Bir şeyin oluşum süresine zaman diyoruz. Bu bir madde olabilir, bir ideoloji olabilir, bir duygu olabilir. Ne olursa olsun bir şeyi zamansız düşünemeyiz, çünkü onu meydana getiren zamanın kendisidir. Zamanın olmadığı yerde oluşumda yoktur. Bu nedenle günlük yaşantımızda yâda tarihsel dönemlerde düşüncelerin, mücadelelerin, tarihe yön vermiş halkların, kişiliklerin bir oluşum zamanı vardır.
Onları meydana getiren somut koşullarla birlikte ortaya çıkarlar. Tarih salt kendi başına ilerlemez canlı, cansız varlıklarla birlikte, yine bizim davranışlarımız, etkinliklerimiz sonucu ilerler. Bunlar olmadan tarihin tek başına ilerlemesini düşünemeyiz, ya da tarihin varlığını açıklayamayız. Bundan hareketle her canlı, her dağ, genel olarak her varlık bir tarih oluşturmuştur, diyebiliriz. Genel olarak her şey tarihsel oluşum sürçlerinde rolünü oynamıştır. Maddenin oluşum yasası gereği biri olmadan diğeri düşünülemez zaten, ama bunun dışında bazı olaylar vardır ki, ya da bazı kişilikler vardır ki tarihin oluşumunda yer almakla yetinmemişler bizzat ona yön vermişlerdir. Zamanın kölesi olmayı, zaman tarafından yönlendirilmeyi kabul etmemişler. Varlılarıyla, hareketleriyle bizzat tarihe yön vermişlerdir.
Bu kişilikler tarihsel toplumsal koşulların olgunlaşmasıyla birlikte halklarına umut olabilmek için, halklarının çektikleri acıları dindirmek için, sınıfsız, sömürüsüz, insanın insanı ezmediği, insanın doğaya hükmetmediği bir yaşam kurmak için, içinde yaşadıkları toplumsal realiteyle birlikte ortaya çıkarlar. Bu kişiliklerin ortaya çıkması, içinde yaşadıkları somut toplumsal koşullarla bağlantılıdır. Trakyalıların Spartaküs'ü varsa, toplumunun yaşadığı ağır kölelik koşullarıyla bağlantılıdır, yine çarlık Rusya'sında Lenin ortaya çıkmışsa, orada yaşayan halkların ağır feodal sisteminin baskısı altında olmasından kaynaklıdır. Bunun gibi birçok örnek verilebilinir kuşkusuz. Bir çok halk bu süreçlerden kahramanlar, tarihe yön veren tarihi kişilikler ortaya çıkararak geçmiştir. Bu tür kişilikler toplumsal çürümenin, yozlaşmanın yoğun olduğu, halkların üzerinde talan, sömürünün insan yaşamı için dayanılamaz hale geldiği, sosyal, kültürel asimilasyonun yoğun olduğu, var olma sorunun yaşandığı toplumsal koşullarda oluşurlar. Bu nedenle tarihe yön veren kahramanlar ya da tarihi kişilikler rastgele oluşmazlar. Burada bir arz talep ilişkisi vardır.
Bu kişiliklerin yoğunca ortaya çıktığı bir halk da Kürt halkıdır. Kürtler uzun yıllar boyunca yoğun asimilasyon, kültürel ve fiziki soykırım altında yaşadıkları için bir çok direniş sergilediler. Kürt halkı direnmenin yaşamak olduğunun en iyi örneğidir. Bu direnişler zamanın kölesi olmayı ret eden, zamana yön veren tarihi kişiliklerin öncülüğüyle gelişti. En son PKK hareketiyle birlikte birçok değer ortaya çıkmıştır. Halkların sınıfsız, sömürüsüz, insanın insanı ezmediği, insanın doğaya hükmetmediği özgür yaşam ideolojisi yeniden yorumlanarak ayakları üzerine oturtuldu. Daha önce eksik tanımlarla baş aşağı duran özgür yaşam ideolojisi Kürt halk önderi Abdullah Öcalan'ın tanımlamalarıyla ayakları üzerine oturtuldu. İdeoloji, aydınlanma alanında bu değerleri ortaya çıkaran PKK, her alanda muazzam siyasal, kültürel, toplumsal gelişme sağladı, her alanda toplumsal bir patlama yarattı. İşte bu gelişmeleri binlerce tarihi kişilik sağladı. İsmi Reşit yoldaş, ismi Kerim yoldaş, ismi Çiçek yoldaş burada hepsini tek tek sayamayacağımız kadar çok tarihi kişilikler sayesinde Kürt halkı bugün özgür yaşamda ısrarını sürdürebiliyor.
Tarihi kişilikler Kürt halkına birer deniz feneri olmuşlardır. İçi, özgür yaşamak isteyen insanlarla, halklarla dolu gemiler bu ışıklara bakarak yönlerini belirleyebiliyorlar. Nuh'un, gemisini Cudi'ye yönlendirmesi gibi Kürt halkı yönünü kahramanlarına, tarihi belirleyenlere çeviriyor. Bu yüzden Kürdistan dağları sürekli yeni kahramanlar yetiştiriyor. Kahramanların ayak sesleri düşmanlarına korku salarken, Kürt halkının hayallerini besliyor.
Tarihe yön veren kahramanların ayak izleri bu dağlardan hiç silinmeyecek. Zaman ne kadar ilerlerse ilerlesin Reşit yoldaşın ayak izleri Cilo'da, Çarçella'da, Gerdiya'da sürekli olacak. Reşit arkadaş gibi kişilikler sadece düşmana, asimilasyona, soy kırıma direnmiyor aynı zamanda zamana karşı da direniyorlar.
Dilşêr Ernesto
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Ocak tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları Medya Savunma alanlarımızdan Haftanin bölgemiz üzerinde saat 8:00-9:00 arası yine akşam 23:00-00:00 saatlerinde, 12:00 - 13:00 arası Zap bölgemizde, 14:00 ile 16:00 arası Gare bölgemiz üzerinde yoğun keşif uçuşu yapmıştır.
- Ayrıntılar
Gerillanın bitmeyen ve tüm Kürdistan dağlarını dolanan yolları; patikalar, kendine has hikayeleri ve anıları barındırır. Bir halkın umudu olarak çıkılan yollarda yaşanmış ve yaşanmakta olan anıların birçoğunun belki de tek şahidi o patikalardır. İnce bir patikada başlayan gerilla yolculuğu her zaman kendine yeni yollar arar, hem de dur durak bilmeden.
Yaşamın bazı döngüleri bazen bir yolculukla başlar. Onun içindir ki kimi zamanlarda bazı şeyleri değiştiren bir yolculuktur. Kimileri için bir yerleşim merkezinden başka bir yerleşim merkezine gerçekleşen bir yolculuk; kimilerine göre ise bilinmezliklerle dolu ama her zaman en merak edilen bir coğrafyaya doğru olandır. Gerillaya ulaşan ve gerillalaşmış yolculuklar da kendi gizemiyle her anı değiştirerek gerçekleşir. Her anı serüven, her anı merak, her anı heyecan, her anı yeni keşifler, her anı coğrafyanla buluşan yolculuklar. Ve bu yollar ve yolculuklar bir patikayla başlar.
Kürdistan dağlarına adımını attığın andan itibaren başlar serüven dolu patikalı yolculuklar. Tüm dağları, ovaları, vadileri dolanan ince ve kıvrımlı patikalar her seferinde seni alır başka bir diyara götürür. Ama gerillanın yolculuğunun durağı olmadığından yolculuğun sonu da yoktur. Omzundaki silahı ve sırtındaki çantasıyla gerilla sürekli yollardadır. Ne bir adresi vardır ne de sabit bir mekanı. Kendisine bir mekan aramaz; o mekanların sahiplerini arar. Ondandır ki bu döngü içinde hiç durmadan ve usanmadan her zaman onu bekleyen yolların peşindedir.
Geçmiş zaman insanları dervişane yaşam demişler böylesi yaşanılana. Evet, çağımızın dervişidir gerilla. Kendini adadığı halkı ve hakikat gerçeği için sürekli yollardadır. O yollar ona yoldaş, o yollara. Yeni yerler görmek ve mesajını yeni yerlere ulaştırmanın heyecanı ile gözler sürekli bir yol arar. İşte buna aşk gibi yaşamak derler. Yaşamı coşku ile yaşamak, hayatı ve tüm canlıları karşılıksız sevmektir.
Her yolun yön göstereni vardır. Bazen dağ zirvesinde hissedilen rüzgar, doğan güneş, dolunay bazen kuş sesleri, bazen akan sular. Hiçbir şey onu gittiği yönden alı koyamaz. Ne karanlık gecelerin hain pusuları, ne iliklerine kadar yağmuru ve soğuğu hissettiğin yağışlar ne de dört bir yanını çeviren ve sende yön duygusu bırakmayan fırtınalı anlar...
En güzel yoldaşlıklar yol serüvenlerinde yaşanır. İlk yürüyüşü birlikte gerçekleştirdiğin gerilla arkadaşından, bir göreve veya bir eyleme giden zamanlardaki arkadaşınla geçen anlar hiçbir zaman unutulmaz. Ne de olsa bu devrim mücadelesi insan eksenli gelişiyor ve sen de seninle birlikte olan yolcuları hiçbir zaman unutamıyorsun. Birlikte tuttuğun yolun her bir anını, duygusunu birlikte yaşıyorsun. Ömrün boyunca hiç tanımadığın insanlarla ilk karşılaştığın andan itibaren ölümüne birbirine bağlanıyorsun. Böylesi başka yerlerde belki de yoktur...
Gerillanın yolu ve yolcusu bir birini hiç bırakmaz. Kırk yıllık amansız bir yürüyüşün sahipleri her türlü engele rağmen hiç bu yolları bırakmadılar. Zafer ve özgürlüğü gerçekleştirene kadar da bırakmayacaklar...
Hüseyin Boran
- Ayrıntılar
Bir yılı geride bırakırken sadece ulusal düzeyde değil, uluslar arası düzeyde de kendini oldukça gündemde ve ayakta tutan, devrimin en iddialı sesi, onun gerçeği olma iddiası kadar, süreç içinde pratik gelişimi başarıyla kanıtlar nitelikte, her gün dirilişin sahibi olduğunu göstermiş bulunmaktayız. Çok ilginç bir deneyim yaşadığımız açık. Uğraşmanın yine anlamlı bir çabasıyla karşı karşıyayız. Bu aynı zamanda, tarihin en eski insanlığının en hakim temsilcileriyle bir karşılaşmasıdır. Yine bu anlamda insanlık tarihi kadar eski ama, en çarpıcı özelliklerle karşı-devrimi esas alan güçlerin başında yer aldığı, birbirlerini anlamaya, kendi deneyimlerinden sonuçlar çıkarmaya büyük özen gösterdikleri çok sıcağı sıcağına bir yaşamsal durumla karşı karşıyayız.
Sizlerle çok uğraştık, uğraştırdık. Biz değişik bir savaş, mücadele ve yaşam biçimi diye tabir ettiğiniz hususlar üzerinde durduk ve en önemlisi de özgür olmaya büyük özen gösterdik. İnsana en yaraşır olana, çok yönlü ilgi gösterdik, bu soylu tutumdan asla vazgeçmedik ve sanıyorum bizim en anlamlı yanımız bu oluyor. Yoksa böyle bir zamanın başka türlü bir karşılığı ne bulunur, ne beklenir. Ancak en soylu özgürlük tutkuları onun arayıcılarının sahip olabilecekleri bir çaba, bir savaşım gerçeğidir. Kendimizi ne başarılıyız diye abartıyoruz, ne de baskılar çok vardır, altından çıkamayız biçiminde bir karamsarlığa kaptırıyoruz. Ve her zaman söylediğim gibi, kendimiz uğraşıyoruz, insana inanıyoruz, insanı esas alıyoruz, insanın gücüne güveniyoruz; onunla uğraşıldığında arzulanan ve hele insan gerçeğiyle fazla bağlantısını koparmamışsa en sonuç alıcı olanın bu yönlü çaba olacağına kendimizi inandırmışız. Bilinçlenmemizde böyle bir temelden kaynaklanıyor. Böylece adına hareketimiz denilen ve oldukça da etkileyici, çarpıcı, sonuç alıcı bir gelişme söz konusu olmuştur.
Dünyaya ne kadar gerçekleri anlatabildik, bırakalım onları, sizlere ne kadar anlatabiliyoruz? Nerede nasıl kaybettiniz, nerede nasıl yaşadınız, nerede nasıl her gün darbe yiyorsunuz, nerede nasıl ölmüşsünüz, nerede nasıl yenilmişsiniz, nerede nasıl yürütebilirsiniz, diriltebilirsiniz, mümkünse başarabilirsiniz? Bütün bu hususlar bizi çok yakından ilgilendiriyor. Kendi payıma, adına ne tür yaşam denilirse denilsin özellikle baskıyı temsil eden güçlerin amaçlarına cevap teşkil edecek bir gelişmeyi her zaman arayıp sorarım. Bunu garantileme biçiminde bir yürüyüş olmuştur. Fakat bu bizim için sıradan bir kalkan olma gerçeğidir. Daha fazlasını ve en önemli gelişmeleri kendi bünyemizde ortaya çıkarmaya daha fazla bir ilgi gösterdik. Zaten o olmadan da kaba anlamda fazla bir gelişme sağlanamaz. Sizlerle ilgilenmeye değer verdik, hiç kimsenin cesaret edemeyeceği kadar, değmeyeceği kadar biz bu gücü gösterdik. Ne kadar zayıfsınız değilsiniz o ayrı bir mesele, kendimize göre bir yol-yöntem de tutturduk aslında. Etkili olduğu, insanlığın temel gerçekliğine cevap verdiği şimdi biraz daha iyi anlaşılıyor. Tabii aptal olmamaya büyük özen gösterdik. Özellikle uzun süre kendimizi gaflete, aptallığa şu veya bu yönlü yanlışlığa, her türlü abartmaya, çok gerçeklerin dışında göstermeye düşmemeye, böyle konumları işgal etmemeye, onun yerine daha farklı, daha doğru ve bir yerde aykırı olanı yakalamaya büyük özen gösterdik.
Adına Önderlik Gerçeği denilen, parti gerçeği denilen bazı gelişmeleri sağlamaya çalışıyoruz. Doğrusu, halen bizim düşünüp yaptığımız gibi yapmadığınızı hemen belirtmeliyim. Bütün fedakârlık, cesaret, çabalarınıza rağmen yolun neresindesiniz, yolda nasıl yürüyorsunuz, sorununuz bu olacak. Bazı gevezeler söylese de kesin sonuç alma anlamında fazla iddialı konuşamıyor. Yeniden yapılanma konusunda kişilik olarak sahip olduğu malzemeler hem çok gevşek, hem de her ne kadar ilgili ve iddialı olmamızı engellemiyorsa da, kendiniz açısından, özellikle yaşanmaz pratik nedeniyle aynı iddiayı taşıyamıyoruz veya şansınızı pek iyi kullandığınızı söyleyemeyiz. Şüphesiz bunun kölelikle çok yakın ilişkisi var, bebeklikten itibaren yetişme tarzınızla çok yakın ilişkisi var. Ve büyük bir öfke duyuyorum; bunlar nasıl yetiştirildiler, yetiştirilirken acaba hangi yanlışlıklar, hatta pislikler, kirler bunların kulağına, gözüne duyularına aktı? Bu kadar ülkeye yabancı, kendi kişiliklerine yabancı, kendi insani gerçeğine yabancı kişilikler nasıl oluyor? Çok erken yaşlardan itibaren derinliğine sorgulanan ve halen cevabı aranan sorular bunlardır. Bu lanetli soy iddianızda nasıl böyle boy verdiniz? Basit adamlar, yaramaz kişilikler neden bu kadar aldandı? İnsan kendine eder de bu kadar mı eder? Neden güçlü bir eylemin ve sözün sahibi olmayı akıllarına getiremiyorlar? Bu sorular bizim için çok önemli.
Mesele burada kötü bir ölümü tercih etmek değildir. Yaşama doğru bir cevap neden olunamadı, bir saygısı neden gelişemedi? Devrim, bir anlamda bütün bu sorulara cevap vermenin eylemidir de. Bizim düşünce tarzımızda doğruları kaba anlamda sıralamak, öyle bir düzgün yürüyüşle yürümek fazla iç açıcı veya sonuç alıcı gibi gelmiyor. Bu tip bir yürüyüşün yanılgılarla, oldukça da yenilgilerle, başarsa bile oluşturacağı düzenin büyük hastalıklarıyla, yanlışlıklarıyla yüklü olacağını gösteriyor. Özellikle sosyalizm adına yaşanılan deneyimler, bizim bu konuda daha da derinleşmemizi ve fazla kendimize yakıştırmamakla birlikte, olası tehlikelere düşmemek için özenli olmaya zorluyor veya bu yönlü niteliklerimizi daha da gün ışığına çıkarmaya, hareketimizi bu temelde biraz daha doğru ve farklı kılmaya itiyor.
Görüyorsunuz ki, bizim eylem tam bir gönüllülük eylemi ama, müthiş zorunluluklarla içine girilir. Bu kadar gönüllü ve bu kadar disiplinli bir harekettir. Şüphesiz sizlerle bir tartışma geliştirmek isterdim, bunu büyük bir halka da yansıtmak istedik, tartışma sizlerle ve halkla gelişiyor, ordulaşabilirdi aslında. Her yerde birisiyle; kendi gerçekliğine ihanet etmiş, derin bir gafleti yaşayan kişilerin diplomasiyle alakalarına dönüp bazı şeyleri yeniden açmaya ve mümkünse yeni yaklaşımları gözden geçirmeye, ikna etmeye çalıştık. Söz de bunun içindi, eylem de bunun içindi. Küçük amaçlarımızdan birisi de buydu ve oluyor. Kendi yaklaşımımda insanla ilgilenmeyi en üst düzeyde götürdüğüm gibi, öyle ahbap-çavuşluğa gelmem, senli benli olmaya gelmem, sınır çizerim, seviye farkını gözden kaçırmamaya ve daha değerli yücelikleri esas aldırmaya büyük özen gösteririm. İnsan topluluğu hele bu topluluk bizim gibi birbirinden kaçan, birbirine en çok kötülüğü yapan, birey bile diyemeyeceğimiz bir ucube olayı, ilişkiyi, kişiliği tartışmaya çekme, uğraşıya çekme hatta ordulaşmaya tabi tutabilmek çok önemli.
Bizim bütün tutkumuz, tedbirimiz bunun içindi ve o da biraz gerçekleşiyor. Göstermelik tutumlardan hoşlanmayız, ciddiyete, tutarlılığa büyük özen gösteririz. Lafazanlıktan hiç hoşlanmayız ama, içtenlik, özdenlik yüksek takdir toplar. Zavallılık, alçaltıcı davranışlar, ucuz yaşayan duygulara boğulmuş ilişkiler bizde öfke, hatta iğrenç de karşılanır. Şu farkları ortaya koymaya çalışırız; her şey bir kötü yığın değildir veya çöplüğe atılmış sayılmaz; farklar yaratabilmek, birileri yerle bir edilirken, birileri veya bazı şeyler yerle bir edilirken bazı şeyler yükseltilmeli. Hem daha iyi görür, hem daha iyi yaşam farkı geliştirilebilir. Bunlar gece-gündüz kendi kendimize sorduğumuz sorulardır. Bu mevcut eylemler de bir yerde bütün bu hususların açıklığa kavuşturulması içindi. Başka türlü sizin gibi enkazları anlamak çok zor oluyor. Tarihin oldukça dökülmüş, lime lime olmuş, belki de iskeletini canlandırmak imkansızdır. Sizin en büyük hatalarınız; yaşama fazla saygılı olmayı bilememenizdir. Kendime karşı çok acımasızım aslında, ama en olumlu yanım da yaşama karşı saygılı olmak istediğimi söyleyebilirim. Ama nasıl bir saygı, bunu kavramak çok önemli.
Sıkça soruyorum; bu insanlar neden yaşama karşı saygıyla işe başlamadılar? Çünkü bütün hal ve hareketlerine baktığımızda insanın dehşetle karşılayacağı bir yığın husus var. Eylemimim hemen hemen bütünüyle kurtarmak istediği budur. Çünkü bize layık görüleni biliyorsunuz; her türlü ihmal, baskı, düşmanın sınırsız boz gez, ez geç, bozdum-bozarım, sil-dök, ne yaparsan yap, bu kadar reva görülen bir gerçek! Böyle oldu mu sana ortada saygı diye bir şeyin varlığından bahsedilemez. Mesela size bakıyorum, nasıl kendinizi böyle bir durumda tuttuğunuza şaşıyorum. Hatta diğer insanlara benzer yaşayabileceğinizi, daha da kötüsü, bir hırs, kötü bir kendini beğenme yaklaşımıyla dopdolu olduğunuzu gördükçe endişelerin olmaması mümkün değil. Kötü olan, kendi gerçeği karşısındaki gaflettir.
Ben halen bütün bu çabalarda; bir şeyler oldu, bir şeyler yapıldı denilmesine rağmen, gerçeğimizi ne kadar saygılı kıldık, ne kadar biraz özgürleşti diyemiyorum. Ciddi bir engeliniz, sizin olacak bir başarınız olmadığı halde kendinizi ne kadar hızla döndürebilirsiniz veya çok haksız temellerde avlanabilirsiniz? Veya hiçe de sayabilirsiniz? Şimdi bütün var olan sorunlardır. Ben sizlerden çok yüksek bilgili olmama rağmen, buraları bile düşmanın bütün amansız takiplerine rağmen, “günlük olarak takip altındadır, bilmem nefes alamaz durumdadır, bilmem şöyle teslim alacağız” demesine rağmen, yine gücümü ortaya koyabilir ve insanımızla, halkımızla, adı parti denilen toplulukla ne kadar özgür uğraştığımı ispatlamış bulunuyorum. En çok sıkıştığım, çalışamaz, yürütemez, üretemez denildiği bir dönemde hatta günlerde bile en verimli, en anlamlı, en sonuç alıcı bir çabanın içindeyim. Kendi kendime de tutarlı, saygılı olmanın bir ifadesi olarak da bunu değerlendirebiliriz.
Bazı sonuçları almaya devam edeceğiz. Ama düşünün, geniş alanlar olduğu halde, geniş yetkiler verdiğimiz halde, acaba güç toplattığımız kişiler konumuna ne kadar layık olabiliyorsunuz, ne kadar değerlendirebiliyorsunuz? Çok az. Bilinir Z.’lerin hamal çalışması, herkese hizmet etmesi, herkesin askeri, herkesin hamalı olması meşhurdur. PKK bünyesinde de bu tip çabaların fazla anlam ifade etmeyeceği açık. Kabul edilebilir bir çaba, bir çalışma çok önemli. Acaba PKK içinde veya ordulaşmamız içinde adını-sanını daha fazla duyuran kaç kişi çıkabilir? Acaba kaç kişi yüksek saygıdeğer bir çabayı gerçekleştiriyor; hem sonuç alıyor, hem de ardına kadar yenilgiye kapalı, yaşamı tamamen özgürce yakalamıştır; hem kurtarıyor, hem güzelleştiriyor, hatta düşmanın bütün dayatmalarını sadece boşa çıkarmakla kalmıyor, ona ölümcül darbeleri indiriyor? Bu nitelikte bir devrimciliği fazla göremiyoruz. Ben kendimi bile bu ölçülerde değerlendirdiğimde, sadece durumu biraz kurtardığımı söylüyorum. Ahım-şahım olmasa da bazı durumlar kurtarılmıştır. Eğer tam yararlanılsa, ben başarmasam bile bazılarının başarma imkanını son derece arttırmışım.
Tam bunu söylediğimiz noktada bakıyorum bizimkilerin yaptığı, başarma imkanlarını yerle bir etmek. Eski tarihlerine, gerçekliklerine yaraşır davranışlar içerisine girmek. “Şöyle layık olacağız, böyle kazanacağız” diyor, tam burada bir bakıyoruz yaptığını bırakmamış. Bizim savaş, eylem anlayışımız sizinkinden biraz farklı; sizler bizi oldukça uğraştırıyorsunuz. Tarzımızı biraz kendimiz geliştirdik. Sizin tarzınız enkazdan da öteye bir durumu ifade ediyor. Bu gerçekler bizi uğraştırıyor. Biz yine de ilgiyi kesmedik. Mutlaka bir şeyler almalısınız, bir şeylere gelmelisiniz, her biriniz bir yığın durumundasınız veya körler, dilsizler, sağırlar yığınağı. Kim ne derse desin, ben kendimi öyle ucuz başarılarla veya hiç nefes alamazsın denilecek durumlarda kaybetmemeye özen gösterdim. Ne fazla umutlu, ne fazla umutsuzluk veya ne çok önemli başarı, ne çok yaşayamazsın veya kaptıramazsın denilen durumlara kendimi kaptırmadım. Böyle şeylere fazla değer verilmez. Biz kendi işimizi şimdiye kadar nasıl ne alacağımızı ve biraz hal yoluna koyacağımızı gösteriyoruz. Dediğim gibi, ahım-şahım olmayabilir, sıradan olabilir ama, yine de biraz durumları kurtarıyor. Yiğitlik: Bu konuda herkesin saygı duyabileceği bir çalışmayı ortaya çıkarmaktır. Yani sadece bugün için değil, tarihe de böyle bir şey bırakabilmektir.
Başkalarına göre fazla anlamlı bir yaşamımız olmayabilir ama, onlara da söyleyeceklerim vardır: Sen nesin, kimsin? Onların bizim hakkımızda söyledikleri hiçbir şeyi ifade etmiyor. Ama bizim onlar hakkında söylediğimiz çok şeyi ifade ediyor. Umutlarınızı kırmayalım ama, gelişmelerin içine girmişsiniz fakat, öyle sandığınız gibi bu işler ele alınmıyor. Ölmekle de bu işin altından çıkılmaz. Nasıl iyi bir asker olunur, nasıl iyi bir komutan olunur, örgüt nasıl kurulur, idare edilir? Dişe dokunan bir adam yok diyorum. Adam hazır olanı bile değerlendiremiyor, yediği, içtiği hazırdandır. Yoksa biraz emek katarak bir değeri almak umurunda değil. Her şeyin kendimle yaratıldığını söylemiyorum. Kaldı ki benim öyle bireyci bir insan olmadığım da bilinir.
Önderlik çabaları milyonların çabalarının ifadesidir.
Ve onlar adına şüphesiz bazı değerlendirmeleri cesaretle yapıyoruz. Zaten ilgileri, destekleri olmasaydı bireysel irademiz bu kadar konuşturulamazdı, konuştursaydım müthiş bir geveze olurdum ve yaşayamazdım.
Çok önemli çıkışların sahibi olmanızı isterdim. Biliniyor, her gün hizmet etmek istiyorum, hizmet etmeliyim. Karşımızda öyle pratik sahipleri var ki, bunu nereden nasıl ele alabiliriz, buna ne yapabiliriz? İnsan kendini bu kadar acı, bu kadar hor görülecek bir duruma nasıl getirir? diyorum. Benim arkadaşlığımda biliyorsunuz coşku var, şenlik var; kişileri alçak görme, hor görme yoktur. Ama yaratılan durumlar çok istememe rağmen, ağırlıklı bu olduğunu ortaya çıkarıyor. Bütün çabalarda olağanüstü yoldaşlık, ilgi, çözüm gücü var. Fakat imkan-olanaklara rağmen gerilikte ısrar var. Tabii yine o kişinin özelliklerini, konumunu elden bırakmıyoruz. Her zaman söylediğim gibi, ben iyi bir tartışmacıyım, asla baskıya baş vurmadan ama, kendimi de hiç saymadan; bu ister bir devlet olur, ister sıradan bir kişi olur, boşa saymaya, duyarlı, saygılı olmamaya, bunun için her türlü hareketi reva görmeye dur diyeceğiz; biraz kendine gel, biraz saygılı ol dedirtecek konumda tutuyorum. Tamam, ben senin için fazla anlam ifade etmeyebilirim, fazla ciddiye almayabilirsin, ama tartışılacak bir husus varsa hiçe saymam, karşı tarafı veya ilgili bir tarafı bu kadar görmezlikten gelme; şöyle ileriyim, şöyle insan haklarından, bilmem demokratiğim diyorsan, bunun asgari gereklerini anlamaya çalış, ispatlamaya çalış. Böyle mütevazı bir durum, çabanın sahibi olmaya çalışıyoruz. Ve halen de durum budur. Yani sadece düşman karşısında değil, sizlerin de karşısında benim kurtarmaya çalıştığım husus; mütevazı bir tartışma tarafı yaratmak, eşitçe ve özgürce davranabiliyorsa, emeğe saygılı yaklaşıyorsa, sonuna kadar kendini bu konuda açık tutuyorsa, bizim bu konuda oldukça değer verdiğimiz kanıtlanmıştır.
Yapımız, kişilikler bir bebekten daha beter, yine bir despottan daha despot kalmıştır. Kendini bize dayatıyor aslında. Dikendir, kılçıktır, bilmem pisliktir, şu-bu yönleriyle bastırmaya uğraşıyorlarsa bizim direnmemiz gerektiği açıktır. Buna boyun eğmek yakışmaz. En can alıcı yerinden şimdi düşman da dayatıyor, günlük olarak “şöyle yok ederiz” diyor. Diğer yandan bebeklerin bile içine düşmeyecek kadar her an her türlü yıkılmaya, yine değişik bir imha ile yüz yüze olabilecek tavırları dayatırsan, bunun adına da politika dersen, bunlar kimdir, niçin böyle yapıyorlar sorusunu kendimize soracağız ve düşüneceğiz.
Siz, “bizim bunlarla ne ilişkimiz var, ne ilgimiz var?” diyebilirsiniz, ama var. Bilip bilmemek, iyi niyetli olup olmamak da bu konuda o kadar önemli değil. Keşke böyle olmasaydı veya keşke o özellikler fazla etkili olmasaydı da biz fazla sözünü etmeseydik. Herkesin bir yaşamı, bir oyunu var, benim de yaşamım, oyunum biraz böyle. Kendi sahamda kendi tarzımda oyunu veya yaşamı kaybetmemek için müthiş bir yoğunlaşma, kılı kırk yarma, her gün yüklenme, tek bir ana noktada özellikle yıllarca fır dönmeyi iyi bildiğim için karşı tarafın fazla güç ifade etmesi düşünülemez. Benim sanatımı bana karşı kullanıp da beni zor duruma düşürecek güçte değilsiniz ve bu dünya da olsa fazla etkili olamaz. Ben, her şeyi şöyle yapacağım, böyle yapacağım demiyorum ama, kendi sahamda bir mesele de yoğunlaşmaydı, bu meseleyi biz biraz çıkardık ve uğraştık. Adamlar “şöyle ezerek çözeceğiz, ezeriz öyle çözeriz”, tam bir kabadayı tavrı. Madem bu kadar çözme gücün vardı, senin demokrasin vardı niye çözemedin şimdiye kadar? Güya bizi şöyle imha edecekler, geriye kalanı da ABD’nin dünya çapındaki önderliğiyle, sözüm ona Türk demokrasisiyle bütünleştirip bu hareketin işini hal edecekler veya Kürdün işini bitirecekler.
Bu Kürt eskiden beri vardır ve bunların eli altındaydı, bunların demokrasisi eskiden de vardı niye o zaman böyle bir şey düşünmediler veya niye illaki bizi ezerek bu demokratikleşmeyi sağlamak istiyorlar? Oldukça düşündürücü! Kimler bu demokrasiye dahil edilmek isteniyor, kimlerin aracılığıyla, kimlerin ham maddesiyle, kimlerin el gücüyle veya kimler dışlamak isteniyor? Başarırlar veya başarmazlar gibi bir iddiayı da yüksek sesle söylemek istemiyoruz. Bizim söylediğimiz biraz daha mütevazıca, bazı köklü meseleleri, onun ilişki yumağını görebilmek, gösterebilmek, kişiyi kendi bünyesi içinde ortaya çıkarmaktır. Komalıksa, artık yaşam sınırını çoktan geçmişse ölmüştür diyebilmek. Ama yaşam belirtileri güçlüyse ona biraz yardımcı olmak.
Bizim için dünya kocaman bir hastadan ibarettir. Kendimizi böyle hasta gösterirken, dünyanın da fazla sağlıklı olduğunu söyleyemeyiz. Şimdi görüyorsunuz ki, gerçekten eski bir tarih sorunu kadar, en yeni bir insanlık sorunuyla da karşı karşıyayız. En kendimize ait dediğimiz bir şeyde, en dışımızda dediğimiz bir dünyayla iç içeyiz. Ve yine de yol alıyoruz. Çabalarınızı dehşetle karşılıyoruz; bu ne cesaret, bu ne fedakârlık da diyorum kendime ve ben gerçekten öyle gösteremem. Beni ister korkak, ister bencil bulun, nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, sizin tarzınız beni gerçekten çok çeşitli yönleriyle hem endişeye, hem dehşete hatta zaman zaman biraz da hayranlığa da düşürüyor. Bunu fazla makul görmemiz, çok önemli düzeltmelere tabi tutmama da o haliyle çok tehlikeli buluyorum. Neden bu tartışmayı halen sürdürüyoruz? Çünkü bazı noktalarda kaybedilme var, bu kaybedilme de kolay kolay yenilir-yutulur kayıplar değil. Ben sadece şehitlerimizi şöyle anarım demekle de sağlıklı bir anmanın yapılacağı kanısında değilim. Tarihi bile inkar ederek günümüzün kavranabileceğine inanmıyorum. Gelecek içinde fazla bir iddia taşınabileceğini sanmıyorum.
7ARALIK1993
Reber APO
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
Kürdistan özgürlük hareketi halkımızın yüreğinde ve beyninde özgür insanın yaratılacağı inancıyla büyük bedeller ödeyerek mücadelesini büyütmüştür. Bu görkemli tarih binlerce kahramanı destansı direnişlerle tarihimizin sayfalarına yazdırmıştır.
- Ayrıntılar
Yurtsever Kürdistan Halkına!
1994 yılını, tarihimizin bu en zor yılını geride bırakırken, 1995’in, en az bu yıl kadar zor olacağını, ama ondan çok daha fazla başarılı olacağını müjdelerken; sizleri selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Değerli Halkımız!
Yeni bir yıla girerken, hiç şüphesiz yapmamız gereken, geçtiğimiz yılların tarihimiz için, kaderimiz için ne anlama geldiğini çok kısa, ama zihinlerinize, yüreğinize kazırcasına bilince çıkarmak, yüreğinize çekmektir. Neydi 1994? Bunu mutlaka ve tüm yönleriyle bilmemiz lazım.
Düşmanımız Türk faşizmi, barbarlığı, bin yıldır bir iddia peşinde. Binlerce yıldır bu toprakların halkı olan, en eski kültürün, en eski dillerin halkı olan Kürdistan halkını yok etmeyi, bin yıl yetmiyormuş gibi, bu son bir yıl içinde de kesin amaç olarak denedi ve bunu gerçekleştirmek için tarihte denenmedik ne kadar yöntem varsa, hepsini çağımızın en ince yok edici tekniğini kullanarak, uğursuz, lanetli amacına ulaşmak istedi. Öyle ki, kış demedi, kar demedi, bahar demedi, sel demedi, yaz demedi, ateş demedi, güz demedi, soğuk demedi, çılgınca yüklendi. Ve çokça söyledikleri “ya bitecekler, ya bitecekler” sözü, neredeyse kendileri için bir söz haline geldi. Bu büyük bir gelişme!
Sizler de şunu görmektesiniz ki, bu yılı böyle kapatmak; bir halkın en büyük beladan, en büyük zorbadan, en büyük cellattan kurtulması demektir. Bu yılda her şeyi kaybetmek mümkündü. Umudun zerresinin bile elimizde kalmaması mümkündü. Çok gerçekçi olalım, eğer olmadıysa, çok iyi bilmeniz gereken bir mücadeleniz var, bir partiniz var, bir gerillanız var ve onun için amansız, nefes nefese yaşamanız var, bütün bunlara borçluyuz.
Sizlerden de bu yılın doğru anlaşılmasını isteyeceğim. Sadece sizlerin değil, sizden daha fazla gerillamızın, ona öncülük eden partimizin bilmesini isteyeceğim. Çoğunun sandığı gibi kolay geçen bir yıl değildi. Eğer bu yılı büyük bir sorumlulukla, büyük bir azimle, büyük bir bilinçle, büyük bir ustalıkla karşılamasaydık, “vay başımıza gelen” diyecektik. Bunun için neredeyse zamanı durdurduk, neredeyse yaşamımızı durdurduk ve sonuçta bu yılın sizlerin yılı olması için, bu yılın büyük kazanım yılı olması için ne gerekiyorsa onu yaptık. Ve bugün 1994’ün başarılarından memnunsunuz.
Siz Yurtsever Halkımız!
Bu yılda bir çok zorluk çektiniz. Binlerce köyün yakılıp yıkılması bu yılda oldu. Binlerce faili meçhul cinayet bu yılda gerçekleşti. Binleri aşkın gerilla bu yıl için şehit oldu. On bini aşkın insan tutuklandı. Zindanlarda, eşine ender rastlanır bir yılın işkencesi oldu. Ama tüm bunlar neyi kanıtladı? mücadelemizin büyüdüğünü, halkımızın büyüdüğünü, kırıp dökmekle bitmeyeceğini kanıtladı. Ne kadar şehit varsa, o kadar güç vardır; ne kadar yakılıp yıkılma varsa, o kadar bilincine kavuşan, umuda kavuşan halkımız vardır. Zindanın ordusu vardır. Biz onları yaşadığımız için kaybetmiyoruz. Şehitleri kayıp olarak görmüyoruz, zindanı kayıp olarak görmüyoruz. Yakılan yıkılan köyleri kayıp olarak görmüyoruz.
Ancak ne zaman kaybedilir? Eğer sonunu getirmezsek, eğer irade bükülürse, eğer teslim olunursa, o zaman her şey kaybedilir. Ve görüyorsunuz ki, irade çok sağlam, teslimiyet yerle bir edilmiş, umut Ağrı dağı kadar yücelmiştir. Şehitler daha da fazlalaşabilir, bütün Kürdistan’ın köyleri, kentleri, alanları da yıkılabilir. Ama bu sadece daha fazla savaşan bir halkın ortaya çıkmasıdır. Biz bu temelde bu yılın kesin kazanıldığını söylüyoruz. Bunu bütün dost da, düşman da biliyor.
Düşman biraz halkı aldatmak için, biraz da yüreğine su serpmek için kayıplarımızı farklı veriyor. Hayır! Kürdistan tarihinde ilk defa, bu kayıplar en büyük kazanımdır. Daha şimdiden kazanımlara dönüşmüştür. Tanıdığımız büyük şahadetlere eğer bağlı kalınırsa, her birisi yaşayan gerçek bir komutandır. Her faili meçhul cinayete kurban yurtsever hatırlanırsa, büyük bir yurtseverlik kaynağıdır. Her yıkılan Kürt köyü, gerilla için daha fazla açılan bir alandır. Hiç kaybedilen bir şey yok! Bu, bir teselli mesajı da değildir. Sizlere söylediğimiz savaşın gerçekleridir; kaybedilmeyen savaşın, kazanma şansı daha fazlalaşan savaşımımızın gerçeğidir. Bu temelde 1995’e giriyoruz.
Diyoruz ki, 1995, 1994’te kazanılmıştır. 1995’e de sığdıracağımız başka görevler, başka savaşlar, başka kazanımlar yok mudur? Var, hem de daha da fazla. 1994’ün sonuna kadar olanı bir tarafa koyalım, 1995’te olacağı diğer tarafa koyalım. Şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki; 1995 kazanımları bütün geçmiş yılların, bütün PKK tarihinin kazanımlarından daha fazla olacaktır. Bunun sözünü veriyoruz.
1995 yılında neler olacaktır?
Her şeyden önce, bugünlerde partimizin V. Zafer Kurultayı, hedeflerinde halkın iktidarının bir parçasını oluşturma kurultayı olarak şanslı bir çalışmaya kavuşmuştur. Bu çalışmamız, ülkemizin kurtarılmış kutsal topraklarında, silahlarımızın koruması altında gerçekleşirken, denilebilir ki, bin yıldan fazladır tarihimizin altını-üstüne getirerek, insanımızı kılcal damarlarına kadar çözümleyerek, hastalık adına ne varsa onları açığa çıkartıp gidererek, sağlık için, sağlıklı yol adına ne varsa onu da öngörerek, kendimizi son derece sağlıklı bir bünyeye kavuşturmanın çalışması olarak, bu Kongreyi gerçekleştiriyoruz.
Bu Kongre; bir zafer kongresidir, bir iktidar kongresidir. Gerilla ve hareketli savaşın ordu kongresidir. Bu Kongre; kurtarılmış bölgelerde bir parça iktidar kongresidir. Bu Kongre; kurtarılmış bölgelerde halkımızın ulusal iradesinin meclisi kongresidir.
Ülke İçinde ve Dışındaki Değerli Tüm Halkımız!
Bu yıla temel vazgeçilmez haklarınızın gerekleri için, temel görevlerine bağlı yaşama geçiyorsunuz. Yaşam, artık bundan sonra PKK öncülüğüdür, PKK öncülüğünün gerilla ordusudur, onun askeri olarak da düşmanı büyük çaresizlik içine itecek hareketli savaş dönemidir. Bu sizin en temel, bütün yaşamınızı belirleyecek bir savaş yılıdır. Yurtdışındaki halkımız için bir Sürgün Parlamentosu geliştirirken, aynı yıl içinde onun Ulusal Kongresi de ülkemiz içinde, kutsal vatan topraklarında ve bütün Kürdistan parçalarını kucaklayacak bir biçimde gerçekleşecektir. Bu meclisin bir yürütme gücü, bir hükümeti, bir devrimci hükümeti de ortaya çıkacaktır. Artık kendimizi, kendi iktidarımıza da hazır görmeliyiz. Başka iktidarlar, başka düzenler bizim iktidarımız, düzenimiz olamaz.
Bize her zamankinden daha fazla yakın olan kendi öz düzenimiz, öz iktidarımızdır. 1995’te buna her zamankinden daha fazla yakınız ve küçümsenmeyecek adımlarla bu yılı halkımızın iktidar yılı, halkımızın öz düzeni yılı haline getireceğiz. Tüm dostlarımız da bilmeli ki, böylesine bir devrimi öngörmekle, halkımızı böylesine bir devrimle ayağa kaldırmakla ve küçümsenmeyen başarıyı bu yıla taşırmakla, onlara da en layık olanı, bize olan umutları, onun gereklerini yerine getirmiş oluyoruz.
Dostlarımızın güvenlerinde haklı oldukları çok açık ortaya çıkmıştır. İnançlarını, dayanışmalarını daha da arttırsınlar. Başta Türkiye halkının kendisi olmak üzere her ulus, onun ilerici, vicdanlı, sorumlu temsilcileri bilsinler ki, kazanan Kürdistan halkı, kazanan Türkiye halkıdır. Kazanan Kürdistan Devrimi; gerçekleşen Türkiye Devrimidir. Ne kadar zalimlerine karşıysak da, bu zalimlerin halkımızdan daha fazla kendilerinin de zalimi oldukları açıktır.
İşte diyoruz ki, 1995, aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan halklarının da onurlu, eşit ve özgür birliğine en yakın olan bir yıl olacaktır. Türkiye halkı bundan emin olmalı, bu güvenle kendi zalimlerine, sömürücülerine karşı gerekli adımları başarıyla atmalıdır.
Biz 1995’in barış, demokrasi ve siyasal görüşme yoluyla sorunların çözüldüğü bir yıl haline gelmesini istiyorduk. Çağrı üstüne çağrı yaptık, ama düşman her zaman dedi ki “zayıflamışlar”. Hayır! bu zayıflamanın bir işareti değil, güçlü olmanın bir işaretidir. Zayıf olanlar başka tür konuşur, Türkiye halkının da gözyaşına, kanına mal olan bu savaşın durmasını, sorunların çözümünün siyasal yolla anlam bulmasını istedik. Ama onlar asla buna inanmak istemediler, asla kendi halklarının da özlemi olan bu yolu benimsemek istemediler. Tam tersine çıkmak için ne lazımsa onu yaptılar. Kar-kış demeden, bu yılbaşına bile girerken, yüzü aşkın halk evladı askerin canına da kastettiler. Bu anlamda da bunlar vicdansızlar. Ama bu savaşta ısrarlılar. O zaman bizim içinde onurumuz olan, onsuz yaşamamızın imkanı olmayan özgürlüğümüz için, kimliğimiz için savaşmaktan başka çaremiz yok.
Biz savaşı hep böyle ele aldık, bundan sonra da böyle sonuçlandırmak için her şeyimizi ortaya koyacağız. İlk defa 1995’te güzel savaştıracağız, başarı oranı çok fazla olan, kayıp yönü az olan, hatası-eksiği en az olan, doğrusu-tamamı fazla olan bir savaşı vereceğiz. Partimizin içinde geçmişte çokça yaşadığımız eksiklikleri, hata ve yanlışlıkları bu yıl içinde tekerrür ettirmeyeceğiz, ettirmeye fırsat vermeyeceğiz. Yine gerillamızın eskiden çokça işlediği hatalara, yanlışlıklara fırsat vermeyeceğiz. Savaş, daha çok kurallarına uygun gelişecek, partimizin doğrularıyla gelişecektir. Bu tedbiri çok iyi aldık.
Buna dayanarak diyoruz ki, partimizin öncülüğünde, halk ordumuzun savaşçılığıyla, 1995 güçlü kazanılacaktır.
Aynı zamanda sosyalizm bayrağını da uluslararası alanda dalgalandıran bir parti ve onun savaşçısı olmaktan da büyük kıvanç duyuyorum. Uluslararası sosyalizmin daha bir cesaretlenme, daha bir yetkin, dayatıcı, sosyalist karşılaşmaları da bu yılda çok güçlü gelişme gösterecektir. Bu temelde de uluslararası güçlerin, dostlarımızın umutları artacaktır. Destek ve dayanışmaları gelişecektir. Çok iyi biliyoruz ki, halkımızın özgücü, bütün dünya da birleşse, bu haklı vazgeçilmez amaçlar temelindeki zafere yetecektir. Zafere kadar bu sürecektir.
Bu temelde 1995’in halkımızın, tüm dostlarımızın, parti ve ordu güçlerimizin başarılarıyla dolu bir yılı olmasını diliyor, selam, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.
Reber APO
31 Aralık 1994
- Ayrıntılar
Demokratik İslam Konferansı ya da Kongresi tartışmaları sürüyor. Konunun öneminden dolayı bir kez daha üzerinde durmak gerekiyor. Çünkü siyaset alanında en çok istismar edilen konu oluyor. Yine İslam adına hareket ettiğini söyleyen bazı çevreler tarafından insanlık tehlikeli bir biçimde tehdit ediliyor. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan soykırımları geride bırakacak düzeyde insanlık yeni soykırım tehditleri ile yüz yüze getiriliyor.
Bölgemizde 1970'li yılların sonlarından itibaren yaşanan gelişmeler ortada. Bu süreç önce İran İslam Devrimi denilen olayla başladı. İslam'ın doğuş dönemindeki devrimci özüne yeniden dönülmekte olduğu iddia edildi. Hz. Muhammed dönemindeki İslam Devriminin yeniden canlanmakta olduğu söylendi. Bu durum İslam'ın Şia mezhebiyle de sınırlı kalmadı. Afganistanda da önce Taliban, sonra da El Kaide adlarıyla İslam'ın Sünni mezhebine dayalı olarak da benzer gelişmeler yaşanmaya başlandı.
Halbuki olup bitenlerin söylenenlerle fazla bir ilgisi yoktu. Olay ABD'nin Yeşil Kuşak Projesi adını verdiği politik stratejisinin bir sonucu olarak ortaya çıkıyordu. Amaçlanan Sovyetler Birliğine karşı daha etkili mücadele edebilmek ve sıcak denizlere inmesinin önünü almaktı. Nitekim bu strateji ile ABD politik düzeyde başarılı da oldu. Sovyetler Birliği'nin çöküşünde bu kuşatma da önemli bir rol oynadı. Bu nedenle İranda yaşanan gelişmelere karşı çok fazla müdahalede bulunmayan ABD, Afganistan-Pakistan hattındaki gelişmeleri ise her bakımdan çok yoğun olarak destekledi. Bir bakıma El Kaideciliğin yaratıcısı ve temel destekçisi oldu.
Şimdi son otuz yılda ABD ve benzer güçlerin desteğiyle ortaya çıkan ve gelişme sağlayan bu güçler, bölgemiz Ortadoğu'yu kasıp kavuruyor. 2011 Baharından beri yaşanan Arap isyanından da aldığı güçle bölge halkları üzerinde vahşet düzeyinde katliamlar uyguluyor. İşte Yemendeki hastane baskını vahşeti ortada! Irakta her gün yaşanan ve adeta herkes tarafından neredeyse kanıksanır hale gelmiş olan sivil katliamlar ortada! Suriye halklarının yaşadığı katliamlar ve soykırım tehdidi ortada! Yine Rojava halkı üzerinde altı ayı aşkın süredir uygulanan vahşi katliamlar ortada!
Son olarak bir gün önce Afrinin Azaz bölgesinde 170 sivil Kürt bu çeteler tarafından kaçırılmış bulunuyor. Bunların önemli bir kısmı çocuk yaşta ve akıbetleri hala bilinmiyor. Rojava Kürdistan halkı İslam adına hareket ettiğini söyleyen bu çete gruplarının vahşi katliamlarına her gün maruz kalıyor. Rojava Özgürlük Devrimi söz konusu çete saldırıları ile tehdit ediliyor. Aslında İslam devrimini canlandırdığını söyleyen bu çetecilik, tüm Ortadoğu halklarının özgürlük ve demokrasi devrimlerini tehdit ediyor. Bölge halklarının özgürlük ve demokrasiye ulaşmalarını engelliyor.
Peki bu tutumun gerçek demokratik-kültürel İslamla ne alakası var? El Kaide adına işlenen katliamların İslam Devrimi ile ne ilişkisi var? Başta mazlum Kürt halkı olmak üzere bölgenin Müslüman halklarını katletmekle mi İslam devrimi yapacaklar?
Bunların hiçbirinin olmayacağı açık. Aslında Ortadoğu halkları şahsında tüm insanlığın ciddi bir soykırım tehdidiyle karşı karşıya olduğu ortada. Belki de tarihin en büyük provokasyonlarından birisi sahnede. İktidarcı ve devletçi İslam'ın en pespaye türevlerinden biri kendisini yeni devrimcilik olarak sunuyor. Devletçi sistemin ve kapitalist modernitenin çöplüğünde beslenerek varlık bulmuş olan bir güç, kendisini tüm dünyaya Kapitalist modernite karşıtı olarak sunmaya çalışıyor.
Kısaca İslam adına bölge halkları ve insanlık ciddi bir provokasyon tehlikesiyle yüz yüze. İşte Demokratik İslam Konferansı veya Kongresi böyle bir provokatif gelişmenin varlığı ve büyük bir tehlike yaratması karşısında ortaya çıkıyor. Dolayısıyla birinci görevi bu durumu aydınlatmak ve İslam adına geliştirilmeye çalışılan bu tehlikeli provokasyonu mahkum etmek oluyor. Bunun için de iktidarcı-devletçi İslam ile demokratik-kültürel İslamı ayırt etmesi ve Ehlibeyt döneminin İslamı olan demokratik-kültürel İslamı esas alması gerekiyor. Böylece İslam adıyla oynanmak istenen bu tehlikeli oyunu bozup, halkları bu katliam tehlikesine karşı aydınlatarak mücadeleye çağırması önem taşıyor.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalanın Demokratik İslam Kongresi çağrısını tartışırken, her şeyden önce olaya bu çerçevede yaklaşmak gerekiyor. Çünkü Çağrının doğru anlaşılması ve ele alınışı böyle olur. Nitekim bu çağrı durduk yere ve birden bire gündeme gelmemiştir. Böyle son derece yakıcı ve ciddi bir siyasal ve askeri gelişme sonucunda ve Ortadoğu'nun Müslüman halklarının İslam adına oynanmakta olan bu oyun konusunda aydınlatılıp mücadele eder hale getirilmesi için Demokratik İslam Kongresi çağrısı yapılmıştır.
Hem tartışmanın ve hem de hazırlıkların işte bu temelde yapılması gerekiyor. Bu temelde tartışma ve hazırlık çalışmaları ne kadar geniş tutulur ve canlı yürütülürse o kadar iyi olur. Hiç kimsenin Kürt Halk Önderinin bu çağrısını kendine göre yorumlayarak esas hedefinden koparmaya hakkı yoktur. Öncelikle bu duruma dikkat edilmesi ve olası saptırıcı yaklaşım ve çabalara fırsat verilmemesi önemlidir.
İkinci olarak, söz konusu Kongre çalışmalarına katılımın mümkün olan en geniş düzeyde olmasını sağlamaya çalışmak gerekir. Kuşkusuz Kürt İslam Alimleri başta olmak üzere Türkiye'nin tüm İslam Alimlerini katmaya çalışmak önemlidir. Tabi bununla da yetinmemek, Ortadoğu'nun tüm İslam Alimlerinin katılımını sağlamak için çaba harcamak gerekir. Çünkü İslamı saptıran tehdit tüm bölge halklarını hedeflemektedir ve böyle ciddi bir tehdidi bertaraf edebilmek için de tüm Müslüman halkların temsilcilerini birleştirebilmek gerekir.
Bu noktada dikkate alınacak tek ölçü, katılanların İslama yaklaşımlarının nasıl olduğudur. Kuşkusuz El Kaide sapkınlığını mahkum etmeyi hedefleyen bir kongreye El Kaideciler katılamaz. Yine bu oyuna açık ve net bir biçimde tavır almayanların da kongreye katılmamaları gerekir. Yani İslamı iktidar ve devlet aracı yapanların kongreye alınmaması önemlidir. Çünkü böyleleri eninde sonunda kongreyi sabote etmeye çalışan bir özellik taşırlar. Yine İslama iktidarcı ve devletçi yaklaşımın farklı mezheplerden gelmesi de pek fark etmez. Bu nedenle Sünni mezhebinden gelen iktidarcı ve devletçi yaklaşıma dikkat ederken, aynı duyarlılığı Şia mezhebinden gelen iktidarcı ve devletçi İslam yaklaşımına karşı da göstermek gerekir.
Demokratik İslam Kongresine İslamı demokratik-kültürel yapıda ele alan ve toplumsal bir olgu olarak gören kesim ve alimlerin katılması çok önemlidir. Çünkü, ancak böyle bir Kongre El Kaide ve benzeri İslamı saptırıcı yaklaşımları doğru tespit ederek mahkum etme gücünü gösterebilir. Ancak böyle bir kongre Ehlibeyt İslamını esas alarak demokratik-kültürel İslam gerçeğini canlandırabilir.
Burada diğer mezhep veya dinlerin söz konusu kongreye katılım durumunun da netleştirilmesi önemlidir. Çünkü bu yönlü tartışmalara da rastlanmaktadır. Bu konu da bizce pek muğlak değildir ve fazla tartışmaya gerek yoktur. Çünkü söz konusu kongre son derece yakıcı bir güncel gelişme karşısında gündeme gelmektedir. Esas işlevi El Kaide ve benzeri türden İslam adına yaşanan sapkınlıkları belirleyip mahkum etmek olmaktadır. Yani genel din veya mezheplerin demokratik bir arada yaşama sorunlarını öncelikle gündemleştiren bir kongre değildir. Kısaca İslam içi sorunları gündemleştiren bir kongredir.
Böyle olunca, yapılacak kongrenin İslam Alimlerinin katılımıyla gerçekleşmesi en doğal ve doğru olanıdır. Çünkü, ancak böyle bir kongre El Kaide sapkınlığını mahkum edebilir. Dolayısıyla gündeme geliş amacını başarabilmesi için kongrenin bir Demokratik İslam Kongresi olması en uygunudur. Kongrede Aleviler, Êzidiler, Hıristiyanlar gibi dini toplulukların, isterlerse misafir olarak temsilci bulundurmaları uygun olabilir. Bunun da karşılıklı isteğe dayanarak yapılması en doğrusudur. Diğer yaklaşımlar gereksiz gerginliklere ve dolayısıyla kongreyi amacından saptırıcı sonuçlara yol açabilir.
Aslında Demokratik İslam Kongresi gibi benzer toplantıları her din ve mezhebin kendi özgünlüğünde yapmak başlangıç açısından belki de en doğru olanıdır. Bu toplantılardan çıkacak sonuçlar temelinde hepsinin demokratik bir arada yaşama sorunlarını tartışacak ortak kongre veya konferanslar yapmak daha sonuç alıcı olabilir. Burada dile getirilen hususlara dikkat etmek, bu çalışmaları yürütecek olanlar açısından önemlidir ve onları başarıya ulaştırır!
Selahattin Erdem
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Birkaç gün önce Berlin’de binlerce Kürt ve dostları Alman devletinin 1993 yılından beri uygulamaya koyduğu PKK yasağının kaldırması için büyük bir yürüyüş gerçekleştirdiler. Kürt halkının ve dostlarının yürüyüşleri, protestoları ne kadar sonuç alır onu tarih gösterir.
Konumuz yapılan yürüyüş değildir. Konumuz Alman devletinin PKK yasağını yürütmesindeki ısrarıdır. Israrın da ötesinde başka çevreleri de bu yasağa katılmalarının sağlanması için bir çaba içerisinde olduğu gerçeğidir.
Biz Kürtler Alman devletine karşı özel bir düşmanlığımız olmamıştır. Öyle bir düşmanlıkta yapmamışızdır. Ancak zamanının Alman devleti ya da Prusya taa 1830’larda Osmanlılara kendi askerlerini göndererek Osmanlı askerlerini eğitmeye çalışmışlardır. Osmanlının Nizam-ı Cedid’le yani Yeni Düzenle kendisine çeki düzen vermek istemesine karşılık askeri sahadaki düzeltmeyi ya da yeniden biçimlenmesini gerçekleştirmek için AlmanPrusya'sında yardım istediklerini biliyoruz. Moltke’nin Türkiye Mektuplarını okuyanlar bu durumu bilir. Daha sonra Almanya’ya döndükten sonra Feldmareşal olacak olan Moltke sadece Osmanlı askerlerini yetiştirmiyor bizatihi 1835’lerde ve sonrasında Kürt isyanlarının bastırılmasında rol alıyor. Akıl veriyor ve bizatihi dediğimiz gibi Kürtlerin ezilmelerine katılıyor.
Biz Almanlarla -o dönem Osmanlı -bu dönemise Türkiye olan devletin ilişkilerini az çok biliyoruz. Bu ilişkilerin niteliğini gösteren belgeler de çok. Birinci dünya savaşı öncesi ve sürecinde bizatihi Liman Van Sanders’sin İttihati Terakkicilerin yanında oynadığı rolü de biliyoruz.
Özcesi Almanlarla Türkiye devletinin ilişkileri belgeleriyle biliniyor. Buna girmeyeceğiz. İlgili olanlar Başkan Apo’nun 1987 yılında Tarihte Türk-Alman İlişkileri belgelerini okuyabilirler.
Bizim üzerinde durmak istediğimiz yakın tarihte daha doğrusu PKK'ye, PKK şahsında ise Özgürlükçü Kürtlere karşı Alman devletinin neden bu kadar düşmanlık beslediğidir? Hatta neden Alman devleti PKK ve özgürlükçü Kürtlere karşı kan davası güttüğüdür?
Alman devleti gibi -geç olarak bir ulus devlet olsa da- kapitalizmin başını çeken bir devlet neden ilkel kin duyguları güder? İntikam almak için her türlü oyuna başvurur? Aşiretlerin bile yapmadığı ve artık yapmaktan vazgeçtiği kan davası ya da kan davacılığını neden güder?
Sorular tuhaf gelebilir, ancak kanımca Alman devleti PKK ve özgürlükçü Kürtlere karşı kendince siyasi gerekçeleri olsa da siyaseti aşan, aşiretçilik özelikleri gösteren bir kan davası gütmektedir.
Alman devletinin 1985 yılından beri resmi olarak NATO tarafından PKK'ye karşı özel görevlendirildiğini elbette biliyoruz. Avrupa’da PKK'ye karşı en büyük saldırıları başlatanın Almanya olduğunu da biliyoruz. Hatta ilk kez devasa bir davayı sahnelediklerini de biliyoruz. Hatta 129a maddesini uyguladıklarını da. Pişmanlık duyupta Alman devletine PKK hakkında bilgi veren namı diyar köstebek Cafer ya da Ali Çetiner’i, Almanların yasalaştırdıkları pişmanlık yasası da ilk kez PKK'ye karşı kullananlarda Almanlar. Daha önce RAF’çılarda itiraf edenler olmuş ancak pişmanlık yasası ilk kez PKK'ye ve Özgürlükçü Kürtlere karşı uygulanmıştır. Yine Avrupa’da demokratik kitle yürüyüşlerinde saldırıya uğrayarak Kürtlerin katledilmesini de Alman devleti yapmıştır. PKK saflarında kaçanları ilk ajanlaştırmaya çalışan devlette yine Alman devleti olmuştur.
Peki, tüm bunlar neden?
Ya da arada yıllar geçmesine rağmen halen bu düzeyde bir düşmanlık neden?
PKK silahlı mücadelesini TC devletine karşı başlatmıştır. Ancak bugün TC devletinin başkenti başta olmak üzere, en büyük kentleri olan İstanbul ve tabii ki Kürdistan’ın her yerinde PKK bayrakları, Başkan Apo’nun resimleri, HPG’nin sloganları her yerde sallandırılıyor, taşınıyor ve haykırılıyor. Peki,Türkiye’de durum buyken neden Almanya’da bunlara yasak getirilir? İzin verilmez? Hatta PKK bayrağı ve Başkan Apo’nun resimlerini taşıyanlar cezalandırılır?
Tüm bu soruları ve daha fazlalarını da sormak mümkündür. Belki birçok cevaplarda bulunabilinir, verilebilir.Ancak kesinlikle verilecek cevaplar insan aklının almayacağı cevaplar olacaktır. Ya da şöyle ifade edelim, verilecek cevaplar siyaset biliminin kabul edeceği cevaplar olmayacaktır.
Örneğin denilecek ki PKK ve üyeleri Alman devletine karşı suç işlemişlerdir bunun için PKK’yi yasaklamışızdır. Ya da PKK silahlı bir mücadele veriyor-ki bu durum normalinde Alman devletini ilgilendiren bir konu değildir- bunun için yasaklıyoruz. PKK, bize karşı şiddet eylemleri içerisinde olmuştur. TC devleti bir NATO ülkesidir bunun için TC devletine yapılan saldırı bize yani Alman devletine karşı yapılmış bir saldırıdır, bunun için PKK’yi yasaklamışız.
Böyle birçok cevap ihtimalini sıralamak mümkündür. Alman devletine karşı PKK üyeleri suç işlemiş ise alırsın yargılarsın, o kadar. Ancak bir özgürlük hareketini terörizmle itham edemezsin. “PKK silahlı bir mücadele yürütüyor” diyemezsin çünkü PKK bırakalım 2013 yılındaki ateşkesi, 1999 yılından 2004 yılına kadar tam 5 yıl boyunca tek taraflı olarak bir ateşkesi uygulamıştır. PKK size karşı bir şiddet eylemi içerisinde olmamış çünkü PKK tüm eylemlerini Kürdistan’da yapmıştır. TC’ye karşı yapılan saldırı sana karşı yapılmış ise TC’ye karşı yapılan saldırılar bir yıldır durdurulmuştur.
Tuhaf ama dediğimiz gibi Türkiye’de PKK hareketine dönük her türlü söz söylenmektedir. Çünkü PKK meşru bir özgürlük hareketidir. Buna inanmayan Alman devleti yetkilileri varsa, Kürdistan’a gelip gözlerini ve kulaklarını açsınlar. Ve varsa vicdanları açsınlar, ondan sonra dillerinin konuşması için izin versinler.
Sözü uzatmadan Alman devletinin siyasi olarak PKK yasağını sürdürmesinin tek bir gerekçesi yoktur. Bu gerekçe eskiden de yoktu. Çünkü Kürt halkının özgürlük davasının sözcüsü olan PKK en ağır bedelleri ödeyerek Kürt halkının özgürlük hayallerini gerçekleştirmek için meydanlara inmiş, yetmemiş dağların doruklarına çıkmış ve bunun için canını vermekten bir milim bile geri durmamıştır. Dediğimiz gibi eskidende Alman devletinin PKK’yi terörize etme hakkı yoktu, o zamanda yaptıkları suçtu. Ancak bugün hiç mi hiç yoktur.
Durum böyleyse neden Alman devleti halen ısrarla PKK'ye karşı en çirkin bir tarzda karşıtlık içerisindedir sorumuzu yeniden sormak istiyoruz?
Kan Davacılığı!
Alman devleti 1980 öncesi ve sonrasında Ortadoğu’ya dönük politikalar geliştirmek istemiştir. Çünkü Alman devleti birinci dünya savaşında yenilmişti yani Ortadoğu’da yerini yenildiğinden dolayı alamamıştı. Wilhelm’in tüm planları havada kalmıştı. Hatta “Müslüman olabileceği” söylentileri bile havada kalmıştı. Alman devleti 1980’lere geldiğimizde yeniden bir dünya devi olmaya başlamıştı. Avrupa’nın en güçlü ekonomik gücü olmuş hatta AB’yi sürükleyen en temel güç haline gelmişti. Böylesine büyüyen bir Almanya Ortadoğu’ya lakayt kalamazdı. Bu anlaşılırdır. Ne var ki Ortadoğu paylaşılmıştı. İngilizler, Fransızlar ve tabii Amerikalılar. Kenardan kıyıdan o zamanın Sovyetleri. Ve farklı yollarla olsa da ÇİN ve Japonya…
Almanların Ortadoğu’ya girmelerinin tek bir yolu vardı, Kürtler. İşbirlikçi Kürtler…
Avrupa’da Kürtler nüfus olarak en yoğun bir şekilde Almanya’da yaşıyorlardı. Bu Almanlar için önemli bir avantajdı. Yarışa girilecekse önemli olan sağlam yatırım yapmaktı. Kürtleri etkilemenin yol ve yöntemlerini arayan Almanya ilk elden bulduğu kişilik Burkay ve hareketi olmuştu. Koşuya Almanlar Burkay ve hareketiyle girmek istediler. Çünkü Burkay ve hareketi Avrupa’da en etkili olan hareket ve kişilikti. Bunun için dikkat edilirse tüm imkanlar sunuldu. Ve imkanlar sadece manevi imkanlar değil aynı zamanda maddi imkanları da içeriyordu.
Ne var ki Alman devleti yanlış at’a oynamıştı, Kürt halkı seçimini PKK'ye yapmıştı. Avrupa’ya en geç gelen hareket PKK hareketi olmasına rağmen çok kısa bir sürede Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın Kürtler içerisinde en etkili hareketi oldu. PKK sadece bununla sınırlı kalmadı, işbirlikçi çizginin neme nem bir çizgi olduğunu tüm Kürtlere gösterdi. Bunu gösterdikçe PKK gelişti, işbirlikçi çizgi geriledi.
Dikkat edersek Almanya devleti yanlış at’a oynadı diyoruz. Bu durumu kendince düzeltmek için Başkan Apo’nun etrafında kenetlenmiş olan PKK’yi yıkarak kendince yeni bir PKK oluşturmaya çalıştı. Burada isimlerini ağzımıza bile almak istemediğimiz tiplerin özgürlük hareketine karşı çıkartılmalarının tümü bununla bağlantılıdır. Olaf Palme gibi Kürtlere yakın hatta dost olan birinin katledilerek PKK'nin üzerine yıkılması da hep bununla ve bunlarla bağlantılıdır. İtirafçıların, köstebeklerin, terör davalarının, şikane etmelerinin, yasakların derken yurtsever Kürtlere saldırmalarının altında hep bunlar yatmaktadır. Özcesi Kürt halkını yanına çekerek Alman devletinin Ortadoğu’da dıştalanmasının ve başarılmamış bir Alman devleti politikasının hesabının PKK’de sorulmasıdır. Başka bir deyimle Kan davası gütmesidir. Kan davacılığı derken, Ortadoğu’da dıştalanmış olan bir Alman devleti kindarlığıdır.
Siyasi alanda hasım olmalar, karşı karşıya gelmeler her zaman olan ve olabilecek durumlardır. Ancak siyasi arenada var olan sorunlar giderildiğinde ise –kendi çıkarları için olsa bile- bir araya gelmeler, anlaşmalar, düşmanlıkları terk etmeleri en yaygın olan çözüm formülleridir. Ne var ki Alman devleti böyle çözüm bulma ya da kabul etme yerine, ısrarla aynen eski çağlarda takılı kalmış, dar ailesel, aşiretsel, kabilesel kin ve nefret duygularıyla hareket ederek Kan davası ya da Kan Davacılığı yürütmektedir. Bunun ise Alman devleti için hayırlı bir durum olmadığı açıktır.
Alman devleti artık KAN DAVACILIĞINI bırakarak mücadele edecekse siyasal verilerle PKK'ye ve Özgürlükçü Kürtlere yaklaşması çağımıza uygun düşen en doğru yaklaşım olacaktır.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1- 9 Aralık 2013 tarihinde işgalci TC ordusuna ait insansız hava araçları 7:30 ile 12:00'ye kadar Medya Savunma Alanlarımıza bağlı Zagros bölgesinde, 10:30 ile 11:00 Arası Metina bölgesinde
- Ayrıntılar
Kimi anlar ve insanlar vardır onları unutmak mümkün değildir.Kimileri her ortamda varlıklarının farklılığını hissettirirler.Nasıl ki bir gül bahçesinde bazı güllerin rengi çok dikkat çekiyorsa ve yine herkes bu muhteşem renkli olan gülü koklamaya kalkışıyorsa kimi insanlar da böyledir.İşte Gülbahar yoldaş da böyle biriydi.Onunla 91 yılında tanıştım.Aylardan aralıktı.Önder APO sahasından ülkeye,Kürdistan dağlarına,gerillaya yeni adım attığım günlerdi. Haftanin’den kalabalık bir yoldaş grubuyla Metina’ya geçtik.Hızla pratik çalışmalarımızı tamamlayıp eğitime başlamamız gerekiyordu.Alanda ilk defa gerilla kış üslenmesi yapıyordu.Metina’daki köyler daha önceki yıllarda boşaltılmış,burada yaşayan halk göç etmişti. Yekmale köyünde,tıpkı adı gibi yalnızca bir aile yaşıyordu.Kampımıza en yakın yer burasıydı.Kampımızda kalacak olanların tümü yeni katılan savaşçılardı.Sayımız yüzün üzerindeydi.Otuz civarında kadın arkadaş vardı.İşte bu arkadaş grubunun içinde Gülbahar arkadaş kendisine has özgün kişiliğiyle hemen öne çıkıverdi.Gülbahar arkadaş Kurtalan’dan katılmıştı.Yaşı küçük ve yeni katılmış olmasına karşın olgunluğu , moralliliği,coşkusu,sevimliliği,güler yüzü,içtenliği ve samimiyetiyle hepimize kendisini sevdirmeyi başarmıştı.Daha ilk kamp toplantımızda yaptığı perspektif içerikli değerlendirmesi benim dikkatimi çekmişti ve hemen sormuştum “Siz sanki yeni katılmamışsınız çünkü; gerillanın yaşamına dönük gözlemleriniz çok güçlü”, bana verdiği cevap” Buraya gelene kadar özellikle Botan’da gözlemlerim oldu, benim için bu ilk eğitimdi” dediğinde hayret etmiştim.Çok zekice edinilmiş bir gözlemini ortaya koymuştu. Toplantıdan sonra moral etkinliğine geçildi ve herkes “Gülbahar” diye alkışlarla onu şarkı söylemeye davet etti.Başta zorlanarak,çekinerek çıktı ama söylediği ilk parçada hepimizi kendisine hayran bırakmıştı.O kadar güzel bir sesi vardı ,o kadar içten ve bütünleşerek söylüyordu ki, ruhunun ve duygularının özgün tınısı dinleyenlere yansıyordu. O günden itibaren artık tüm moral etkinliklerimizin vazgeçilmez sanatçısı olmuştu.
91-92 kışı çok çetindi, metrelerce kar düştü.Doğa şartlarından ötürü Örgütle ancak sınırlı olarak bağlantılarımız vardı deyim yerindeyse kendi kendimizleydik.Herkesin fedakarlık göstermesi gereken bir dönemden geçiyorduk.Yapı ve yönetim olarak yeni ve tecrübelerimiz yetersizdi. İşte Gülbahar arkadaş bunun farkındalığıyla zorlukları aşmanın öncülüğünü yapıyordu. Özellikle kadın arkadaşlar içinde kendini sorumlu görme yaklaşımı, cinsine olan güveni, sevgisi, kapsayıcılığı, ilkeli duruşu, ölçüleri olan bir yoldaştı. Doğanın hiçbir zorluğu ondaki iradesinden üstün değildi muazzam bir çalışma gücüne sahipti hep çalışır hem de etrafını çalıştırırdı, kolektif yaşama en erken etapta olandı.92 barında düzenlemesi pratiğe olunca istemi yerine gelmişti, Daha sonra Zagros alanına pratiğe gitti. Uzun yıllar onu görme imkânım olmadı. Ancak onun gelişim düzeyi, üstlendiği görev ve sorumlulukların duyumlarını alıyordum. Özelikle her kadın militanın hayali olan Öder APO nu okulunda eğitimi gördükten sonra 98 de karşılaştığımda tanımakta zorlandığımı şaşkınlık geçirdiğimi kendiside fark etmişti, yedi yıldan sonra ilk görüşmemizdi. İkimizde çok mutlu olmuştuk, O artık yetkin bir kadroydu, Önder APO da aldığı güçle coşuyordu. Son görüşmemiz ise 2007. 5. HPG konferansındaydı. Yıllardan sonra gördüğüm Gülbahar arkadaşın ne tür değişiklikler geçirdiğini doğrusu merak ediyordum. Tartışma ve paylaşımlarımız oldu. Geçmişte genel olarak yaşanan zorlanmaları elbette hepimiz gibi o da yaşamıştı ancak yaşadıkları onu çok güçlendirmiş ve onda çok önemli bir tecrübe birikimi oluşturmuştu. Kendine sonsuz bir güveni vardı. Kadın Özgürlük Hareketinin özgün örgütlemesi ve gelişim düzeyi onun en büyük güç kaynağıydı.”Önder APO’nun kadınla olan yoldaşlığını hak etmeliyim” diyordu. Kendisini ideolojik, teorik ve örgütsel birikim açısından çok geliştirmiş gördüm. İşte kendisinde geliştirdiği bu bilinç yoğunluğu ve potansiyeli bir an evvel pratiğe geçirmek istiyordu.15 şubat komplosundan sonra fedai eylemi önerisinde bulunmuştu, ve tüm yaşam pratiği bu doğrultudaydı, Önderliksiz yaşam olmaz şiarı gülbahar yoldaş için eylem, örgütleme ve pratikleşme kılavuzuydu.
Düzenlemelerde ilk söz hakkı alan oydu ve kalkar kalkmaz kendisini kuzeye önerdi. Önerisinin ardından Gabar’a gitme kararı çıkınca sevinçten gözleri dolmuştu. İçi içine sığmıyordu. Ara verildiğinde hepimize sarıldı ve kahkahalarla yerinde hoplayarak mutluluğunu bizlerle paylaşıyordu. İşte Gülbahar yoldaşın o anki hali hep gözümün önündedir. Çok büyük iddia ve kararlılıkla Botan’a geçti. Görev ve sorumluluklarının bilincindeydi. Rolünü büyük oynayacağına dair etrafına inanç ve güven veriyordu. Gidişinden kısa bir süre sonra alanda gerçekleştirilen eylemlerde komuta düzeyinde rolünü oynadı. Daha alanı tam tanımadan yaşanan şahadeti bizi derin bir hüzne boğdu.
Gülbahar arkadaşın mücadelemizdeki yeri ve rolü belirleyiciydi. Kadın ordulaşmasında ve kadının kendi öz iradeleşmesinde, güçlenmesinde rolü büyüktü. Gerillacılıkta en iddialı yoldaşlardan biriydi. Cins bilinci, cins mücadelesi ve çizgi devrimciliğinin timsaliydi. Yüreği yoldaş sevgisiyle dopdoluydu. Fiziki olarak aramızdan ayrılalı 6 yıl oldu ama her nefes alıp verişimizde bizimlesin. Şahadetinin yıldönümünde kendisini ve şahsında tüm özgürlük ve demokrasi yolunda şahadete eren kahraman şehitlerimizi saygıyla anıyor onların yolunda yürüyeceğimizi ve zaferi başarıyla kazanmanın sözünü veriyoruz.
Sozdar Avesta
- Ayrıntılar