Basına ve Kamuoyuna!
1. 27 Şubat günü 17.00 ile 19.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’nın Kandil bölgesi sınırları içinde bulunan Dola Bedran ve Dola Şehîdan alanlarına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Zağroslarda ‘terbiyeli bir kış’ın orta yerindeyiz. Hala alışamadım beni şaşkınlıktan şaşkınlığa sürükleyen tanımlamalarına. Her şeyi terbiye ile ifade ediyorlar kendilerini terbiye ederken. Mesela, kar yağmazsa ‘terbiyesiz’ diyorlar o kışa. Çok yağıp her şeyi silercesine kaplarsa her yeri, ona da ‘terbiyesiz’ diyorlar. Her şeyin kıvamında ve tadında olmasına özen gösteriyorlar. Buna uyan her şey terbiyeli, uymayansa terbiyesiz oluyor. Terbiye ediyorlar her şeyi. Kendilerinden başlayarak sonra, terbiyesizlere geliyor sıra. Terbiye ustası hepsi de. Çünkü, terbiyeli hepsi. Böyle tanımlıyorlar. Ben de aktarıyorum.
Yüksekler gelinliklerine bürünmüş yine. Alçaklar ve alçaklıklar ise aşağıda gölgemsi duruyorlar. Gözleri ışığa ve beyaza alışık olanlar biraz kararınca hava, iyice görmez olup ürküyorlar. Karanlıklara bakmayı sevmiyorlar. Alçaklardan ise iğreniyorlar. Dağların en ağız dolusu gülebilen ve küfür savurabilen ak saçlı bir delikanlısı yeni gelenlere dağı anlatırken dağlı olmanın alfabesini anlatıyor. Ağız dolusu yine. Yükseklerden alçaklara bakınca nedense aklıma hep o upuzun beyaz saçlı ağız dolusu küfürleri kahkahalarında eriten yüreği çocuktan çocuk, kafası kendi deyimiyle ‘hep bing-bang hallerinde’ olan çocuğu hatırlıyorum.
‘Bakın heval’ diyor. ‘Bu yükseklere çıkmak zor bir iştir. Meşakatlidir. Yolun başındayken neyle karşılaşacağınızı bilerek atın ilk adımlarınızı. Bu yolun sonu zirvedir. Zirvelere çıkmak zor ama orada durmaya devam edebilmek daha da zordur. Başınızın dönmesinden korkuyorsanız yükseklerde, uçurumların çekiciliğine kapılma ihtimaliniz varsa hemen durun ve orada kalın. Ama bu içine tükürülesi dünyaya ille de tepeden bakacağım diyorsanız, çıktığınız yükseklerde toprağa sağlam basın ayaklarınızı. Unutmayın, alçaklıklardaki alçaklar alçaklıklarını ancak kendilerinden ancak yukarıda olanlara bakarak fark ettiklerinden, alçaklıklarını herkesi alçaklıklara davet ederek, yücelikleri de alçaltarak alçaklıklarını gizleyebileceklerini sanırlar. Bakın yüksektekiler ve yükseklere tırmanma yolunda olanlar, zirvelere tırmanmak da, zirvelerden seyreylemek de bu dünyayı zor ama bir o kadar da keyifli kılar. İlle de çıkmışsanız bu yola keyfini çıkarın. Ama sakın düşmeyin. Alçaktayken düşmek çok incitmez insanı. Alçaktakilerin alçaklıkla aralarındaki mesafe kısa olduğundan çoğu zaman düştüklerini bile fark etmezler. Ama yükseklerden, zirvelerden düşmek dipsiz bir kuyuya düşmeye benzer. Param parça olur insan. Acılarda yiter gider. Yokluklarda yok olur gider. Yükseklerden düşmek sadece alçaklara inmeyi değil, sınırsız azaplarda olmayı getirir. Param parça olarak anlamaya, anlaşılmaya ve hakikate dair her şeyi yok eder. Alçaklardaysanız ve alçakları sevmiyorsanız bir an önce çıkın oradan ve tırmanmaya başlayın. Ne kadar yücelirseniz o kadar iyi. Ama sakın dönüp geriye bakmayın. Ve çıkarsanız yükseklere hep orada kalın. Yolu meşakatli ama zirvesi keyiflidir. Başınız dönebilir önce, gözleriniz kamaşabilir. Sakince bekleyin. Alışınca yükseklere qolinc’ınızda ince bir sızı hissederseniz korkmayın sakın, onlar sizi yıldızlara götürecek, kanatlarınızın derinize yaptığı baskının acılarıdır. O yüzden zirvelerden alçaklara bakmak hüzün, yıldızlara bakmak ise sevinç yaratır sizde. Sizi buraya getiren ayaklarınız değerlidir. Ama en değerlisi o ayakları yürüten yüreklerinizdir. Yükseklere hoş geldiniz. Burada adettir: yeni gelenleri yüreklerinden öperiz biz. Yüreklerinizden öpüyorum…’
Bu sözler farklı kelimelerle hep yankılanıyor beynimde ve yüreğimde. Şimdi bulunduğum diyarlardan ölçülebilir mesafelerde epey uzak ve yükseklerde yürüyüşlerine yücelik kattığını o dal gibi ince, ağız dolusu yaşamayı, çevresindeki her şeye, taşa, toprağa, kelebeğe, yıldıza bulaştırmayı ustaca yapan çocuğu hatırlıyorum. Bu tırmanışta geldiğim yerden aşağılara baktıkça sesi yeniden yankılanıyor kulaklarımda.
Bu ‘terbiyeli kış’ın ta kalbinden ana rahmi sıcaklığındaki mağaralarında uzaktakileri ve yürüdükleri yıldızları anıyoruz hep. Yıldızlar ve yüksektekiler sevince boğarken yüreklerimizi, alçaktakiler ve alçaklıklar ürkütüyor bizi. Yaşlı olanlar son dönemde daha fazla okudukları ve sevmeye başladıkları o post bıyıklı Almanın bir sözünü fısıldıyorlar kulaklarıma. Kendine ‘Zerdüşt’ün çırağı’ diyen o post bıyıklı Alman kardeşin ‘uçurumlara bakanların yüreklerinde uçurumlar oluşur’ diyormuş. O yüzden ‘hep yıldızlara bak’ diye fısıldıyor kulaklarıma. Öyle yapıyorum. O yüzden kelebek yurdu yüreğim, yıldız yağmurunda şimdi. Hepsini tek tek hatırlayıp kucaklıyor ve yüreğimle yüreklerinden öpüyorum.
Size yıldızlı ve kelebekli yazılar yazacağım demiştim ya, şimdi yıldız yağmuru yüreğimden bir yıldızı, onun hiç kimsenin o kadar güzel telaffuz edemediği sesinden bir Pepûle’ye dair bir çift söz etmek mecburiyetindeyim. Dilim onun güzelliğini anma ağırlığında birbirine dolanırsa mazur görün. Ama VÎYAN’ı her yıl hatırlama, anma ve hatırlatma sözündeyim. Ne desem eksik kalacak, biliyorum. Yüreğime gömüp yıldız yağmurunda en parlak yıldızlardan biri olarak gömülü kalıp, yüreğimi ateşlerde ısıtması belki yeter bana. Ama bir çığlık misali Haftanîn’de yıldız bedeniyle ‘Unutmak İhanettir’ diyen sesini hep taşırmak zorundayım. Yazıcılığıma emanet etmek istediği sesini yankılandırmak durumundayım. Bu bana verilmiş bir görev.
Bu dağlarda en kutsal şeydir görev. Hele bir yıldızın, bir pepûle’nin size layık gördüğü bir görevse bu, asla unutamazsınız. Unutmak İhanettir sözünün bir pepûle’nin kanatlarından size bırakılmasının nasıl bir görev duygusu olduğunu bu kapkara puntolarla anlatamam size. Yücelerdeyseniz ve yıldız yağmuru kelebek işgalindeyse yüreğiniz, unutmak daha bir alçaltıcı gelir size. Alçaklardan korktuğum için hep bakıyorum yıldızlara ve pepûle’lere.
Yıldönümü yaklaşıyor Pepûle’nin ateşlerde bir yıldız olmasının. Ne kadar zaman geçti? Yüreğimin takvimi zaman geçmedi diyor. Ölçülebilir zaman takvimi 7.yılını gösterse de VİYAN bütün güzelliği, kelebekliği ve yıldızlığıyla tam karşımda duruyor. Yüreğimin kadrajındaki fotoğrafları bastığım deklanşörden çıkarak ana rahmi duvarlarda gülümsüyor bana. Ben de gülümsüyorum. Ne kadar zaman geçti? Ya da geçti mi zaman? Şimdi şu tünelden her tarafı beyaza kesmiş mağaranın dışına çıksam beni orada bekliyor olacak. Biliyorum. Kafamı uzatır uzatmaz kar topunu kafamda patlatacak biliyorum. En sevdiğimiz oyundu kar topu oynamak. PKK’yi Yeniden İnşa Okulu’nun en yaman kar topu oyuncusu ve sesi, dengbêj namelerinde yüreklerimizi kaplayan halaybaşısı burada şimdi. Onunlayım. Doyum olmaz sohbetlerindeyim. Yeniden Halepçe’yi anlatıyor bana. Ve pepûle’leri…
VÎYAN… Leyla… Pepûlemiz… Xoşevîst’imiz… Unutmadık. İstesek de unutamayız ki seni. Sen kelebek yurdu yüreklerimizin en cıvıl cıvıl, en güzel, en renkli kelebeği, yıldız yağmuru kanatlarınla yüreklerimizde yakıcı bir aşk ve tükenmeyen umut. Seni birilerine anlatmaya kalkmak ve hatırlatmak görevim var, biliyorum ama görev derdinde değil, yürek aşkında anlatabilmek isterim seni. Nasıl mı? Bilemiyorum. Ama ihanet etmedim. Alçalmadım. Yine sana yürüdüm. Şimdi yürek mesafesinde kar topu oynayacağım seninle. Ustası olduğun bütün çocuk oyunlarımızda hep sen kazananı oluyorsun. Olsun. Sana yenilmek çok keyifli. Şimdi vurulsam ve şu kar’a düşsem, altında saklanmış beni bekliyor olacaksın, biliyorum. Vurulsam sana düşeceğim biliyorum. Vurulsam alçaklara değil, yıldızlara düşeceğim.
Şimdi yine dağlardayım. Ateşlerde kül olan kelebek eksiltti mi bizi? Hayır. Kaldığım kampta VİYAN var. Çoğalmış VİYAN’ın birçoklarından biri. Ne kadar çok VİYAN var dağlarda? Hepsi de birbirinden VİYAN. Hepsi de birbirinden halay başı. Hepsi de birbirinden Pepûle.
Şu tünele dalıp dışarı atsam kendimi ne kadar çok kar topu yiyeceğimi biliyorum. Ve her çocuğun oyun heyecanında korkuluyum. Çıksam beni kara gömecekler biliyorum. O kadar çoğalmış ki VİYAN, her yanım VİYAN şimdi. Çocuk arkadaşım, kar topu oyunlarındaki oyundaşım ve ateş sırdaşım bir ordu olmuşsun. Oynasak hepsi sen olan bütün VİYAN’lara yöneleceğim. Hangi VİYAN’a baksam yeniden yeniden vurulacağım. Yüreğim VİYAN yağmuru, VİYAN yurdu şimdi. Bu kadar çoğalmış VİYAN’la oynayacağım oyunlarda yenileceğim. Korkuyorum. Ama hiçbir korku çocuk oyunlarımıza engel değil. Ürkerek sana ilk adımımı atacağım. Sonra sana geleceğim, ürkerek ama korkusuz. Hiçbir soğuğun kâr etmediği yüreğinle karlar altındasın şimdi. Varsın gömüleyim bütün dünyanın bütün karlarına. Biliyorum, senin yüreğinle ısınacağım. Ve sımsıcak bütün karlar şimdi. Üşümeyeceğim. Gömülsem karlara hiç sönmeyen yangın yeri yüreğine gömüleceğim.
Şimdi şu tünelden çıkıp seninle oyun oynamaya geleceğim. Ve bakar bakmaz vurulacağım sana. Vurulacağım biliyorum. Ama sana vurulmak, sana düşmek o kadar keyifli ki anlatamam. Seni hatırlamak bir görev, bir slogan haykırışı değil, seni hatırlamak bir kelebeğin gözlerine vurulmak, seni hatırlamak bir kelebeğin kanadına düşmek, seni hatırlamak çocuk oyunlarımızda oyun ustalığına teslim olmak ve ustalara saygı duymaktır. Bu oyunlarda en ustamız, en güzelimiz, en çok çoğalanımızsın. Bak şimdi yine buradayım. Sana geldim. Vurulmaya, yenilmeye ve teslim olmaya her şeyimle. Nerede bir VİYAN görsem vuruluyorum. VİYAN dışarıdan çağırıyor beni. Genç VİYAN. Güzel VİYAN. Oyunlarımın hep kazanan ustası. Geldim. Seni daha da çoğalmış, güzelleşmiş ve ustalaşmış gördüm.
Hatırlamak mı? Hatırlamak için önce unutmak gerekir. Ben seni unutamam ki hatırlayayım. Bütün yüksekler ve yıldızlar Pepûle yurdu. Nereye baksam sen, neye baksam sen, her yer sen, her şey sen. Seni unutmak kendimizi unutmaktır. Unutmadık. İnkâr etmedik kendimizi. Sen inkâra gelmezsin. İkrarda biraz acemi kaldıysam acemiliğimdendir biliyorsun. Usta sensin. Biz ise çırak. Böyle bir ustanın çırağı olma keyfini ha bire anlatıyoruz herkese. Çıraklığımız çocukluğumuzdan gelir. Çocuk sevincinde çıraklarız biz. VİYAN’ın çırakları. YILDIZ çırakları. PEPULE çırakları. Oyunlardan öğreniyoruz her şeyimizi. Vuruluyor muyuz? Evet, vuruluyoruz. Ama hiç korkmuyoruz vurulmaktan. Çünkü düşsek, kar’ın altında saklanan güzel ustanın kanatlarına düşeceğiz. Kar topu oyunlarında hırpalanacağız önce. Sonra ustamız, halay başımız halaya davet edecek bizi. Davetine yok diyemeyeceğimiz bir halay başı bu.
Şimdi tünelden dışarı gidiyorum. Oyun arkadaşım davet ediyor beni. VİYAN davet ediyor. VİYAN’ın daveti kabulümüzdür. Gidiyorum. Ürkek ama keyifli. Hüzne bulanmış bütün sevincimle VİYAN’a gidiyorum. Kar topu oynayıp halay çekeceğiz. Yerimiz geniş. Yerimiz yüksek. Hiç alçaklara bakmadan yıldızlar altında yıldızlarla kol kola girip halay çekeceğiz. Dedim ya, yerimiz geniş. Yüreği yücelerde olan, yüreği yıldız yağmuru ve kelebek yurdu olan herkes davetlidir bu halaya. Davet eden VİYAN. Kabulümüzdür…
Gelemedim üzgünüm
Sen gidilesi yere gittin
Yüreğimin sağ yamacı yangın şimdi
Sol yanımı çığ tutmuş
Oynanacak oyunlarımız vardı
Sen halaydasın şimdi
Gelemedim özgünüm
Hani bir fil yürüyüşünde bitecekti her şey
Sen yine yaptın kelebekliğini
Oysa birlikte gidecektik
Herkes gülecekti fil ve kelebeğin yolculuğuna
gelemedim
şimdi daha bir dardayım
her şeyimle at hüznündeyim
sen halaydasın
her şeyinle davetkarsın
geleceğiz biliyorsun
Güzelin bu kadar güzeline
Sen ateş güzeline
‘Yok’ diyemeyiz hiç birimiz
Geleceğiz biliyorsun
At hüznünde fil yürüyüşünde
Karınca katarı gibi
Hepimiz de ateş taşıyacağız
Yangına ateş istemişsin
Halay davetin kabulümüzdür
Geleceğiz biliyorsun
Sonra hep birlikte gideceğiz
En çokta oraya
Yangın çıkarmaya gideceğiz
Biliyorsun biz de yanacağız o arındırıcı yangında
Davetin kabulümüzdür
Alevinde arınacağız
Sana ‘yok’ diyemeyiz
Biliyorsun xoşevistimiz...
Jêhat Bêrtî
- Ayrıntılar
Kürdistan halk Önderi Abdullah ÖCALAN şahsında gerçekleştirilen 15 Şubat uluslar arası komplonun 14 yılını geride bıraktık. Kürdistan halkı ve dostları Önder APO şahsında Kürt ulusuna karşı geliştirilen uluslararası komplonun yıldönümünü, uluslararası komplocu güçleri lanetleme ve “Önder APO’ya Özgürlük ve Kürdistan’a Statü” temelinde karşıladı. Ortaya çıkan eylem ve etkinlikleri satırbaşlarıyla da olsa değerlendirmek ve verilen mesajları ortaya koymakta yarar vardır.
Öncelikle uluslar arası komployu büyük direnişi, öngörüsü ve üretkenliğiyle boşa çıkaran Önder Apo’nun bu eşsiz direnişini saygıyla selamlıyoruz. Yine “ Güneşimizi Karartamazsınız” şiarıyla fedai eylemi gerçekleştiren yoldaşları ve bu yılın komployu lanetleme eylemlerinde şehit düşen genç devrimci Şahin Öner’i bir kez daha saygıyla anıyor, anısına, uğruna canını verdiği amaçları olan Önder Apo’nun Özgürlüğü ve Kürdistan’ın özgürlüğü için mücadeleyi zaferle taçlandırıncaya kadar sürdüreceğimizi bir kez daha belirtiyoruz.
Uluslararası komplo KCK Yürütme konseyi Başkanlığı, Kürdistan Halk İnisiyatifi ve Bölge inisiyatifleri, KCK kurumları, yasal Kürt siyaseti çağrıları temelinde Kürdistan milyonlarca Kürdistan halkı ve dostları Moskova’dan Beyrut’a Doğu Kürdistan’dan Avrupa’nın birçok yerinde büyük bir öfke ile protesto edildi, kınandı, lanetlendi. Ve Önder APO’nun özgürlüğü, Kürdistan’ın özgürlüğü için tam bir kararlılık ve irade ortaya konuldu. Hiçbir gücün ama hiçbir gücün bu kararlılık ve iradenin önüne geçemeyeceğini herkese gösterdi. Kaybedenin, mücadele ile geriletilenin uluslararası komplocular, Türk sömürgecileri, kazananın Kürdistan Halk Önderi Abdullah Öcalan, PKK, Kürdistan Halkı ve dostları olduğu çok net biçimde gözler önüne sermiştir.
Uluslar arası komploya ve soykırım gününe karşı Kürdistan halkı 1 Şubat 2013 tarihinden itibaren aralıksız bir biçimde giderek ivme kazanan, genişleyen ve radikalleşen eylemliliklerle protesto etmeye başlamıştır.
15 Şubat günü, başta Kuzey Kürdistan’ın bütün merkezleri olmak üzere Kürtlerin yaşadığı tüm alanlarda en yoğun katılımla karşılanmıştır. Kuzey Kürdistan’da hiç olmadığı kadar geniş bir alanda kepenkler indirilmiş, kontaklar kapatılmış, sömürgeci asimilasyon merkezlerine gidilmemiştir. Öğle saatlerinden itibaren yine tüm yılları aşan tarzda güçlü bir katılımla sokaklara inilmiş, protestolar gerçekleştirilmiştir.
Birçok merkezde de başta Cizre, Nısêbin, Amed, Wan, İstanbul, Qoser, Ceylanpınar, Gever ve Colemerg’de saatlerce sömürgeci Akp’nin katil polis sürülerine karşı aktif bir eylemlilik içinde olunmuştur. Saydığımız merkezlerin birçoğunda bu eylemlilikler birçok kez tekrarlanmıştır. Türk metropollerinde de Kürdistan halkı eylemlerini gerçekleştirmiştir. Strasburg’da geçen yılları aşan bir katılım düzeyi ortaya çıkmıştır. Bu yıl Rojava halkı yüzbinlerle cadde ve sokakları doldururken, Güney Kürdistan halkı ise tüm yıllardan daha fazla bir katılımla uluslararası komplocu güçleri ve Türk sömürgeci devletini lanetlemiştir.
Kuzey Kürdistan’da Kürt halkı birçok merkezde Kürdistan gençliğinin öncülüğünde Türk sömürgeciliğine karşı açıktan ve cepheden karşı koymuş ve meydan okumuştur. Belki de Kürdistan halkının uluslararası komploya yüklediği anlam şu üç sloganda dile gelmiştir. Birincisi, Kürt gençleri Amed’te sömürgeci Akp polisi ile çatışırken eline megafon alan bir Kürt gencinin polislere dönerek “faşist polis sürüleri Kürdistan’ı terk edin, defolun” sözüydü. Bir Kürt genci bunu olanca öfkesi, bilincinin ve yüreğinin birleşmiş sesiyle söylemesi önemliydi. Bunu şehrin en orta yerinde ve yüzlerine karşı söylemesi niteliksel bir ilerlemedir. Hem de bunu bir çatışma ortamında söylemesi altı çizilmesi gereken bir durumu ifade etmektedir. İkincisi, “Heta Ku… Serok APO Azad Nebe Aşitî Şaşîtîye” sözüydü. Öndeliğin özgürlüğü dışında hiçbir şeyi anlamlı bulmayacak kadar, Önderlikle bütünleşmiş bir halk gerçekliğine işaret ediyordu. Üçüncüsü ise “ Bu son 15 Şubat olsun!” pankartına yansıyan kararlı zafer iradesiydi. Yani Kürdistan halkının bir gün bile daha fazla Önder APO’nun İmralı’da esaret altında bulunmasına tahammülü artık yoktur. Başka da çarpıcı, söz, eylem ve pankartlar vardı. Sanıyorum, bunlar hepsini özetler nitelikteydi.
Yine bu süreçte Amed halkının Lice’de sömürgeci Türk ordusunun Kürdistan Özgürlük gerillasına dönük başlattığı imha operasyonlarına karşı başlattığı kararlı engelleme eylemliliğiydi. Burada da Amed’li gençler “ Bu dağlar bizimdir. Faşist ordu güçleri burayı terkedin” ifadesi de Kürdistan halkının Önder APO ve Kürdistan’ın özgürlüğü için neleri göze aldığı ve bu konudaki ulaştığı kararlılık düzeyini ortaya koymaktadır.
En önemlisi Kürdistan halkı bu eylemlerini Türk devletinin adeta birer açık zindana, karakola dönüştürdüğü şehir merkezlerinde ortaya koyması, Türk devletinin bu topraklardaki varlığının meşru ve kabul edilebilir hiçbir yönünün kalmadığının açık bir göstergesidir. Bunu hem de yıllardır sömürgeci akp devleti tarafından yoğun bir biçimde sürdürülen siyasi soykırım operasyonları ortamında yapması bu konuda ulaştığı sorgulama düzeyini göstermektedir.
15 Şubat uluslararası komplosuna karşı gerçekleştirilen bu eylemlerin diğer bir özelliği de sömürgeci faşist Akp’nin tam bir özel savaş operasyonu biçiminde geliştirdiği oyalama ve aldatma politikasına karşı Kürdistan halkının nasıl bir tutum içinde olduğunun ifadesi olmuştur. Sömürgeci Akp devletinin Başbakanı olan T. Erdoğan’ın ve ekibinin, yanına da Emine Erdoğan’a ekleyerek başlattığı aldatma-oyalama çabaları ve “Erdoğan bu sefer bu işi çözmede kararlıdır” diyerek kendisiyle beraber Kürtleri de aldatmaya çalışan Akp’nin psikolojik savaş operasyonuna malzeme taşıyan tiplerin bütün oyunlarını bozmuştur. AKP’nin oyalama ve ufak-tefek şeylerle avutma yaklaşımlarına karşı, yönünü Akp’ye değil, yönünü kendisine dönerek, “ne kadar serhıldan o kadar barış!”, yönünü dağlara dönerekte, “ne kadar savaş o kadar barış!” demiştir.
Bu eylemliliklerle, uluslar arası komplonun Akp tarafından yeni bir şeymiş gibi sunulan ama özünde güncelleştirilmiş topyekün savaşın bir ifadesi olan entegre stratejisine de ciddi bir darbe indirilmiştir.
Türk metropollerinde özellikle Akp döneminde yoğun bir biçimde ırkçı faşist saldırılarla korkutulup sindirilmeye çalışılan ve Anavatanları Kürdistan’dan koparılmaya çalışılan Kürtler bu yıl yönlerinin Anavatanlarına dönük olduğunu ve kimsenin de kendilerini bundan alıkoyamayacağını eylemsel duruşlarıyla daha çarpıcı bir biçimde göstermişlerdir.
Özellikle Kürdistan gençliğinin bir daha kitlesel bir biçimde sokaklara çıkıp uluslararası komployu protesto etmemesi için Şahin Öner yoldaşımızı alçakça bir yöntemle katletmesine rağmen, Kürt gençliğinin ve halkının daha kitlesel bir biçimde eylemlere katılması Şahin yoldaşın anısına bağlılığın bir gereği olduğu kadar, komploya karşı mücadelesinde ne pahasına olursa olsun her türlü bedeli ödeme pahasına kararlılığını bir kez daha ortaya koymuştur.
Sonuç olarak; Kürdistan halkı uluslararası komplocuları bir kez daha ancak daha fazla katılımla lanetlemiş, sonuna kadar Önder APO’nun özgürlüğünde kararlı olduğunu göstermiştir. Kürdistan’da Türk sömürgecilerinin varlığına artık tahammüllerinin kalmadığını ifade ederek, ulusal birliğinin ve duyarlığını açıkça ortaya koymuştur. Akp’nin tüm hile, dalavere ve oyalama politikalarına pabuç bırakmayacağını dost düşman herkese göstermiştir. Adeta sömürgeci Akp ve onun reklamcılarına “kendin çal kendin oyna” ya da Rıha’ların dediği gibi “sen siye konuş” demişlerdir.
Önümüz bahar ve baharın en yalın ifadesi de NEWROZ’dur. Yani diriliş günü.
Yani özgürlük için Serhıldana kalkma günü.
Yani kendini güneşten ve ateşten yeniden yaratma günü.
Ve üç kibrit çöpü ile zulmü en karanlık yerinde MAZLUMCA tutuşturma günüdür.
Kürdistan halkı, kadınları ve gençleri bu Newroz’u Önder APO’nun özgürlük gününe dönüştürmeyi esas almalıdırlar. Bu sadece bir slogan ve talep düzeyinde kalmamalı. Gerçekleşmesine giden yolu açmalıdır. Eğer “kahrolsun uluslararası komplo ve Önder APO’ya özgürlük” diyorsak, işte önder APO’yu özgürleştirmenin yolu ve imkânı.
İşte 2013 NEWROZ’U!
İşte meydan
İşte yılların serhıldan tecrübesi!
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
26 Şubat günü 11.00 ile 22.00 saatleri arasında 3 kez Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinden bulunan Kuro Jaro, Çiyaye Reş, Dola Şîve ve Gunde Fillah alanlarına yönelik işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından bir bombardıman düzenlenmiştir. Gece geç saatlere kadar süren saldırılar, 23.00 ile 24.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarımızdan Kandil bölgesi sınırları içinde bulunan Sile köyüne ve aynı saatlerde Gare Bölgesi sınırları içinde bulunan Siyane köyüne işgalci TC ordusu tarafından bombardıman gerçekleşmiştir.
- Ayrıntılar
Şu anda vekaleten Silopi belediye başkanlığı görevi yürüten Hüsnü Yıldırım, gerilla güçlerimize ilişkin halk içinde bazı iddia ve söylentiler yaymaktadır.
Bu kişinin iddia ve söylemlerinin gerçekle bir ilgisi olmayıp yalandan ibarettir. Bu kişi, halkımızın iradesini gasp edip gizlice AKP ile anlaşmış ve Silopi halkımız içinde ailecilik ve aşiretçiliği kışkırtarak halkımızın ulusal birliğini bozmaya çalışmaktadır.
- Ayrıntılar
AKP sömürgeci devleti Kürdistan Halk Önder ile görüşmek zorunda kaldı. Şimdi de heyetler gidiyor. Öte yandan linç amacıyla Kürtlere saldırılar yapılıyor. Bu saldırılar 90’lı yıllardan bu yana artarak devam ediyor.
Hatay’da yine ellerinde zulmün simgesi Türk bayraklarıyla Kürtlere linç saldırısı yapıldı. Sinop’ta, Samsun’da yapılan da buydu. Siyasi soykırım operasyonları ve askeri operasyonlar ise devam ediyor. Öte yandan da bazı KCK’li rehineleri bırakmak durumunda kalıyorlar. AKP hem vurur, hem öldürür, hem görüşürüm, ister tutuklar, ister bırakırım, diyor. Kürtler de, bu entegre saldırı konseptine karşı hem direnir hem cevap veririm demeli ve cevap vermelidir.
Çok yönlü bir saldırıyla karşı karşıyayız. Kimden gelirse gelsin, hiçbir saldırıya karşı Kürtler sessiz kalmamalı. Bugüne kadar linçlere yeterince ses çıkarılamadı. Onun için mutlaka saldırılara gecikmeden cevap verilmeli. Unutulmamalıdır ki, cevapsız bırakılan her saldırı, Kürde uzanıpta kırılmayan her el, daha fazla saldırı demektir.
Önder Apo’nun İmralı’da başlatıp yürüttüğü görüşmelere sahip çıkmanın en doğru yolu, direnişi, örgütlülüğü yükseltmek, her türlü saldırıya anında cevap vermektir.
Görüşmek, tartışmak önemlidir, ancak gerçek çözüm… Yani Önder Apo’nun özgürlüğü ve Kürdistan’ın özgürlüğü için daha çok birlik, daha çok örgütlülük ve daha çok serhıldan geliştirilmelidir.
Beklentiye girme zamanı değildir. Unutulmamalıdır ki, sömürgeci AKP’nin zalimleri 2012 yılı boyunca yürütülen destansı bir mücadelenin sonucu olarak Önder Apo ile görüşüyorlar.
Görüşmenin zaferle sonuçlanması ise, daha fazla birlik, daha fazla örgütlülük, daha fazla serhıldan geliştirmekten geçer. Yani ne kadar serhıldan o kadar özgürlük, ne kadar serhıldan o kadar gerçek ve onurlu barıştır.
Herkes Liceli gençlerin, kadınların ve welatparêz’lerin sömürgeci-işgalci Türk ordusuna karşı geliştirdikleri direnişi örnek almalıdır. Bu direnişi selamlıyoruz. Ve bu direnişi hem dağda, hem sokaklarımızda geliştirerek Liceli halkımızın direnişini her alanda yaygınlaştırmalıyız.
Lice halkı dağlarda işgalci Türk ordu birliklerine karşı “defolun gidin, bu dağlar bizim” diyebiliyorsa ve güçlü bir direniş sergileyebiliyorsa, halkımız, gençlerimiz neden Kürdistan şehir-kasabalarında aynısını yapmasın? Neden hala sömürgeci Türk polis sürüleri sokaklarımızda rahat dolaşabiliyor? Neden hala gençlerimizi, çocuklarımızı katledebiliyorlar? İstediğini, istedikleri zamanda evlerinden, işyerlerinden alabiliyorlar?
Şu işe bakın, Kürt şehri Amed’te halen sömürgeci Türk devletinin valisi ve emniyet amiri görevlerinin başında bulunuyor ve koltuklarında oturabiliyorlar. Hem de elleri bu kadar gencimizin kanına bulaştığı halde. Halk imza topluyor, istemediklerini söylüyor, ama onlar hala yerlerinde bulunuyorlar. Hem Amed halkı, hem Şahin’in katilleri aynı havayı teneffüs edemezler. Amed halkı gitmeyeceğine göre, sömürgeci Türk devletinin bu katilleri biran önce Amed’i terk etmelidirler. Eğer imza kampanyasıyla olmuyorsa- ki olmayacağı görülüyor- o zaman halkımız bunların peşini bırakmamalı ve onları çıkarmasını bilmelidir. Hem de halkımızın deyimiyle kuyruklarına teneke bağlayarak….
Amedi Amed’lileler yönetmeli. Amed’liler kendi güvenliğini almalıdırlar. Çünkü: “Özyönetimden yoksun kalmış bir toplum sömürge olmaktan kurtulamayacağı gibi, bunun doğal sonucu olarak asimilasyon ve soykırımla süreç içinde yok olması kaçınılmazdır. Öze yabancı yönetimler iktidarın en zorbaca ve sömürgen biçimini temsil ederler. Dolayısıyla bir toplum için en hayati, ahlaki, bilimsel ve estetik görev özyönetim gücüne erişmektir. Bu görevi başaramayan toplumun ahlaki, bilimsel ve estetik gelişimi mümkün olmadığı gibi, siyasal ve ekonomik kurumlaşma ve gelişmesi de yok olur.” (ÖNDER APO)
Yok olmamak için, kendi topraklarımızda kendimizi yönetmeliyiz. Hem de bin defa daha demokratik.
Herdem Serhıldan
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
25 Şubat Günü akşam saatlerinde Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Bênavê, Xanturê, Gozgorê, Pêzekê, Serêkaniyê Alanların yönelik olarak işgalci TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Alandaki operasyon halen devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Şubat günü tüm gün boyunca Cudi dağına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla yoğun bir bombardıman düzenlenmiştir.
2. 22 Şubat günü tüm gün boyunca aralıklarla Medya Savunma Alanları’nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Küçük Cilo alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Son zamanlarda milliyetçilik tartışmaları tavan yaptı. Milliyetçiliğin ne olduğunun tartışmasının yanı sıra birde nasıl bir milliyetçilik tartışması yapılmaya başlandı. Birde milliyetçiliklere karşı sesler yükseldi. Her zaman olduğu gibi bu sesler cılız kaldı.
Bu tartışmalarda ilginçlikle karşıladığımız bir durum ise sözde bizim milliyetçilik hatta etnik milliyetçilik yaptığımıza ilişkin söylemler üzerine böylesine tartışmaların yürütülmüş olmasıdır.
Öncelikli belirtelim, milliyetçilikle eleştirilmemiz daha doğrusu suçlanmamızı tek kelimeyle esefle karşılıyoruz. Bizi yani gerillayı ya da PKK’yi birçok hususta eleştirebilirsiniz ancak bizlere gelecek en son eleştiri etnik milliyetçilik ya da genel manadaki milliyetçiliktir. Nedeni açıktır? PKK her türlü milliyetçiliğin karşıtı olarak var olmuştur.
PKK’nin ilk kuruluşundan bugüne kadar bu böyle olmuştur. İlk kurucuları arasında çok yoğun bir şekilde Türk ya da Türkmenlerin yine farklı halklardan bireylerin içerisinde yer alması buna örnek gösterilebilecekken, yine ilk günden bugüne kadar her zaman halkların kardeşliğini savunan ve bunun içinde bedel ödemekten geri durmayan bir ideolojik duruşu temsil etmiştir.
Dikkat edilirse PKK hareketinin ilk çıkış yıllarında PKK ideolojisini en çok eleştiren daha doğrusu PKK kadrolarına ve sempatizanlarına saldıranlar kendilerini Kürt milliyetçileri diye gören çevreler olmuştur. Yine kendilerine sosyal ya da sosyalist deseler de bizim tabirimizle sosyal şoven çevreler olmuştur. Sosyalizm halkların kardeşliğine, ortak yaşamına olan inanç iken böyle olan çevreler Kürtlerin doğuştan gelen haklarını Kemalist bakışla ötelemiş, hatta ret etmişlerdir.
Evet, yeniden belirtelim PKK hareketi ilk çıkışından bu yana en çok Kürt milliyetçisi diye bileceğimiz –aslında milliyetçi olamayacak kadar dar düşünen ilkel milliyetçiler-ve de şovenistlerce hedeflenmişlerdir.
İlkel milliyetçilik kavramını literatüre kazandıran Kürt Halk Önderliğiydi. Bu kavramın içeriği ise bugünlerde sıkça ve çokça dile getirilmiş olan etnikçiliğe yakın düşse de tam ifade etmemektedir. İlkel milliyetçilik çok dar çerçevede ailecilik, kabilecilik, aşiretçilik gibi yaklaşımları tanımladığı için ilkel milliyetçilik yapanlar her zaman PKK’yi hedeflemişlerdir.
Bugünlerde TC’nin televizyonlarında sık sık gördüğünüz yüzler zamanında PKK’yi milliyetçi olmamakla itham etmişlerdir. Hatta milliyetçiliğin de ötesinde hedeflemişlerdir.
PKK’yi yeterince Kürt olmamakla suçlayanlar az değildiler.
Buna karşı PKK her zaman halkların kardeşliğini, dinler arası hoşgörüyü, insanlığın esas olduğunu söyleyerek mücadelesini kesintisiz sürdürmüştür.
Haki Karer yoldaşımız Batman’a çalışmalar yürütmek için gittiğinde “bir Türk’e ne kadar güvenilebilinir” diye anti propaganda yapanlar yine bugün o bolca ekranlarda gördüğünüz “bir kedisi olmayan” kişilikler ve onların çevrelerinde dolaşanlardır.
Kemal Pir yoldaşımız Kürdistan’da çalışmalar yürütürken de aynı tezi ileriye sürenler, aynı suçlamaları ve hakaretleri yapanlar ve yağdıranlar yine bu ve benzer kişiliklerdir.
Özcesi PKK ilk günden beri halkların kardeşliğini-milliyetçilik yaklaşımlarından uzak durarak savunmuş- ve bu kardeşliği geliştirmek için de hiçbir fedakarlığı sergilemekten geri durmamıştır.
Denilecek ki PKK sosyalist kimlikle ortaya çıktı bunun için böyleydi. Evet, PKK sosyalist kimlikle ortaya çıktığı ilk günden böyle düşündü, böyle yaşadı ve böyle halklara yaklaştı. Ancak unutulmamalıdır ki yukarıda milliyetçiliği savunanlar hatta bunun gerisinde durarak ilkel milliyetçilik yapanlar en çokta PKK’nin bu halkları kucaklayan sosyalist kimliğine saldırmışlardır. Gerekçelerini de oluştururken PKK içerisinde en ön saflarda yerini alan Türk, Laz, Arap ve başka halklarda gelen yoldaşlarımıza “ne kadar güvenilirler, bunlar Kürt değil” diyerek hedefleyerek yapmışlardır.
Sözü çok uzatmadan; PKK ilk günden başlayarak anti milliyetçi olmuştur. Çünkü milliyetçiliği ilk günden başlayarak kirletici bulmuştur. Ve ilk günden başlayarak milliyetçiliğin bu topraklara yabancı olan bir ideoloji olarak ele alarak yönelmiştir.
Devam edecek…
Şiho Dirlik
- Ayrıntılar
Türkiye’de son zamanlarda herkes adeta “duyarlı olalım” kampanyalarına başlamıştır. Dikkat edilirse itidal, sağduyu, sabır, sükunet, metanet derken insan aklının bin yıllardan süzülerek gelen en kabul görmesi gereken özelikleri herkesten sıralanarak isteniyor. Ve bunlar doğrusu güzel olan özeliklerdir. Yine bunlar doğrusu kabul edilmesi gerekli olan çağrılardır.
Bu sağduyu çağrılarının karşısına ise; baltalayan, sekter, tahrik eden, aceleci, saldırgan ve de kışkırtıcı olan dillerde vardır.
Herkes sağduyu çağrısı yaparken, herkes kışkırtıcılığa karşı da temkinli olunması gerektiğini dile getiriyor.
O zaman haklı olarak bir soru sormak gerekiyor. Kışkırtıcılık, kışkırtan yani kışkırtıcı kişilik nedir?
Sağa sola vurmadan, yani oraya buraya çekmeden olduğu gibi yazmaya başlayalım kışkırtıcılığı ve kışkırtan kişiliği…
Batılılar kışkırtıcılığı provokasyon olarak isimlendiriyorlar. Kışkırtan kişi ise provokatör diyorlar.
Normal seyrinde izleyen, yürüyen, yol alan bir durumu, süreci, çizgiyi seyrinden çıkartma, tahrik etmek, erken doğuma zorlama, bozma, karıştırma, muğlaklaştırma gibi birçok hâli, provokasyon olarak değerlendirmek eksik olsa bile yanlış olmaz. Yine bu keyfiyeti yapan kişi ise provokatör demek yanlış olmaz.
İdeolojik mücadelelerde provokasyonu; boşa çıkarmak, özünden boşaltmak, çizgiyi saptırmak olarak ele alınıyor. Yine tahrik etmek, tuzağa çekmek olarak da alınabiliyor.
Her halükarda provokasyonu –temsil edilen çizgilerin pozisyonları açısından farklı olsa bile-kışkırtmak, tahrik etmek, rayından çıkarmak, erken doğuma zorlamak, sinirlendirmek, germek gibi terimlerle anlatmak dediğimiz gibi çokta yanlış olmaz.
Peki, yukarıdaki yapılan tespitler ışığında bu gün Türkiye’de Türkiye toplumunu, yine Kürt toplumunu hatta başka azınlıkları, farklı inanç guruplarını tahrik eden, farklı tartışmalara çeken, iten, kavgaya sürükleyenler kimlerdir? Yani bir toplumun doğal seyrinde izlemesi gereken yolu izlememesi için, ısrarla sürekli gerili bir ortamı yaşatmaya çalışanlar kimlerdir? Hangi düşüncelerdir? Hangi eğilimlerdir?
Örneğin günlük olarak toplumun belirli kesimlerine hakaret edenler kimlerdir?
Dil açısından adeta günlük olarak insanlara ya da belirli bir çevreye hakaret yağdıran kimlerdir?
Maço kişiliğini adeta topluma Saddam vari bir şekilde erkeksi kaba yönlerini yansıtmakta ısrar eden, iktidar erkenin kimin elinde olduğunu hissettirenler kimlerdir?
Laf ebeliği ile insanlarla alay edenler kimlerdir?
İnsanların sinirlenmeleri için, gerilmeleri için, mutlaka kalkıp bir şeyler yapma zorunda kalmalarını kim tetikliyor?
Kim kadını aşağılıyor?
Kim başka inançlara tepeden bakarak ötekileştiriyor?
Kim başka halkların diliyle alay ediyor?
Kim başka halkların temel doğuştan gelen haklarının gasp edilmesine ısrarla devam ediyor?
Kim hem insanları öldürüyor sonra da kalkıp bu işi devam edeceklerine alenen herkesin önünde dile getiriyor?
Kim halkla dalga geçiyor?
Kim ve kimler halkları bombalıyor ardından da rencide ediyor?
Böyle kimleri, kim’e soruları sorarak soru listesini uzatmak mümkündür.
Dikkat edilirse tarafsız bir şekilde bile olsa bu yukarıda sorulan sorulara verilecek cevaplar nettir. Kişilerin kimler olduğu nettir. Hatta bir anket yapılsa bile bu söylediklerimiz yüzde yüz doğrulanır.
Türkiye’de toplumu en çok geren kişi büyük bir mesafeyle Erdoğan’dır. Bir müddet öncesine kadar İ. N. Şahin adındaki “marangoz hatası” sonucu oluşan kişilikti. Yine Hüseyin Çelik böyle bir kişiliktir. Şimdilerde olmasa bile bir dönem önce Yalçın Akdoğan adındaki şahıstı.
Ve tabii Oktay Vural’ı, Bahçeli’yi de unutmamak gerekir.
CHP saflarında Kamber Genç herhalde bu durumu kimseye kaptırmaz. Eskilerde bu sahanın bir numarası Deniz Baykal’dı. Şimdilerde bir köşede dursa bile gelecekte böyle durmayacağı kesindir. Yine Haluk Koç, Muharrem İnce, Emine Tarhan Ülker böyle kişilere çok benziyorlar.
Kürtler içerisinde iyi bir örnek Mehmet Metiner, İbrahim Güçlü, Orhan Miroğlu, sakin görülse bile Kemal Burkay gibilerini de saymak yanlış olmayacaktır. Başka isimler yok mudur, vardır.
Şimdi dikkat edilirse yukarıda ismi geçen kişilerin ortak yönleri kışkırtıcı olmalarıdır. Söylemleriyle birilerini başka şeyler yapmaya tahrik etmeleridir. Teşvik etmeleridir. Hakaret etme ortak yönleridir.
İşte yukarıda dile getirdiklerimizin tümünü provokatörlük olarak ele almak yerindedir. Ve bunları yapana da provokatör demek yerindedir.
Sözü uzatmadan Türkiye’de kimin provokatör olduğu ortada değil midir?
Bunun için diyoruz ki sağduyu çağrısı yapılacaksa öncelikli olarak herkesin ama herkesin yukarıda isimlerini verdiğimiz çizgilere ve kişiliklere yapması şarttır.
Hayri Engin
- Ayrıntılar