Basına ve Kamuoyuna!
1. 30 Ağustos günü (bugün) sabah saatlerinde Hakkari’nin (Colemerg) Şemdinli (Şemzinan) ilçesine bağlı Govendê alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Asker sevkiyatlarının sürdüğü operasyon devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Haklarını yemeyelim, bu mücadele tarihinin karşı cephesinde bir de paşaların yeri var tabi.
Ne paşalar gördük, görevi teslim aldığı gün, 2 yıllık ömrüne nice zaferler sığdıracağının coşkusunu içine sığdıramayan. Kendinden öncekilerin kendisini hayretler içerisinde bırakan yenilgilerini hiç mi hiç kendine yakıştıramayan. Kimsenin yapamadığını, başaramadığını gerçekleştirerek tarihe geçecek komutan unvanına sahip olmak için biçilmiş kaftan olduğunu bir türlü aklından çıkaramayan.
Ne paşalar gördük, görev başındayken aslan kesilen, bastıra bastıra tek gücün ordunun olduğunu sayıklamaya bayılan. Her yere saldırarak herkesi potinleri altında ezebileceğine inanan. Asıp kesmeyle karşısındakileri sindirmeyi kendine marifet sayan. Yaptığı teslim ol çağrılarına koşar adım gideceğimizi sanan. Halkı zulüm ve işkence masasına meze yaptığı kurtlar sofrasında içtiği iktidar şarabıyla sarhoş olan.
Ne paşalar gördük, görevinin son aylarında can havliyle sağa sola saldıran. Aynı kaderi paylaşmanın telaşıyla operasyon üzerine operasyon tertipleyen. Son bir şans diyerek yeni oyunlar çeviren. Zamanın daraldığını gördükçe daha da hırçınlaşan. Tarihe geçme şansını yitirme korkusuyla her türlü çılgınlığa soyunan. Artık ne yapacağını bilmez şekilde akıl almaz planlarla askeri fıkralara konu olan. En sonda hezimet ile sonuçlanan girişimlerinde gerillanın pençesinden kurtulmayı büyük bir başarı olduğu heyecanına varan.
Ne paşalar gördük, görevinin sonunda, emekliliğinde süt dökmüş kediye dönen. Yapılamayanın, başarılamayanın öyküsünü yazan. Kader arkadaşlarıyla derneklerde olmazın teorisini yapan. Bir daha kendisinin eline geçmeyecek talihin hiç kimsenin yüzüne gülmemesi için dua eden. Gerilla karşısındaki yenilgisini edebiyatlaştırmaya çalışanlar. PKK savaşçılığının yenilmezliğinin sırrına eren.
Bir paşa var bu aralar; adı da İlker Paşa’ymış. Malum hikayeyi gerçekleştirmeye pek de hevesli. Ne diyelim, kendisi bilir. Biz çocukluğumuzda Amed sokaklarında böyle tiplere “Paşa Paşa” der, devamını getirir dalgamızı geçerdik. Şimdi büyüdük, 30 yıllık Özgürlük mücadelesinin değirmeninde öğütüldük, onbinin üstünde şehidin kanında yıkandık, yaratılan onca değerle tekrardan işlendik.
Bu yüzden diyoruz ki;
İlker Paşa, yanındaki çeteni, bilhassa bu son günlerde görev alan hava kuvvetleri Hasan Komutanını da al yanına, gel buralara. Biz buradayız; Dersim’deyiz, Amed’de, Botan’dayız. Karadeniz, Amanos’lardayız. Kandil’de, Haftanin’de, Zap’tayız. Hoş, yiğitçe savaş nedir bilmezsin ama en azından Büyükanıt Paşan gibi pençemizden kurtulmayı başarabilirsen gururlanır, paşalılığının emeklilik evresinde kullanırsın.
Gel, gel de gerilla, çokça meraklısı olduğun hikayeyi sana da yaşatsın.
- Ayrıntılar
Yönümüzü doğrulttuğumuz coğrafyalarda güneşi kucaklarken ve en mütemadi melodileriyle rüzgâr kendisini bize sunuyorken yolumuz düşmüştü, yamaçlarında mor sümbüllerin genzi yakan kokularının eksilmediği Hakkâri dağlarına. Derin vadilerine baktıkça özgürlüğün daha da farklı anlamların içine sürüklendiği böylesi anlarda hem uzaklardan batan güneşin, hem de başımızın üstünden geçen göçmen turnaların görüntüleriyle yolu kat ederek, gecenin içinden yeni hayatları oluşturan adımların dayandığı eşikteki güne merhaba demek, bu toprak parçasında her zaman bende ayrı bir duygunun işgalcisi olmuştur. Önümde yürüyen arkadaş “bu ileride güzel bir su kaynağı var” deyince, durmanın, soluklanmanın yeri olduğuna ikimizin de hareketlerindeki kifayetsizlik karar verme gücünü göstermişti. O su kaynağının başında soluklanıyor ve kaynağın insanın içini serinleten suyuyla yüzlerimizi yıkıyorken, aklıma çocukluğumda görme fırsatına eriştiğim tablolar gelmişti. Evet, hatırladığım kadarıyla çocukluğumun o sisli hatıralarında; her zaman doğa resimleri ve fotolarının özel bir anlamı olmuş ve bu çalışmalar üzerine gördüğüm her eser, beni kendine âşık etmişti. Fakat burada, yani bu kaynağın başındaki mekânda ve tarih akışının bu anında görmekte olduğum o manzara, ne çocukluğumdaki natüre çalışmalara benziyordu, ne de onlar gibi bende geçici sarhoşluğun oluşmasını sağlıyordu. Hakkâri dağlarının yamaçları, yaylaları, binlerce çeşidiyle çiçekleri ve bir ananın halel gelmemiş emeği kadar berrak olan sularına, her bakışımda, dokunuşumda ve yudumlamada tekrar tekrar âşık oluyordum. İşte burada anlıyordum ki; devrimcilik aynı zamanda, doğanın içine, paylaşıma ve insana âşık olmaktı.
Yamaçlardan aşağı süzülen karlı patikaların kenarlarında isyan edercesine başını gökyüzüne dikmiş berfinlerle konuşarak aşağımızda bulunan köye yaklaştığımızda, bin yılların eskitemediği tarih bütün ihtişamıyla kendini önümüze seriyor ve sanki gösterdikleriyle ya da gösterecekleriyle bize “hoş geldiniz” diyordu. Özellikle köyün yukarısından getirilen su kanalı ve köyün orta yerinde bulunan kilise ilk başta dikkatimi çekiyordu. Su kanalına baktığımda, kocaman dağların arasından süzülen devasa bir yılanı andırıyordu. Bazı yerlerinde her ne kadar tahribatlar olsa da, halen de çok sağlam görünüyordu. Yanımdaki arkadaş bendeki şaşkınlığı anlamış olacak ki, “bu köy çok eski bir köydür. Eski zamanlarda Süryaniler buralarda yaşıyorlarmış, yani bu köyü onlar çok eski zamanlarda inşa etmiş ve yaşamışlar” şeklinde açıklayıcı bir cümle kullanmıştı. Köyün orta yerinde bulunan kiliseye doğru adımlarımı atmaya başladığımda, içimdeki heyecanı zor bela kontrol ediyordum. Daha öncesinde arkadaşların anlatımından çok dinlediğim bu kiliseyi, şimdi kendi gözlerimle ilk defa görüyor olabilmenin bütün coşkusunu damarlarımda hissedebiliyordum. Kilisenin yaklaşık 20 metreye ulaşan yüksekliği ve en üstünde bir incir ağacının bulunması dış görünüşte dikkati çeken noktalardı. Daha sonrasında kilisenin içine girdiğimde, ilk başta coşkum ve heyecanım gördüklerim karşısında hüzne dönüştü. Kilisenin içinde sanki kocaman bir köstebek bütün her yeri delik deşik etmişti. Fakat bu kocaman bir köstebekten ziyade yöre halkının arasında bulunan bazı ucuz maceracıların, kendilerince yürüttükleri hazine avcılığının oluşturduğu çukurlar daha doğrusu yaralardı. Bunları yorumlamaya çalışırken, gözlerimi etrafta usul bir şekilde gezdirmeye başladığımda, kilisenin içinde hiç sütun bulunmadığını fark ettim. Fakat yapıldığı zamana göre bu şekilde inşa edilmiş olmasını bir türlü anlayamadığımdan, yanımdaki arkadaşa “nasıl böyle sütunsuz yapabilmişler?” diye sorduğumda, “tavanı yaparlarken, kesme taşlarını kilitlemişler, yani birden fazla taş ustasıyla aynı anda örmüşler, yani hep beraber yapmışlar. Kilit taşları hem onların orada rahat bir şekilde kalmasını sağlamış, hem de gördüğün gibi beraberce bir tarih oluşturulmasına yardımcı olmuş. Biliyor musun, denildiğine göre burasına …………matta diyorlar.” Dediğinde “nasıl yani bu İsa’nın havarisi olan Matta’dan mı bahsediyorsun?” diye sordum büyük bir şaşkınlıkla, “evet, ondan bahsediliyor” demişti.
Şimdi haberlerde “Diyarbakır cezaevinin kapatılacağını” ve yerine komplekslerin yapılacağını duyduğumda, aklım beni yine Hakkari dağlarına, o eşsiz güzelliklere ve Süryani köyüne götürüyordu. Evet, son dönemlerde birçok tartışmaların yaşandığı Türkiye ortamında, böylesi bir kararın alınmasının tamamıyla tarihi silmenin ve toplumsal hafızanın kaybını oluşturmanın dışında bir anlamı yoktur.
Daha öncesinde bir yerlerde okuduğum bir noktaya değinmek istiyorum. 17 yy’de Rusya’da yaşamış ve hafıza-bellek üzerine büyük araştırmalar yapmış ünlü Doktor Korsakoff, hafızasını kaybetmiş insanların, belleğini kullanamayan insanların herhangi bir ölüden farklı olmadığını söylemiştir. Evet, bugün de yürütülen tartışmalarda, oluşturulmaya çalışılan tek taraflı açılım kumpanyalarında, Diyarbakır işkence kalesinin yıkılmasının kararlaştırılmasının gerçek anlamı, Kürt halkına uygulanan bilinçli ve sistemli işkencelerin, yok etme merkezlerinin izlerini taşıyan tarihi nitelikteki yapıları ortadan kaldırarak, sözüm ona sorunun çözümünü geliştirmek diye bir ezbere mantığın yaklaşımı olmaktadır.
Elbette Kürt halkının bunu kabul etmesi mümkün olamaz. Dünyada farklı örneklerinde görüldüğü(Almanya’daki Nazi kampları) gibi bu ve benzeri yerlerin sembolik olarak ve tarihi gerçekliklerin bundan sonraki kuşaklara aktarılması içinde, ilelebet ayakta kalması gerekmektedir. Kürt halkının bu yöndeki mücadelesi yükselen bir seyirle gelişecektir. Aksi takdirde son günlerde söylenilen söylemlerin arasına bol bol sıkıştırıldığı gibi; “birlik, beraberlik projesinin” salt söylemde kaldığı ve gerçek niyetinin ne olduğu daha net bir şekilde gün yüzüne çıkacaktır. Bunun da bölgede, mevzu bahis edilen barış ve birlikteliğe dayanan bir yaşam ortamını oluşturmayacağı kesin bir olgudur.
Şurası çok açık olmaktadır; bir halkın dününü yok ederek, onun yarınını oluşturamazsınız. Eğer dünle ve yaşanılan tüm geçmişle yüzleşir ve bundan gerçek anlamda ve bütün samimi duygularla sonuç çıkarırsanız, bölge barışa ve istikrara kavuşabilir. Yoksa ünlü Doktor Korsakoff’un da belirttiği gibi hafızalarını kaybetmiş ve belleğini kullanamayan Kürtleri oluşturmaya çalışmanın bir diğer anlamı da, ölü Kürt oluşturmak oluyor. Ki bunu Kürt halkının kabul etmesi kesinlikle söz konusu olamaz. Bir halkın varlığını ve onun iradesini, siyasi örgütlülüğünü bu anlamda da, toplumsal hak ve özgürlüklerini kabul etmek, geçmişini, kültürünü yaşamasına izin vermek, gerçek anlamda bu sorunun çözümüne katkı sunan siyaset ve politika olacaktır. Hem tarihe, hem bugüne ve hem de yarına bunu göstermeyen her yaklaşım, Kürt halkını yok etme, imha etme ve öldürme amacını güden yaklaşımlar olacaktır ki; bu da kendisiyle beraber çatışmaların çoğalmasının dışında her hangi bir şey getirmeyecektir.
- Ayrıntılar
Halkımıza ve Kamuoyuna!
1. 27 Ağustos günü öğlen 11:00-12:00 saatleri arasında Hakkari’ye (Colemerg) bağlı Kato Marinos alanına yönelik olarak TC ordusu tarafından F-16 tipi savaş uçaklarıyla bombardıman yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Ağustos günü Dersim’in Merkez ilçesi, Nazimiye (Nazmiye), Ovacık (Pûlûr), Hozat (Xozad) ve Pülümür (Pilemorî) ilçelerine yönelik olarak TC ordusu tarafından başlatılan operasyon binlerce asker takviye edilerek kapsamı genişletilerek devam etmektedir. Operasyon kapsamında 26 Ağustos gecesi Nazimiye’ye bağlı Bezik ormanları ve Deşt alanı; Ovacık’a bağlı Aliboğazı, Tavuk, Dereköyü, Uluklu Köyü, Kurudere ve Mala Xwedê alanları ile Pülümür Vadisinde yer alan Alacakaya köyü çevresine yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs, havan ve kobra helikopterlerle bombardıman yapılmıştır. Yapılan bombardıman sonucu adı geçen alanların tamamında çıkan yangınlar devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 25 Ağustos gecesi Dersim’in Pülümür (Pilemorî) ilçesine bağlı Şehit Hasan, Bağır, Kızıl ve Ferhat Çayırı alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Yoğun kobra saldırıları ardından hareketli birliklerin yaptıkları pusulamalarla süren operasyon devam etmektedir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
24 Ağustos günü Dersim’e bağlı Hozat (Xozad) ve Çemişgezek (Malkişî) ilçeleri arasında bulunan Aoklo, Kurudere, Hozanlar ve Sarıtarla alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır. Yapılan saldırı sonucu alanda başlayan yangın halen devam etmektedir.
25 Ağustos 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
İki-üç gündür başta Taraf gazetesi olmak üzere, Fetul-Münafıkçı Zaman, Star ile Bugün gazetelerine cevap vereyim mi, vermeyeyim mi diye düşündüm. Kemalizm’in yeşil versiyonuyla neo-ırkçı bir misyonla Kürtleri ve Özgürlük Hareketi’ni karalamaya çalışan malum gazetelerin, CIA ile MİT’in birer medya servisi misyonuyla Kürtlerin soykırımdan geçirilmesinde temel rol oynadıklarını bildiğim için, bunlara cevap vermeyi uygun gördüm.
Sonuçta cevap vermeyi bir ahlaki, insani ve gerilla etiği açısından elzemli bir görev olarak gördüm.
Daha önceden de Ahmet Altan için “Ahmet Altan biakıl, Kürtler bêakıl mı?” diye bir yazı yazmıştım.
Orada Ahmet Altan’ın, kime hizmet ettiğini açıkça yazmıştım.
Yazdıklarımın hakikat olduğu açığa çıkıyor.
Fetul-Münafık’ın Zaman, Star ve Bugün gazeteleri bir konuyu üste üste işlerken, M. Altan makalesini konu yapmış, Taraf gazetesi de bir sürmanşet atmış.
Manşetinde ‘sınırda general gerilla buluşması’ diye bir başlık yer almış.
Başlığı da 3.Ergenekon iddianamesinin ek iddianamesine dayandırarak atmış.
Silopi’ye bağlı Vahset köyünde yaşayan gizli tanık bir çetenin -ilk adım kodlu ve korucu- ifadesine dayandırarak ahkam kesmiş.
Taraf’ın yazdığını göre güya Cemil Bayık arkadaş, Levent Ersöz’le Hezil nehri kenarında üç dakika görüşmüş ve birbirine zarflar vermişler. Bir de görüşme esnasında, Piro arkadaşın da, Cemil Bayık arkadaşın yanında olduğunu duyurmuş, liboş soslu hurafeci Taraf gazetesi.
Sonradan da ikinci defa telsizle görüştüklerini duyurarak, hurafeci yayınını pekiştirmeye çalışmış.
Görüşme yıllarını da, 1999-2000 yılları olarak belirtmiş.
Şimdi gazetecilik açısında bu hurafelere bakalım:
Yalan atılır da, bu kadar atılır.
Attığı yalan, mega yalan.
Bir defa Cemil Bayık arkadaş, 1995 yılından sonra Haftanin bölgesine tek bir adımını atmamış. Manşetine konu ederek iddia ettiği olayın geçtiği yer Haftanin bölgesi olduğu için bunları belirtiyorum.
Piro Arkadaş ise o dönemde Soran alanındaydı. Süleymaniye yakınındaki Karadağ’daydı.
Gazetecilik etiği açısından Taraf gazetesinin birinci yalanı budur.
İkinci yalan ise o dönemde Şırnak tümen komutanı Yavuz Ertürk, jandarma alay komutanı ise Levent Ersöz idi. Levent Ersöz, Yavuz Ertürk’ün denetiminde görev yapıyordu. Yavuz Ertürk, Levent Ersöz’ün komutanıydı. Nasıl oluyor da Yavuz Ertürk, Levent Ersöz’ün yanında yer alıyor? Bir defa bu Türk ordusunun emir-komuta zincirine terstir. Taraf gazetesi bu durumu bildiği halde nasıl yalan ve külliyen köksüz bir habere imza atıyor. Gazetecilik etiği açısından bu durum, ikinci yalandır.
Üçüncü yalan ise, telsizle görüşme yalanıdır. Taraf gazetesinin üçüncü atmasyonuna göre güya ikinci görüşmeyi de Çiyaye Bêxer civarında yapmışlar -Çiyaye Bêxer de Haftanîn bölgesine bağlıdır- Ve sonradan telsizlerinin pil ile kablolarını atmışlar. Taraf gazetesinin bir çetenin söylediği yalanlara dayandırarak yazdığı u bölüm de doğru değildir. Gerilla küçük telsizlerde pil kullanır ama asker kullanmaz. Asker telsizi şarj eder. Kuru aküyü takar telsizine. Gerilla hiçbir zaman küçük telsizin kablosunu atmaz. Kabloyu telsize sabitler. Sadece şarjı biten pili değiştirir. Taraf gazetesi bu bilgileri bilmeden nasıl olur da Fetul-Münafıkçı bir savcının yönlendirmesi ve ısmarlamasıyla hazırlanan sanal bir ifadeyi alarak haber yapar? Haberde ki üçüncü yalan da budur.
Haberde ki dördüncü yalan ise şudur: O dönemde Botan sorumlusu Şehit Adıl arkadaştı. Şehit Adıl arkadaş Haftanin’de kalıyordu. Botan Eyaletini oradan komuta ediyordu. Eğer görüşme olsaydı Cuma arkadaşla değil, Şehit Adıl arkadaşla olurdu.
Ayrıca gerilla ahlaki açısından hiçbir zaman yazmak, söylemek istemememe rağmen, bu haber yüzünden şunu belirtmek zorundayım: Belirtilen dönemde ben kendim Cudi’deydim. Hem de sorumlu düzeydeydim. Haftanin’e de gidip geliyordum. Yönetimde yer almamdan dolayı, olup biten her şeyden haberim vardı. Kaldı ki Cuma arkadaş gibi arkadaşlar oraya gelselerdi, onların güvenliğini de örgütleyip alacak olanlar bizlerdik.
Diğer bir konu da Yavuz Ertürk’ün durumudur. Kürdistan’daki tüm sivil katliamların baş sorumlusudur. Hem Amed’den hem de Botan’dan bu katil generali iyi tanıyorum. Tek bir askeri başarısı yoktur. Tek yaptığı sivil katliamlardır. O dönemde de Serdar Tanış ile Ebubekir Deniz onların öldürülmesinden birinci derecede, Yavuz Ertürk sorumludur. Levent Ersöz’e talimat veren, Yavuz Ertürk idi. Yine Silopi’de TİPİK A.Ş’yi kurup, kaçak petrol ve genel petrolü bu şirket üzerinden pazarlayan ve JİTEM’i finanse eden Ertürk ile Yaşar Büyükanıt’tır.
Hatta o dönemde Şirnex ve Colemerg’de görev yapan tüm askeri ve mülki amirler bu şirkete ortaktılar. Her ay gidip TİPİK A.Ş’den karlarını alıyorlardı. Kürdistan’daki tüm vali ile kaymaklar aybaşında gelip söz konusu şirketten kar payını alırlardı.
Bunların hepsini telsizden dinleyerek açıkça bilen biriyim. Bizim gerilla telsizinden, asker telsizin frekanslarına girerek bunların hepsini dinliyorduk.
O zaman Botan’da Türk ordusunun yaptığı tüm pislikleri takip ederek öğrenen ve bilen bizlerdik.
Eğer Taraf gazetesi bu yazdıklarımı bilmiyorsa nasıl böyle bir haber yapıyor, eğer biliyorsa da yine böyle bir haber yapıyorsa, demek ki farklı amaçlar güdüyor.
Manşetindeki başlık bile üstün ırk anlayışını yansıtan, ırkçı bir başlıktır. Ersöz, Türk olduğu için rütbesi olan general rütbesiyle yansıtılmış. Cuma arkadaş ise manşetin başlığında sade bir gerilla olarak yansıtılmış. Bu başlık bile başlı başına Taraf gazetesinin neme nem bir şoven ve faşist anlayıştaki bir yayın çizgisine sahip olduğunu gösteriyor.
Gazetenin yayın yönetmeni A. Altan olduğu için bu yalan, çirkin, köksüz ve ahlaksız haberin yayınlamasından sorumludur.
Eğer Fetullahçı Zaman - Star - Bugün gazetelerinin sahipleri ve M.Altan ile A.Altan’da zerre kadar vicdan ve azıcık bile insani bir duygu varsa o haberi düzeltir ve Kürt halkı ile PKK’den özür dilerler.
Gazetecilik etiği bunu gerektiriyor.
Bunu yapmazlarsa dünyanın en alçak ve ahlaksız insanıdırlar.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Ağustos günü (bugün) sabah saat 07:00 sıralarında Dersim merkeze bağlı Ronek ve Zel alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Aynı gün akşam güçlerini geri çeken TC ordusuna mensup küçük timler alanda keşif ve pusulama faaliyetleri yürütmektedir
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 23 Ağustos günü (bugün) sabah saat 07:00 sıralarında Dersim merkeze bağlı Ronek ve Zel alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından bir operasyon başlatılmıştır. Kobra tipi helikopterlerin desteğiyle indirmelerin yapıldığı operasyon devam etmektedir.
- Ayrıntılar