Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Kasım tarihinde sabah saat 6:00 işgalci TC ordusu Amed'in Akdağ bölgesi, Bingöl'ün Genc'e bağlı Mişkê, Xeylan ve Heydan boğazı çevresinde Kobra helikopterlerle bir operasyon başlatılmıştır.
- Ayrıntılar
“İlkel milliyetçilik bir hastalıktır, hem de çok köklü bir hastalıktır” demiştik.
Milliyetçiliğin neme nem bir hastalık olduğunu herkes bilir. Özü ırkçılığa kadar giden, kendisini herkesten üstün gören, farklı yaratılmış olduğuna inanan, bir nevi kendini “seçilmiş” bilen ruhsal bir hastalık. Ve bu hastalığın insanlığın başına ne büyük belalar getirdiğini hepimiz Hitler faşizminde gördük. Çünkü milliyetçiliğin gideceği yer, varacağı son liman kesinlikle faşizmdir. Ve bu faşizmi biz nerede milliyetçilik yaşanmışsa, kurumsallaşmışsa başkalarını ötekileştirerek insanlığın başına nasıl tam bir bela olduğunu görerek öğrendik.
Evet, milliyetçilik bir hastalıktır, hem de urlu bir hastalık, tedavisi zor olan, bir kere yaşandı mı başkalarının çok büyük acılar yaşayarak tecrübe edindikleri bir hastalık.
Milliyetçiliğin birde mikrosu vardır. Birde tabii İlkel olanı vardır. İlkel olanına biz İlkel Milliyetçilik demiştik. İlkel Milliyetçiliğin özü dar ailesel, kabilesel ve aşiretsel çıkarları tüm toplumun çıkarlarının üstünde gören bir milliyetçik türüdür. Ve bu milliyetçilik türü doğası gereği hep birilerine yaslanmak durumundadır. Yani bu tür anlayış sahipleri hep birilerine dayanarak var olabilirler. Başkalarına dayanmadan ayakta kalamazlar. Bu bağlamda en belirgin özelikleri özgüvenden yoksun oluşlarıdır. İlk elden dayanacakları aileleri, sonra kabileleri, sonra aşiretleri derken bu dayanma sıralaması giderek yukarıya kadar uzanır. En son ve hep dayanmak isteyecekleri en güçlü olanlardır. Bunun için bugün en çok dayandıkları ve dayanmaktan vazgeçmeyecekleri ABD’dir, küresel emperyal güçlerdir. Ve tabii ki bulundukları alanda ise en çok dayanacakları güç sömürgeci devletlerdir.
Dikkat edersek bölgemizde en çok sömürgeci devletlerle ilişkilerini iyi tutmaya özen gösteren kimdir dersek, vereceğimiz cevap İlkel Milliyetçi anlayış ve düşünce tarzıdır. Ve bunun en ileri düzeyde temsilciliğini geçmişte olduğu gibi bugünde KDP yapıyor.
Halklar ortak zaferlere sevinirler, ortak kaybetmelere üzülürler. Birini bayram diyerek sahiplenirler diğerine ise yas deyip anarlar. Dikkat edersek İlkel Milliyetçilerde bu duygu tersinedir. Çünkü halk zafer elde etmişse kaybeden İlkel Milliyetçilik olacağı için bunlar bayram coşkusuyla kutlanması gereken zaferlerden korku duyarlar, tersine elde edilmiş olan zaferi boşa çıkarmak için ne kadar sömürgeci güç varsa bunlarla ilişkilenerek alt etmeye çalışırlar. Benze bir şekilde büyük hüzünler için de geçerlidir. Halk hüzünlüyse bunlar sevinçlidirler. Çünkü halk hüzünlüyse çıkarcılar sevinç seli halinde yaşamaya aday olurlar.
Daha somut söyleyecek olursak: Bugün Rojava Kürtleri Tel Koçer gibi önemli bir mevziiyi ele geçirdiler, daha doğrusu İslamiyet’in adını çok kirli bir şekilde kullanan İslam ahlakı ve kültürü karşıtı çevrelerden kurtardılar. Yine Kürtleraylardır sürdürülen onca ablukayı ve ambargoyu kırma imkanı yakaladılar. Yani Rojava Kürtleri ilk kez biraz nefes alma olanağını yakaladılar. Dikkat edersek, tüm Kürtler ve dostları için bu bir bayram ve sevinç vesilesi olurken İlkel Milliyetçiliğin baş temsilcisi olan KDP için bu tamamen bir moral bozukluğu oldu. İlk elden Rojava Kürtlerini tehdit ettiler, bu yetmedi hemen Neçirvan Barzani Türkiye’ye koştu. Herkeste biliyor ki bu gidiş sadece ve sadece Tel Koçer zaferinin ambargo ve ablukayı kıracağı endişesindendir. Ve herkeste biliyor ki Türkiye-Cephet El Nusra güçlerine en fazla açık destek veren güçtür-Tel Koçer’i Kürtlerin elinde çıkarmak için tüm gücünü kullanacaktır.
Şimdi bu durumda en kör olan birisi Neçirvan Barzani’nin Türkiye’ye neden acilen gittiğini anlayamaz mı? Rojava Kürtlerinin zaferini gölgelemek için gittiğini anlayamaz mı?
İşte İlkel Milliyetçilik dediğimiz gerçeklik budur. “Küçük olsun ama benim olsun” mantığı tamamen İlkel Milliyetçi anlayıştır. Demiştik ya: “İlkel Milliyetçi anlayış; hem ulusal çıkarları düşünmekte ısrarla uzak duran bir anlayış olurken, hem de aynı topraklarda gelişen, gelişebilme ihtimali ve potansiyeli olan hareketlerin önünü barajlamak için hiç birisinin gelişmesine izin vermeyen, bu bağlamda da Kürdistan’ı babalarının çiftliği bilen anlayışın ta kendisidir.”
Bunun çok hayırlı bir anlayış olmadığı açıktır. Türkiye devletinin apar topar Irak hükümet yetkilerini çağırması-üstelik daha birkaç ay önce ne kadar kılıç kalkan olduğunu herkes bilmişken-hayırlı bir iş için değildir. Yine İran dış ilişkiler bakanlığının çağrılması derken, bölgede yeni ve çok hızlı bir diplomasi trafiğinin sömürgeci Türk devleti tarafından sürdürülmesi açıktır ki tek bir hedefi vardır: Kürtlerin zaferini boğmak!
Durum bu kadar açık iken İlkel Milliyetçi anlayışın sömürgeci devletlerle bir arada, aynı cephede hareket etmesi tek kelimeyle bir ihanet duruşudur. Doğaları gereği İlkel Milliyetçilerin başkalarına yaslanacaklarını bilsek bile tarihin bu önemli momentinde Kürt halkının çıkarlarının karşısında dikilmek asla ama asla af edilecek bir duruş ve davranış olmayacaktır. Hele hele şimdiden görüldüğü gibi bu İlkel Milliyetçi anlayış Kürdistan’ın farklı yerlerinde benzer anlayışları temsil edenleri bir araya getirmesi gibi oldukça parçalayıcı ve tehlikeli bir duruş ve davranış gösterirken, kesinlikle Demokratik Ulus anlayışını temsil edenler, buna inananlar, buna yakın duranlar bu tür anlayışlara karşı mücadele etmeleri gerektiğini bileceklerdir. Bilmenin de ötesinde tavır sahibi olmaları gerektiğini de bileceklerdir. Çünkü tarihi moment asla ama asla teğet geçen yaklaşımları kabul edecek bir moment değildir. Herkesin, hepimizin tüm gücümüzle yükleneceğimiz bir tarihi an olduğu için, kesinlikle ulusal birliğinin önünde engel olabilecek ne kadar tutum ve davranış varsa, çıkarsa bunlara karşı amansız bir mücadele içerisinde olması gerektiğini de bilerek duyarlı ve mücadeleci bir duruşa ihtiyaç vardır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Günlerdir hatta yıllardır haber bültenleri, gazeteler bildik manşetler atıyor. Doğrusunu söylemek gerekirse bu üslup artık kabak tadı vermeye başlıyor.
Hangi üslup diye soran olursa;
Öğretilmiş ve gizlice dayatılan mağdur edebiyatı ve bir yerlerden bir şey bekleyen üslup. Birkaç örnek vermek gerekirse;
“Depremzede değil, devletzede!”
“Gever deresi islah bekliyor”
“sınıra yapılan duvarı durdurun!”
“katil hala serbest geziyor!”
Bu üslupları çok doğal ve gerekli görenler olacaktır. Bu üslubun sonuçları ve neden kaynaklandığı üzerine bir kaç şey söylersek üslubun gerekliliği üzerine görüş belirtenler fikirlerini değiştireceklerdir.
Üslup ve zihniyet bir birinden kopmaz ve birbirlerini etkileyen iki temel öğedir. Bahsi geçen üslup da zihniyetten kaynaklanır. Hangi zihniyet mi?
Devletçi zihniyet.
Bu nereden çıktı diye soracak olan olursa:
Bu zihniyet öyle farklı kılıflarda kendini var ediyor ki bu sorunun pek çok kişi tarafından sorulması hiç de garipsenecek bir durum değil.
Ama söz konusu Kürtler olunca bunu garipsememek ve buna karşı çok net tavır geliştirmemek elde değil. Bunca bedel, onca yıldır yürütülen mücadele sonrasında halen böyle bir üslup kullanmak hiç de kabul edilebilir değil.
Eleştirimizi biraz açımlarsak;
Bir yılı aşkın süredir büyük zorluklar içinde yaşayan Van halkının, örgütlenerek, örgütlülüğün verdiği güçle kendi sorunlarını çözmek için yapı kooperatifinden, toprak işgaline pek çok şey yapabilecekken açlık grevine girmek gibi pasif, yukarıdan, başkalarından bekleyen bir durumda olması neyle izah edilebilir, nasıl kabul edilebilir ki?
Gever deresi islah bekliyor diye ayrı bir manşetin altında yazanlar ise aynı içerikte. Yine devletten beklenilen görevler... Gever deresinin ıslahını devlet yapmıyorsa yapabilecek örgütü oluşturmak, devleti bulunulan alanda işlevsiz kılmak çok mu zor? Yoksa siz de “ya devlet başa ya kuzgun leşe” diyenlerden misiniz?
Haber bültenlerinde geçen diğer bir haber ise Suriye ve Türkiye sınırı arasına örülen duvarın inşasının durdurulması çağrısını içeren basın açıklamaları ve çeşitli eylemler! Bu eylemler de devletten bir şey bekliyor. Devletin yaptığı şeyi durdurmasını! Yine görüntüde aktif gibi görünse de özünde kendini pasif devleti aktif kılan bir eylem. Ne yapalım diye soracaklar vardır. Orayı yapan iş makinalarının oraya ulaşmasını, çalışmasını engelleyen eylemler!
Örnekleri çok olsa da değineceğim son manşet Ethem Sarısülük'ü katleden polisin Urfada görev yaptığı ve serbestçe gezdiği haberi. Demokrasi platformu açıklama yapmış: Katili Urfa'da istemiyorlarmış! Yani başka yere gidebilir, başka bir yerde görev yapabilir! Hazır katil Urfa'dayken bu katliamın hesabını sorabilecek, onu Urfa'da sosyal tecride alabilecek pek çok eylem yapılamaz mı?
Daha pek çok örnek verilebilecek onlarca olay var. Burada bu haberleri yapan basın yayın kuruluşlarının da zihniyetlerinin eleştirilmesi gerekir. Çünkü yapılan her haber toplumun bilinç altına mesajlar gönderir.
Tüm bu haberlerde gönderilen mesaj “bekle! Devlet baba her şeye kadirdir! Ne yaparsa o yapar! Beklemekten, istemekten başka biz bir şey yapamayız!”
Bu konuda asıl eleştirilmesi gerekenler demokratik siyasette öncülük misyonu üstlenenlerdir. Seçim sürecinde olmak bu eleştirileri daha yoğun yapmayı gerektirir. Demokratik siyaset bahsettiğimiz zihniyetten kurtulmadan başarılamaz. Demokratik siyasetin asıl görevi toplumu örgütleyerek kendi kendine yeter hale getirmektir. Halkın her eyleme desteği göz önüne alındığında eğer öncü doğru bir zihniyetle yaklaşır ve buna göre pratiğe yüklenirse başarı ihtimalinin yüksek olduğu görülür.
Bu zihniyetin sonucu sürecin tıkanma aşamasına gelmesidir. Hemen devletin süreci tıkadığına dair görüşler belirtenler olsa da demokratik siyaset felsefesine göre düşünülünce sürecin tıkanmasında bu zihniyetten kurtulmamış olmamızın payının olduğunu göreceğiz.
Mevcut zihniyet mağdurların, güçsüzlerin zihniyetidir. Bu zihniyet süreci sürüklemez! Tıkatır! Devletten beklenir, devletten istenirse süreç demokratik kurtuluş süreci olmaz! Devletli kurtuluş süreci olur. Devletle de sürecin kurtulmayacağı, kurtarılamayacağı, yürümeyeceği binlerce yıllık halklar tarihinin en somut örneğidir.
Süreç halkın kendi çözümünü kendisinin yaratma sürecidir. Yaşamını özgürce inşa sürecidir.
Sürecin ruhuna, zihniyetine girme zamanıdır.
Çok geç olmadan, bir an önce!
Andok Kelaşin
- Ayrıntılar
Önderlik olayı çok kapsamlı bir olaydır. Kürdistan halkının tarihi boyunca doğru bir tarzda kavuşamadığı ve bu yüzden her şeyini kaybettiği bir kurumu teorik ve pratik gelişimi içinde anlamaya, kavramaya ve özümsemeye çalışıyorsunuz. PKK önder örgüt demektir. PKK devrimciliği, önder devrimcilik demektir. PKK tarihi, önderlik tarihi demektir. Bu, bende temsilini nasıl bulur, bütün PKK’lilerde veya bir PKK üyesinde temsilini nasıl bulur? İyi bir PKK’lilikte veya yetersiz bir PKK’lilikte temsilini nasıl bulur? Unutmayalım ki, şimdiye kadar ki tarihimizde kendimiz için önder demeyi bilemedik. Halen önderlik tarzına göre yaşayanlarımız parmak sayısı kadar bile değildir. Bağımsızlık ve özgürlük savaşımının önderi, özgür yaşamın önder gücü, tarzı ve tipi nedir, kimdir, nasıldır? İşte bunları gösteremiyorsunuz. Şuanda en temel sorun budur. Bütün bu çabalarım bir tarihi önderlik boşluğunu doldurmak için değil, önderlik adı altında dayatılan büyük ihaneti ve gafleti açığa çıkarmak ve mahkum etmek içindir. Onun yerine doğru bir önderlik anlayışını, önderlikte teorik düzeyi geliştirmeyi ve daha sonra bunu pratik olarak adım adım ortaya koymayı, yalnız ortaya koymayı da değil yürütmeyi gerçekleştirdim. İşte PKK önderlik tarzı, cephe önderlik tarzı ve ordu önderlik tarzı budur.
Artık kendisi için savaşan bir halk, yenilmeyen bir halktır. Bu işleri kolay mı sanıyorsunuz? Doğru bir önderlik tarzı olmasaydı, yirmi dört saat bile direniş gösterilemezdi. Barzani'ye, Şeyh Said'e, hatta tarihte başkaldırı yapmak isteyenlerin tümüne baktığınızda, ömürlerinin bir haftalık olduğunu görürsünüz. Bunu iyi inceleyin....Ona rağmen önderlik yapamamışlar, mahvolmuşlar ve daha kötü durumlara düşmekten kurtulamamışlardır. İsyanlarının bedelini kelleleri ile ödemişler ve hiçbir miras bırakamamışlardır. Kürdistan’da önderlik tarihini değerlendirirken, nasıl bir tehlikeli bitiş tarihini yaşadığımızı göreceksiniz. Mutlak anlamda düşmanın önderliği askeri, siyasi, ekonomik, kültürel, kısacası her düzeyde ne kadar etkin ve egemendir? Bunun yanında şimdiye kadar ki önderliklerin ne kadar işbirlikçi ve bağımlı olduklarını göreceksiniz. Bunları görmeden, PKK Önderlik tarzını anlamak mümkün değildir. PKK Önderliğini anlamadan direnmek, özellikle silahlı direnmek çılgınlıktır. Çünkü bunun ucunda ölüm vardır. PKK Önderliğini anlamadan ve gereklerini yerine getirmeden savaşa gitmeyin, dağlara çıkmayın ve halkın saflarına girmeyin. Bunların gereklerini biraz anladığınızda mücadeleye katılabilirsiniz. Yoksa kendinizi neden bela edeceksiniz ki! Anlayın ve işin içine öyle girin. Kendiniz ölçüp biçin, baktınız ki biraz sağlamsınız, o zaman işlere yüklenin.
Kendim için de bunları belirtebilirim: Bu Önderlik nasıl ortaya çıktı, neyi esas aldı, nasıl başlangıçlar yaptı, kendisini bugüne kadar nasıl getirdi? Tüm bu konularda beni inceleyin, bol bol tartışın, hatta gerekirse eleştirin. Bu bir halk önderliğidir, kendi tarihimizin büyük bir boşluğunu doldurma girişimidir. Bunu tartışmak ve kavramak, kendini kurtuluşa hazırlamak ve militan yapmak demektir. Biraz yaşama, saygıya, ölçüye ve edebe gelin. Bu sizin için çok önemli bir fırsattır. Benim gibi birini her zaman bulamazsınız. Kendimi bu işe nasıl adadığımı bir ben bilirim, hiç olmazsa bundan yararlanın. Önderliksel bir gelişme yaşadığınızda kendinizi ve insanlığı kazanmanın, hem de ilk defa kazanmanın şanslısı olarak değerlendirin.
Düşmana ve onun önderliğine koşuyor, onun en kötüsünden hizmetinde yaşıyorsunuz. Bunu bozmak çok önemlidir. Çünkü gelişmenin adımını başka türlü atamazsınız. Şimdiye kadar bunları çoktan anlayacaktınız. Eski Kürt tarzıyla önderlik yapılamaz. Kaldı ki bu, önderlik tarzı değildir. Ağaların nasıl en değme işbirlikçi olduğunu biliyorsunuz. Ailenizin ve çevrenizin hepsinin düşmana hizmet etmek için ne kadar yanaştığını biliyorsunuz. Bunlar önder midir? Bunlar işbirlikçi ve uşak bile değildir, ondan da kötüdür. Bunlar kendilerini bir meteliğe satıyorlar. Ben buna uşaklık bile demem. Uşak dediğin hiç olmazsa hizmetinin karşılığında para alır ve bununla iyi bir yaşamı olur. Bizimkilerin yaptığı ise çılgınlıktır. Beterin beteri bir durum yaşanıyor. Hiç kimse ülkesini bu kadar ucuz terk eder mi, bu kadar kendini bilmezin biri gibi yaşar mı? Bunları bir yana bırakın, hiç kimse partimiz içinde Önderlik gerçekleriyle bu kadar çelişir, Önderlikle oynar bir biçimde yaşar mı? Yaşıyorlar işte. Görüyorsunuz ki, bunların hepsi ortadadır. Neredeyse bunun kader olduğunu bana onaylatacaklar. Bu tutumlar karşısında direnme gücümü göstermez de boyun eğersem, “Senin halk dediğin, senin PKK’liler dediğin böyle, böyle gelmiş böyle gideceğiz" veya "Her şeyimizle karmakarışığız, nizam filan tanımayız; herkes bildiğini okur, herkesin bir tarzı vardır ve onu uygular" diyeceksiniz. Nizam ve terbiyeye gelmiyor, "Biz eskiden de böyleydik, şimdi de böyle olmak istiyoruz" diyorlar. Bize dayatılan budur.
Bu tutumlarda inkâr var; yoksa önderlik ve siyaset yoktur. Siz "İyiyi yaşamak istiyoruz" diyerek, mecbur kalıp bize geliyorsunuz. PKK'ye koşuyor, "Onda yaşam var" diyorsunuz. Doğru, PKK’de yaşam var, ama o yaşamı PKK’nin nizamı ve ölçülerinin sağladığını bileceksiniz. Başka türlü sizi kimse yaşatmaz. Düşmana koşmakta da serbestsiniz, ama düşman sizi yaşatmıyor. "Biz belalıyız" diyorsunuz, ama belalısınız diye beni de mahvedecek değilsiniz. Ben az çok kendimi koruyacak durumdayım. Sizin bu belalarınızın altında neden ezileyim? "Biz böyle yapabilir ve böyle yaşayabiliriz" diyorsunuz. Komuta ve yetkiyle oynama işte böyle başladı. Böyle yaşayamazsınız.
Tüm bunlar tarihimizle ilgilidir; Önderlik gerçeğinden ne kadar uzak olduğunuz ve ona ne kadar ters düştüğünüzle bağlantılıdır. Kendinizi düzelteceksiniz. Önderlik tarzına, parti ve ordu yaşamına gelmeniz sizin için bu şarttır. PKK’nin nizamına, özüne ve her türlü biçimine birincil planda yer vereceksiniz. Aksi halde sizi kimse yaşatmaz. Ben şimdiye kadar sizi yaşattım. Tabii bunun da nedenleri var. Önderlik gerçeğini inceleyerek bu nedenleri iyi anlamalı, “Önderlik neden bize böyle tahammül edip bizi böyle bir noktaya getirdi?” demeli; halk olarak, PKK’liler olarak, hatta gerillalar olarak bunu bol bol tartışmalısınız. Sizi bugüne getirmenin amansızlığını bir ben bilirim. Bu sabrın nedenleri vardır. Bunun başka çaresi de yoktu. Hiç olmazsa bundan sonra sağlam bir çıkış yapmak için bu bir neden olabilir. Bunun için sizi taşımış olabiliriz. Bu biraz da insanlığımızla ilgilidir. Herkes size bir yerinizden vuruyor ve tekmeyi sallıyordu. Biz ise sizinle biraz insanca ilgilenmek istedik. Bir nedeni de bu olabilir. Buna benzer birçok neden sıralanabilir.
Bir gerçeğiniz var: Dünyaya savrulmakla, ülkeyi tümüyle terk etmekle kendinize bir gelecek bulamıyorsunuz. Birbirinizi hiçe saymakla, her türlü örgütsüzlüğü yaşamakla fazla güç sahibi olamıyorsunuz. Hepiniz işsiz güçsüz ve perişansınız. Bunun için size doğru bir önderlik gereklidir. Güney’deki işbirlikçi önderliğin -ne kadar işbirlikçi olduğu da tartışmalı aslında- bir halkı ne hale getirdiğini günlük olarak izliyorsunuz. Öyle bir önderlik kaç para eder? TC'nin dayattıklarını yapıyorlar. Onların da ne yaptığı bellidir. PKK'nin bağımsız ve özgür önderliği, PKK’nin önder militanları bütün bunlara çaredir. Şimdi bakıyoruz ki, onlar da bütün nizamlarımızı ve kademelerimizi bozmakla uğraşıyorlar. Bunlar önderliğe bir cevap olabilir mi? Özellikle PKK içinde hiç kimsenin önderlikle oynamaya hakkı olabilir mi? "Nizam ve disiplin zor iş, bugüne kadar hep başıbozuk geldik, böyle yaşamaya alışmışız" diyeceksiniz. Sizi düşman öyle yapmıştır. Bu yaşamınız normal insani bir yaşam değildir. Bir kendi nizamınıza bakın, bir de TC'nin ordu nizamına, parti nizamına bakın: Göreceksiniz ki, kılı kırk yaracak kadar ölçülüdür. Bize yakıştırılan böyledir. O halde kendi nizamımızı ve ölçülerimizi bulacağız.
Saflarımızda başıbozukluğu geliştiren, kendini konuşturan ve her türlü kuralla oynamayı dayatan kimdir? Ben bunların adının söylenmesini fazla doğru bulmuyorum. Tam tersine, bunların adının ağza alınması bile bana göre suçtur. PKK içinde PKK nizamı, PKK tüzüğü veya PKK yasası geçer. Hele ordu söz konusu oldu mu, tümüyle nizam gerekir. Önderlik gerçeği bütün bunları açıklığa kavuşturur. PKK'yi tartışmak, bir anlamda Önderliği tartışmak ve onu bütün yönleriyle değerlendirmek demektir. Önderliği tartışmak ise, örgütlenmek ve ona ulaşmak demektir. Özellikle ordu örgütlenmesinde bu Önderlikle sonuç alınacaktır. Öyle anlaşılıyor ki, bu konuların anlam ve önemini fazla idrak edememiş, etseniz de pratikte özünüze indirgeyememişsiniz. Bu konuları anlamaktan başka çareniz yoktur ve bu tek yaşam seçeneğinizdir. Aksi halde başkalarının hamalı olursunuz.
Benim kadar zapturapt altına alınması zor hiç kimse yoktu. Kurallara karşı çıkardım, ama en son vardığım nokta en büyük disiplin ve nizam noktasıdır. Siz benden daha fazla mı maceracısınız veya özgürlükçüsünüz? Ben kendimi bu kadar disipline ve nizama bağladıktan sonra, siz kırk kat daha fazla öyle olacaksınız. Yaşadığınız gafleti aşarsanız, o zaman bunun böyle olduğunu görürsünüz. PKK’de sonuna kadar tartışma özgürlüğü var. Hiç kimse size zorla "gelin, katılın" diye yalvarmıyor. PKK'ye gönüllülük temelinde gelinir, ama gelindikten sonra onun gereklerine de bağlanmak işin özü gereğidir. "Ben hem gelirim, hem de bu işin gereklerini göz önüne getirmem" demek, kendimizle alay etmek demektir. Biz bunu kabul edemeyiz. Öyle anlaşılıyor ki, bu hususları anlayamadınız, hakkını veremediniz ve yaşama dönüştüremediniz; sonuçta PKK'ye yakışmayan, ordulaşmaya gelmeyen bu durumlar ortaya çıktı. Kendinizi bu nedenle çarçur edip güçsüz düşürdünüz. Bundan düşmandan başka kimin yararı olabilir? Bu yetmezlikler sayesinde düşman, partiyi uğraştıran hainler ve her türlü oportünistler güçlendi. Bu partiye canını ve gönlünü verenlere yazık değil mi? Onların hakkını kim koruyacak, temsilini kim yapacak? Bunun için Parti Önderliği, parti militanlığı çok gereklidir.
Neden partileşemiyorsunuz? Neden mükemmel bir ordulaşmaya doğru gidemiyorsunuz? Buna cevap bulamıyorum. “PKK'ye geldim, her şey kabulümdür” dedikten sonra, her şey bitmiş veya bu işin sağlam bir başlangıcı yapılmış demektir. Gerisi eğitim ve tecrübe işidir. Ben de sizi eğitiyor ve herkese tecrübelerimi aktarıyorum. Kısa bir süre sonra hepinizin dört dörtlük particilik ve orduculuk yapmanızı hedefliyoruz. Hiç olmazsa ’94 yılının zaptı veya önümüzdeki bu dönemin fethi böyle olsun. Eğer fetih veya zafer olacaksa bu temelde olabilir. Bundan başka çare de yoktur.
Yanlışa oynayanların, kendini konuşturanların tarihini tek tek inceleyin; bütün bu kayıpların nedenlerini de inceleyin: Ucuz kaybedenler, en çok “köye, şehre veya mevkie dayalı rahat yaşarım” diyenler, kendileriyle birlikte dağ gibi değerleri vakitsiz kaybettirdiler. “Ucuz kurnazlıklarla kendimi yaşatırım” diyenler, şu veya bu biçimde bazı kademeleri tutanlar, şu anda en fazla yerle bir edilmesi gereken kişiler değil mi? Ucuz ve kurnazca kendini yaşatmak, kayıplara yol açmak bir yaşam tarzı olamaz. Hiç kimse PKK'yi kolay kaybetme örgütü, ucuz yaşama örgütü olarak değerlendiremez. Bizim gibi bir önderliği kimse böyle ele alamaz. Bu konuda sizi defalarca uyardım. Biz bir parça ekmeğin hesabını sorar ve bir kuruş paranın hesabını yaparız. Bizim kadar büyük bir emek hareketi dünyada az görülmüştür. Biz bütün değerlerimize sahipleniriz. İşin özü böyledir. Önderlik gerçeği böyle başlamış, böyle yürüyor. "Ben imkanları ele geçirip milyonları kullanırım, canları kullanırım, her şeyi kullanırım" diyen kişi kendini bilmez bir gafilden de öteye bir çılgındır. Bunu her yerde yapabilirsiniz, ama PKK'de bu mümkün değildir. Böyle çılgınlar içimizde neredeyse yığınla var. Bunlar kendilerini kaybetmişler. Halen bu kişiliklerin olabileceğine kendimi inandırmak istemiyorum veya yoklar diyorum. Bunlar sadece cezalandırılması gereken değil, adeta yer yarılıp içine girmesi gereken kişiliklerdir. Eğer bazı çalışmalara hakkını veremiyorsam, yer yarılsın ben de içine gireyim. Yaşama biraz hakkını verdiysem hakkım da, hukukum da odur. Bütün bunlar PKK gerçeği ve önderlik özellikleridir.
Bu baş belaları neden bu kadar çıktı, bunlar hangi koşullardan istifade ettiler? Hangi yasaları çiğnediler? Bunlar kimin yüzünden oldu? Örgütümüzün bu konuda hangi eksiklikleri var? Tüzük esaslarını mı işletemedik? Sağlam yöneticilik mi yapamadık? Bu hatalar kimden, nereden ve nasıl kaynaklandı? Hem parti tarihine hem de bölgelere kadar indirgeyerek, bütün yönleriyle bu durumların bir değerlendirmesini yapabiliriz. Önderlik gerçekleriyle neden bu kadar oynandı, kim oynadı? Bunlara karşı görevimizi neden yapamadık? Kendinizden de hesap sorarak sağlam sonuca ulaşmalısınız. Çünkü bunlar olmadan yola çıkılmaz.
İmkanlarımızın ne kadar sınırlı olduğunu biliyorsunuz. Hiç olmazsa tüm bunları iyi kavrayın. Çok zor koşullarda kesin bir çıkışınız olmalı ve başlarken umudu temsil edebilmelisiniz. Halkımız da biraz umutlu olmalıdır. PKK sizi hala yaşatabilir, ama bunu çılgınlık yapasınız diye yapmaz. Ben kademeler, olanaklar, yetkiler sizin kullandığınız gibi kullanılsın diye sizi yaşatmıyorum. Yaşatma tarzımın neye nasıl bağlı olduğunu görüyorsunuz. Yetki, görev ve para istiyorsanız, “dağlara çıkış yapmak istiyoruz” diyorsanız, bu esaslara bağlı kalmalısınız. Aksi halde bir ikiyüzlüsünüz, bir sahtekarsınız. Onlar da her yerde ve her zaman yaptıklarının karşılığını fazlasıyla öderler. Kaldı ki, yoldaşlıkta sahtekarlık, aldatma olmaz. Her yoldaş sözünün eridir. Bunun dışında bir yoldaş tanımına kimse cesaret edemez.
Bizim ortamımızda sonuna kadar tartışma özgürlüğü var. Bu, kafa karışıklığını geliştirmek için değil, hepinizin bazı şeyleri daha iyi anlaması içindir. Emin oluncaya ve tam inanıncaya kadar tartışın, kavrayın ve kavratın. Bu temelde katılımı tam yapın. Yaptıktan sonra da hiçbir yerde ve zamanda kimse sizi aldatıp oyuna getirmesin. Ne kimse size boyun eğdirsin, ne siz kimseye boyun eğdirin. Tam tersine, kolektif bir yönetim ve çalışma tarzı esas alınmalıdır. Ondan sonra bireysel inisiyatifin çok etkin, gerekli yerlerde ve zamanda sonuna kadar gösterilmesi gerçekleştirilmelidir. Görevlere yeterlilikle yaklaşılması, yeterli olunabilecek ve başarılabilecek görevlere mutlaka sahip çıkılması gerekir. Yetki ve makam söz konusu olduğunda, bunlara tam hakkını vereceğiniz zaman mutlaka sahip çıkmalısınız. Bütün bunların sorumluluğu beni ilgilendirir, ilgilenmek zorundayım da. İster sıradan yetki ve görev, isterse en üst düzeyde görev veya sorumluluk olsun, “mutlaka hakkını vermeliyim” diyecek kadar kendinize hükmetme, kendinize sahip çıkma ve kendinizi sorumlu tutma duygunuzun gelişkin olması gerekir. Böyle PKK’li olunur, böyle orduya katılım olur.
Yıllardır halen bunları anlamaya yanaşmıyorsunuz. Bu, yoldaşlığa sığması şurada kalsın, insanlığa bile sığmayacak bir durumdur. O zaman zorluklarınız ortaya çıkar ve mahvolursunuz. Benim belirttiğim tarzda örgüt ve onun önderlik gerçeğine kendinizi katamazsanız, cehennem gibi bir yaşam sizin peşinizi bırakmaz. PKK'de veya genelde ülkemizde yaşamı kolaylaştırmak, önderlik tarzına bütün yönleriyle gelmekle mümkündür. Köylü kurnazlığını, aydın ukalalığını bırakın. Zaten bunlarla hiçbir şey değerlendirilemez. Aydın ukalası demagogdur ve elinden fazla bir iş gelmez. Köylü kurnazı da her gün kendini aldatır ve kendini aldatmaktan başka kimseyi kandıramaz. Bu tarzları bırakın. Doğru tarzda iş yapma bizim tarzımızla mümkündür.
Görüyorsunuz ki, biz bu ülkede biraz iş yaptık. Savaşta yenilmeyen, örgütlemede sürekli gelişen, her zaman ve her dönemde başarı doğuran tarzın sahibi biziz. Tüm dünya ve düşman bunu biliyor, siz mi bilemeyeceksiniz? O halde ona uyum ve katılım gösterin. Madem bu size kazandırıyor, maddi ve manevi olarak sizi istediğiniz kadar büyütüyor, bundan başka daha ne isteyebilirsiniz? Madem en yoksul, en aç sizsiniz, o zaman bundan başka daha ne istiyorsunuz? Emrinize bu kadar imkan verilmişken, bu gelişmeleri neden yaşamıyorsunuz? İlk günde de bu yapılması gereken doğru katılım ve yaşam tarzıydı ve son günde de nihai zaferi bu tarz kazandıracaktır. Sizi kazanmaktan başka ne bekliyor? Bu çizgide kazanmazsanız, başınıza gelecek felaketi, işkenceyi ve parçalanmayı düşünüyor musunuz? Düşmanın size reva gördüğü sonuç budur. Düşman yalnız PKK militanlarına değil, halka da bunu uyguluyor. Sizi ayakta tutacak ve düşmanı geriletecek olan da bu sağlam tarzı, vuruşu ve tempoyu tutturmaktır. Bu temelde yiğitçe birbirimizin sorumluluğunu üstlenmeliyiz. Zaten halk da "Artık tek çare budur" diyor. O halde bunun hakkını vereceksiniz. Halen "Kafam karışık, muğlakım, net değilim" demek, kendisine en büyük kötülüğü layık görmektir. Günler çok acımasız geçiyor. Benim her zaman bu partiyi, bu hareketi, bu savaşı böyle götürmeye ne zamanım el verebilir ne de bunun gereği var. Mücadele olanakları oldukça fazladır. Bu tarz yaşamı benimsiyorsanız, mücadeleye korkunç yüklenmekten ve başarıyı koparmaktan başka ne bir seçeneğiniz ne de bir kabulünüz olabilir.
Eskisi gibi imkansızlıklarla boğuşmuyoruz. Başarma olanağımız, düşmanın kazanma olanağından defalarca daha fazladır. Ben bu olanakların değerlendirilmesinden bahsediyorum. Eskiden düşman kazanabilirdi, zaten mutlak anlamda da kendini böyle görüyordu. Biz o dönemlerin hepsini düşmanın aleyhine kapatmayı bilmekle en büyük hizmeti size sunduk. Şimdi kazanma yönü ağır basan bir dönemi yaşıyorsunuz. Sınırlı bir çaba bile hemen herkesi önemli kazanımlarla karşı karşıya bırakabilir. Buna sahip çıkacaksınız. "Olanaklar fazla, üzerine yatmaya bayılıyorum" derseniz, bu büyük bir sorumsuzluktur. İmkanların biraz gelişmesi, sadece “Bu imkanlar çok zor kazanıldı, bunlarla savaşı kazanabiliriz” anlamına gelir. O halde eskiden göstermediğiniz savaşçılığı göstermekten, yapamadığınız işleri ve görevleri amansız yerine getirmekten başka çareniz yoktur. Bu, imkanları böyle kullanmaktan geçer. Mevcut olanaklara doğru yaklaşım da budur. Değerleri nasıl değerlendiriyorlar? "Kendimizi fazla sıkmaya gerek yok, nasıl olsa PKK büyük bir harekettir, biraz da kendimizi yaşayalım, yorulduk" derseniz, en tehlikeli yaklaşım içerisine girersiniz. Eskiden belki böyle diyebilirdiniz, ama şimdi böyle diyemezsiniz, çünkü durum sanıldığından daha farklıdır. Bu olanaklar sadece savaşın kazanılması içindir. Aksi halde yalnız bu olanaklar kaybedilmekle kalmaz, bin kat fazlasıyla kişiye de kaybettirir, nitekim ettiriyor da. Bu çok sakıncalı ve tehlikeli yaklaşımları da bir tarafa bırakalım.
Benim yaşamıma bakarsanız, hiçbir dönemde 1993 yılında yoğunlaştığım kadar yoğunlaşmadığımı görürsünüz. 1993 yılı, olanakların en gelişkin olduğu, ama en çok zorlandığımız ve kendimizi nefes nefese bıraktığımız bir yıldır. Diğer yıllar acımasızdı. Her yılı kurtarmanın ne anlama geldiğini biraz biliyorsunuz. Ancak hiç birisi 1993 yılı kadar olmadı. Bunu biraz kendinize soruyor musunuz? Bu yıl hem önemli bir kazanım yılı, hem de çok dikkat edilmezse düşmanın yirmi yılın bütün kazanımlarını kaybettirmek istediği bir yıldır. Bundan çıkaracağınız sonuç şudur: Madem kazanma imkanı biraz artmıştır ve düşmanın da bütün kazanımları elimizden alma dayatması vardır, o halde bu yıla amansız yükleneceğiz. Kaldı ki, biz bütün yıllara bu yöntemle yüklendik ve 1994 yılının üzerine de böyle yürümek gerektiğini açıkça belirtiyorum. Bu konuda benden daha fazla sizler bir şeyler yapmak zorundasınız. Çünkü sıcak mücadele sahasına inecek ve bu yılı mutlak kazanmak için kendini yatıracak olan sizlersiniz. Ben yapacağımı yaptım, yine de yaparım. Bu benim bileceğim bir iştir, ama siz mücadelenin gereklerini çok az yaptınız ve yaşama hakkını çok az verdiniz. O açıdan görevlere mutlaka doğru yüklenmek, hayatınızın savaşımını vermek zorundasınız. Bu hem şans olarak, hem de görev ve tarz olarak sizin yerine getirmeniz gereken sorumluluğunuzdur.
Anlayışlıysanız bunları biraz anlamaya çalışacaksınız. Devrimde anlayışsızlıkta ısrar tehlikeli sonuçlara götürür. Bu noktada ne kadar zorlandığımız ve kendi kendimize çok anlamsız zarar verdiğimiz parti tarihinden de iyi anlaşılmıştır. Parti tarihinde tasfiyecilerin, provokatörlerin, her cinsten saptırmacıların hepsi kötü niyetli değillerdi; bazıları belki de sizden daha iyi niyetliydiler. Ama anlayışsızlıkta ısrar ettiler, bizim verdiğimiz bu çerçeveyi göz önüne getirmediler. Bu kişiler talimatlarla oynamaya çalıştılar ve kendilerini böyle kabul ettireceklerini sandılar. Böyle yapmayın dedik, ama kendi bildiklerinde ısrar ettiler ve sonuçları vahim oldu. Kimi katil, kimi en değme provokatör oldu, kimisi de düşmanın vermediğinden daha fazla zarar verdi ve kendisi de kaybetti. Bunların büyük bir kısmı yerle bir oldu. Bununla kâr mı ettiler veya saflarımızda yoldaşları katletmekle iyi mi ettiler? O kadar değeri kaybettirmekle neyi kazandılar? Tarih onları alçaklıklarından ve lanetli durumlarından başka nasıl anacak? Bu anlayışsızlık doğru bir şey mi? Bunlar “Biz bildiğimizi okuruz” dediler de bildikleri kaç para etti? Bunun bir şey ifade ettiğini hiç gördünüz mü? Düşmanla en çok uğraşan da savaşan da benim. O halde beni neden dinlemediler? Bize sözde taparcasına bağlıydılar. Bizi neden doğru anlamadılar? Görüyorsunuz ki, belirtiklerimiz çok ileri boyutludur. Bunlar bildiğini okuma, güçlenmek istediğinde Önderliği, her şeyi ele geçirmek istediğinde da PKK'yi ve yetkiyi kötü kullanma sonucunda bu duruma geldiler. Bu hesap düşmanın hesabı değil mi? Az kalsın burayı ele geçireceklermiş! Oysa ortada ele geçirilecek bir şey yok; emekle kazandırılacak işler ve görevler var.
Bu tarihe nasıl başlangıç yapıldı? Bu ibret tarihini iyi göz önüne getirin. Bu tipler anlayışsızlıkta ısrar ettiler, yoksa bunlar öyle bilinçli ajan veya kötü niyetli tipler değillerdi. Belki de sizden daha saygılı ve bağlıydılar, ama söz dinlemediler. İçlerinde bazı tiplerin “ne oldum” havaları vardı. Uyarıları dinlemediler, yanlış değerlendirme yaptılar, kemikleştiler ve sonra da öyle oldular. Parti tarihi bu yönüyle mutlaka iyi özümsenmelidir. Neden anlayışlı olmak gerekir? Neden değerlere ve özellikle kurallara harfiyen bağlı olmak gerekir? Eğer “Tarihten ibret alırcasına ders almak gerekir” diyorsanız, PKK'de bunlar çarpıcıdır. Bu tarih, aynı zamanda bizi kullanmak gafletine düşenlerin de tarihidir. Peki, bizi kullanabildiler mi? Örgüt içinde veya dışımızdaki güçler beni kullanabildi mi? Kim kimi kullanabilir? Bu konuda savaşın nasıl olduğunu da gördünüz. Kaldı ki siz bizi kullanacak durumda değilsiniz.
PKK'ye gönüllü katılanlarla PKK çizgisini bütünüyle yaşamak için emek birliği yapıyor, çabalarımızı birleştiriyoruz. Bunu ülkemizi ve özgürlüğümüzü kazanmak için yapıyoruz. Bunun birbirini kullanma ve bastırmayla ne ilgisi var? Eğer bütün bu belirtilenler sizi belli bir anlayışa götürmüşse ve size ömrünüzün sonuna kadar yetecek parti anlayışını, örgüt ve savaş kuralını biraz olsun vermişse, o zaman kendinizi şanslı saymalısınız. Bu esaslar dahilindeki bir yürüyüş, yaşadığınız müddetçe sizi iyi bir partili ve ordulu yapabilir; iyi bir halk savaşçısı, halk önderi haline getirebilir. Yine her zaman kayıplar olur, şahadetler yaşanabilir. Ama insan sağlam anlayışla yürüdükten sonra, ölüm nereden gelirse gelsin katlanılır; cefası ve zorlukları da nereden gelirse gelsin büyük bir gönül rahatlığıyla karşılanır. Kaldı ki, bize de her zaman ölüm, zorluklar ve sıkıntılar dayatıldı. Bu mücadeleye büyük bir rahatlıkla başladık ve nitekim sürdürüyoruz. Bu yolda bu temelde yürüyüş bizleri ölümsüzleştirir. Görüldüğü gibi, PKK tarihinin doğru kavranması kesin zafere götürür. Tarihin doğru kavranmayışı ve özellikle anlayışsızlıkta ısrar ise büyük felakete götürüyor. Yine her türlü yanılgılı ve yetersiz yaklaşım büyük karışıklığa, zaman, olanak ve hatta kişinin kendi emeğinin kaybına ve çarçur edilmesine götürüyor. Bu büyük bir tarihtir. Bu tarih olumlu tarzda sahiplenilirse her şeyi kazandırır.
Her şeyiyle kendini yeniden kazanmak zorunda olan bir halkın içinden geliyorsunuz ve bu halkın bir parçasısınız. Bizi ancak her şeyiyle kendini kazanmak yaşatabilir. Bunun dışında her şey bizim için lanet kokuyor ve layığımız da olamaz. Bize layık olan doğrultu, tarz ve anlayış bellidir ve bu vuruş tarzına kadar açıkça gösterilmiştir. Eğer sizde biraz ciddiyet varsa ve "Ben bu işte biraz iddialıyım" diyorsanız, o zaman başlangıçta ve her zaman bana hakim olduğu gibi size inanırım. Gerçekler karşısında biraz anlayışlı olan insana inanırım. Çünkü her türlü göreve doğru yürür ve başarır.
21 Aralık 1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 3 Kasım günü akşam saatlerinde İşgalci TC ordusu Mardin'in Savur ilçesine bağlı Barma kasabasının Eltê mıntıkasında yoğun pusulamalar yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1- 27-28-29 Ekim tarihlerinde işgalci TC ordusu Amedin Akdağ, Bingölün Genç ve Palo üçgeninde Ziver, Suveren, İstakoni ve Miyelan köyleri çevresinde pusulamalar yapmaktadır.
- Ayrıntılar
Bundan tam 90 yıl önce Türkiye cumhuriyeti devletinin kuruluş ilanı büyük bir gürültü ile Ankara’da yapıldı. Bu ilan, her hangi bir ulusun kendi doğal seyri içerisinde kendi kaderini tayın etmek üzere kendi devletini kurma ilanı olmamıştır. Bu ilan Kürt ulusunun inkârı ve yok edilmesi temelinde kurgulanmış bir devletin kuruluş ilanıdır. Dolayısıyla büyük bir suç devleti olarak kurulmuştur. Bu suç, her hangi bir suç değil, bu suç soykırım suçu niteliğinde ağır bir insanlık suçudur.BM tarafından da, soykırım suçu bir insanlık suçu olarak kabul edilmiştir.
Fakat biliyoruz ki böylesine ağır suça bulaşmış Türk devletinin kuruluş yıl dönümü bir kez daha şaşalı törenlerle kutlanmaya çalışılacaktır. kendisini Türk İslam sentezi olarak kabul eden AKP devleti, Fethullah Gülen ve sözüm ona ‘laik ordu’ her üçü de birlikte Kürt soykırım fermanını 90. yılında da resepsiyonlarla kutlayacaklardır.Bu cumhuriyetin kuruluşuna kadeh kaldıranlar da, tekbir çekenler de olacak. Aslında kadeh kaldıranlarda laiklik adına Kürt halkının katliamına onay vermiş oluyorlar. Tekbir çekenler de kutsal İslam adına bir kez daha Kürt katliamını ve soykırım fermanını kutsamış oluyorlar.
Bir kez daha Kürt çocuklarını ve gençlerini böyle kanlı, kirli sicile sahip Türk devletinin 90. yılının kuruluş yıl dönümünü kutlamaya çağıracaklardır. Ancak hiçbir Kürdün bu çağrıya uymayacağı, hatta bu günü, kendi katliam-soykırım fermanının ilan günü olarak görecek ve protesto edecektir. Etmelidir de.
Bir kez daha sömürgeci efendiler, sözüm ona aydınlar, “cumhuriyeti Kürtlerin, Türklerin ve diğer halkaların birlikte kurduğunu”, “hepimizin cumhuriyeti olduğunu” vb. söylevleri yükselteceklerdir. Buna birçok tarihi hafızadan yoksun bilinci bulanık, ruhu körelmiş, bazı Kürtler de katılacaklardır.
Herkes şunu bilmeli: “Cumhuriyeti Kürtler ve Türkler birlikte kurmuşlardır” demek büyük bir çarpıtma ve yalandır. Sömürgeci resmi ideolojinin bir uydurmasıdır. Kürtlerin ulusal bilincini bulanıklaştırmaya ve yok etmeye dönük bir saldırıdır. Tarihi gerçekleri inkâr etmenin en açık ifadesidir. Aynı zamanda Türk sömürgeciliğini Kürdistan’da meşrulaştırmaya çalışan bir ideolojik hegemonya kurma hesabıdır.
Öncelikle şunu belirtelim ki, her iki halkın ortaklaşa mücadele ettikleri genel kabul gören bir doğrudur. Fakat aynı şeyi ‘ cumhuriyeti birlikte kurdular ‘ ifadesi için kullanmak doğru değildir. İnsan, birer soykırım merkezi olan Türk okullarındaki tarih ezberinden kurtularak, biraz düşünmeye başlarsa, her halde şu soruları sorabilir: Nasıl oluyor da bir cumhuriyeti birlikte kuran uluslardan birisi olan Kürtler, ilan esnasında yok sayılabiliyor? 1924 yılında yapılan Türk anayasasında yok sayılabiliyor? Yine nasıl oluyor da bu cumhuriyeti birlikte kurduğu iddia edilen Kürtler, ‘tek devlet, tek millet, tek dil, tek kültür, tek bayrak’ söylemi temelinde bir çırpıda yok sayılabiliyorlar? Ve anayasanın hiç bir maddesinde Kürtlere dolaylı veya direk yer verilmiyor? Bu nasılcumhuriyeti birlikte kurmaktır?
Peki Lozan görüşmelerinde diğer bir Kürt soykırımcısı İsmet İnönü’nün şu sözlerine ve sonraki yıllardaki açıklamalarına ne demeli? “1923'teki Lozan görüşmelerinde "barıştan sonra kurulacak Devletin Türklerle Kürtler'in ortak devleti, Meclis'in ortak meclis, Hükümetin ortak hükümet olacağını" söylüyor; ancak bundan dört yıl sonra yani 1927'de ise "Birinci vazifemiz, bu vatan içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır"(M.Bayrak) Şimdi İsmet İnönü’nün bu söyledikleri kalleşlik ve ihanet değil de nedir? Gerek M.Kemal ve gerekse de İsmet İnönü’nün daha birçok benzer ihanet ifadelerdi vardır. Bu kadarını yazmakla, aktarmakla yetiniyoruz.
Halklarımızın birlikte mücadele ettikleri doğru, fakat cumhuriyeti kurma, ilan etme esnasında, Kürt ulusuna kalleşlik yapıldığı, Kürtlerin büyük tarihi bir ihanete uğradığı da bir o kadar gerçektir. Cumhuriyeti birlikte kurdukları ne kadar yalan ise, Kürtlerin ilan esnasında ihanete uğradıkları da bir o kadar gerçektir.
1924 anayasası, 29 Ekim’de ilan edilen cumhuriyetin kuruluş felsefesinin hukuksal bir metni niteliğindedir. Burada büyük bir inkâr ve taammüden bir halkı ortadan kaldırma planı-hesabı vardır. 1924 anayasasının 80/1 maddesinde herkesin Türk kabul edildiğine dair açık bir vurgu vardır. 1925 yılında çıkarılan Şark ıslahat planı ise yok sayılan bir ulusun adım adım fiziki ve kültürel soykırım yöntemiyle nasıl yok edilmeye çalışıldığının suç belgesidir. Yine İskân Kanunu, Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi, Andımız vb… uygulamalar bu inkâr siyasetinin zehirli meyvelerindendir. Bu konuda İsmet İnönü, Abidin Özmen, Avni Doğan, Celal Bayar, Cemil Uybadın, Mahmut Esat Bozkurt, Tevfik Rüştü Aras vb.’lerinin söz ve raporlarının yansıra, ayrıca deşifre olan raporlar anılar ve analizler göz önüne getirildiğinde sömürgeci Türk devletinin ilan felsefesi ve tarihi tümüyle başta Kürt ulusu olmak üzere Türkiye devleti sınırları içerisinde yaşayan tüm halklara, kültürlere ve inançlara karşı işlenmiş büyük insanlık suçu tarihidir.
“Mustafa Kemal, bir toplantı sırasında Türk Tarih Kurumu üyelerine şöyle diyor: "Biz Balkanları niçin kaybettik biliyor musunuz? Bunun tek bir sebebi vardır. Bu da İslav araştırma cemiyetlerinin kurduğu Dil Kurumları’dır. Bizim içimizdeki insanların milli tarihlerini yazıp milli şuurlarını uyandırdığı zaman, biz Balkanlar’da Trakya hudutlarına çekildik.”(M.Bayrak)
Burada sömürgeci Türk devletinin kurucusu, soykırımın gerekçelerini nasıl da soğukkanlı bir katil gibi itiraf ettiği görülmektedir.
Yine “…1930 yılı başlarında İçişleri Bakanlığınca Valiliklere gönderilen "çok gizli ve kişiye özel" bir “Türkleştirme Genelgesi”nde; başta Kürt kültürü olmak üzere farklı kültürlerin yok edilmesi…” amacıyla valiliklere gönderilen talimatta şöyle denilmektedir.
"1-Yabancı lehçelerle görüşen köyleri isimleriyle, nüfuslarıyla, görüşülen lehçeleriyle tesbit etmek,
2- Çevrelerindeki köylerin de lehçeleri bakımından durum ve niteliklerini ve birbirleriyle ilişkilerini belirlemek,
3- Bu köylerden küçük dağınık olanları civar Türk köylerine dağıtmak,
4- Yeniden yabancı lehçeli hiç bir köyün, mahallenin kurulmasına izin vermemek,
8- Şehir ve köylerde dil dernekleri kurularak, yalnız Türkçeyi konuşturmaya çalışmak,
9- Türklüğe ve Türkçeye pay ve paye vermek, som Türklüğün ve özellikle Türkçe konuşmanın, yalnız şerefli olduğunu değil, maddeten kârlı olduğunu da kendilerine bilfiilgöstermek,
10- Özellikle kadınlar arasında Türkçenin yaygınlaşmasına çalışmak; bunlardan Türk kızlarının Türkçe konuşmayan köylülerle evlendirilmesini teşvik etmek; Türkçe bilmeyen köylü kadınları şehirlere getirterek Türk evlerine uygun hizmet ve yöntemlerle yerleştirmek,
11- Türklük topluluğunun genel özelliklerine aykırı olan herhangi bir yabancı hissin zararını ve fenalığını kendilerine her vesileyle anlatarak eski alışkanlıklarından soğutmak,
12- Kıyafetin, şarkıların, oyunların, düğün ve toplum gelenek ve göreneklerinin de milliyet ve ırk hislerini daima uyanık tutan ve toplumları geçmişlerine bağlayan bağlar olduğu unutulmamalı; bundan dolayı lehçeyle birlikte bu gibi aykırı gelenekleri de fena ve zararlı görmek ve bilhassa kötü göstermek ve hiç bir suretle rağbet edilmeyerek ve cesaretlendirilmeyerek adi ve ilkel özellikleri her vesileyle sergilenerek kötülenmeli ve ayıplanmalı, o lehçeyi konuşan zümrelere mensup kişilerin ve ailelerin isim ve lakaplarını Türkçeleştirmek, nüfustaki kayıtlarını ve künyelerini fırsat düştükçe düzeltmek."(M.Bayrak)
Fakat ne hikmetse bazı çevreler tarafından bilinçli olarak sömürgeci Türk devletini bu karakteri ve gerçeği görmezden gelinmekte ve allayıp pullayarak Kürtlere yeniden pazarlanmaya çalışılmaktadır.
Son günlerde süreç bittimi-bitmedi mi tartışmaları yoğunca yürütülmektedir. Bu tartışmalar, sömürgeci AKP hükümeti adım atacak mı- atmayacak mı tartışmalarıyla Kürt ulusunda giderek gelişen tarih bilincini- şuurunu bulandırmaya dönük yaklaşımlardır. Bir kez daha Kürtleri beklentiye sokma hesaplarıdır. Sömürgeci Türk devletinin başbakanı “süreç bitmemiştir” demekle bu hesaptaki ısrarını ortaya koymaktadır. Bir kez daha açığa çıkıyor ki, AKP ve onun başbakanı cumhuriyetin Kürt soykırım planına sıkı sıkıya bağlıdır. Ve bu planın yeminli takipçisidir.
Peki sormazlar mı adama, süreç bitmemişse, sen Kürt ulusunun halk olmaktan kaynaklanan hangi hakkını tanıdın bugüne kadar? Peki tanıyacak mısın? Yok! O zaman durum açıktır, Kürtleri bu kez da, süreç bitti-bitmedi tartışması içinde oyalamak. Rojava’da Kürtlerin kazanımlarını tasfiye etme için “çözüm süreci bitmedi” sözleri arasında varını-yoğunu ortaya koymuşken, M.Kemal’in, İsmet’in ihanetleri ortadayken, artık hangi Kürdü inandırıp oyalayacaksın?
Kendi kendimizi aldatmayalım. İşte “AKP milliyetçi oylara göz dikmiştir, onun için dili değiştiriyor” yaklaşımları, AKP’nın en azılı Kürt soykırımcı gerçeğini örtülemeye dönüktür. Bazıları bunu eğer safça yapıyorlarsa da, artık bundan vazgeçilmelidir. İnkar-yok etme esasına göre oluşturulmuş bir devletin, bu inkar siyasetini köklü olarak mahkum etmeksizin sorunu çözmesi mümkün olamaz. Bu nedenle olacaktır ki, Kürdistan halk Önderi Abdullah Öcalan, devletten bir şey beklemeyin, ne yapacaksanız kendiniz yapın ve yaptığınızı, inşa ettiğinizi de cansiparane savunun, demektedir.
Özü, felsefesi, tarihi, bir suç tarihi olan böyle olan bir devletten nasıl bir beklentiye girilebilir? Hele hele Önder Apo’nun ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin samimi çabaları karşısında AKP hükümetinin tek bir adım atmaması gerçeği karşısında beklentiye girmek, bu Kürt halkının düşmanı devleti ve onun AKP hükümetini biraz meşrulaştırmak olmuyor mu?
Sömürgeci Türk devletini kuruluş felsefesi zihniyeti ve ruhu, Kürdü yok etme üzerine kurgulanmıştır. Bugüne kadar da siyasi, askeri, ekonomik, kültürel, estetik, hukuk, diplomasi vb… temelde son derece sistematik bir biçimde, Kürt ve Kürdistan adına bir iz bırakmamak üzere yürütülmüştür. Yani sadece kurgulanmamış, en kanlı ve vahşi bir biçimde Kürdistan’da adım adım uygulanmıştır da.
Türk devletinin soykırım zihniyeti ve pratiği ÖNDER APO ve PKK gerçeği ile boşa çıkarılmıştır. Şimdi 90. yılında Türkiye cumhuriyeti devletinin kuruluş felsefesi, iyileştirilmesi mümkün olmayan ölümcül ağır bir yara almıştır. Buna karşılık, bin bir yöntemle yokedilmek istenen Kürt ulusu, tüm görkemliğiyle tarih sahnesine çıkmış ve özgür geleceğini inşa etme yoluna girmiştir. Rojava devrimi başta Türk sömürgeci devleti başta olmak üzere,bir çok bölgesel ve uluslararası gücün tasfiye ve boğma siyasetine rağmen ilerliyor. Ve bu devrim tüm Kürdistan’a yeni bir ruh ve coşku getirdiği gibi tüm bölgeyi de derinden sarsmaya devam ediyor. Dolayısıyla Türk devleti AKP’ si ile CHP’ si ile ve MHP ‘si ile kuruluş felsefesi, ordusuyla, kültür ve dil politikasıyla artık kokmaya başlayan bir mevtadır. Bu suç devletinin sonuna gelinmiştir.
Artık Kürtler kendi anavatanlarında özgür yaşamını kurmak kararına ulaşmışlardır. Türk ulusu ve emekçileriyle eşit özgür temelde demokratik bir cumhuriyeti kurmaya da hazırdır.
Büyük bir suç temelinde kurulan, 90 yıldan buyana başta Kürtler olmak üzere diğer halklara karşıda suç işleyen sömürgeci Türk devleti musalla taşına konulmuş ve gömülmeyi beklemektedir.
Son bir tarihi hamleyle, bu artık varlığına dayanılması zor, sömürgeci- soykırımcı, ırkçı-faşist devleti tarihin çöplüğüne göndermenin zamanı gelmiştir.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Uzun bir süredir İlkel Milliyetçilik kavramını kullanmamıştık. Çünkü kavramları yerli yerinde kullanmak gerekir. Boşuna “yarım hekim candan, yarım imam dinden eder” dememişler. Bu bağlamda yerinde kullanılmayan bir kavram da insanı yanlış ve eksik sonuçlara götürebilir.
İlkel Milliyetçiliği kavram olarak Başkan Apo siyasi literatüre kazandırmıştı. İlkel Milliyetçilikle söylenmek istenen, ulusal çıkarlarını bile savunmayan, dar ailesel-aşiretsel çıkarlarını esas alan, bunun için mücadele eden, kendi çıkarları için gerektiğinde ulusa ters düşen, ulusun çıkarlarını göz ardı eden hatta karşısında yer alan eğilimi ifade etmişti.
Bu tanıma Kürdistan’da geçmişte en yakın duran güç Irak KDP’siydi. Irak KDP’si uzun yıllar bırakalım genel Güney Kürdistan’ı düşünmeyi, dar ailesel ve aşiretsel çıkarlarını aşmayan bir siyasetin izleyicisi olduğunu herkes bilir. Irak KDP’sinin ismi içerisinde Demokrat, Kürdistan kavramları olsa da, özü Behdinan’ı aşmayan bir siyasal duruş vardı. Bundandır ki uzun yıllar Behdinan ve Soran çelişkisini diri tutmaya çalıştılar. Yine Kürdistan’ın farklı sahalarında gelişen hareketlerin önünü almak için sömürgeci güçlerle ortak hareket ederek, diğer parçalardaki devrimcilerin katletmelerine kadar gidebilmişlerdir. Örneğin, iki Saitler yani Sait Kırmızıtoprak ile Sait Elçileri 1970’lerin başında katleden anlayış bu İlkel Milliyetçi anlayış olmuştur. Yine Doğu Kürdistan devrimcilerinden olan Süleyman Muini’lerin ve yoldaşlarının katledilmesine götüren anlayışta bu İlkel Milliyetçi anlayışı olmuştur.
Sözü uzatmadan belirtelim ki, İlkel Milliyetçi anlayış; hem ulusal çıkarları düşünmekte ısrarla uzak duran bir anlayış olurken, hem de aynı topraklarda gelişen, gelişebilme ihtimali ve potansiyeli olan hareketlerin önünü barajlamak için hiç birisinin gelişmesine izin vermeyen, bu bağlamda da Kürdistan’ı babalarının çiftliği bilen anlayışın ta kendisidir.
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi KDP-Irak uzun yıllar İlkel Milliyetçi bir çizgide seyretti. Ancak birkaç yıldır bu İlkel Milliyetçiği aştığını, adım adım ulusal çıkarları da düşünebilen bir hareket olduğunu siyasetle uğraşan herkes düşünmüştür. Doğrusunu söylersek, bu yazıyı kaleme alanda böyle düşünmüştür. Ne var ki birçok çevre bu iyimser düşüncelerinde yanıldığını KDP’nin en son gelişen pratiklerinde gördü. Ve öyle görülüyor ki görmeye de devam edeceğiz.
Rojava Kürtleri tarihlerinin en büyük direnişini özgürlükleri için sergilerken, KDP ısrarla bu direnişi kırmak için her şeyi ama her şeyi yapıyor.En basitinde Rojava Kürtlerinin aç kalarak teslim olmaları için erzak ambargosunu nasıl uyguladığını geçen yıl herkes gördü. Bu yıl ise bu ambargo daha çirkin bir şekilde devam etti. Yine gerici ve faşist odaklarının Rojava Kürtlerini süpürmeleri için El Parti adındaki çete örgütüne silah ve para yardımı yaparak Rojava Kürtlerinin karşısına dikti. Bunlar yetmedi Rojava Kürtlerinin oluşturmak istedikleri birlik çalışmalarını tümden sabote ettikçe etti, öyle ki birliği parçaladı. Bunlar yetmedi Rojava Kürdistan’ını boşaltmak için Rojava Kürtlerini kaçmaları için teşvik etti. Bunlar yetmedi sınırları sömürgecilerden daha ileri bir düzeyde telledi, peşmergelerle mayınladı.
KDP-Irak’ın bu marifetlerini saydıkça sayabilir ve listeyi uzattıkça uzatabiliriz. En son olarakta PYD’nin Eşbaşkanı olan Salih Müslime hem Güney Kürdistan üzerinde Avrupa’ya geçmesine izin vermemiş, hem de utanmazca, “kendine yurtdışına çıkacak başka bir yol bulsun” diyerek tamamen ahlak dışı bir açıklama içerisinde bulunmuşlardır.
Sözü uzatmayalım, KDP tamamen İlkel Milliyetçi çizgiye yeniden bir “U” dönüşü yapmaktadır. Kürdistan onların babalarının çiftliği ve bu çiftlikte yaşayanlar ise onların marabaları. Ne de olsa Behdinan’ı ağırlıklı bu hale getirmişler. Ve öyle inanıyorlar ki tüm Kürdistan’ı bu hale getirebilirler.
İlkel milliyetçi bu duruşa karşı Rojava Kürtleri büyük bir direnişle Tel Koçer'i ele geçirerek Irakla bir sınır kapısı açtılar ve de Semalka yani KDP’nin İlkel Milliyetçi bir çizgiyle ısrarla Rojava Kürtlerine karşı kullandığı kapıyı bu kez KDP’ye kapattılar. Yani KDP artık Semalka kapısını bir koz olarak kullanamayacaktır. Ve Türklerin bir atasözüyle söyleyecek olursak: “Geçtiği Bor’un pazarı, sür eşeğini git Niğde’ye” misali artık KDP eşeğini alıp Niğde’ye gitsin dediler.
İlkel milliyetçilik bir hastalıktır, hem de çok köklü bir hastalıktır. Ve umut ederiz ki Rojava Kürtleri bu gerici, çağdışı, çıkarcı, pragmatist anlayışa karşı Rojava’da mücadelelerini her cephede derinleştirerek sürdürürler.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Paris’te üç Kürt kadın devrimcinin katledilişi üzerinden yaklaşık on ay geçti. Tam on aydır başta kadınlar olmak üzere tüm Kürtler ve dostları her gün bu vahşi katliamı protesto eden eylemler yapıyor. Son derece profesyonelce işlenmiş bu insanlık dışı katliamın aydınlatılmasını ve suçlularının bulunarak cezalandırılmasını istiyor.
Fakat Ömer Güney adlı bir şahsın tutuklanması dışında kamuoyuna verilmiş herhangi ciddi bir bilgi henüz yok. Fransa makamları bu konuda susmayı tercih ediyor. Yaklaşık on ayın ardından Fransa kaynaklı olarak basına yansıyan sınırlı bilgilerde şüpheli Ömer Güney’in sık sık Türkiye’ye gidip döndüğü yer alıyor. Katliamın aydınlatılması konusunda Türkiye adli makamlarının Fransız makamlarıyla işbirliği yapmadığı ve talep edilen bilgileri göndermediği ifade ediliyor.
Tabi TC Devletini yöneten de AKP olduğunu göre, Paris katliamını aydınlatmak için Fransız makamlarla ortak çalışmaya girmeyen güç AKP Hükümeti oluyor. Peki bu ne demektir? AKP’nin Paris katliamının aydınlatılmasını istememesi demektir. Peki neden AKP Paris katliamının aydınlatılmasını istemiyor? Bu durum ister istemez AKP üzerinde şaibe yaratıyor. Paris katliamında AKP’nin parmağının olduğu şüphesini ortaya çıkarıyor.
Zaten katliam ardından başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP sözcülerinin yaptıkları açıklamalar da dikkat çekici ve şüphe uyandırıcıydı. Şimdi katliamın aydınlatılmasını istememesi bu şüphe durumunu daha da artırıyor. Paris’te 9 Ocak günü Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in katledilmesi olayından birinci dereceden sorumlu olarak hala AKP görünüyor. Paris katliamı aydınlatılıp aksi ispat edilmedikçe de bu böyle olacak. Katliamdan AKP Hükümeti ile Fransa sorumlu tutulacak.
Diğer yandan Rojava’ya yönelik El Kaideci çetelerin yürüttüğü insanlık dışı saldırının arkasındaki en önemli destekçi gücün de AKP Hükümeti olduğu gerçeği her gün daha fazla ortaya çıkıyor. Besbelli ki AKP Hükümeti El Kaide saldırıları üzerinden Rojava Özgürlük Devrimini boğmak ve tasfiye etmek istiyor. Çünkü Suriye’de yeni bir Kürt statüsünün oluşmasına karşı. Çünkü Kürdü inkar ve imha zihniyetine sahip ve bu temelde siyaset yürütüyor.
Bunun için de Rojava halkına yönelik El Kaide saldırılarına sonuna kadar destek veriyor. Dünyanın dört bir yanından toplanan El Kaide çete mensupları hiçbir engelle karşılaşmadan İstanbul hava alanından inip Türkiye üzerinden Suriye’ye gidiyor. Eğitimini AKP desteğinde Türkiye’de gördükten sonra Suriye’ye geçip Rojava Kürdistan halkına saldırıyor. Her türlü silah ve cephane donanımını AKP’nin yönettiği Türkiye’den alıyor.
Artık böyle olmadığını AKP’liler de söyleyemiyorlar. Siz AKP basınında yazılan “El Kaide mevzilerine top atıldı” haberlerine bakmayın. Onların hepsi psikolojik savaş kapsamındaki sözde haberlerdir. AKP-El Kaide ilişkilerine yönelik kamuoyundan ve özellikle de ABD’den gelen tepkileri dindirmeye dönüktür. Yoksa AKP’nin El Kaide ile sıcak ilişkilerini ve Rojava halkına yönelik çete saldırılarını desteklediğini herkes biliyor.
Fakat son dönemlerde AKP destekli çete saldırılarının Rojava halkının kahramanca direnişi karşısında ciddi biçimde kırıldığı ve başarısız kılındığı gözleniyor. Yani AKP Rojava’da ciddi bir yenilgi almış durumda. Bunun soncudur ki Rojava-Bakur sınırına bir utanç duvarı örüyor. Bu biçimde yenemediği Rojava devriminin Kuzey’e etkisini önlemeye çalışıyor. Rojava’dan esen özgürlük ve devrim rüzgarlarının Urfa’ya, Mardin’e, Antep’e, Botan’a ulaşmasını önlemek istiyor.
AKP’nin bir de demokratik siyasi çözüm süreci karşısındaki tutumu var. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ısrarlı ve ön açıcı çabalarına rağmen, AKP Hükümetinin çözüm sürecini önce tıkattığı ve şimdi de bitirmek üzere olduğu gözleniyor. Aslında bitirdi demek daha doğru. Çünkü AKP’nin yaptıklarının hiç biri çözüm süreciyle uyumlu değil. Örneğin kendi başına sözde demokratikleşme paketi yayınlamış olması! Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ve AKP sözcülerinin BDP’ye yönelik tehditleri! Bunların hiç biri çözüm sürecinin ruhuna ve gereklerine uygun değil ve sadece bir teki bile çözüm sürecini bitirmek için yeterli.
Öyle anlaşılıyor ki AKP kendini başarıya ulaşmış görüyor. Artık seçim sürecine girildiğine göre, on aydır kan akmaması sonucunda seçimleri kazanacağına inanıyor. Bunun için son günlerde Tayyip Erdoğan ve arkadaşları çok daha saldırgan görünüyor. Kürtleri kullandıklarını açıkça ifade ediyorlar. BDP ve PKK’yi çok daha keskin bir dille suçluyorlar. Kürt halkını küçük ve hakir görücü sözler söylüyorlar.
Bütün bunlar AKP gerçeğini çok açık bir biçimde yansıtıyor. AKP’nin ne olup olmadığını herkesin anlayacağı açıklıkla ortaya koyuyor. AKP’nin yapabileceklerinin bundan öteye geçmeyeceğini açıkça gösteriyor. O halde AKP tarihsel olarak artık bitmiştir. İyi kötü oynayacağı rolü artık oynamıştır. Bundan sonra yapabileceği ciddi bir şey yoktur. Zaten halk için, emekçiler için, kadınlar ve gençler için yapabileceği bir şey baştan beri de yoktu. Fakat küresel kapitalist sistem ve sermaye çevreleri için yapabileceği bazı şeyler vardı ve onları da yaptı. Artık hizmet ettiği çevreler için de çekici gelmiyor.
Bu durumda AKP için artık sona gidiş başlamış bulunuyor. Bölgesel ve küresel siyasetten büyük ölçüde dışlanmış durumda. İçte ise iktidar mücadelesinde gelebileceği noktaya gelmiş bulunuyor. Artık halkın değişik kesimlerinden çok ciddi tepkiler görüyor. Gezi Direnişi ve Taksim olayları bunun en açık kanıtıydı. AKP yöneticileri bile ciddi bir yıkılma korkusu yaşadılar. Bunu çok açık bir biçimde de ifade ettiler.
Fakat ne kadar sıfırı tüketmekte olsa da, kendi başına yıkılıp tarih olacağını beklememek lazım. Bunun için çok ciddi bir demokratik mücadele gerekiyor ve böyle bir mücadelenin zamanı artık gelmiş bulunuyor. Bu da bütün demokratik güçlere, özellikle de BDP ile HDP’ye çok önemli ve tarihsel görevler yüklüyor. Yaşanan gelişmeler ve özellikle içine girilmiş bulunulan yerel seçim süreci de bu görevi yerine getirmek için önemli fırsatlar sunuyor.
Şimdi işte bu tarihi fırsatları değerlendirme zamanı. AKP’ye karşı demokrasi mücadelesini her alanda ve düzeyde yükseltme zamanı. Bunun için bir olma, güçleri birleştirme, örgütlenme ve bir seferberlik düzeyinde çalışma zamanı. Gün laf değil eylem günü! AKP despotizmine karşı birleşme ve halkı örgütleyip demokrasi mücadelesine kaldırmak için tüm enerjiyi harcama günü! Fırsatları değerlendirmek ve tarihe iz bırakmak ancak böyle mümkün olur.
Kuşkusuz böyle bir mücadele düşünce üretmeyi, tartışmayı ve görüşlerini ortaya koymayı gerektirir. Çünkü ne kadar düşünce o kadar örgüt ve eylem demektir. Büyük bir örgütsel ve eylemsel gelişme için elbette büyük düşünmek ve tartışmak gerekir. Fakat düşünce mücadelesi ve tartışma kesinlikle birliğe zarar vermemelidir. Her türlü tartışma AKP’ye karşı tüm demokrasi güçlerinin birliğini ve mücadelesini güçlendirmelidir. Buna da dikkat etmek ve uygun üsluplar kullanmayı bilmek gerekir.
Bu süreçte demokratik tutum AKP karşısında birlik olmayı ve mücadele etmeyi gerektiriyor. Yerel seçimlerde mutlaka AKP’yi başarısız kılabilmek gerekiyor. Yoksa tarih karşısında alnı ak olmak zordur. Bunu herkes bilmeli ve buna göre hareket etmeli. Özellikle Kürt halkı ve tüm ezilenler, on bir yıldır yaptıklarının hesabını soran bir mücadeleyi AKP’ye karşı geliştirmeli. Bilinmeli ki özgür yaşam böyle gelişir, demokratik çözüm süreci başarıya böyle ulaşır!
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 26 Ekim tarihinde saat 21:00 ile 27 Ekim tarihinde saat 1:00'e kadar Medya Savunma Alanlarımızdan Zagros bölgemizde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçlarıyla yoğun keşif uçuşları yapılmıştır.
- Ayrıntılar