İLK Kurşun sıkılalı bir yıl bile olmamıştı. Kimseler inanmamıştı; ne uğruna mücadele verdikleri halk ne de kurşunu sıktıkları düşman binyılların kölelik zincirlerine sıkılan bu ilk kurşunlara. Düşman tüm hıncıyla 'bir avuç eşkıyadır, üç günde bitiririz, bunlar kılıç artıklarıdır' gibi haberleri sık sık yayınlıyordu. Halk içinde ilk kurşunun klasik bir isyanın tekrarı değil de modern bir gerilla savaşı olduğu anlaşılınca hem şaşkınlık hem de en derinlerde bir umut kıpırtısı belirmişti. Halk için Apocular artık zafer tutkusuyla çarpan bir yürek, bir beyin ve kaleşnikoflarıyla vazgeçilmez tek umut olmuştu.
1985 yılının Haziran ayıydı. Karlar erimiş, coğrafya tüm bereketini sunuyordu. Abbas, Erdal (Mustafa Yöndem), Zeydin, Haşim, Veysi, Kemal, Gürcan, Zozan, Cihan, Azime ve ismini hatırlayamadığım altı yedi arkadaşla beraber Zap'tan Haftanin'e doğru hareket etmek üzere kendi içimizde örgütlendik. O zaman Behdinan alanı şimdiki gibi denetimimizde değildi. Bir de İran-Irak Savaşı'ndan dolayı Irak ordusu her zamankinden daha çok duyarlıydı. Kullanıldığını bildiği bütün yollara pusu atıp top atışı yapıyordu. Bundan dolayı Güney sahası da Kuzey sahası kadar tehlikeliydi ve tedbir gerektiriyordu. Büyük bir gizlilik ve duyarlılık ile grubumuz yola koyuldu. Gittiğimiz yollarda küçücük bir iz bile bırakmamalıydık. İçtiğimiz sigaraların izmaritlerini bile saklıyorduk. Yürüyüş düzenini hiç bozmadan dördüncü günün sonunda stratejik alanlara konumlanmış karakolların arasından sıyrılarak arkadaşlara ulaştık. Haftanin'de 30-35 kişilik bir arkadaş grubu vardı. Birçok arkadaş daha önceden tanışıyordu, fakat uzun süre görüşmemişlerdi. Çay ve sigara eşliğinde birkaç saat hasret giderildi, yemek yenildikten sonra sohbetler yerini dinlenmeye bıraktı.
Haftanin'de yapılan bir dizi toplantı ve planlamadan sonra Agit arkadaşın olduğu alana, yani Besta alanına hareket etmek için yol hazırlıkları yapılmaya başlanmıştı. Yolda uyulması gereken kurallar üzerine tüm arkadaşlara uyarılar yapıldı. Düşman hem hareket üzerinde psikolojik baskı yaratmak hem de hareketi bitirmek umuduyla her gün operasyonlar düzenliyordu. Bu da yol yürüyüşümüzü zorluyordu. Görüntü vermemek için patikalardan çıkarak dik yokuşlara tırmanmaya başladık. Bazen kısa molalar vererek gideceğimiz yönü keşfediyorduk.
Bir seferinde keşif amacıyla giden Zeydin ve Kemal arkadaşlar operasyona çıkan arkadaşları fark etmişlerdi. Abbas arkadaş yürüyüş düzeni ve hareket tarzına ilişkin uyarılarını yaptıktan sonra akşam 8-9 civarında yola çıktık. Daha biz hareket etmeden düşman bizim yerimizi keşfetmişti ve Besta yönünde hareket edeceğimizi anlamıştı ki yollara pusu atmıştı. Grubumuzdan bir arkadaş rahatsız olduğu için zaman zaman kopmalar oluyordu. Arazi ormanın sık, kayaların ise az olduğu bir alandı. Vadinin sonlarına doğru gelmiştik, geçmemiz gereken bir boğaz kalmıştı. Düşman tam oraya pusu atmıştı. Grup hem açlıktan hem de yorgunluktan bitkin düşmüştü. Pusuya yakın bir yerlerde grubumuz bir kez daha koptu. Geride kalan arkadaşların gelmesi için bir arkadaş birkaç sefer ıslık çaldı. Düşman ıslık sesini duymuştu ve pusuya doğru geldiğimizden de emindi artık. Pusunun ilk kolunu çatışmasız geçtik. Düşman bizi tam ortalarına almak için ilk kolda ateş etmemişti. Tam düşmanın çemberine girdiğimizde sağlı sollu, önlü arkalı yaylım ateşine tutulduk. İlk mermi sesini duyar duymaz herkes kendisini yere attı. Yaklaşık yarım saatlik çatışmadan sonra çemberi ancak yarmayı başarabildik. Beş saatlik tempolu yürüyüşün ardından çatışma alanından uzaklaştık. Pusuda Haşim arkadaş şehit düştü, Zozan arkadaştan ise hiç haber alamadık. Diğer arkadaşlar ise sağlam bir şekilde geri çekilmeyi başardı.
Hava aydınlanmaya başlamıştı. Biraz uyuyup dinlenmek için uygun bir yere konumlandık. Erdal arkadaş ile benim gözlerim keskin olduğu için sabah nöbeti için görevlendirildik. Düşman da o gün sabahın erken saatlerinden başlayarak alanın geneline geniş bir operasyon düzenlemeye başlamıştı. Askerleri görünce hemen arkadaşlara haber vermeye gittim. Kaldığımız nokta sık ormanlıklı ve saklanmaya elverişli olduğu için gündüz hareket etmemeye karar verdik. Abbas arkadaş Erdal arkadaşa gülerek; "bir daha Gürcan arkadaşı sabah nöbetine göndermeyelim. Ne zaman göndersek askerlerle karşılaşıyoruz" dedi.
Karanlığın çökmesiyle düşman geri çekildi. Biz de yolumuza devam ederek bir gün sonra Masiro'daki arkadaşlara ulaştık. Arkadaşların içinde oldukça güvenli ve coşkuluyduk. Herkes bir ağacın gölgesine uzanarak dinlenmeye başladı. Noktada olan arkadaşlar ise grup için yemek ve çay yapmakla uğraşıyorlardı. Dinlendikten sonra bir taraftan çay ve sigara içilirken, bir taraftan da sohbet edilmeye başlandı. Bu sırada Erdal arkadaş, askeri parke giymiş, elinde M-16 silahı ve hafiften sakalı çıkmış olan Agit arkadaşı göstererek bizi tanıştırdı.
Farklı alanlardan gelen arkadaşlarla birlikte sayımız yüz elliyi bulmuştu. Bu kadar arkadaşın bir araya toplanması ortama farklı bir atmosfer kazandırıyordu. Arkadaşların moralli olduğu yüzlerinden okunuyordu. Tabii ben de oldukça etkilenmiştim. Çünkü ilk defa bu kadar arkadaşı bir arada görüyordum. Arkadaşların HRK'nin yönetim toplantısı için toplandığını sonradan öğrenmiştik.
Bütün arkadaşlar HRK'nin resmi kıyafetlerini giymişti. Herkeste kızıl yıldızlı bereler vardı. Muhteşem bir görüntüydü. Abbas, Erdal ve Agit arkadaşlar ayrı bir yere oturarak tartışıyorlardı. Toplantı o ana kadar yapılan toplantıların en kapsamlısıydı. Yaklaşık olarak on gün sürmüştü. Toplantının ardından düzenlemeler yapılarak herkes kendi alanına doğru hareket etmeye başladı. Bizim de yedi erkek arkadaş ve bir bayan(Azime) arkadaşla birlikte Hakkari'ye düzenlememiz oldu. Görevimiz daha çok halka toplantı düzenlemek, parti çalışmaları hakkında bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve yardım toplamaktı.
Bize verilen görev temelinde Hakkari'ye gittik. Faraşin, Levine ve Kaşura mıntıkası oldukça geniş ve zozanlık olduğu için her tarafı zomlarla doluydu. Bundan dolayı daha çok zomlarla ilişkilenip toplantı yapıyorduk. Hemen hemen gittiğimiz her yerde Azime arkadaş için; 'bu bayan arkadaşı gönderin, yazıktır, yapamaz' deniliyordu. Tabii bunu Kadın özgürlük mücadelesinden habersiz bir şekilde söylüyorlardı. Ama diğer yandan da gittiğimiz her yerde bütün kadınlar Azime arkadaşın etrafında toplanıyordu. Tek başına hepimizden daha çok etkili oluyordu. Bir de Azime arkadaşı görenler; "eğer bir bayan yapabiliyorsa, o zaman biz de katılmak istiyoruz" diyorlardı. Azime arkadaşın yaşamdaki duruşu ve halkla olan ilişkisi katılımlarda çok etkiliydi.
Daha sonra Irak sahasına çekildik. Oradan da Uludere'ye eylem yapma amacıyla yola koyulduk, fakat yoğun kar yağışından dolayı geri dönmek zorunda kaldık. Abbas arkadaş Gabar'a gitmek üzere düzenlememizi yaptı ve oradan da III. Kongre için Güneybatı’ya geçti. 1985 Aralığı'nda Gabar'a, Agit arkadaşın yanına geçtik. O zamanlar 32 arkadaştık. O süreci Agit arkadaşın yanında geçirme fırsatım olmuştu, böylece O'nu iyice tanıyabilmiştim.
Agit arkadaş, zamanının hemen hemen tümünü arkadaşlarla geçiriyordu. Onlarla tek tek ilgilenerek eğitmeye çalışıyordu. Dünya devrimleri, halkın mevcut konumu, yapılması gerekenler ve militanın nasıl olması gerektiği konularında her zaman sohbet ortamını yaratıyordu. Oldukça mütevazı ve özerk olmayan bir yaşam biçimi vardı. Hepimizde hayranlık uyandırmıştı. Kendimizi O'nun etrafında olmaktan alıkoyamıyorduk. Bu, bize anlatılamayacak, ancak yaşanılabilecek bir güven duygusu yaşatıyordu. Hiçbir zaman örgütsel tedbirlerini ve arkadaşların güvenliğini başkasına bırakmıyordu. Gittiğimiz her yerde bütün nöbet ve tepe yerlerini kendisi keşfeder, konumlanmayı bizzat kendisi yapardı. Hiçbir zaman düzenlemeyi yapıp; 'gidin, bu işi yapın,' demedi. Her zaman düzenlemeyi yapar ve kendisi de en önde yürürdü.
Köylere gittiğimizde de halka nasıl davranmamız gerektiğini ondan öğrendik. Anlatmadan yaparak ve yaşayarak gösterirdi. Agit arkadaş halk içerisinde de müthiş bir hayranlık uyandırmıştı. Tabii tüm bu yeteneklerden düşman da nasibini almaya başlamıştı.
Sürekli alan değiştiriyorduk. Kaldığımız yer çok genişti, onun için bazen Cudi, bazen Gabar, bazen de Eruh'ta kalıyorduk. Artık halk içerisinde Apocular olarak tanınıp dalga dalga yayılıp büyümüştük. Düşman bizim nerede olduğumuza ilişkin herhangi bir duyum aldığında, o gün varolan bütün gücüyle bize yönelirdi. Her an baskın yiyeceklerinin korkusunu taşıdıkları her hallerinden belliydi. Sağa, sola durmadan ateş ederlerdi.
III. Kongre başlamak üzereydi. Agit arkadaşın kongre için Güneybatı’ya geçmesi gerekiyordu. Bunun için acilen Cudi'ye geçtik. Agit arkadaşı geçireceğimiz zaman kuryemiz şehit düştü. Başka kuryemiz de yoktu, onun için tekrardan Gabar'a geri döndük. Gabar'a ulaşınca Agit arkadaş üç kişiyi ayarlayarak Dicle suyunu botlarla ya da lastiklerle geçerek Mardin'e geçmeyi planladı. Orada kurye bir arkadaş vardı, onu alıp gelmemiz gerekiyordu. Su o kadar yükselmişti ki, hiçbir şekilde geçmemiz mümkün değildi. Tekrardan Gabar'a döndük. Agit arkadaşın kongreye gidemeyeceği artık kesinleşmişti. Agit arkadaş; "madem kongreye gidemedik, o zaman eylemler geliştirerek hem Önderliğe destek vermiş oluruz hem de kongredeki arkadaşlar moral alır" dedi.
Agit arkadaş bir eylem planı hazırlayarak yakınımızdaki çete köyüne eylem yapmaya karar verdi. Fakat kimse ölmeyecekti. Cuma günüydü ve herkes camiye gitmişti. Tabii kimse silahını yanına almamış, evde bırakmıştı. İşte tam herkes camideyken köye baskın düzenledik. Bütün köylüleri toplayıp toplantı yaptık. Sonra da tüm silahları toplayarak yanımıza aldık. İkinci eylem olarak da, Zıvınga Şıkake ismindeki çete köyünü hedefledik. Yine hiç kimsenin ölmemesi gerekiyordu. Baskın için köye gittiğimizde herkes bostanlara gitmişti. Akşama doğru döneceklerdi, biz de o zaman yakalayacaktık. Ve toplantı yaptıktan sonra da köyden çıkacaktık. Köylüler dönmeye başladılar, onlara silahlarını bırakmalarını söyledik. Hiçbiri bizi dinlemedi ve ateş açmaya başladılar. Çatışmak zorunda kaldık. 3-4 kişi öldü. Bazılarını sağ yakaladık, sonradan da bıraktık. Birkaç tane de silah ele geçirdik. Agit arkadaş; "bu eylemden sonra düşman kesin operasyona çıkacak. Onları arazide sıkıştırıp vurmalıyız. Hem Newroz'u kutlamış oluruz hem de Mazlum arkadaşın anısına bir eylem yapmış oluruz" dedi.
19 Mart'ı 20'ye bağlayan geceydi. Eğer düşman operasyona çıkarsa tutabileceği iki boğaz vardı. Agit arkadaş grubu ikiye bölerek yarısını bir boğaza, diğer yarısını da diğer boğaza gönderdi. Kendisi de bizim olduğumuz grubun başındaydı. Boğazlar tutuldu. Sabaha doğruydu. Diğer boğazdan silah sesleri geliyordu. Askerler arkadaşların kurduğu pusuya düşmüştü. Buradan dört silah kaldırmıştık. Birçok da eşya. Agit arkadaş; "çabuk arkadaşların yanına gidelim. Askerler o boğazda darbe yerlerse bu boğaza gelemezler" diyordu. Gittiğimizde düşman geri çekilmişti, Meydan denilen noktada 27 Mart'a kadar bekledik. Alanın hemen hemen her yerinde operasyonlar başlamıştı. 27 Mart günü bir grup arkadaş erzak almak için zomlara indi. Bir çuval un, bir kilo çay, beş kilo yağ, beş altı kilo da şeker getirmişlerdi. Erzakımızı aldıktan sonra Cudi'deki arkadaşlarla ortak eylem planları yapmak için Cudi'ye gidecektik. Agit arkadaş üç arkadaşı öncü grup olarak gönderdi. "Eğer operasyon ve pusu olursa geri geleceksiniz yoksa da siz gelmezsiniz, biz geliriz" demişti.
Dürbünle keşfi yaptık, ortalıkta hiçbir şey yoktu. Hepimiz bir araya geldik. Vadiye doğru inmeye başladık. Henüz karanlık basmamıştı. Her arkadaş arasında 15-20 metre vardı. Tam o sırada baktık ki, askerler tam karşımızdaki yamaçtan sıraya dizilmiş gidiyorlardı. Onlar da bizi görmüştü. Fakat hiçbir tepki göstermeden yürüyüp gittiler. Biz yönümüzü değiştirerek farklı bir yere gittik. Akşam saat altıydı. Ateş yaktık. Agit arkadaş; "saat 12 buçuğa kadar buradayız, 1'de de hareket edeceğiz" dedi. O gece ateş yakıp 1'e kadar bekledikten sonra kalkıp harekete geçtik.
Hava açıktı, gökyüzü yıldız kaynıyordu. Kar ayazdan iyice sertleşmişti. Yürürken kar üzerinde ayak izleri gördük. Bazılarımız eskidir, bazılarımız yenidir, diye tartışıyorduk. Agit arkadaş; "Sessiz olun. Eğer askerse bizi görmüştür zaten" dedi. Ondan sonra ne oldu anlayamadım tam ortamıza bomba atıldı. Bir yandan lav silahı atılıyor, bir yandan da tarama yapılıyordu. Agit arkadaşın sesinden son olarak 'herkes geri çekilsin!' sözünü duydum. Büyük bir hızla geri çekildik. Biraz geriye doğru gittikten sonra grup toplandı. Harun arkadaş grubu saydı. Agit arkadaş yoktu, Metin arkadaş yaralanmıştı. Gece ateş yaktığımız yere gittik, Agit arkadaş orada da yoktu. İlk hareket ettiğimiz yere gittik, orda da yoktu...
28 Mart akşamı TRT radyosunda 'Apo'nun sağ kolu Mahsum Korkmaz vuruldu' diye bir haber geçti. İşte o an herkeste büyük bir dalgalanma oldu. Herkesin morali bozuk ve kimseden tek ses bile çıkmıyordu.
Agit arkadaşın şahadeti ile hareket her anlamda çok ciddi darbeler yedi. Düşman bundan cesaret alarak her yerde muazzam bir özel savaşı yürütmeye başladı. Gerilla içerisinde bazı insanlarda kararsızlık ve isteksizlik ilk o zaman belirdi. Agit arkadaş partinin büyük komutanı ve en büyük manevi değerlerindendir. Agit yoldaş Apocu komutanlığın sembolüdür.
Bir Gerilla
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
25 Mart günü saat 12.00'da işgalci TC ordusuna ait skorsky tipi helikopterler Medya Savunma Alanları'nın Haftanin bölgesi sınırları içinde bulunan Kuraniş vadisi üzerinden gerilla alanlarımıza girmeye çalışmış, gerillalarımızın karşılık vermesi üzerine geri çekilmek zorunda kalmıştır.
- Ayrıntılar
Demokrasi kelimesini en sade hali ile yetkilerin paylaşımı olarak ele alabiliriz. Yetkiler tabana yayıldıkça herkesin kendi rengini yansıtma imkanı bulabileceği rejime demokratik rejim de diyebiliriz.
Demokrasi elbette bir devlet biçimi değildir. Demokrasi toplumu yönetmenin bir biçimidir. Bu bağlamda demokrasi toplumla çok yakından alakalı bir kavramdır. Toplumla da alakalı bir kavram olduğu için demokrasi ya da demokratikleşme herkesi ilgilendiriyor. Belki de en çok ezenlerin cephesinde yer alanları ilgilendiriyor demokrasi kavramı.
Kürt halk önderliği 21 Mart 2013 günü Amed’de milyonlara seslenirken: “Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor” diye bir tespit yaptı. Siyaseti biz toplumsal sorunları çözme dili olarak ele alır isek, ya da siyaseti daha geniş ele alarak: “En genel anlamda toplumun kendi kendini organize etmesi ya da kendi kendini yönetmesi sanatı olarak tanımlanabilir. Siyasetin temel bağlamı toplumsal varlıktır. Siyaset, ne tek-tek bireylerin kendi keyfi istem ve iradeleri doğrultusunda toplumu yönlendirmek ve başkalarını idare etmek amacıyla geliştirdikleri mücadele ve işbirliği arayışının, ne de devlet denen kurumlaşmanın bir ürünüdür. Siyaset toplumsal varlık olmanın kaçınılmaz özelliklerinden birisidir. İnsan toplumu çok sesli, çoklu düşünen bir beyin gücü, hayalleri ve istemleri çok çeşitli olan bir varlıktır. Ama öte yandan hayatın tüm alanlarında müşterek ihtiyaçları bulunan, bu müşterek ihtiyaçlarının teminini ancak ortak işbirliği, mücadele ve dayanışma temelinde sağlayabilen ve daha da önemlisi, ortak sosyal dokunun kopmaz bağları ve akıl gücü ile ancak insan olduğunun ayırt ediciliğini ve gücünü kanıtlayabilen bir varlıktır da. İnsanın gücü tek başına onun düşünen ve akıl sahibi bir varlık olmasında değil, bu özelliğini ortaklaştıran ve örgütlü kılan siyasi aklında aranmalıdır. Siyaset, insani boyutta bitebilen bu çoklu beyin gücünü, hayal ve istemlerini müşterek olan amaçlar temelinde ortaklaştırma, ortak söz, karar ve eylem birliğine dönüştürme ihtiyacının bir ürünüdür” dersek o zaman demokratik siyaseti ise biz geniş tabana yayılmış, başkaların rengini kabul eden, başkaların renklerine saygı gösteren, başkaların da toplumsal sahaya kendi renkleriyle katılmasına hoşgörü ile yaklaşıldığı gibi buna teşvik eden bir siyaset biçimi olarak değerlendirmemiz yanlış olmaz.
Yukarıda tarif edilen demokratikleşme ya da demokratik siyaset herkese gerekli midir? Gereklidir. Nedeni açıktır? Türkiye’de yüz yıldır sürgit yürüyen sorunlar vardır. Kürt sorunu en belirgin görülenidir. Ancak Türkiye’de sadece bir Kürt sorunu yoktur. Alevilerin sorunları da diz boyudur. Solcuların sorunları da diz boyudur. Kadınların sorunları belki de en derin olan sorunlardandır. Çeşitli azınlıklar vardır. Ermeniler gibi, Asuriler gibi, Rumlar gibi. İnanç guruplarının sorunları çok fazladır. Ve tabii İslam dinini tamamen özgürce yaşamak isteyenlerin sorunları vardır. Özcesi az buçuk resmi ideoloji karşı durmuş, bu resmi ideolojiyle şöyle ya da böyle bir sorun yaşamış tüm çevrelerin Türkiye’de var olan rejimle sorunları vardır. Çelişiktirler. Barışık değildirler. Bu ise doğalında sürekli, sürgit kavga demektir. Hatta Kürtlerde görüldüğü gibi silahlı kavga ve savaş demektir.
Türkiye’nin bu durumu aşması için demokratikleşmeye acilen ihtiyacı vardır. Bu demokratikleşmenin ilk adımlarından bir tanesi kesinlikle tek elde biriktirilmiş yetkilerin bu yukarıda sıraladığımız ve mağdur edilmiş kesimlere karşı kullanılmasını terk edilmesidir. Her biriktirilen yetki yani erk başkalarından çalınan değerlerdir. Başkalarının sahasına girerek, birilerini mağdur etmedir ki bu da doğalında isyanların kalkış sebepleridir.
Özcesi öncelikli olarak yapılması gerekli olan çeşitli kesimlerden çalınmış olan temel haklarının hızla geri iade edilmesidir. Bunlar yapılmıyorsa bunların geri alınabilmesi için daha güçlü mücadeleler ortaya çıkarabilmek için ortaklaşmadır. Bir araya gelmedir. Büyük ittifaklar kurarak bu baskıcı yapılara karşı durmadır.
Kürt halk önderliği 21 Mart 2013 Amed Newroz’unda: “Kapitalist Moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları; halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin, tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkar eden çabalarını ifade etmektedir. Günümüzde artık tarihe ve kardeşlik hukukuna ters düştüğü iyice açığa çıkan bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış yapmak için hepimizin Ortadoğu'nun temel iki stratejik gücü olarak kendi öz kültür ve uygarlıklarına uygun şekilde demokratik modernitemizi inşa etmeye çağırıyorum” dediği gerçeklik budur.
Ve :”Binlerce yıllık bu büyük medeniyeti farklı ırklarla, dinlerle, mezheplerle kardeşçe ve dostça birlikte yaşayan, birlikte inşa eden Kürtler için Dicle ile Fırat, Sakarya ve Meriç'in kardeşidir. Ağrı ve Cudi Dağı, Kaçkar ve Erciyes'in dostudur. Halay ve Delilo, Horon ve Zeybek'le hısım-akrabadır” diyorsak ve buna inanıyorsak o zaman hepimizin ama hepimizin o zaman Türkiye’nin demokratikleşmesi için eskisinden çok daha geniş ve ilerisinden bir mücadele içerisinde olmamız tarihi bir görev olarak karşımızda durmaktadır.
K. Nurhak
- Ayrıntılar
Tarih 2013 Newrozunda yeni bir çağ değişimini yaşadı. Tüm zamanların en büyük Newrozu Amed’te yaşandı. Newroz tarihsel anlamına 2013 Amed’inde kavuştu. Kürtler bulundukları her yerde tarihin en coşkulu ve kitlesel bayramını kutladı. Amed’te yaklaşık üç milyon insan özgürlük, demokrasi ve kardeşlik dedi. 2013 Newrozunda gerçek bir devrim yaşandı. Bu bir ruh devrimi, duygu devrimi, zihniyet devrimi, kültür devrimi, özgürlük devrimi, demokratik devrim, demokratik birlik ve kardeşlik devrimi oldu. Kürt özgürlük devrimi doruğa çıktı.
Newrozu ve Amed’i bu duruma getiren kuşkusuz Kürt halkının özgür ve demokratik yaşam tutkusuydu. Bu uğurda onbinlerce şehit vererek geliştirdiği kahramanca özgürlük mücadelesiydi. Bu cesur ve fedakâr mücadelenin sonuçları yaşanıyordu. En büyük sonuç ise, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yaptığı tarihi çağrı oldu. 2013 Newrozunu tüm zamanların en büyük Newrozu yapan, yaşayan herkesin ilk kez gördüğü en büyük kitleyi Amed’te toplayan işte bu tarihi çağrıydı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, bir süredir beklenen tarihi çağrısını 21 Mart günü Amed’te toplanan üç milyon insanın tanıklığında Kürtlere, bölge halklarına ve tüm ezilenlere yaptı. Gerçekten de her bakımdan mükemmel hazırlanmış, tarihin derinliklerinden ve toplumların yüreğinden gelen, başta Kürtler olmak üzere tüm ezilenlerin beyinlerine ve yüreklerine hitap eden tarihi bir çağrıydı. Tarihin en kuvvetli Demokratik birlik ve kardeşlik çağrısıydı.
Kürt Halk Önderi, çağrısını, başta Kürtler olmak üzere Ortadoğu’nun ve Ortaasya’nın tüm halklarına yaptı. Başta kadınlar olmak üzere tüm ezilenleri demokratik birlik ve kardeşlik mücadelesine çağırdı. Bunun bir son değil, yeni bir başlangıç olduğunu, mücadelenin bitmediğini, yeni bir mücadele hamlesinin başladığını üzerine basarak vurguladı. Artık silahlı direnişin rolünü oynadığını, demokratik siyasetin esas alınması aşamasına gelindiğini açıkça ifade etti. Silahlar sussun, fikirler konuşsun dedi. Tüm Türkiye toplumunu yeni demokratik siyasal mücadele hamlesine katılmaya ve sorunları demokratik siyaset temelinde çözmeye çağırdı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu çağrısı Kürdistan’da, Türkiye’de ve tüm dünyada büyük yankı yaptı. Amed’te toplanan milyonlar büyük coşku ve sevinçle karşıladı. Yeni bir Kürt referandumu, somut bir doğrudan demokrasi olayı yaşandı. Kürt sorununun demokratik siyasi çözümüne dayalı olarak Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşme sürecine başlaması tüm halklarda ve ezilenlerde büyük bir heyecan yarattı.
Önder Abdullah Öcalan’ın çağrısı tüm ezilen ve demokratik zihniyetli insanlarda büyük bir umut, coşku ve heyecan yaratırken, hiç kimse tarafından da reddedilemedi. En karşıtları bile dikkate almak ve ona göre davranmak zorunda kaldı. Şimdi herkes, tüm dünya bu çağrıyı tartışıyor. Kadınlar, gençler, tüm ezilenler büyük bir umut ve heyecanla çağrıyı anlamak ve gereklerini nasıl pratikleştireceğini belirlemek için çaba harcıyor. İlk kez Amerika ve Avrupa’dan da destek mesajları geliyor. Eğer herkes sözünde durur ve gereğini yerine getirirse Kürt sorununun Ortadoğu düzeyinde çözülme sürecinin başlayabileceği anlaşılıyor.
Bilindiği gibi, yirminci yüzyılın da benzer büyük çağrıları vardı. Yüzyılın başında Lenin’in geliştirdiği sosyalizm çağrısı, yüzyılın ortalarında Ho Shi Ming’in yaptığı bağımsızlık ve özgürlük çağrısı, yine yüzyılın sonuna doğru Humeyni’den gelen İslam devrimi çağrısı kitlelere yön vererek yüzyılın akışını belirledi. Tüm bu çarılar zamanında etkili olsalar da, özgürlük ve demokrasi ilkeleriyle çelişen devletçi paradigmaya sahip olmaları ve sınırlı kesimlere hitap etmeleri nedeniyle alternatif olamayıp kısa sürede etkinliklerini kaybettiler.
21. yüzyılın başında gerçekleşen Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın demokrasi ve kardeşlik çağrısının, yirminci yüzyıl çağrılarından farklı ve çok daha güçlü olduğu gözlenmektedir. Hem paradigma ve hem de hitap ettiği kitleler bakımından farklılık arzetmektedir. Kürt Halk Önderi’nin çağrısı, özgürlük ve eşitlik ilkeleriyle uyumlu demokratik toplum paradigmasına dayanmakta ve ulus, sınıf ve cins ayrımına dayanmayan en geniş ezilen ve dışlanan kitlelere hitap etmektedir. Bu bakımdan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan çağrısını peygamberlik geleneğine dayandırmakta ve bu geleneğin ifade ettiği özgürlük ve adalet çağrısının gerçekleşmesi olarak görmektedir.
Diğer yandan, bu çağrının bir anda ve kayıptan elde edilen kuvvetlerle yapılmadığı, tersine çocukluktan beri gelen bir kişilik duruşuna ve kırk yıllık amansız bir mücadelenin ortaya çıkardığı birikime dayandığı bilinmektedir. Bu mücadele süreci içinde Kürt Halk Önderi sürekli özgürlük ve adalet çağrısı yapmaya, bir özgürlük ve demokrasi sesi olmaya çalışmıştır.
Örneğin, benzer ilk büyük çağrı 17 Mart 1993 günü yapılmıştır. Bu ilk çağrının da Kürtlerde, Türkiye toplumunda ve dünyada benzer bir heyecan ve umut yarattığı bilinmektedir. Fakat 2013 Newroz çağrısına göre çok daha acemi, hazırlıksız ve tedbirsiz olduğu ortadadır. Bu nedenle rantçı-çeteci grubun bilinçli ve planlı saldırıları altında sonuçsuz kalmaktan kendini kurtaramamıştır. Bu durum son yirmi yılın büyük çatışmalarına ve acılarına yol açmış, yirmi yılın kaybedilmesi sonucunu doğurmuştur. Bundan 1993 sürecini sabote eden rantçı-çeteci grubu sorumlu tutmak, 2013 çağrısının başarılı olabilmesi için aynı eğilimin benzer direnişi karşısında bilinçli, örgütlü ve mücadeleci davranmak gereklidir.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1 Eylül 1998 ve 2 Ağustos 1999 tarihlerinde de benzer çağrılar yaptığı bilinmektedir. Her ne kadar bugünkü kadar hazırlıklı ve güçlü olmasalar da, o çağrılar da çözüm üretecek karaktere sahiptiler. Ama şoven-milliyetçi ve gladiocu çevrelerin uluslararası komplo biçimindeki saldırıları ve liberal-demokrat çevrelerin görevlerine sahip çıkmamaları bu çağrıların sonuçsuz kalmasına yol açtı.
O halde, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Newroz 2013’teki bu son demokratik çözüm ve kardeşlik çağrısının başarısı önünde de ciddi tehlikeler vardır. Eğer bu son çağrı, tarihi çağrı başarılı olsun isteniyorsa, o zaman bu tehlikelerin bertaraf edilebilmesi gerekir. Bu da Kürt Halk Önderi’nin ifade ettiği gibi herkese ciddi ve tarihi görevler yüklemektedir. Tarihi çağrının herkesçe doğru anlaşılıp başarılı uygulanmasını istemektedir.
Bu konuda elbette en çok görev PKK’ye ve Kürtlere düşüyor. Çünkü tehlikeleri bertaraf edecek ve görevleri başaracak birinci güç onlardır. Yeni mücadele hamlesi onların kendi özgüçlerine güvenerek ve dayanarak yürütüp başarıya taşıyacakları bir mücadele süreci olacak. PKK’nin ve Kürtlerin bu gerçeği iyi bilmesi, başkalarından beklentili olmadan, yeni dönemin demokratik siyasi mücadele hamlesini de başarıyla yürütme gücünü ve tutumunu göstermesi gerekir.
Bununla birlikte, benzer düzeyde tarihi görev ve sorumluluk Türkiye ve Ortadoğu halklarına ve demokratik güçlerine de yüklenmektedir. Onlar da bunun bilincinde olmak, görev ve sorumluluğu Kürtlere yükleme tutumunu artık aşmak durumundadır. Kürt sorununun demokratik çözüm çağrısı, tümüyle Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleştirilmesi çağrısıdır. Başta Türkiye olmak üzere Ortadoğu’nun tüm demokratik güçleri bu gerçeğin derin bilincinde hareket ederek bu fırsatı değerlendirmeyi ve geçmişte yapamadıklarını bu kez başarıyla yapmayı bilmelidir.
Egemen sömürücü güçlere, devlet ve iktidar sahiplerine, iç ve dıştaki çeteci-rantçı güçlere gelince, onlar da artık halkların, ezilenlerin, Kürt ve Türk gençlerinin kanından beslenmekten vazgeçmelidirler. Bu sorunları kendileri yarattılar. Yirmi yıldır Kürt sorununun çözümünü engellediler. Artık biraz insani davranabilmeli, provokasyon ve saldırıdan vazgeçmelidirler. Yoksa artık tüm Ortadoğu halklarını karşılarında bulup tarihin çöp sepetine atılacaklardır.
Herkes sürecin başarısı için Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın şu sloganını biraz da inanarak haykırabilmelidir: Yaşasın Halkların Kardeşliği!
Selahattin ERDEM
Yeni Özgürpolitika
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Mart gününden beri gece ve gündüz saatlerinde Medya Savunma Alanları'nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Ertuş, Merganiş, Şifrêza ve Erbîş köyleriyle Küçük Cilo alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bombardımanlar düzenlenmektedir.
- Ayrıntılar
Ne demişler, “zamanla gitmeyen zamanlar gider.”
Zamana ayak uyduramayanlara, zamanın ruhuna denk hareket etmeyenlere genelde yaşam gerçeklerinde kopuk diyorlar. Yaşam gerçeklerinde kopuk olanlara ise siyaset dilinden dogmatik diyorlar. Dogmatizmi ise genel manada olay ve olguları gerçekliğinden kopuk ele alma biçimi olarak tanımlıyorlar.
Daha genişçe ele alanlarda vardır elbette:
“İnsanda görünebilen en katı zihniyet türüdür. Bu zihniyet, bağlı olduğu her hangi bir öğretiyi evvel-ahir mutlak doğru ve değişmez kabul eder. Her hangi bir öğretiye körü körüne inanma, onu bilimsel bir kuşkuya ve eleştiriye yer vermeksizin üstün körü savunma, bu zihniyet türünün en belirgin özelliğidir. Genelde ise değişen dünya koşullarına uyum sağlamayan, eski olana çakılıp kalan, bu anlamda bilirli bir takım ilkeleri, tezleri, teori ve ideolojileri mutlak doğru gören, her zaman geçerli olduklarını kabul eden, görüşlerini kesin ve tartışmaya yer vermeyecek tarzda ileri süren tüm tutum ve yaklaşımlar için kullanılan bir sıfattır.”
“Kalıpçılık veya şablonculuk da denir. Olay ve olguları somut koşulların somut tahlili yerine var olan kalıplar ve reçeteler çerçevesinde ele alır.”
“Belirli bir somut konjonktürde belirli insanların belirli bir sorunla başa çıkmak için düşünüp üstünde karara vardıkları bir yöntemi her yerde ve her zaman uygulanacak tek doğru yöntem ilân etmek... “Dogmatizm” budur” diyenlerde vardır.
Özcesi dogmatizmi fena halde yaşamın dışında kalma biçimidir. Yaşamın dışında kalmak demek yaşamın kendisiyle kopuk kalmaktır ki buna yaşam dışılıkta diyebiliriz.
Dogmatik görüş ya da yaşam biçimine göre örneğin onlar “yok” diyorsa yoktur. Dünya yakılsa da onlara göre “yok”sa yoktur. Çünkü yaşama bakışları böyledir.
Böyleleri dünyanın hem en tehlikeli insanları hem de dünyanın en zavallıları olmaktadırlar.
Tehlikelidirler çünkü bu duruşları tümden cehaletin ötesinde bir duruştur. Gerçeği bilmek, onunla uyum içinde olmak demektir. Lakin dünyada kopuk olanlar, “yarım hekim candan, yarım hoca dinden eder” misali olanlar olduğu için her an insanı hem candan hem de dinde edebilirler. Boşuna: “Bilen insanla dost ol, çünkü seni aydınlatır. Bilgisiz insanlarla dost ol çünkü sen onları aydınlatırsın. Bilmediğini bilmeyenlerden hemen uzaklaş çünkü onlar seni aptallaştırır” dememişlerdir. Böylelerinin tehlikeli olmalarının nedeni bu yarı cehalet halidir. Bilenle sorun çıkmaz. Hiç bilmeyenle de sorun çıkmaz. Ancak bilmediği halde bildiğine inanıyorsa ve de üstelik bu bilmeyi de dünya gerçeklerinde uzak biliyorsa, yani zamanın ruhuna göre değil zamanın ruhunun dışında biliyorsa orada çok ciddi bir tehlike var demektir.
Hz. Ali ta 1400 yıl önce boşuna: “Gerçeği insanların ölçüsüyle değil, insanları gerçeğin ölçüsüyle tanı” dememiş ki!
Böyleleri birde zavallıdırlar. Zavallıdırlar çünkü böyleleri dünya döndüğü halde dünyanın dönmediğini ısrarla herkese söylemeye çalışırlar. Başkalarına söylemek belki bu kadar da acınacak bir durum değildir. Böyleleri birde gerçekten de dünyanın dönmediğine inanmış iseler orada gerçekten de tam acınacak durum vardır.
Özcesi dünyada kopuk yaşamanın iki türü vardır, biri çok tehlikeli bir diğeri ise zavallılıktır. Her iki türün de kabul edilecek bir yönü yoktur.
21 Mart 2013 günü hem Kürdistan’ın hem de Türkiye’nin ve belki de bugüne kadar Ortadoğu’da kutlanan en görkemli Newroz kutlaması olmuştur. İşte böyle yarı bilmiş, dünyada kopuk, gerçekleri görmeyen, görmek istemeyen ismindeki devlet yapısı gibi soğuk Devlet ön adlı kişi, “Diyarbakır Nevruz’unu kabul etmiyorum” demiş. Bu sözleriyle de Diyarbakır’daki Newroz olmamış olacak! Kimse orada Newroz kutlamamış olacak! Ve orada milyonlar alanlara akmamış olacak!
Dogmatizm dedikleri gerçeklik işte bu körlüğün ta kendisidir. Gerçeklerden kopuk olan, yaşamla ilişkisi olmayan, adeta o trene bakar misali yaşama bakan gerçekliktir.
Ancak bizler Hz. Ali’nin: “Gerçeği insanların ölçüsüyle değil, insanları gerçeğin ölçüsüyle tanı” diyerek inadına yaşamın gerçeğini göre yaşamaya devam edeceğiz.
Hayri Engin
- Ayrıntılar
Özgürlük saflarına gelenler sıradan yaşayan ve sıradan yaşamak isteyenler değildirler. Büyük arayışları olan ve bu arayışlarını pratikleştirmek isteyen büyük yüreklerin yerleri olarak sistemin dışında ama sistemin karşısında yer alma cesaretini gösterenler dağların doruklarına çıkar.
Dağlar yürek isteyen mekanlardır. Dağlar derken dağlarda yaşanacak zorluklardan bahsedilmiyor, dağlar derken var olan ve yıkılması gerekli olan bir sistemin karşısında durmaktan söz ediliyor.
5000 yıllık iktidarcı bir geleneği yıkmaya kalkıştığınızda orada karşınızda duracak olan yerelde karşı olduğunuz güç tek olmayacaktır, cümle cemaat bu kirli sistemi korumak isteyenlerin tümü, dünyanın öbür ucunda da olsalar size karşı duracak ve sizi boğmak için her şeyi yapmayı planlayacaklardır.
İşte devrimciliğe adım attığınızda-özelde de burası Kürdistan ise-dünyanın tüm zulüm merkezlerine kafa tutmuşsunuzdur demektir. Bu ise zorluk demektir. Bu ise inanılmaz ölçüde baskı demektir. Ve tabii dünyanın her yerinde egemenlerce aforoz edilmek demektir.
Buna karşı söyleyecekleriniz varsa o zaman inadınıza, yüreğinize, beyninize ve ne kadar yaşam emaresi gösteren hücreniz varsa yüklendikçe yükleneceksiniz.
Dağlara Kürdistan’a bu şart altında çıkılıyor. Devrimciliğe bu temelde katılım yapılıyor.
Denilecek ki herkes böyle bir çıkışı ve katılımı yapmıyor...
Herkes gelirken söylediklerimizin tümünü hesaplamaya biliyor. Lakin dağlara gelinmiş ise, az bir şey PKK'nin suyunu içmeye başlamış ise, burada devrimcilik artık öğrenilmeye başlanacak ve bu işin ne kadar zor olduğunu da bilince çıkaracaktır. Çünkü dağlarda yaşamın kendisi yeniden ele alınıyor. İnsanlığın kaybettiği daha doğrusu bir avuç çapulcu tarafında tarihin ilk şafaklarından sonra kaybettirildiği o eşitlikçi, adaletçi ve ortakçı yaşam dağlarda yeniden kuruluyor, yeniden inşa ediliyor.
Bunun için diyoruz ki, dağlar arayışları büyük olanların yeridir. Dağlara sıradan olanlar gelemez. Gelseler bile buralar onlar için değildir. Başkaları gibi ev barkla uğraşmak isteyenler, para pul peşinde koşmak isteyenler, mal mülkü kendilerine dert edenler, bireysel ilişki peşinde koşanlar buralarda uzak dursunlar.
Yok, bunların tümünü elinin tersiyle itenler bir adım öne çıksınlar.
Yeni bir yaşam için yürekleri atanlar bir adım öne çıksınlar.
Özgürlük arayışlarını hayata geçirmek isteyenler bir adım öne çıksınlar.
Hayalleri varsa ve bu hayallere bağlı yaşamak istiyorlarsa ve bu hayallerini haksızlıklara karşı mücadelelerle birleştirmek isteyenler bir adım öne çıksınlar.
Çığlıklarını tüm dünyanın duymasını istiyorlarsa, haykırışları Kürdistan’da ta dünyanın öbür ucuna kadar ulaştırmak istiyorlarsa bir adım öne çıksınlar.
Evet, yürekleri dağların dorukları gibi atanlar, yürekleri şahikalarda atanların tümü bir adım öne çıkıp dağların yolunu tutsunlar.
Çünkü dağlar böyle olanların yeridir. Hayal dünyalarını gerçekleştirmek isteyenlerin yeridir. Romantizmi derinliğine yaşamak isteyenlerin yeridir.
Nihayetinde özgürlüğe inadına aşık olanların yeridir. Dağlarının ve dağlılarının aşkına güvenmenin yeridir.
Ve bunun için diyoruz ki, arayışları yüksek olanlar dağlara hem de dağların zirvelerine…
Dağlara, özgürlüğün ve barışın teminatı için dağlara…
K. Nuda
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
21 Mart günü öğleden sonra saat 14.00 da Medya Savunma Alanları’nın Haftanin bölgesi sınırları içinde bulunan Deriyê Dawetîya alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
20 Mart günü Akşam saat: 17.00'de Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Bozgorê ve Bêzekê köyleri çevresine yönelik işgalci TC ordusu tarafından zırhlı araçlarla bir operasyon başlatmıştır. Alandaki operasyon pusulama şeklinde devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
19 Mart günü saat 15.00'da Medya Savunma Alanları'nın Zap bölgesi sınırları içinde bulunan Çiyaye Reş alanına yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs ve havan toplarıyla bir bombardıman düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar