.
Bu temelde tekrar yeni gelenlerle birlikte -ki her gün yeni gelir gibisiniz buraya- okulumuzun gerçek bir öğrenci olmaya büyük bir gönüllülükle birlikte, istekle, azimle olduğu kadar ilgiyle, katılmaya, anlamaya gerekli olanı almaya çağırıyoruz. Temel çıkışınızı, bu çerçevede amaca yeterliliği sağlayıncaya kadar, yine gereklerini özümsemeye teneffüs ettiğiniz havadan, içtiğiniz sudan daha öncelikli olur. Olmaya çağırıyorum.
Şimdi isterseniz çok kapsamlı sorular sorduktan sonra diyaloglar geliştirelim. Daha benden özellikle derinleştirmesini istediğiniz hususlar nelerdir? Diyaloglar bana göre en iyi öğrenme metotlarından birisidir. Ve bunu çok özgün yürütüyoruz burada. Katılımı, paylaşımı geliştirmede çok etkilidir. Kişisel anlamda değerlendirmeyin, geliştirilen ikili diyaloglar, bütün yapıya çözümleme düzeyi kazandırır. Ben özellikle diyaloglarımda, çözümlenen kişi değil, onun şahsında temsil edilen neyse odur. Ve verilmesi gereken neyse o kadardır. Cevaptır yani. Müthiş soru cevap ikilemi ifade ediliyor. Bütün bilimleri süzgecinden geçiren sorgulanmayla birlikte cevaplamayı gerçekleştiriyor. Diyaloglarda kim bulunmak istiyor, önce gönüllü olan var mı? Basitten mi, karmaşık olandan mı başlayalım? Konular önceliği, en can alıcı konular. Söyleyin ki verimli kullanalım. Çünkü bizim için bir gün bir tarih ve gelecektir. Hiç hafife almaya değmez. Bir günde dünya yeniden kurulur, yeniden inşa edilir. Bu denli değeri vardır. Kesinlikle!
…
Bugünkü toplantımızı, böyle bir çok soruna cevap veren bir çerçeve dahilinde değerlendirmeye çalıştık. Anlamlıdır, ısrarla üzerinde durmanız gerekiyor. Kesinlikle burası bir öğrenme yeridir, burasını vurguluyorum yani; yaşama bakış açılarınızdan tutalım, çok pratik askerleşme esaslarımıza kadar, estetik hususlardan tutalım, ekonomik özelliklerimize kadar burada üretme işi önemlidir, öğrenme çok gereklidir. Yeterliliği zorluyoruz ve daha çok da size bağlıdır. Kendi payıma önemli bir çaba içinde olduğuma eminim. Zorlandığınızı biliyorum. Halk tarzında böyle olur. Geliş tarzınız, katılış durumunuz, geçmişiniz okulumuz için ciddi bir engel değil. Fakat çok eleştirilen, yüzeysel algı, ilgi düzeyi zayıf alışkanlıkların da oldukça inatçı ve bunu dayandırdığınız düzen gerçeğini, peşinen gerekirse bıçakla keser gibi bir tarafa atmanız gerekiyor. % 1 tutunacak yanlarınız da varsa onu esas almalıyız.
Şimdi büyük bir terbiye ki, şu anlama geliyor; en eski arkadaşımızda bile görüyorsunuz, bu işin vazgeçilmez bir gereğidir. Biz bu halk adına, o işte terbiye denilen, aileden kalma, bilmem sokaktan edinilen düzenin okullarından, çalışma sahalarından edinilen her şeye kuşkuyla bakılıyor. Bunları kirli bir elbise gibi üzerimizde tutuyoruz, atacağız. Kendimize özgü olan yaşamın amaçlarını, onun araçlarını özünü ve biçimlerini, heves arzusu ve duygularını aynı zamanda yüksek bir anlayış ve onun ilkelerini bütünlüklü olarak burada öğreneceğiz. Bu hiç sizi sıkmamak değil, tam tersine büyük bir rahatlığa, çetin kişiliğe, kolay olmayacak çetin ama; anlamı olan bir kişiliğe, onun yaşamına kesinlikle ulaştırmak, bunun için sağlam başlangıçları yaptırmaktır.
Okulumuzun bu gücü, hele bu son günlerde hayli artmıştır. En olgun dönemini yaşıyor. Kesinlikle burada verilen dersler, sadece PKK bünyesi için değil, bütün ulusal düzey ve hatta giderek etkilediğimiz insanlığı da kapsamı içine alacak ve etkileyecektir. Savaşta az çok dayanmış insanlarsınız, bu sadece buradaki dayanma için bir başlangıçtır. Savaşımızın en zorlusu burada verilmekte, anlayış savaşı, alışkanlıklarını yenme, zafer kişiliğine kendini yatırma alışkanlığı veya terbiyesi. Bu çok zor gelebilir size. Ben bir kaç ayınızı istiyorum, fazla değil. Kesinlikle yüzeysel, es geçer gibi yaklaşmasın. Boğulurcasına dayanamıyoruz diye öyle kendinizi fazla zora sokmaya da gerek yok. Bu, anlamı olan önemli sonuçları yaşam boyu olumlu tarzda ve dediğim gibi zafere ulaşacak kişilikleri de ortaya çıkarmayı amaçlıyor. İddialıyız. Şimdiye kadar yaptıklarımız bundan sonra yapacaklarımızın en iyi göstergesidir. Düşünün, herkes "mucizeler" diyor, biz mucize demiyoruz. Emeğimizle, inançlarımızla ve giderek gelişen düşünce eylemimizle, biz bunu ortaya koyduk. Neden zaferi kesinleştiren tarza kendimizi artık yakıştırmayalım? Büyük şehitleriyle, büyük açılarıyla, işkenceleriyle bu hareket adına yapılanlar bu hale geldikten sonra, bundan sonrasını sadece ve sadece zafer için ele alacağız. Açık söylüyorum, okulumuzun bu aşamadaki en temel özelliği, her saha için beklenen zafer kadrosunu ortaya çıkarmaktır. Ben hiç bir yıl bu kadar kesin konuşmuyordum. Bu süreçte kesin bunu belirtiyorum. Bunun anlamını adeta bıçakla kazır gibi, beyninize yüreğinize kazıyacaksınız. "Anlamadık" filan demeyin. Beni basite alan yanılmıştır. Düşman bu yanılgıyı tarihte görmemiş bir biçimde ödemiştir. Bizim içimizdeki yanılgılı kişilikler de ağır ödemişlerdir. Dua etsinler ki biz inanılmaz ölçüde insanı kurtarma çabası içindeyiz. Yoksa çok az kişi sizde sağ kalırdı. Ama ne mutlu ki, bu günlere gelebildiniz. Bunu takdir edin ve artık biraz da vicdana gelerek başarı tarzını kendinize yakıştırın. Hazırlıklı olmayı bilirsiniz. Buradaki hazırlık fena sayılmaz. Birçok yönüyle yetersiz, yürekler acınacak bir durumda da olabilirsiniz. Burada bunu da giderebilirsiniz.
Ben bu işi ta kendimi tanıdığım yaşlardan beri, neydi o? İlk gözlerimi açtığımda, ilkeli mi deseni veya özgürlüğü esas alan bir yaklaşımla buraya kadar getirdim. Yıllarca birkaç kuruş para peşinde, bir kaç ilişki peşinde koşan bir adamım. Hiç bir bacak benim kadar yol aşındırmamıştır bu ilkeler, davalar temelinde. Ama görüyorsunuz ki, yani boşa gitmedi bu yıllar. Büyük sonuç verdi. Hatta bu ülke, bu halk için tek sonuç veren yol, yöntemdir.
Bu anlaşılmıştır. Kendi önyargılarınızda ısrar etmenin hiçbir anlamı yok. Benden daha çok siz başarıya susamışsınızdır. Özlemlerinizin gerçekleşmesi benimkinden daha çok sizin için gereklidir. Özlemlerimiz için gerekli. Emeklerimiz var, onun başarıya ihtiyacı vardır. Ben az çok ortada bunu biraz kendime yedirdim, kanıtladım. Benden daha fazla şiddetle sizin ihtiyacınız var. Bu halk artık, bunu mutlak görüyor. En oportünisti bile, "başarı gerek" diyor. En iflah olmazı bile artık imana doğru geliyor. Biz bu işin öncüsüyüz. Neden kendimizle layık olan, oldukça da emek harcamış olarak, onu herkesten daha fazla kendimizi ortaya koyarak, göstermiş militanlar olarak, gerekirse tam basan mı, ona da varız, herhangi bir dönemden daha fazla bu dönem diyor ki, bu işe bu tarzda yürüyebilirisin. Bunun ne anlama geldiğini sanırım bu kadar derli toplu, inisiyatifli olarak şimdi görüyorsunuz. Ben her zaman yeterince de ilgiyle işin içindeyim. Sorumlulukların en iyisini bundan sonra daha iyi göstereceğim. Fakat sizin de dediğim gibi eski türden değil, anladığınız anlamda da değil, yani tür diyorum ben buna, çerçeve üstüne çerçeve çiziyorum, onda yerinizi yapacaksınız, kendinizi göreceksiniz. Tekrar vurguluyorum, ben emrettiğim için değil, size çok gerekli olduğu içindir. Bu kendini yeniden kurumlaştırmayı, kendini yeniden tarz, üslup, hitap gücüne, tempoya özellikle kavuşturmayı, içerik noksanlığı varsa onu da kazıyarak adeta yüreğinde, beyninde onu da kazıyarak kendine oturtmayı, sağlamayı başaran, bu okuldan sağlam, dolayısıyla yüksek başarılı çıksın. Ele aldığı her düzeyde PKK'nin gerçek kahramanlığına yaraşır bir militanı olacaksınız. Gerçek yaşamda zorlukları ne olursa olsun ona katlanmada, bu başarılı katılımın, paylaşımın ve giderek savaşımın militanlığı temelinde gerçekleştirilecektir.
Ben yine bu vesileyle yeni gelenlere, yüksek sorumlu ve başarılı katılmaları kadar, her düzeyde sorgulanan kişiliklerimizin de örnek bir çıkışta ve en yeniyim diye katılanların da, gerçek hakiki bir PKK'nin en genç adayı biçiminde sonuna kadar kendilerine güvenebileceklerini ve başaracaklarına da inanmalarını diliyorum, bekliyorum.
Başarılar.
18 Ocak 1997
Reber APO
- Ayrıntılar
Süreci yoğunca, oldukça kapsamlıca işlemeye devam ediyoruz. Şüphesiz çok gerekli olduğu için bu yoğunlukta çok kapsamlı sorular soruldu. Amacı, kendinizi sorgulamaya tabii tutmamızdır. Kendini kandırmış, yanlış temellendirmiş, yanlış büyütmüş; anladıklarıyla uyguladıkları, özüyle biçimi, sözüyle pratiği arasında uçurumlar olan kişiliği sorgulamaksızın, onu açıp, çözüp yeni temellerde hem öze, hem biçime kavuşturmaksızın, devrim gibi ateşli ve en ince bir sanatı başarıyla yürütenleyiz. Perişan hallerinizi gördükçe, daha böyle nedenlerini anlayarak mutlaka bu koşulları zorlayarak sizleri bir çözüm gücüne doğru götürmeyi ben vazgeçilmez görev olarak görüyorum ve bunun için mutlaka vermem gerekir diye kendimi de kapıyorum.
Artık bırakalım bir halkı, onun çok tanınmaz hale getirmiş tarihini ve güncelliğini çözmek, kendinizi böyle bırakırsanız, en ciddi engellerden birisi olacaksınız. Şimdi bunun da hiç bir gerekçeyle savunulur yönü yok. Kendini çözemeyen ne verebilir? Birçok yönüyle yetersizliği dobra dobra üzerinde akan birisi yine amaçlarına uygun neyi verebilir? Şimdi görebildiğimiz, o açığa çıkan gerçeklik, amacı doğrultusunda kendini bırakalım ciddi ve başarılı vermeyi, onu kemirmeyi neredeyse sanat haline getirmiş ve oldukça da kendini kandıran iyi niyetli kişilikler, ortalığı, ortamı kaplamış gidiyor. Ne olursa olsun burada ister vicdani uyanış, ister bir açılım, günümüzde mutlaka halletmemiz gereken sorunlarımıza, görevlerimize cevap oluncaya kadar burada temellendirmemiz ve ortaya çıkarmamız gerekir.
Devrim ha babam usulüyle yönetilecek bir eylem değildir. Bu yöntemleriniz ha babam yöntemlerinden daha zavallıca. Çok dağınıksınız. Ben devrimin etkili bir kaç kişiliğini gerçekten içinizde göremiyorum. Son yıllarda, bu büyük çabalara rağmen sağanaklardan, dolulardan kaçıp PKK çadırı altına yerleşen zavallılara benziyorsunuz. Cüretkâr, göğüs geren, yürüten bir güç haline gelmeniz ve temsil etmeniz pek gözükmüyor. Şu anda Kürt gerçeğinde en çok iddia edilen; bunların pek adam olamayacağı biçiminde bir yargıdır. Halen alemin tereddüdü var. "Eskiden böyle bir şey yok" denilirdi. "Şimdi varlar, fakat sağlıklı kurtulabilecekleri kuşkuludur" diyorlar. Ve bunun da en temel nedeni sizler oluyorsunuz.
Bakın duyarlı insanlar kendini biçimlendirirken alemin ve yakın çevresinin nazarlarını dikkate alırlar. Sizin durumunuz, bana gerçekten sürekli karşı çıktığım bir durumu hatırlatıyor. Çevresini kendine göre ayarlayan, ama hep verdiği bir şekilsizlik, bir yük, ağırlık teşkil eden kişilik durumu. Bırakalım benim temsil ettiğini PKK'nin bunu çekmesini, halk bile çekemez bu kişiliği. Burada verdiğimiz en önemli bir ders de şu: Biz PKK ortamını, hem içimizi, hem yönettiğimiz halkı, böyle zorlayacak kişilere bırakamayız. Şimdi köylü sığlığınızla veya işte, varsa diyelim, biraz daha kendini kurnaz sanan, yarı aydın kentli demagojiyle bu işin altından çıkamaz. Eski hikayeyi yeni kelimelerle süsleyecek, yeni bir hikaye anlattığınızı sanmayalım. Yani devrim hikayelerini anlatacağınızı ve inandıracağınızı sanmayalım. Zorla güzellik olmaz, istediğiniz kadar ince yöntemlerle bu kişiliği PKK'ye dayatarak sonuç almayacağınızı bilmelisiniz.
Bunun için gerekli olanı vurgulayalım; iyi bir öğrenci, iyi bir dinleyen olabilmek, öğrendiğine tutarlı karşılık vermek. Devrimlerin savaş ve ezici yetkisini biliyoruz, bu bizde tam bir felaket olur. Diğeri de en az onun kadar tehlikeli. Yanı eskiden de kölelik arz eden edilgen, bilgisiz, çaresiz davranışlar; görünüşte ne kadar iyi niyetli de olsa, bunların çok tehlikeli bir alçaklık olduğu hiçbirimizin göz ardı etmemesi gerekir.
Öğrenme işini bu kadar savsaklamak anlaşılır gibi değildir. Meşhurdur, tarihin en büyük kılıcı Hz. Ali'nin deyişi var, "bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum." Öğrenmeye bu kadar bağlı bir insan tarihin kılıcı ünlerini kazanmıştır. Siz her gün öğrenme ile oynuyorsunuz. Nasıl kılıç olacaksınız? Yani; kendinize o en çok yakıştırdığınız komutan, şervan olacaksınız. Bunu çözmemiz lazım.
Toplumdan kaçtım, PKK'ye yol açtım. Beni PKK'den kaçmaya zorluyorsunuz. Kaçtığım toplum gibi bir topluluk oluşturup, beni bir kez daha kaçırtmak. Tabii ben kaçamam. Ben yeni bir parti içinde parti oluştururum. Bütün anlayışlarınıza -tecrübem de vardır- gerekirse günde bir parti yaratarak karşılık vereceğim. Sizin partiyi sizin başınıza çalacağım. Bunu yapıyorum da. Bu tabii sizi moral bozukluğuna, hayal kırıklığına uğratıyor. Ama unutmayın ki, karşınızda bir parti ustası var. Bunu sağlayabilecek güçtedir. Nerdeyse herkesin kendine göre particikleri var, elbette ki başlarına yıkılacaktır. Sıkılmayın, nedeni sizsiniz. Benim partimin halkın temel hayati çıkarlarına cevap veren bir parti olduğu doğrudur. Zaten ben şu anda halk içinde fazla tartışılmadığım gibi, değerimi koruyorum, geliştirdikçe geliştiriyorum. Parti içinde de istediğim davranış özgürlüğünü, onun eğitimini, örgütlenmesini, eylemini yürütüyorum. Fakat sizler benim kadar rahat değilsiniz. Burada suç kendinizindir. Hangi partide olduğunuzu bilmeniz gerekir.
Benim tespit ettiğim diğer bir husus; çok ataerkil olduğu kadar, çok düzenden kalma oldukça ruhsal ve zihinsel bazı hastalıklarınızı yaşama cüretkârlığını gösteriyorsunuz. Ki, bu inat, keyfilik dediğiniz çok etkili olan, hele yetkiye kavuştu mu daha da kendini dayatan, farklı bir anlayış oluyor. Üst boyutta sorgulama pratiklerimiz bunu daha da netleştiriyor. Bunun kolay olmadığı, yani kendi partileşmesinin anlamlı bir partileşme olmayacağını iyi gösteriyor. Gücünüz varsa, benim partiye gelin. Yani ben kendi partimi savunuyorum ve gönüllüdür, size katılım çağrım. İşinize gelmiyorsa gerçekten hoşça ve boşça yerinizde kalmanızdan da oldukça razıyım. Bir yükten de kurtulmuş olunur. Ama her gün partimizin içinde yeni particikler kurmak akıllılık değildir. Eğer gerçekten partimizde partileşmek istiyorsanız, tepeden tırnağa bu yöntemlerinizi, bu tarzlarınızı, bu yaklaşımlarınızı, bu temponuzu değiştirmeyi göze almanız lazım. Benim sizlere saygım var. Eğer bir başarı olanağımız olsa zaten değerlendiriyorum, onu çekiyorum, % 1'i tutunacak yanların hepsini alıp birleştiriyorum. Değerlendirme hatamın olduğunu hiç sanmam. Ama gelirken bin bir yanlışlıklarıyla, şekilsizlikleriyle, çirkinlikleriyle kendinizi kabul ettirmeyi bekleyemezsiniz. Neden benim partim son yıllarda Kürdistan ufuklarından yükseldi? Çünkü doğru partileşmeydi, çünkü halkın giderek çıkarlarını temsil ettiği bir parti olduğu anlaşılıyordu. Bunu iyi temsil ettiğim anlaşılmasaydı, halkın desteği bu kadar ayakta kalabilir miydi? Hatta dünyada ilk defa sesimize kulak vermeler bu kadar gelişir miydi? Kürt'ün imajı hep ajanlık gibi algılanırdı.
Umut kişiliği diye hiçbir şey düşünülemezdi. Ama bu son yıllarda bu da yıkılıyor. Ve bunların hepsine önderlik ettik. Bütün bunlar kanıtlanmış, doğru parti gerçekliğidir. Hem bunlara inanacak, hem anlam verecek, hem de katılımınızı bu çerçevede giderek kesinleştireceksiniz. Eskici dükkanından aldığınız eşyaları, son düz kumaşla değiştirmeyi öneriyorsunuz bana. Ben ne yapayım, o eski püskü şeylerinizi, giysem iki günde çıplak kalacağım. Savaş gibi bir yerde beni çırılçıplak bırakır düşman karşısında. Bizim elbiseler zırh gibidir. Giyeni her türlü soğuğa ve sıcağa karşı korur. Bunları esas almalısınız. Eğer içinizde "üşüdüm", "bayıldım", "sıkıldım" diyorsanız bunun nedeni; PKK elbisesini giyemediğinizden ötürüdür. "Midemde, yüreğimde bir ağrı vardır" diyorsanız, bunun gıdasını almadığınızdan ötürüdür. Kesinlikle, burada bir günde partileşin diyen yok. O, acımasız bir savaşım içindir. Ama bile bile hatada ısrarın da kesin yanlış olduğu, bunun farklı görüşü de demeyeceğim. Farklı bir partileşmeye, hem de çürüğü, çıkığı çok belli olduğu halde.
Esas diğer bir özelliğimiz de, güç getirememedir. Farklı bir partisi olmayanlarla diğer önemli bir özelliği; zavallı yatalak gibi bir durumda olmasıdır. Hasta, yatalak ancak dört kişi onu taşırsa sağına, soluna bakabilir. Çünkü bizim partimizde büyük bir kesimde bu yatalak durumu temsil ediyor. "Ben çok hastayım, parti taşısın beni" demek, yanlış bir seçimdir. Belki özel bir kliniğe alınabilirsiniz ama PKK'nin içinde asla böyle olamazsınız. Adı üstünde PKK; en zoru başaran harekettir. En zoru, yani Kürdistan devrimini omuzlayan insanların hareketidir. En sağlıklı, ruhta, düşüncede ve fizikte en kudretli olanların birleştiği öncü örgüttür. Hastaların burada işi olamaz. İşi olamayanların, neredeyse kusursuz olmaya yatkın adımların sahibi olmayanlar, burada yol alamaz. "Hastayım PKK gelsin beni şifaya kavuştursun." Şu anlamda belki bunun anlamı vardır: "Yeni geldim beni eğitsin" bunu yaparız. Ama adeta hastalık hastası gibi bir yaklaşım ki bu da ezici çoğunluğu temsil ediyor. Toplumda böyle bir yaşam bulamamışsın, PKK içinde vardır. Bu tamamen bir riyakarlık yani ikiyüzlülük ve belki de düşmanın psikolojik savaşımından içimizde yaydığı, bizzat yaydığı hastalıklardan daha tehlikeli olduğu anlamına geliyor. Ne pahasına olursa olsun bu kişiliği yaşatmayalım. Partileşmeyi dar anlamayalım. Bir kaç tüzük esasları dâhilinde davranmak olarak anlamayalım. Yine bazı genel ilkelerine bağlı olmak biçiminde anlamayalım. Yine sözüm ona, yönetimlerden kaynaklanan emirlerle yürümenin sağlanacağını sanmayalım. Yaşam tarzı, salt yine siyasal bir olay değil, askeri boyutundan, kültür boyutuna ekonomik yaşam tarzından hayallerine kadar komple bir yaşam ve savaş gücü olmayı ifade ediyor. Hele diğer partilerle PKK'yi karıştırmayalım. Zaten, komünist örnekler de dâhil bugün dünya çapında partileri, bir engel olarak değerlendiriyorlar. Klasik sağ-sol, komünist-faşist, bütün partileşmelerin bir darboğazı yaşadığı ve artık insanlığın önünde aşılması gereken engeller olarak dikildiğini, gittikçe sıkça duymaktayız. PKK bu anlamda da klasik partileşmelere benzemez. Belki de PKK'nin en önemli bir özelliği budur. Dolayısıyla birçok partiler aşılır. Ve en güçlü devlet sahibi olanlar bile yıkılırken, PKK gibi en inanılmazı gerçekleştiren dolayısıyla kendini büyüten bir örnek evrenseldir. Daha doğrusu onu kendinde somutlaştırandır. Ve dikkat edilirse, dünyayı bile karşısına alan bu partileşmenin biraz değişme göstermesi, bu temel özelliğiyle bağlantılıdır. Ama sizin PKK'yi anlamanıza bakıyorum; aşiret kişiliğini bile aşmıyor. Bu yaklaşım bir yanılgıdır.
Bu nedenle demek ki, bütün derslerin esası olan PKK'leşmeyi adım adım sağlayacağız. "En PKK'liliyim, en laik olanım" diyen birisi bu anlamda bir PKK'lileşmeyi kanıtlamalıdır. Açık söyleyeyim ki, çoğunuzun ölçüleri bunun çok gerisinde ve hatta çok sapkınlık, sorun teşkil eden bir durumda görüyorum. Bizim sahaya gelirken özellikle, benden gerçekten bir şeyler duymaya çalışan, kişilere de benim verebileceğim en iyi cevap karşılık değeri; "hoş geldiniz partileşmeye'dir". En değerli karşılaşma budur. Eski yeni, alt üst düzeyde kim olursa olsun büyük bir partileşmeyle karşı karşıya olduğunu asla göz ardı etmemelidir. Partileşmeyi sağlamayanların yaşama hakkı olamaz. En tehlikeli yanılgı partileşme konusunda gösterilen yanılgıdır. Varsa bir iyiliğiniz önce bu partileşmede kendini göstermelidir. Aksi halde bu büyük savaşıma değil güç getirebilmek, 24 saat bile yürütebilmesi mümkün değildir diyorum. Siz tehlikenin ağzında olduğunuz halde, adeta evin başına yıkılacağı bir ailenin yanında habersiz çocuklarına benziyorsunuz. Diyorum ki, düşman geliyor. Belki 24 saat sonra evi de ya yıkarak, ya da yakarak başınıza çektirecektir. Çocukların şenliği ile o evin içerisinde kalınamaz. Ya muazzam bir savunma gücü oluşturur kurarsınız ya da bakarsınız. Başka kurtuluş yolu olamaz. Gerçek budur.
Özellikle ülkeden aldığınız sizlerin de partileşmenin ciddi olarak aşındığı -bu beni ürkütüyor- düşmandan daha fazla partileşmenin aşındığı yerde hayat olmaz; ister özgürlük adına olsun, ister kölelik adına olsun. Kendi koşullarımızda düşman -çünkü ikisine de yer vermiyor- kölelerin köylerini hepsini başına yıkmıştır. Potansiyel suçlular biçiminde çok iyi biliyorsunuz bunu. Diyarbakır manzaralarını sanırım çoğunuz gördünüz. Onlar köledirler. Onların TC'ye herhangi bir karşı çıkma durumları yoktur. Bir kuruşa rahatlıkla kendilerini verebilirler de, satabilirler de. TC de onu vermiyor. Köylülerin de büyük bir kısmı öyledir. Köledirler. Ama hepsinin çatısını başına getirdiler. Neden? Potansiyel suçludurlar diye. Bir gün belki PKK'ye kayabilirler diye. Bu bir gerçek. Peki, içimizdeki köle nasıl yaşayacak bu düşmana karşı? Hele PKK'nin sorumlu kademelerinde bulunanlar bu düşman karşısında nasıl dayanacaklar?
Şimdi bunları "anlayamam, cevap olamam" demekle hiçbir yere varamazsınız. Şans gereği diyorsunuz belki yaşıyoruz. Tesadüfler sonucu ayaktayız. Bunun sağlıklı bir ayakta kalış olmadığı ortadadır. Her an bu şans aleyhinize çevrilir ve çok trajik bir biçimde sonunuz gelir. Aksi halde bu partileşmeye adım atmamak gerekir. Ben ürküyorum diyorum size. Bazılarını yıllardır taşıyorum, onlar için de üzülüyorum.
Beni göreve davet edin. Daha iyi anlatabilmek için, daha iyi bunda yer alıp almayacağınızı yine anlayabilmek için beni göreve çağırın, yerine getirmeye varım. Ama öğrenmemeyi bir hak olarak siz bana dayatamazsınız. Geri, çarpık olmayı da olabilir bir biçimde, bir onayı da bizden bekleyemezsiniz. Hele kendiniz böyle çok sefil, çaresiz ve çok saçma bir biçimde dayatma hakkım da hiç göremezsiniz. "Kürt'tür, böyle alışmış, böyle yönetilmiş. Ne olur sen de biraz böyle yürüt." Kesinlikle bu olmaz. Baştan beri, yedi yaşından beri diyorum ki, ben böyle Kürt'e isyanım. Büyük savaşçıyı tanımamışsanız, tanıyın. O zaman anladınız mı? Bilmiyor musunuz? TC'nin her gün yayınladığı yazılardan da mı anlamadınız? Yürütülen bu savaştan da mı anlamadınız?
Anlaşılmalı ki, anlattıklarımızın içinde kendinizi bilgilendiren önemli yerler, yönler var. Buna göre kendinizi başlatacaksınız. Gerekirse doğrulayarak ve yeniden. PKK'nin yürüyüşüne inanan, PKK ile bu iş yürüyebilir diyenlere, özellikle bunları vurguluyorum: Yoksa "PKK içinde ben kendimi, alışageldik üzere bütün bu yetmezliklerimi götüreceğim" diyenlere daha değişik yaklaşılır. Onları atacağız. Bunun başka çaresi yok. Ummadığı ve beklemediği bir zamanda, yerde ve biçimde.
Burada çözümlenen tepeden tırnağa bir halkın yaşam iddiası, yaşam gerçekliği, yaşam ifadesi, kurumları, araçları, kuralları bütünlüğüdür. Buna inanacaksınız, öğreneceksiniz. Lafta olmaz bu. Büyük bir inanç, azim gerektirir. Aynı zamanda, nasıl ki bir operatör en iyi bir kalp ameliyatını büyük bir hassasiyetle yapmak zorundadır, öyle bir operatörle bu işler üzerinde de durmayı gerektirir. PKK budur! Öyle sanıldığı gibi yalnız bir yıkma hareketi değil, anında oluşturma hareketidir. Emek hareketidir, herkesi çalıştırır "hazırlıklı değiliz" diyeceksiniz. Hazırlık için yeterince zaman size tanıyorum. Hep anlatmak istediğim bir şey var. Bütün bu konuşmalarda görüldüğü üzere, yanlış hesap Bağdat'tan döner ve 40 yıl geçtikten sonra da yanlış yanlıştır denilir ya. Böyle tutumlar söz konusu. Cevabı doğru verirseniz hesaptan kurtulursunuz.
Başlangıç için bunları belirtmek yeterlidir sanıyorum. Yeni gelenler, yeni yeni başlangıçlar yapmak için, habire söz verenler için, dikkat edilirse hep çerçeve açıyoruz. Sağı solu belli olmayan, nerede, nasıl oturmasını gerektiğini bilmeyenlere bunları muazzam bir tekrarla uygulama gereği duyuyorum. Gerekirse on defa okuyun, tartışın. Gerekli olanı herhalde bulmanız zor olmayacak. Ben ne yapacağım? Yani lanetli bir halkın, çok ters büyütülmüş çocuklarısınız. Benim elimden gelen, mümkünse bunu ortadan kaldırmak. Bunu yapmaya çalışıyorum. Başka çaremiz yok ki. Nereye başvurursanız tokadı yerseniz. Kime boyun eğerseniz dayağı yersiniz. “Evet” de deseniz, “hayır” da deseniz küfrü yersiniz. Bu lanetli gerçeğin doğal bir sonucudur. Ben bunları icat etmiyorum. Bunları bildiğim içindir ki, kendime bir çeki düzen verme gereği duydum. Bilmiyorsanız öğrenin. Kürt şu anda pazara bile kendini en az ücretle satmaya hazır, % 90'nı halen işsiz. Bunları ben icat etmiyorum. Ülkesini çoktan satmış, haberi yok. Bütün insani erdemlerini elinden almışlar haberi yok. Kişi olarak da bedenini, gerçekten yani beş kuruşa diyebileceğimiz, karın tokluğuna satmaya çalışıyor. Buna da kimse sahiplik etmiyor. İşte gerisi Diyarbakır tablolarıdır... Mümkünse bu tabloyu bir çerçeveleyin ve dershaneye koyun. Anlamayanlar her gün seyretsin.
Bu okulumuz bu kara tabloyu değiştirmek için. Bazı arkadaşlarımız büyük bir bebeklik teorisine sıkı yapışmışlardır. Bununla hiçbir yere varılmaz. Kitaplarıyla, tarzlarıyla, ciyak ciyak bebek bağırışı gibi söylüyorlar. Mümkün değil onunla bir yere varmak. Büyük zorluklarla buraya geliyorsunuz. Büyük bir ilgiyle, bir tek şey isteniliyor, dikkat edilirse. Bu işin altından kalkmak yollarını çarelerini bulmak. Var yani, bu okul iyi öğretir. Halk adına geliyorsunuz, eğer buna biraz saygılıysanız, "en benim" diyen burjuva okullarından, feodal okullarından bile daha iyi şekilleneceğiniz kesindir. Böyle basit bir sadelik sizi yanlışa itmesin. Mühim olan amaç ve onun mütevazı katılımıdır. Hz. Muhammet de derslerine başladığında, yunan okulları, akademiler var, hepsi buna benzerdir. Hz. İsa'nın da manastırları bundan farklı değildirler, hep öyleydiler. Bizimkinin de böyle olması, temel insani okulların özelliğinden ötürüdür. Daha sonra biliyorsunuz, bu okullardan büyük komutanlar yetişti, İskender gibi daha 33 yaşındayken üç kıtayı fetheden komutanlar, Eflatun, Aristo okullarında yetiştiler. Hz. Ali, o Mekke'deki karanlık kulübeler gibi yerlerdeki propagandadan yetişti. Roma'yı çökerten havariler, Hz. İsa'nın bu basit hitaplarından yola çıktılar. O açıdan okulumuzun gerektiğinde en büyük devrimi gerçekleştirme gücünde olduğuna inanarak, onun kutsallığını duyarak katılacaksınız. Bütün dinlerin kutsallığı kadar, bütün felsefenin derinliği kadar, politikanın da en sağlam gerçekçi bir okulu olarak, buranın geliştirdiğini görerek bir yaklaşım sergileyeceksiniz. Hatta ekonomiden tutalım, sanata kadar, özünde burada kazanıldığına emin olacaksınız. Ekonomi biliminin de okuludur, sanatın da okuludur. Yaşınız uygun bu okulu öğrenmeye. "En çok biliyorum" diyenler de çok öğrenebilir. Çünkü çok derinlikli bir okul. "En yeniyim" diyenlere de hemen abeceyi öğrenir gibi sadeliği, basitliği olan bir okuldur.
Umarın yani şimdiye kadar ki şekilsizlikleriniz, burjuva okulları, o feodal aile okullarında ne kadar gelişmiş olursanız olsun, madem okulumuza adım attınız, dediğim gibi ister en eskiler, ister en yeniler bu çerçeveyi esas alarak, mükemmel bir çıkışa kavuşabilirler. İsteyen askeri dalda, isteyen diplomatik politik dalda isteyen kültürel dalda, isteyen ekonomik dalda, hepsini öğretiyor. Zaten bir kişi istiyorsa bütün bu dallarda bir organizatör olabilir. Duruma göre nerede, hangi görevi olsa kesinlikle ona güç getirebilir.
Bu temelde tekrar yeni gelenlerle birlikte -ki her gün yeni gelir gibisiniz buraya- okulumuzun gerçek bir öğrenci olmaya büyük bir gönüllülükle birlikte, istekle, azimle olduğu kadar ilgiyle, katılmaya, anlamaya gerekli olanı almaya çağırıyoruz. Temel çıkışınızı, bu çerçevede amaca yeterliliği sağlayıncaya kadar, yine gereklerini özümsemeye teneffüs ettiğiniz havadan, içtiğiniz sudan daha öncelikli olur. Olmaya çağırıyorum.
Şimdi isterseniz çok kapsamlı sorular sorduktan sonra diyaloglar geliştirelim. Daha benden özellikle derinleştirmesini istediğiniz hususlar nelerdir? Diyaloglar bana göre en iyi öğrenme metotlarından birisidir. Ve bunu çok özgün yürütüyoruz burada. Katılımı, paylaşımı geliştirmede çok etkilidir. Kişisel anlamda değerlendirmeyin, geliştirilen ikili diyaloglar, bütün yapıya çözümleme düzeyi kazandırır. Ben özellikle diyaloglarımda, çözümlenen kişi değil, onun şahsında temsil edilen neyse odur. Ve verilmesi gereken neyse o kadardır. Cevaptır yani. Müthiş soru cevap ikilemi ifade ediliyor. Bütün bilimleri süzgecinden geçiren sorgulanmayla birlikte cevaplamayı gerçekleştiriyor. Diyaloglarda kim bulunmak istiyor, önce gönüllü olan var mı? Basitten mi, karmaşık olandan mı başlayalım? Konular önceliği, en can alıcı konular. Söyleyin ki verimli kullanalım. Çünkü bizim için bir gün bir tarih ve gelecektir. Hiç hafife almaya değmez. Bir günde dünya yeniden kurulur, yeniden inşa edilir. Bu denli değeri vardır. Kesinlikle!
…
Bugünkü toplantımızı, böyle bir çok soruna cevap veren bir çerçeve dahilinde değerlendirmeye çalıştık. Anlamlıdır, ısrarla üzerinde durmanız gerekiyor. Kesinlikle burası bir öğrenme yeridir, burasını vurguluyorum yani; yaşama bakış açılarınızdan tutalım, çok pratik askerleşme esaslarımıza kadar, estetik hususlardan tutalım, ekonomik özelliklerimize kadar burada üretme işi önemlidir, öğrenme çok gereklidir. Yeterliliği zorluyoruz ve daha çok da size bağlıdır. Kendi payıma önemli bir çaba içinde olduğuma eminim. Zorlandığınızı biliyorum. Halk tarzında böyle olur. Geliş tarzınız, katılış durumunuz, geçmişiniz okulumuz için ciddi bir engel değil. Fakat çok eleştirilen, yüzeysel algı, ilgi düzeyi zayıf alışkanlıkların da oldukça inatçı ve bunu dayandırdığınız düzen gerçeğini, peşinen gerekirse bıçakla keser gibi bir tarafa atmanız gerekiyor. % 1 tutunacak yanlarınız da varsa onu esas almalıyız.
Şimdi büyük bir terbiye ki, şu anlama geliyor; en eski arkadaşımızda bile görüyorsunuz, bu işin vazgeçilmez bir gereğidir. Biz bu halk adına, o işte terbiye denilen, aileden kalma, bilmem sokaktan edinilen düzenin okullarından, çalışma sahalarından edinilen her şeye kuşkuyla bakılıyor. Bunları kirli bir elbise gibi üzerimizde tutuyoruz, atacağız. Kendimize özgü olan yaşamın amaçlarını, onun araçlarını özünü ve biçimlerini, heves arzusu ve duygularını aynı zamanda yüksek bir anlayış ve onun ilkelerini bütünlüklü olarak burada öğreneceğiz. Bu hiç sizi sıkmamak değil, tam tersine büyük bir rahatlığa, çetin kişiliğe, kolay olmayacak çetin ama; anlamı olan bir kişiliğe, onun yaşamına kesinlikle ulaştırmak, bunun için sağlam başlangıçları yaptırmaktır.
Okulumuzun bu gücü, hele bu son günlerde hayli artmıştır. En olgun dönemini yaşıyor. Kesinlikle burada verilen dersler, sadece PKK bünyesi için değil, bütün ulusal düzey ve hatta giderek etkilediğimiz insanlığı da kapsamı içine alacak ve etkileyecektir. Savaşta az çok dayanmış insanlarsınız, bu sadece buradaki dayanma için bir başlangıçtır. Savaşımızın en zorlusu burada verilmekte, anlayış savaşı, alışkanlıklarını yenme, zafer kişiliğine kendini yatırma alışkanlığı veya terbiyesi. Bu çok zor gelebilir size. Ben bir kaç ayınızı istiyorum, fazla değil. Kesinlikle yüzeysel, es geçer gibi yaklaşmasın. Boğulurcasına dayanamıyoruz diye öyle kendinizi fazla zora sokmaya da gerek yok. Bu, anlamı olan önemli sonuçları yaşam boyu olumlu tarzda ve dediğim gibi zafere ulaşacak kişilikleri de ortaya çıkarmayı amaçlıyor. İddialıyız. Şimdiye kadar yaptıklarımız bundan sonra yapacaklarımızın en iyi göstergesidir. Düşünün, herkes "mucizeler" diyor, biz mucize demiyoruz. Emeğimizle, inançlarımızla ve giderek gelişen düşünce eylemimizle, biz bunu ortaya koyduk. Neden zaferi kesinleştiren tarza kendimizi artık yakıştırmayalım? Büyük şehitleriyle, büyük açılarıyla, işkenceleriyle bu hareket adına yapılanlar bu hale geldikten sonra, bundan sonrasını sadece ve sadece zafer için ele alacağız. Açık söylüyorum, okulumuzun bu aşamadaki en temel özelliği, her saha için beklenen zafer kadrosunu ortaya çıkarmaktır. Ben hiç bir yıl bu kadar kesin konuşmuyordum. Bu süreçte kesin bunu belirtiyorum. Bunun anlamını adeta bıçakla kazır gibi, beyninize yüreğinize kazıyacaksınız. "Anlamadık" filan demeyin. Beni basite alan yanılmıştır. Düşman bu yanılgıyı tarihte görmemiş bir biçimde ödemiştir. Bizim içimizdeki yanılgılı kişilikler de ağır ödemişlerdir. Dua etsinler ki biz inanılmaz ölçüde insanı kurtarma çabası içindeyiz. Yoksa çok az kişi sizde sağ kalırdı. Ama ne mutlu ki, bu günlere gelebildiniz. Bunu takdir edin ve artık biraz da vicdana gelerek başarı tarzını kendinize yakıştırın. Hazırlıklı olmayı bilirsiniz. Buradaki hazırlık fena sayılmaz. Birçok yönüyle yetersiz, yürekler acınacak bir durumda da olabilirsiniz. Burada bunu da giderebilirsiniz.
Ben bu işi ta kendimi tanıdığım yaşlardan beri, neydi o? İlk gözlerimi açtığımda, ilkeli mi deseni veya özgürlüğü esas alan bir yaklaşımla buraya kadar getirdim. Yıllarca birkaç kuruş para peşinde, bir kaç ilişki peşinde koşan bir adamım. Hiç bir bacak benim kadar yol aşındırmamıştır bu ilkeler, davalar temelinde. Ama görüyorsunuz ki, yani boşa gitmedi bu yıllar. Büyük sonuç verdi. Hatta bu ülke, bu halk için tek sonuç veren yol, yöntemdir.
Bu anlaşılmıştır. Kendi önyargılarınızda ısrar etmenin hiçbir anlamı yok. Benden daha çok siz başarıya susamışsınızdır. Özlemlerinizin gerçekleşmesi benimkinden daha çok sizin için gereklidir. Özlemlerimiz için gerekli. Emeklerimiz var, onun başarıya ihtiyacı vardır. Ben az çok ortada bunu biraz kendime yedirdim, kanıtladım. Benden daha fazla şiddetle sizin ihtiyacınız var. Bu halk artık, bunu mutlak görüyor. En oportünisti bile, "başarı gerek" diyor. En iflah olmazı bile artık imana doğru geliyor. Biz bu işin öncüsüyüz. Neden kendimizle layık olan, oldukça da emek harcamış olarak, onu herkesten daha fazla kendimizi ortaya koyarak, göstermiş militanlar olarak, gerekirse tam basan mı, ona da varız, herhangi bir dönemden daha fazla bu dönem diyor ki, bu işe bu tarzda yürüyebilirisin. Bunun ne anlama geldiğini sanırım bu kadar derli toplu, inisiyatifli olarak şimdi görüyorsunuz. Ben her zaman yeterince de ilgiyle işin içindeyim. Sorumlulukların en iyisini bundan sonra daha iyi göstereceğim. Fakat sizin de dediğim gibi eski türden değil, anladığınız anlamda da değil, yani tür diyorum ben buna, çerçeve üstüne çerçeve çiziyorum, onda yerinizi yapacaksınız, kendinizi göreceksiniz. Tekrar vurguluyorum, ben emrettiğim için değil, size çok gerekli olduğu içindir. Bu kendini yeniden kurumlaştırmayı, kendini yeniden tarz, üslup, hitap gücüne, tempoya özellikle kavuşturmayı, içerik noksanlığı varsa onu da kazıyarak adeta yüreğinde, beyninde onu da kazıyarak kendine oturtmayı, sağlamayı başaran, bu okuldan sağlam, dolayısıyla yüksek başarılı çıksın. Ele aldığı her düzeyde PKK'nin gerçek kahramanlığına yaraşır bir militanı olacaksınız. Gerçek yaşamda zorlukları ne olursa olsun ona katlanmada, bu başarılı katılımın, paylaşımın ve giderek savaşımın militanlığı temelinde gerçekleştirilecektir.
Ben yine bu vesileyle yeni gelenlere, yüksek sorumlu ve başarılı katılmaları kadar, her düzeyde sorgulanan kişiliklerimizin de örnek bir çıkışta ve en yeniyim diye katılanların da, gerçek hakiki bir PKK'nin en genç adayı biçiminde sonuna kadar kendilerine güvenebileceklerini ve başaracaklarına da inanmalarını diliyorum, bekliyorum.
Başarılar.
18 Ocak 1997
Reber APO
- Ayrıntılar
PKK hareketi olarak verdiğimiz mücadele ve amaçlarımız uğruna ödediğimiz bedellerin, sonucunda önemli gelişmeleri elde etmiş bulunmaktayız. İdeolojik anlamda da, siyasi anlamda da daha şimdiden dengeleri zorluyoruz. Türkiye dengesi zaten alt-üst olmuştur. Bölge dengelerine de tamamen oturmuş durumdayız. Olası bir devrim, sonuca giden bir devrim, Türkiye’yi ardına kadar devrime açmakla kalmayacak, Ortadoğu’yu da ve giderek dünya dengelerini de çok önemli bir konuma sürükleyecek siyasi gelişmeye yol açabilecektir. Bu nedenle ABD ideologlarının, diplomatlarının iki de bir “Kürt sorunu dünyanın şu anda en önemli sorunudur” demeleri, yine “PKK, en tehlikeli terör örgütüdür” deyip işi uluslararası yasaklamalara kadar götürmeye öncülük etmeleri tesadüf olmadığı gibi, mevcut gelişmemize de bir cevaptır.
Emperyalizm, ne kadar haklı olsak da, ağzına doladığı insan hakları, programlarına ne kadar aykırı gelse de, en insanlık dışı uygulamaları temsil etse de, TC faşizmini bu kadar ayakta tutmak istemesi ve her türlü desteği sunarak bütün suçlarını gizlemesi, aklaması onun ancak devrimimizin içeriğinden duyduğu endişeyle, korkuyla izah edilebilir. Kürt milliyetçiliğinin arkasında yer aldığını veya en azından kendisine bağlı bazı işbirlikçi, kişi veya örgütlerce durumu kontrol ettiği biliniyor.
Mesele ucuz bir Kürtçülükse, ABD bunun arkasında, ama içine bizim yürüttüğümüz devrimin gerçekleşmesi olayı girince, onu dehşete düşürüyor. Ve neredeyse Çekiç Güç, Irak rejiminden ziyade, bize doğrultulmuş gibidir. Son dönemlerde bu açıkça dile getirildi, nedenler gösterildi. PKK karşıtı Çekiş Güç, yani bir anlamda da “Kürdistan Devrimi’ne karşı alınan tedbirdir” deniliyor ki bu doğrudur. Yoksa Türk parlamentosunun Güneydeki Kürt devletinin kuruluşuna yardımcı olması düşünülemez. O kadar sıkıştırılmıştır ki, bir önleme hareketi olarak, Güneyde bir Kürt işbirlikçi federe devleti kurulsa ve eğer bu biraz Güneyde devrimi sıkıştıracaksa, bunu bile ehven-i şer olarak görüp desteklemek durumunda kalabiliyorlar.
Güney federe devleti gerçeği de, aslında olası bir devrimsel gelişmeye karşı alınan bir kontrol mekanizmasıdır. Bu da şimdi daha iyi anlaşılmıştır. Federe devlet, her zamankinden daha fazla, Kürdistan’da gelişmelerin bir kontrol aracı olarak elde tutuluyor. Parlamentodaki son tartışmalar, işin özünün bu olduğunu açığa vurmuştur. Ayrıca şunu söyleyemiyorlar; “biz bir Kürt devletçiği kuruyoruz, bunun sebebi PKK’dir” diyemiyorlar. Böyle deseler kamuoyunun farklı tepkilerini alırlar, Kürdistan halkından farklı tepkiler alırlar. “İnsan halklarına karşı, Irak rejiminden gelen büyük tehlikeye karşı kuruyoruz” diyorlar. Kendi kamuoyunu bununla aldatıyor ve özellikle PKK’ye karşı da ustaca bir taktikle tavır belirleme oluyor.
Bu ayda geliştirilecek Ortadoğu görüşmelerinde, özellikle ABD dışişlerinin, şimdi de Suriye’yle yaptıkları görüşmelerde, Filistin meselesinden ve hatta Suriye’nin İsrail’le olan meselesinden daha çok, PKK’yi tartışmaya getirmek istemeleri, bölgedeki siyasi ağırlığımızın ne düzeye gelmiş olduğunu veya nasıl değerlendirildiğini ortaya koyuyor. ABD’yi Filistin-Suriye-İsrail meselesinden daha ziyade, Kürdistan’daki gelişmeler ilgilendirmektedir.
Demek ki, ideolojik-siyasi gelişme Kürdistan tarihinde çok önemli bir aşamaya gelmiştir. Eğer bağlı kalınırsa, sonuçları önümüzdeki yıllarda da hayli büyük olacaktır. En önemlisi partinin içyapısındaki netleştirilmenin çok ileri boyutlu bir çözümlemeye tabi tutulmasıdır. 1994’ün üzerine giderken, partinin içi o kadar aydınlatılıyor, ayrıştırılıyor, netleştiriliyor ki, belki de hiçbir parti tarihinde, yalnız çağdaş partiler için değil, tarihi birçok parti diyebileceğimiz oluşumlarında görülmeyen bir doğru ile yanlışı, sahte ile sağlamı ayırt etme yöntemi ve onun başarıyla uygulanması söz konusu. Hiçbir partinin bu anlamda insanı bizim gibi çözümlemeye tabi tuttuğu, bilimsel yaklaşımını adeta en kapsamlı bir operasyona tabi tuttuğu görülmemiştir. Psikolojiyle siyaset arasındaki ilişki oldukça bilime uygun ve hatta örnek düzeyinde gerçekleştirilmiştir.
Örgütlülük ile siyasallık arasındaki ilişki çok açık ortaya konuldu. Siyaset-askerlik arasındaki bağlar en kapsamlı bir biçimde gösterilmişti. Bir kişinin kazanılmasıyla, bir partinin kazanılması veya bir kişinin şahsında bir partinin çürümesine dönüştürülmesi nasıl olur sorularına cevaplar verilmiştir. Birçok devrim tarihine bakalım; sağ sapmalar, tasfiyeler, restorasyonlar çok gelişmişken veya her devrimin başına böyle belalar çok yönlü gelmişken, bizim gibi son derece geri, devrimsel gelişmesini çok az iddialarla, olanaklarla sürdüren, bir o kadar düşmanın çok tecrübeli olduğu, sadece dıştan imha değil, içten de hatta yarattığı kişilikle çok kısa bir süre içinde sonuca gidebileceği ortadayken, bizim bu kadar uzun süreli bir partileşmeyi gerçekleştirmemiz, büyük bir özenle üzerinde durmayı gerektirir ve bu çok önemli bir partileşmedir.
Son dönemlerin partileşme çabaları, büyük bir kuvvetin nasıl geliştirilebileceğini, belki de dünyada örnek bir şekilde gösterebilir. Çünkü uygulanan, sadece kaba bir Türk sömürgeciliği değildi; onun her türlü yarattığı, dayattığı düşman kişilik değildi. Şunu gösterdik; yarattığı kişilik, bilinçli ajandan daha tehlikeli, kişilikler çıkmıştır. Öyle tipler içimizde ortaya çıktı ki, en değme kontraya taş çıkartır. Bunu açığa çıkaran bir hareketiz. Hiç şüphesiz emperyalizmin de bütün deneylerini bize dayatması söz konusu, onu görmek ve özellikle son ABD, Avrupa saldırılarını göz önüne getirdiğimizde, ister bizi işbirlikçiliğe çekmede olsun, ister bizi emperyalizmin üstünlük arz eden yaşamına katarak olsun, bu mümkündür. Birçok işbirlikçi devreye sokarak etkisizleştirmesi mümkündür.
Bütün bunlara karşı büyük bir parti mücadelesi verilmiştir. Örgütsel mücadele, yaşam mücadelesi verilmiş ve başarı kazanmıştır. Demek ki, öncülük anlamında kazanımlar oldukça ileri olduğu gibi, 1994’ün kazanılmasının da yönünü veya boyutlarını oluşturmak, böylesine sağlamlaşan parti içi yaşam, özellikle bunca provokasyon ve tasfiyeciliğe karşı kendisini böylesine çelikleştiren demiyorum, en önemlisi değerlendirme kabiliyetine dönüştüren bir parti, bir çok gelişmeyi daha şimdiden kendi kapsamına almıştır, gelişmeye eşlik, öncülük edebilir.
Hiç şüphesiz bu derinlikli, kendini gittikçe yüzeye vuran bir gelişme olmakla birlikte, en önemli gelişmeyi yine savaşta, ordulaşmada, geldiğimiz seviyede gösterebiliriz. Ajitasyon, propaganda ve kitleselleşme faaliyetlerine ulaşmak önemlidir. Hilvan-Siverek direnişi, bir anlamda silahlı propaganda direnişidir. Onun da sonuçlarının hayli önemli olduğu, eğer devamını getirmezsen, partiyi boğuntuya götürmek için kendi başına yeterli olabileceğini, silaha başvurmanın önemi kadar, silahlı mücadeleyi sürdürmenin ondan daha önemli olduğu, bu silahlı propaganda döneminde de kendini oldukça kanıtladı. 15 Ağustos Atılımı, bir anlamda gerilla yanı ağır basan bir silahlı propagandaydı, ama gerilla yaratıcılığı, gerilla sorumluluğu, dayanıklılığı gösterilemediği için, adeta çakılıp kaldı.
1990’larda, gerillanın yürütülebileceği kanıtlandı. Gerillanın Kürdistan’da savaşı yürütebileceğinin kanıtlanması büyük bir olay ve aşamadır. Sanıldığı gibi kolay sağlanması şurada kalsın, birçok tarihi hareketin pratiğinde görülmeyecek iç ve dış çalışmalar söz konusudur. Hiçbir hareketin tarihinde görülmemiş hazırlıklar söz konusudur. Yurtdışında binlerce gerilla adayının hazırlanıp donatılması söz konusudur. Bunu son yıllarda, hem de içte ve dışta her türlü engellemelere karşı, düşmanca yürütülen, her türlü olumsuzluklara karşı sağlayabildik. Bu açıdan önemlidir. 1993’ün deneyimi, gösterdi ki, savaşta bir adım daha ileri gitmek, biçim değişikliğine gitmek bizi zorluyor. Hem ordu kuruluşunda, hem de savaş biçiminin geliştirilmesinde biçim değişikliğini sağlamamız gerekir. Son gelen cephe haberlerinde de bunu açıkça görmekteyiz.
Önemli bir gelişmenin de siyasal ve diplomatik olacağı anlaşılıyor. Gerek düşman cephesindeki başarılı olmayışın getirdiği tıkanıklıklar ve gerekse Türk sömürgeciliğiyle, ağa-babası emperyalistler arasındaki ilişkiler, yine bölge devletleriyle olan çelişkilerin, bütün ağırlığı diplomasi de anti-PKK boyutuna indirgemiştir. Kendi deyişiyle, “1993’ü bütünüyle diplomaside, PKK’yi uluslararası sahada kuşatma, tecrit etme ve desteğini kesme” biçiminde değerlendirdikleri ve bunda da sözüm ona kendilerine göre önemli sonuçlara ulaştıkları, yine kendilerine göre 1994’ün girişinde bunu kendileri için hayli umut verici bir gelişme olduğu, bunun küçümsenmemesi gerektiğini söylüyorlar.
Mevcut hükümet iç siyasi gelişmelerinde de buna dayanarak puan toplamaya çalışıyor. “On yıldır yapılamayanı ben yaptım” diyor. “Bunun karşılığını, yerel seçimlerde destelenerek görmeliyim” diyor. Zaten yerel seçimler en önemli sorundur. O da tümüyle bizim mücadelemizin etrafında düğümlenmektedir. Yerel seçimler Kürdistan’da olacak mı, olmayacak mı? Hala tartışılıyor. Partiler bu konuda bir çıkmaz içindedir, siyasi yaşam durmuştur. Aşılması için her gün uğraşı veriliyor. 1994 için bu gelişmelerin önemli bir diplomatik faaliyeti ve siyasi faaliyeti kaçınılmaz kıldığı anlaşılırdır. Hiç şüphesiz, bu faaliyet biçimlerinde yoğunlaşmayı gerektirir.
Bazı genellemelerle, ideolojik katılık arz eden yaklaşımlarla, politik esneklik adı altında her türlü işbirliğine açık yaklaşımlarla; devrimin yarar görmesi şurada kalsın, çok ciddi sakıncalarla karşı karşıya getirebilir ki, her ikisi de bizde vahim bir biçimde etkilerini göstermiştir. Sözüm ona ideolojik katılık veya ideolojik dönemin katılığıyla politikaya, diplomasiye yaklaşanlar zarar görüyorlar. Yine siyasette esneklik adı altında veya siyasi yöntem adı altında işbirlikçiliğe kadar giden tiplerin sayısı az değil. Halen bizi de için için uğraştırıyor. Göz ardı etsek de, fazla önem vermesek de, doğru olmadığı gibi, zarar verebilir veya bizi önemli gelişmelerden alıkoyabilir.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, diplomatik-siyasi sahayı ne devrimin aleyhine bir taviz olarak görmek, onun karşıtı olarak ele almak, ne de onun kendiliğinden pasif bir izleyicisiymiş gibi değerlendirmek yerine, her zaman yaptığımız gibi devrimsel gelişmeyi güçlendirecek bir tarzda ele almak ve bunun oldukça inandırıcı ustalığını göstermek fazla değil, çok yaratıcı pratik adımlarla, görünüşte çelişkili de olsa tutum ve davranışları vaktinde sergilemekle bu sağlanır.
Nitekim geçen yılın bağrında, aslında önemli bir diplomatik siyasi atağı biz böyle sağladık. Hiç şüphesiz dönem değişmiştir. Şimdiki gelişme çerçevemiz, geçen yılınkinden daha lehtedir. Diplomatik-siyasi alana müdahale, bizi daha iddialı kılmaktadır. Ezbere, kendiliğinden, özellikle bize çok geçerli olan basmakalıp yaklaşımlarla, bu elverişlilik değerlendirilemez. Yine yaratıcı yaklaşım gerekecek, belki de şimdiye kadar eşine rastlanmayacak tutum ve davranışları yakalamak, sergilemek önem taşır. Her başarılı taktikte olduğu gibi, düşmanın kestiremeyeceği yönelimleri bulmak gerekir. Düşman kontrolüne girmeyecek bir politik ustalığı sürekli gündem de tutmak önem taşır. Kimin ne kadar yarar elde edeceğini, hakimiyet, çalışma tarzına verilecek karşılıkla görmek gerekir. Hiç şüphesiz düşman boş durmaz, tüm gücünü ortaya koyuyor ve bu da büyük bir tecrübe ve özellikle bize yönelik bir yoğunlaşmayla birlikte oluyor.
Düşman diplomatik sahaya özel savaştan daha fazla bel bağlamıştır. Hatta denilebilir ki, özel savaşımla alamadığı sonuçları, diplomasiyle elde etmeye çalışıyor. Yine siyasi faaliyet alanında yediği darbeleri, DEP üzerinde oynayarak ve yine birçok sol çevreyle oynayarak, sosyal-demokratları kullanarak elde etmeye çalışıyor ve oldukça da başarmıştır.
Bizim siyasi sahaya çok sınırlı müdahalelerimiz, şüphesiz olumlu sonuçlar vermiştir, ama düşman bunu kolay bize bırakır gibi de gözükmemektedir. Hiç şüphesiz siyasi gelişmeler aleyhinedir. Bizim gelişmeleri sağlamamız daha fazla imkan halindedir. Çünkü çizgi doğruluğu, haklılığı muazzam sonuç aldırıyor. Onun tükenmiş bir sömürgecilik politikası var. Ne kadar siyasi ustalığı olsa da, onu genel olarak başarısızlığa uğratır, ama bu demek değildir ki, günlük siyasi gelişmeleri de sağlayamaz. Hatta başarabilir de. Gericiliğin de siyaseti var, tükenişin de siyaseti vardır ve bazen devrimi imhaya da götürebilir. Devrimci güçlerin siyasetine, dikkat edilmezse, gereken tedbirler zamanında alınmazsa, özellikle taktik yaratıcılık sergilenmezse, bu hep böyle geçer.
Bütün bunlar göz önüne getirildiğinde, Kürdistan tarihinde, 1994 diplomasisiyle de önemli çalışmaların ilk defa devrime de biraz hizmet edebileceği, devrimi kullanamayacağı, Kürdistan halkının direnişini eskisi gibi ucuz pazarlayamayacağı bir yıl olma imkânına, onun olanaklarına kavuşur gibidir. Yine onunla birlikte, siyasi gelişme yansımaları, çok yoğun, çarpıcı gelişim göstermektedir. Hem iç, hem dış siyasi gelişmeler, hızlı değişikliklere uğrayana kadar, kapsamıyla, lehte ve aleyhte göstereceği seyirle, beklenmedik çok önemli sonuçlara yol açabilir. Mühim olan burada ideolojiden taviz olmayacağıdır. Sekterizm ve işbirlikçilik eğer gafilce girmişse, bu, en tehlikeli sonuçlara götürebilir. Bu da çok dikkat ister.
Devrimin halen silahlı savaşıma dayanarak geliştiği göz önüne getirildiğinde, onun uzun vadeli amaçları veya uzun vadede gelişmedeki etkileri kadar, günlük olarak sorunlarını görmek de önemlidir. Her zaman müthiş çalışan, savaşan bir ordu bazen kendi içinde çürümeyi de yaşayabilir. Çünkü siyaseti ihmal ediyordur. Nasıl ki yalnız siyasetle, hem de başarılı bir siyasetle çalışma yapıldığında, ordu çalışması olmadığında o güç yürürse, yalnız askeri savaşımla ittifak edip, onun siyasi sonuçlarını görmemek, görüp de değerlendirmemek o orduyu çürütmeye götürebilir. Halka öncülük düzeyinde bir siyasi faaliyetle değerlendirilemeyecek bir ordu çalışması, hak etmediği yenilgilere bile uğrayabilir. Bunu da göz ardı etmeyen bir siyasi çalışmayla, belli ki, hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar, önümüzdeki bu dönemde veya bu yılda hayli bizden çaba isteyecek bir çalışmadır.
Siyaset üzerine çok şey söylendi, siyasi görevler üzerine çokça duruyoruz; yerel seçimlere yönelik tartışmalardan tutalım Ulusal Meclis, eyalet meclisleri nasıl oluşturulur? Yine Serhıldan-cephe çalışmaları nasıl oluşturulur, çalışmaları nasıl sürdürülür? Güneyli güçlerle, komşu devletlerle, hatta emperyalist ülkelerle ilişkiler, diplomatik ilişkiler nasıl geliştirilir? Yönetimimiz ne basmakalıpçı bir tarzda “evet”, ne de “hayır” diyemez. Ak ile kara gibi bir yaklaşımı değil, gözü körcesine bir yaklaşımı değil; ihtiyatını, tedbirini hiçbir zaman elden bırakmayan, ilkede her türlü ilişkiye karşı olmayan, ama hangisini, nerede, nasıl korumak gerektiğini de bir mühendis inceliğiyle seçen tarzda yaklaşacaktır. Bir yerde bir ilişkiyi bırakmak gerekiyorsa mutlaka bırakmak, bir ilişki kurmak gerekiyorsa kurmak, önem vermek gerekiyorsa önem vermek, ikinci plana düşürmek gerekiyorsa ikinci plana düşürmek gerekir. Çok hassas bir yaklaşımla, ayrıntı derecelerine ustalıkla yaklaşmak, başarılı bir siyasi faaliyet için çok gereklidir. Bizde de en az olan çalışma tarzı budur.
Çok zarar gördük, çok büyük siyasi gelişmeleri, çok kötü bir çalışma tarzıyla adeta boşa çıkardık. Bu kadar muazzam kitlesi olan, bu kadar silahlı savaşımla desteklenen bir siyasi çalışma nelere yol önderliğe ulaşmaktır.
Gerek kitle içinde olsun, gerek çok çeşitli sahalardaki temsilciliklerde olsun, parti siyasetimizin doğru temsiline büyük önem düşmektedir. Kaliteli kadro, temsil yeteneği olan kadro büyük önem taşımaktadır. Bizi temsil yeteneği olmayan, çok yetersiz, yeteneksiz kadrolar vardır. Bunu aşmaya çalışıyoruz. Aynı çalışma diplomatik saha için de geçerlidir. Bir de uzmanlaşmadığımız, hassasiyeti oldukça elden bıraktığımız, üstün körü bir çalışma alanı da bu sahadır. Bizim adımıza başkaları adeta bu boşluğu doldurmaya çalışıyorlar. Her türlü reformist, işbirlikçiler, diplomatik desteğini en çok kendilerini kanıtlayabilecek, gelişmelerine yol açabilecek bir çalışma alanı olarak değerlendiriyorlar. Bu boşluğu bizim doldurmamız gerekiyor. Dolayısıyla biraz daha teknik yanı olan ve siyasi temsil yanı güçlü olması gereken kişiliklerin ortaya çıkarılması zor olmayacaktır. Önemini gittikçe hissettiren ve çözüm bekleyen bir sorundur. Önümüzdeki yılda bunu da ileri bir destekle çözüme kavuşturacağız.
Görülüyor ki, 1994’ün Kürdistan için özgürlüklerle dolu bir yıl haline gelmesi bir hayal değil. Güçlü verilere dayalı, gerçek bir gelişme olasılığını ifade etmektedir. Hiç şüphesiz devrimler için fazla rakam verilmez, gerekli de değildir, ama parti öncülüğümüzün nicel ve nitel gelişmesini, her türlü gelişmeye yeterli düzeye getireceği açıktır. Özellikle ordulaşma, savaşım biçiminin gelişim sağlayacağı kesindir. Geçmiş yıllarda on binleri zorladık, önümüzdeki yılda on binlerle hareket eden bir ordulaşmamızın ve her türlü hareketli savaşı da kullanan çok karmaşık bir savaş biçimiyle ülkenin her sahasında savaşan bir silahlı savaşım gücümüzün büyük gelişme göstereceği mevcut verilerden açıkça anlaşılmaktadır.
Diplomatik ve siyasi sahadaki gelişmelerin de, hepsinden daha fazla gelişim göstereceği, çok önemli bir siyasi ordulaşma, siyasi savaşım göreviyle karşı karşıya olduğumuz kadar, onun başarılabilir, çözülebilir olanaklarına daha şimdiden çok sahibiz. Sorunları her ne kadar ağır da olsa, çözüm olanaklarının fazlalığı, bizi oldukça başarılı olma iddiasına ve çalışmasına daha şimdiden götürüyor.
O halde, 1994 yılına miladi takvimle sağlam bir başlangıç yapılmıştır derken abartmasız bir değerlendirmede bulunuyoruz. Bunun Newroz’unu da daha gelişmiş bir hazırlıkla ve hatta oldukça seviye kazanmış bir kararlılıkla yakalayacağımız umudundayız. Parti en derli-toplu hazırlıkları bu zaman dilimi içinde yürütmeyle karşı karşıyadır, yine ordu çalışmaları ilk defa bu kadar derli-toplu, çok büyük bir alanda ve sayıda bunu gerçekleştirmektedir. Daha sonra ister adına barışçıl, demokratik, siyasi gelişme yolu denilsin, ister sert askeri savaşım yolu denilsin, ister hepsi iç içe olsun, bütün bu savaşım biçimlerini zorlayarak yılı kazanacağımız, dolayısıyla özgürlüklerle dolu bir Kürdistan yılı haline getireceğimiz kesindir.
Biz, bu temelde tekrar bütün parti çalışanlarımıza, özellikle onun ordu faaliyetlerinden ileri düzeyde sorumlular başta olmak üzere tüm savaşçılar, yine çok önem kazanan siyasi, diplomatik faaliyetleri de olanaklarımızın elverdiği, zorladığı çerçevede bir başarıya götürmeleri için oldukça dikkatli, çok hassas, sorumluluklarına bağlı bir biçimde yaklaşmaları, bunu yaşam tarzında vuruş tarzıyla karşılamaları, bunun engin çabalarını göstermelerini, tarihi bir fırsat kadar, büyük bir şans olarak da değerlendirmelerini ve mutlaka başarmalarını diliyoruz.
Tekrar bu temelde, hepinizin yılını kutluyor, sağlık ve üstün başarılar diliyor, sevgiler sunuyorum.
REBER APO
Ocak 1994
- Ayrıntılar