Rêber APO
Bir yandan diyeceksiniz; 'en az Kürtler de Türkler kadar bu toprakların sahibidir, onlara da her türlü ulusal ve toplumsal haklar tanınacaktır.' Diğer yandan ise adımız bile yok. İşte şiddeti bu doğurdu. Ve eğer sorumlu tutulacak birileri varsa, herhalde en az sorumlu tutulacak çevre biziz. Biz kimlik istedik, biz demokrasi istedik, biz biraz kültür istedik. İnsan kültürsüz yaşayabilir mi? İnsan demokrasisiz yaşayabilir mi? Adımız bile ortadan kaldırıldıktan sonra peki ne yapmamızı istiyorsunuz? Buna rağmen yine de -çok korktuğumuz için, çok çekindiğimiz için değil- en iyi yaşamın birlikte yaşam olduğunu söylüyorum. Keşke her iki taraftan da bu kadar kan dökülmeseydi de, gerçekten yüreklerimizi her gün parçalayan bu durumlar olmasaydı da, meseleleri geniş bir demokratik platformda tartışarak çözüme bağlasaydık. Kim demokratik platformdan kaçıyor? Ne zaman istenildi de biz gereğini yerine getirmedik? Al bir İrlanda ölçüsü, al bir en kanlı düşmanlar olan Araplar ve İsrail gerçeği! Kürtler ve Türkler tarihi birlikte paylaşmışlar. Gerçekten Kürtler kadar Türklere yardım eden başka bir halk da yoktur. Açın, bütün tarih bunu böyle yazar. Ama bunun karşılığı gerçekten bu tek taraflı hak inkarı olmamalıydı. İşte bundan doğdu bu kan dökülmeler, bu şehitler.
Ben her iki tarafın da insanlarının kendilerine göre şehit olmasına saygıyla bir karşılık veriyorum, ama diyorum ki; 'yeter, bir tek damla kan bile artık dökülmesin!' Eğer Türk yönetimi veya TC'yi bugün yönetenler, işte 'kimliğini sildik, giderek hızla eriyorlar ve yakında bitecekler' kararlılığını sürdüreceklerse, bundan vazgeçmeyeceklerse; bana göre şerefli Kürtler varsa, biraz dillerine, kültürlerine bağlılarsa, atalarından günümüze kadar yüz binlerce insanın kanı dökülmüş, onlara saygının bir gereği olarak herhalde kendi elleriyle boyunlarını uzatmayacaklardır, bu çürümeyi kabul etmeyeceklerdir.
Siz onurunuza, ulusal onurunuza düşkünsünüz ve ben bunu kötülemiyorum. Her ulusun öyle olması gerekir. M. Kemal'in de büyük bir onur temsili olduğunu biliyorum. Bunu da saygıyla karşılıyorum. Peki, ama neden Kürtlerden aynı şeyi esirgiyorsunuz? Yalnız ben söylemiyorum, başlangıçta, cumhuriyetin temelinde Kürtler de var; onların da bir ulusal onuru, bir kimlik onuru olması gerektiğini neden kabul etmiyorsunuz? Kabul edilirse -ki deniliyor, kabul ediliyor- o zaman haydi durduralım bu şiddeti diyorum. Bir saniye bile sürdürmeyelim. Bunu ben istiyorum. Yineliyorum, bu bir korkudan ya da şiddeti geliştirme yeteneğinden uzak olduğumuzdan değil, gerçekten mecbur olduğumuz içindir. Ama bakın, bugün tekrar söylüyorum; şiddeti karşı taraf durdursun, bizim gerçek taleplerimizin ne olduğunu, gerçek kardeşliğin ne olduğunu göstereceğiz. Bu fırsat verilmiyor diyorum. Bu kan bunun içindir, bu anlamsız şiddet bunun için oluyor.
Çok üzülüyoruz, sizler de üzülmelisiniz. Bir an önce durması için neden basın kampanyaları düzenlemiyorsunuz? En temel sorun bu değil mi? Günde bazen 50 asker gidiyor, bazen 50 PKK'li gidiyor. Bunlar en dehşet verici rakamlar değil mi? Neden bunları açmıyoruz? Neden durdurulması için bir kampanya düzenlemiyoruz? Bir mafya kaçakçısı için basın her gün şu kadar manşet atıyor. Nedir onun kıymeti harbiyesi? 10-20-30 asker öldüğünde iki-üç satırla geçiştiriyorsunuz. Bir Türk askeri bu kadar kıymetsiz midir? Neden onun acısı üzerinde durmuyoruz? Neden yeter demiyoruz? Sanırım birinci husus bu.
Süreye ilişkin veya neden buna ihtiyaç duyuldu deniliyorsa; o da bir mecburiyetten ötürü değildir gerçekten. Bizim dikkate almamız gereken çevreler tarafından belki de olumlu yankı bulur diye bir iyi niyetli girişimimiz olarak anlaşılmalıdır. Yani tek taraflı olarak buna mecbur olmamızdan ziyade, bazı olumlulukların gelişebileceğine veya gelişebilmesi gerektiğine ve buna bizim de katkıda bulunmamızın yararlı olacağına dair bazı görüşler ortaya çıktığı için ve bunlar da bize dolaylı olarak yansıdığı için böyle bir adım atılmasını uygun bulduk. Bunu kesinlikle bu temelde açıklayabilirim. Doğru mu, değil mi? Gerçekten gelişmeler olumlu olacak mı, olmayacak mı? Sanırım bunu da önümüzdeki bir iki hafta içinde anlayacağız. Olumlu olursa çok iyi olur, olumlu olmazsa zaten yıllardan beri içinde yaşadığımız bu süreci sürdürmekten başka çaremiz yoktur.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Haziran gecesi 22:00-23:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Avaşin alanında bulunan köylülere ait meralara ve bölgede köylülerin ulaşımını sağladığı köprüye TC ordusuna ait savaş uçakları tarafından hava saldırısı düzenlenmiştir. Yapılan saldırı sonucunda meralarda bulunan çok sayıda hayvan telef olurken, köylülere ait yüksek miktarda maddi zarar meydana gelmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
4 Haziran günü Şırnak’a (Şirnex) bağlı Besta’nın Çekçeko, Axyan, Diryan ve Kanibotkê alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından başlatılan operasyon devam etmektedir.
8 Haziran 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Yeni bir belge ortaya çıktı.
Bir zamanlar Doğan Güreş’in taaak demesiyle, şaaak çeken biri vardı ya.
O’na sarışın derledi.
Uzman çavuş derlerdi.
Bir de Güreş’in yanında komanda elbisesini giyince, nasıl cahil bir Ayşecik şeklini almıştı.
Şekli-şemali askeri olunca Fatihe oldu.
Kürdistan Fatihe’si.
Yaktı, yıktı, katletti, göçertti.
Ne yaptı, ne etti.
Ne Kürtler bitti, ne de Kürdistan.
Ya bitecek, ya bitecek dedi.
Komandone askeri arz-ı endamına rağmen, kendisi helak oldu gitti.
Sarışın Fatihe.
Şimdi de açığa çıkıyor ki, bu şanlı namlı Sarışın Fatihe 1967 yılından beri CIA ajanıymış.
“İstanbul Gülü” kodu ile Yankee ABD’ye hizmet etmiş.
Zaten Yankeelerin görevlendirmesiyle bir anda Başbakan oluvermişti.
Hizb-ul Kontra mı dersiniz, JİTEM mi dersiniz, Özel tim mi dersiniz, Ayşecik, Mehmetçik ne kadar katil ruhlu varsa, hepsini bir bir topladı.
PKK ile Kürtlere karşı savaştırdı.
Fet-ul Münafıkçıları da unutmadı.
Fet-ul Münafıkçı ablacıklar ile ağabeycikleri, Turancı Fatihecikler ile Fatihciklere dönüştürdü.
Sağ tarafına katil ruhluları, sol tarafına ise Fet-ul Münafıkçıları aldı.
Katil ruhlularla askeri cephe, Fet-ul Münafıkçılarla kültürel kırım cephesini açtı.
Dedi ki, ordular ilk hedefiniz Kürdistan ileri!
Dedi ki, ey ablacık ile ağabeycikler ilk hedefiniz Kürdistan ve Kürtleri soykırımdan geçirmek. Haydi ileri!
Ol zaman, git zaman Sarışın Fatihe’nin hikayesi aşina oldu.
Bizim dışımızdakiler için böyle oldu.
Zira bizim için baştan aşinaydı.
Sarışın Fatihe’den biraz sarışın Fatih’e gelelim.
Halkımızın Katil Q…doğan dediği, Azam-ı Vezir’den bahsediyorum.
Heybeden çıkan zatı muhtereme, devletlu neopadişahtan bahsediyorum.
Kürdistan’ın, yeni fatihinden bahsediyorum.
Hani Azam-ı Vezir olmadan önce, icazet almak için gidip kendi kabesi ABD’ye yüz sürmüştü ya.
Süklüm büklüm bir vaziyette yeter ki emredin, ne emrederseniz emredin, amadeyim demişti ya.
O gün bugün derken olu verdi Azam-ı Vezir.
Çıktı Kürdistan seferine.
Oldu Kürdistan Fatihi.
HPG çatışmasızlık sürecine riayet ederken, Azam-ı Vezir savaş diyor. İşgale devam diyor.
Kürtleri kültürel soykırımdan geçiren Fet-ul Münafıkçı ablacıklar ile ağabeycikleri “akıncılar” diyor.
Açıkça Kürdistan’daki hem askeri işgal ve hem de kültürel soykırımı itiraf ediyor.
Askeri işgalin planlayıcıları ile destekçilerinden İsrail Siyonizmi ile olan stratejik birliğini de şu sözlerle Kütahya’daki konuşmasında açıklıyor:
“Biz Türk milletinin çıkarına olan antlaşmalara imza atıyoruz. İsrail ile yaptığımız antlaşma da gizlilik kaydı var. Bu nedenle açıklayamıyoruz” diyor.
Milletlerin çıkarları gizli değildir. Eğer bu antlaşmada Türk milletinin çıkarı varsa açıklasınlar, halkta onları alkışlar. Demek ki, Türk milletinin bu antlaşma da hiç bir çıkarı yok.
Demek ki, bu antlaşma Kürdistan’ın işgal edilmesi ve Kürtlerin soykırımdan geçirilmesi temelinde Türk-İslam Siyonizmi-Türk Irk Rejimi- ile İsrail Siyonizmi arasında imzalanan bir antlaşmadır.
İsrail bunun güvencesini alarak, Katil Q…doğan’ın Azam-ı Vezir olmasına onay vermiştir.
Karşılığında, Serxet ile Bınxet’deki Kürdistan topraklarını, parça parça Türkiye’deki Yahudi şirketleri vasıtasıyla almaktadır. Azam-ı Vezir’in GAP GAP diye avaz avaz bağırdığı projenin özü budur. Özü Kürdistan’ın, İsrail’e satışa çıkarılmasıdır.
İşgalci ve soykırımcı güçler-Türk-İslam Siyonizmi ile İsrail Siyonizmi- deq u dolaplarla Kürdistan’ın işgalini sürdürmek istedikleri için, Katil Q…doğan aralarındaki antlaşmayı açıklamıyor.
Açıklayamıyor, çünkü Azam-ı Vezire verilen bir misyon var.
Bu misyonu veren, İsrail ile ABD’dir.
Çiller’in CIA’daki kodu “İstanbul Gülü” çıktı.
Erdoğan’ın CIA ile MOSSAD’da ki kodu “Kürdistan Fatihi” çıkarsa hiç şaşmayın.
Eğer böyle değilse Azam-ı Vezir’in bu kadar savaşta ısrar etmesinin nedeni nedir acaba?
Eğer böyle değilse Azam-ı Vezir çoktan KCK’nin başlattığı eylemsizlik sürecine olumlu cevap verirdi.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
5 Haziran günü sabah saatlerinde Medya Savunma Alanlarına bağlı Zagros’un Basya ve Herki vadileri ile Xakurkê’nin Şehit Beritan ve Karker alanlarına yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırıları yapılmaya başlanmıştır. Aralıksız bir şekilde 2 gündür süren bu saldırılar halen devam etmektedir.
7 Haziran 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 5 Haziran gece 21:00-22:00 saatleri arasında Medya Savunma Alanlarına bağlı Zap’ın Merwaniş, Şîvê, Dola Zap, Gundê Filla ve Zap Şehitliğine yönelik TC ordusu tarafından hava saldırısı yapılmıştır.
- Ayrıntılar
Yoğun tartışmalar oluyor ama öyle tartışmaların enine boyuna derinliğinden bahsetmek pek de mümkün değil. Hala işin püf noktası yakalanmış değil. M. Ali Birand iyi hatırlar; Önderliğimizle 1988’lerde yaptığı röportajda Önderliğimizin ısrarla gelinen bugünkü noktadakinden çok daha ileri düzeydeki projeleri üzerindeki tartışmaları daha o zaman kendisiyle nasıl yürüttüğünü kendisi iyi bilir. Daha 1988’lerde diyorum. Silahlı olarak mücadelenin yaşandığı ilk yıllar. Daha o günlerde Önderliğimiz sorunun çözümünü açık bir şekilde M. Ali Birand’la tartışmıştı. Çözüm yönündeki adımların nasıl atılması gerektiğini kendisine belirtmişti. Sonraki yıllar Güneri Civaoğlu, Cengiz Çandar ve diğerleri birer birer gidip Önderliğimizle görüştüler, Önderliğimiz ısrarla bugün de tartışılan çözüm önerilerini dile getiriyordu. Bu bahsettiğimiz kişiler birileri adına gidiyorlardı, -halk adına kesinlikle değil- ama neyi tartıyorlardı, biçiyorlardı onu onlar daha iyi bilir. Hesap kitapları da tartışma götürür, ortadadır.
Duymak istemeyen kulak duymaz, görmek istemeyen göz görmez. Devlet bu önerilere yanaşmadı. Bu aydınlar(!) da devletin görüşlerinde karar kıldılar ve PKK karşıtı bir mücadele içerisinde oldular. Bu aydınların daha o zaman şunu bilmeleri ve bir aydın onuru gereği PKK’nin gerçekten bir Türkiye’nin Demokratikleştirilmesi hareketi olduğunu kavramaları gerekiyordu. Neden gerekiyordu diye sorulursa cevabı hiç de zor değil, bu bahsettiğimiz kişiler toplum nezdinde aydın olarak biliniyorlar (değillerse itiraf etsinler, halkı kandırmasınlar, ne için kim için çalıştıklarını belirtsinler) ve bu aydınların da devlet için değil halk, halklar için aydın onuru gereği yerine getirmeleri gereken görevleri vardır da ondan.
Bu nasıl olacak aydınlık görevlerini yerine nasıl getirecekler? Gölge etmeyin yeter de denilebilir bunlara ama yine de bir ihtimal deyip bazı şeyleri belirtmek istiyorum; öncelikle bir bakış açısına kendilerini kavuşturmaları gerekiyor ki; herkesin tarihi fırsat olarak değerlendirdiği tarihi zorunluluk olan bu sürece bu aydınlar da cevap olabilsinler.
Dosya hazırlayanlar, projeler sunanlar boy boy televizyonlarda, gazetelerde. Bir bakış açısından uzak, kendilerince bir mantıkla sürecin dışında da kalmak istemiyorlar. Tartışsınlar, onlar da sürecin dışında kalmasınlar, herkes sorunun çözümü yönünde elinden ne geliyorsa onu yerine getirsin, bu bir kutsal görev ama bu, böyle bakış açısından yoksun bir şekilde olmuyor tabi.
PKK’nin çıkış koşullarına bir bakalım:
Türkiye’nin genç beyinleri, tam bağımsız bir Türkiye ve Kürt ve Türk halklarının kardeşliği için mücadele eden Denizler idam edilmiş, 12 Mart Muhtırası verilmiş, Demokratik Türkiye için var olan dinamikler etkisizleştirilmekte, o dönemki tabirle anarşist ilan edilmekteler. Devlet her tarafı kaosa boğmuş. Ortalığı kasıp kavurmak için istihbaratlar ortalıkta cirit atmakta. Türkiye ona buna peşkeş çekilmekte. Tabii bu duruma dur diyecek kimselerin de çıkmaması düşünülemezdi.
Çubuk barajında böyle bir gidişata dur demek için bir grup devrimci demokrat ortaya çıkacaktı. Türkiye’yi kendi halkına faşizm uygulayarak ona buna peşkeş çekenlerin dışında herkesin sahip çıkması gereken bir grup. Öyle olmadı, askeri, siyasi darbeler üst üste getirilerek toplumun tüm kesimleri teslim alındı. Sosyalizm için, halkların kardeşliği için, halkların refahı için bu grup, Türk ve Kürt aydın gençlerinin öncülüğünde, 1978’de partisini kurdu. Gelişen Maraş katliamına, Çorum katliamına, halkın yurtsever devrimci gençlerinin kıyımına ve ayak sesleri duyulan 12 Eylül’e bir cevaptı bu grup ve partileri.
Çokça bahsedilen, şiddeti de ele alırsak; devlet gül uzatmamıştı ki sen de gül uzatasın.
PKK 15 Ağustos 1984’de silahlı mücadeleye başlamamış olsaydı, adama sorarlar; Kürtler, Kürtlerin yasaklanmış, hatta yok sayılmış hakları kimin gündeminde olacaktı? 10000 yıllık tarihi olan bu halkın 1500 yıllık bugünkü yaşadıkları topraklarda bir etnisite kimliği var.
Bin beş yüz yılın asimile edemediğini elinde bulundurduğun devlet ve kurumları ile (beyaz Türklerle) beyaz terör uygulayarak asimile edeceksin? Tabi birileri çıkar ve dur be arkadaş senin yaptığın yanına kalır mı diye sorar? (arkadaş diyorum tarih boyunca Malazgirt’ten tutalım Çanakkale’ye kadar bu halk sana arka çıkmış, senin yanında olmuş) Göz göre göre otuz milyonluk halkı insanlık arenasından sileceksin, senin hiç mi vicdanın yok, der.
Ki denilen de odur. 15 Ağustos 1984 de budur. Bu halk vardır, siz isteseniz de istemeseniz de vardır demenin adıdır. Önderliğimiz Abdullah Öcalan da, partimiz PKK de bunun ideolojik, siyasi, askeri, kültürel savunma gücüdür. Kürt halkının entelektüel birikimidir. Onlarsız çözüm düşünülemez.
Bugün tarihi fırsat denilen süreç de tüm tarihiliğini 15 Ağustos 1984’e borçludur. Onun Önderliğine, öncü partisine borçludur. Eskiden olduğu gibi “terörist - elebaşı” gibi kavramları kullanarak çözüm paketleri sunmak ucuz bir yaklaşımdan öte bir şey değildir. Onun için öyle terörün başladığı tarih değil de, Türkiye’yi demokratikleştirme mücadelesinin başladığı tarih olarak ele almak, onun Önderliğini de, partisini de Türkiye’yi demokratikleştiren Önder ve Öncü parti olarak ele almak en doğrusu olacaktır. Tabi bunu kabullenmeleri zor olacak, mesele gurur meselesi, kurtarmaları gerekiyor bu demokrat aydın kesimlerin kendilerini bu pis, kaybettiren gururdan. Bir şey doğruysa doğrudur, doğrunun karşısında kimse duramaz. Özeleştiri vermek zor gelmesin kimseye, bu halk bütün çektiği acılara rağmen affedicidir, büyüktür.
Bugün gelinen bu noktada eğer bazıları bazı dosyalar yine hazırlamakta ise; sorunun, Türkiye’deki sorunun en temel sorunun Kürt Sorunu olduğu en üst ağızlardan seslendiriliyorsa PKK’nin yürüttüğü Türkiye’nin demokratikleştirilmesi çabası olduğudur. Hani derler ya; bak şu konuşana. Aslında konuşana değil konuşturana bakmak demek gerekiyor. Türkiye’nin geleceği açısından, Türkiye’nin demokratik bir ülkeye dönüşmesi açısından bu konuşanlardan çok onları konuşturan PKK’nin, onun önderliğinin demokratik bir Türkiye için yürüttüğü olağanüstü entelektüel ve pratik çabalara bakmak gerekiyor. Ve bu biçimi ile ki eğer bu tartışmaları yürütenler söylediklerinde ciddiyseler Önderliğimiz Abdullah Öcalan’ın ve partimiz PKK’nin çözüm önerilerine kulak asmak zorundalar. Ki ancak bu biçimiyle polemiksiz, sağlıklı, hiçbir güce kendini dayandırmadan, hiçbir güçten medet ummadan çözüm projeleri geliştirebilirler.
Biliniyor belki ama yine de tekrarlamak istiyorum;
İlker Başbuğu gibiler gidip Amerikalardan savaş naraları atıyorlar. Kan diyorlar, savaş diyorlar.
Savaş acıdır; kandır, anaların gözyaşıdır, yürek yangınıdır. Ahkam kesenler yeter ki kendilerine ciddi olsunlar, yoksa bu yangını söndürmek zor değil.
- Ayrıntılar
Bütün mücadele, direniş, isyan ve büyük savaşlardan sonra, direk savaşan taraflar bir şekilde ya barışırlar ya görüşmelerde bulunurlar; ya akın kanın durdurulması noktasında girişimlerde bulunurlar ya da bir tarafın tümden imhası veya yenilgisiyle de sonuçlanabilir. Her ne kadar sonuç bu olsa bile, sürecin kendini bu düzeye getirmesi için, on binlerce kişi bu savaşlarda ya şehit düşer ya da ölür.
Ne yazık ki, sözde yazar ve aydın geçinen demokratlar dahi devletin ordularını yere göğe sığdırmakla kalmayıp, kutsal sayarlar ve devlet ordularının geliştirdiği her türlü vahşi saldırıları haklı gösterme çabasında olurlar. Ama sıra halkın savunmasını yapan güçlere geldi mi, onların bir hakkı kalmıyor ve kendisinin ve halkının savunmalarını yaptıklarında da, “terörist” olarak ilan ediyorlar.
Buna karşın Kürt halkı, onlarca defa özgür yaşam için işgalcilere karşı sürekli baş kaldırmış ve dönem dönem sessizlik ve sinme dönemleri olmuşsa da, hiç bir zaman mücadeleden vazgeçmemiş ve köleliliği kabul etmemiştir.
Şimdi Kürt Özgürlük Hareketi, PKK öncülüğünde dört devlet arasında bölüştürülmüş Kürdistan’ın özgürlüğü için otuz yıldır bir mücadele ve direniş içerisindedir. Bizim yürüttüğümüz bu mücadele, bizim verdiğimiz bu bedeller ve bizim barış için attığımız bu adımlar hangi düşman güç karşısında verilmiş olsaydı, bir şekilde bu kadar kan dökülmeden bir çözüm gelişmiş olurdu. Ama senin karşındaki düşman Türk, Fars ve Arap olursa ve iradeleri başkalarının elindeyse ve sömürgeci ve emperyalist güçlere karşı el pençe duruş sergiliyorlarsa, durum çok farklı bir seyir izliyor. Çünkü Türklük, Farslık ve Araplık ne kendi adına savaşabiliyor ne de kendi adına barışabilecek iradeyi gösterebiliyorlar. Halk olarak devlet olarak hiç bir zaman kendi öz iradeleriyle hareket etme becerisini gösteremiyorlar.
Örnek mahiyetin de Türkiye’ye bakarsak, Cumhurbaşkanı Arap, Başbakanı Arnavut ve Genelkurmayı ise Yahudi’dir. Durum bu ise, onlar için binlerce gencin ölmesi, vatanın viran olması, satılığa çıkarılması ve ekonomin çökmesi ile halkın aç kalması önemli değildir. Çünkü kendilerine ait bir şey yoktur. Yine onlar için yüzyıllar boyunca yaşamış halkların birbirini boğazlaması da önemli değildir. Yeter ki efendilerinin çıkarları korunsun, kapitalistler karlarına kar katsın.
Kürt Özgürlük Hareketi Önder Apo öncülüğünde, kalıcı bir çözüm ve kanın durması için ’93 yılından bu yana her türlü adımı attı, her türlü fedakarlığı yaptı ve halen de yapmaya devam ediyor. O zamanda da kan politikası güden ve emperyalizm güdümlü Ergenekon-JÎTEM benzeri oluşumlar, sürece engel oldular. ’99 yılında Önder Apo’nun bunca çaba ve fedakarlığına rağmen, bütün gerilla güçlerimizi sınırların dışına çekmemize rağmen, anlaşıldı ki süreç bir oyundan ibaretmiş ve özgür Kürtlüğü yok etmekten başka amaçlarının olmadığı açığa çıktı. Bugün de Kürt Özgürlük Hareketi tarafından bedel verilmesi göze alınarak, çözüm için ısrarla adımlar atılıyor.
PKK, Kürt ve Kürdistan’ın özgürlüğü ve bağımsızlığı için mücadeleye başlarken, Kürtlük adına hiç bir şey yoktu. Ne isim, ne kimlik, ne dil, ne vatan, ne onur... Her değer ayrı ayrı ayaklar altında çiğnemiş ve bu çiğnenenin de üstü betonlaşmıştı. Bunları bir tarafa bırakalım, Kürtler insan olarak sayılmazdı.
Ama 30 yıllık mücadeleden sonra, az çok herkes Kürtlerin soykırımlarla, asimilasyon politikalarıyla, sürgün ve tehcirlerle bitirilemeyeceğini görmüş ve anlamıştır.
Şimdi yeni ve farklı bir süreç başlamış durumda. Alışık olmadığımız açıklamalar devletin sözde tepesinden yapılıyor. Tabi bu sürece kolay gelinmedi. Öyle kendiliğinden olan bir süreç de olmadı. 2008 yılında işgalci Türk sisteminin elinde tek bir koz kalmıştı. Medya Savunma Alanlarına saldırıp bu işi bitireceğiz diyorlardı. O da denendi ve bir gerekçe daha denenmiş oldu. İşgalci TC sistemi arkasına hemen hemen dünyanın tüm siyasi ve askeri gücünü elinde bulunduran ABD, İran ve İsrail gibi güçleri alarak, hep o övmekle bitiremediği Mehmedok ordusuyla Zap’a girmeye çalıştı, ikinci gün nasıl kendimi kurtarırım telaşına kapıldı ve ancak bir haftada kendini kurtarabildi. Sonrasında Kuzey Kürdistan’daki yerel seçimler de bu durumu daha pekiştirdi. Bir de halkın sürekli serhildan hali, bugünleri yarattı. Yok sayılan bir halk ve bir dil, bir şekilde sistem tarafından amaçları ne olursa olsun kullanmaya mecbur bırakıldı.
Bu süreç nasıl anlaşılmalı ya da nasıl yaklaşmalıyız.
Apocu hareketin, felsefesi ve ideolojisinde kanın dökülmesi yoktur. Eğer 30 yıldır on binlerce asker öldürülmüşse ve buna karşın on binlerce şehit vermişsek, bu mecbur bırakıldığımız içindir. Onun için kanın dökülmemesi için ne gerekiyorsa, hareketimiz tarafından yapılır. Her türlü fedakarlık yapılır ve yapıyoruz. Düşmanın her türlü olumlu açıklama ve girişimlerine değer veririz. Çünkü bizim için önemli olan kanın durmasıdır.
Ama bazı akıllı geçinen aydın ve yazarlar, her şeyi bizden bekliyor. Aylardır çatışmaya girmemek için onlarca şehit veriyoruz, bunu yeterli görmeyip, “silah bırakmazsanız olmaz, sınırların dışına çekilmeniz lazım vb.” tasfiyeci ve hiç de iyi niyetli olmayan çağrılarda bulunuyorlar.
Biz de sistemin öyle kendiliğinden değişeceğini beklemiyoruz. Dokuz adım atmamız gerekiyor ki, sisteme bir adım attıralım. Yalnız kimse kusura bakmasın, ne teslim oluruz, ne onurumuz olan ve halkımızı savunduğumuz silahlarımızı bırakırız. Ha eğer Türk, İran ve Suriye orduları silahlarını bıraksalar ve Kürdistan’daki işgale son vereceklerse, o ayrı bir konu. O da olamayacağı için, bir kere içinde silah bırakma, dağları terk etme vb. ne olursa çözümsüzlüktür. 30 yıl savaştık, bir 30 yıl daha savaşırız. Tabi o zamanda, öyle gelin beraber yaşayalım ya da birbirimizi affedelim de demeyiz. O zaman da beraber yaşama ve karşılıklı affetme de kalmaz.
Kimse bu süreçte, “Acaba gerilla ne yapacak, silah bıraksalar olmaz, bu düşmana güvenilmez öyle bir şey yapmayın vb” kaygıları olmasına gerek yok. Çözüm için iğne ucu kadar bir adımı değerlendiririz, ama İlker Başbuğ’un açıklamasında dediği gibi; bulup imha ederiz filan bêvan sözlere de karnımız tok. Zaten yıllardır yapılanda bu.
Gerilla güçleri olarak, her zamandan daha güçlü ve birlik halindeyiz. Halkımız her zamandan daha güçlü kendini savunuyor. Askeri açıdan teknik ve taktik olarak, sistem ordularını bozguna uğratacak güçteyiz. Katılımlar kesintisiz devam ediyor. Ve biz bu dağlara emziklerle ve gözyaşlarıyla savaşa sürülen Mehmedciklere av olmak için de çıkmamışız.
Onun için, halkımız kaygılanmasın, her baharın bir sonbaharı vardır, her Temmuz’un bir Ağustos’u vardır. Barış için konumlanırız, ama kendimizi koruyup, gerektiğinde bizi yok etmek isteyenleri de yok ederiz. Halkımızın bundan hiç şüphesi olmasın.
- Ayrıntılar
Barışa giden yol her zaman çetrefillidir. Bin yıllardır insanoğlu barıştan ziyade savaşla uğraşır hale getirilmiştir. Komünal yaşama karşı saldırıya geçerek egemenliği eline geçiren eril zihniyet, ortakçı yaşamdan uzaklaşarak aşırı bencil bir yaşam geleneği yaratmıştır. Bu ise çatışkının esas olduğu bir zihniyet yapısını yaratmıştır. Doğru olan uyum iken uyum oportünistlik olarak ele alınmış, uyumsuzluk yani çatışkı ve savaş ise olması gereken olarak puan toplamıştır. Başka bir deyimle güç her şey olmuştur. Gücü elinde bulunduran iktidar olmuş, iktidarı elinde bulunduran ise kendini hükmettirerek düşündüğünü kendi çıkarları temelinde uygulatmıştır ya da uygulatmaya çalışmıştır. Yukarıda dile getirdiğimiz mevcut durum esasen bir sapmayı ifade ediyor. Sapma, bir doğru olarak hatta tek geçerli yöntem olarak bugün benimsenir olmuştur.
Kürt özgürlük mücadelesi bu sapmayı düzeltmek için uzun yıllardır en sert mücadeleye göğüs germeyi göze almıştır. Bu uğurda en seçkin Kürt evlatlarını uyumun yaratılmasının bedeli olarak kaybetmiştir. En zor olan yaşama dağların doruklarında yıllardır tahammül etmektedir. Adeta etini dişine takarak bir yaşam direnci göstererek sapma olanı düzeltmeye çabalıyor. Bu çabasını sürdürmeye devam da edecektir.
Sapılmışlığı düzeltmek dediğimiz gibi ciddi bedel ödemeyi gerektirir. Ve bunun bedeli çok ağır da olsa verilmiştir. Varılması gereken yere ağırlıklı olarak varılmıştır. Sapmanın nerede başladığını herkese göstermiştir. Ve doğru olanın ne olması gerektiğini de herkese göstermiştir. Kürt gerillasının silaha sarılma gerekçesi geçmişte de siyasaldı bugün de siyasaldır. Silah bir siyasal araç olarak rolünü yeterince oynamıştır. Artık silahın yani şiddetin yapacağı çok az şey vardır. Zorunlu olmadıkça silaha başvurulmayacağı da açığa çıkmıştır. Kaldı ki TC’nin tüm baskı, ezme, yok etme girişimleri hep fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Kürdistan coğrafyasında Kürt gerillasını alt etmek mümkün değildir. Bugün PKK’dir, bu başka bir güç de olsa biraz doğru gerillacılık yaparsa bu yine böyle olacaktır. Kürdistan coğrafyasında her türlü gerilla çalışması yenilmezdir.
Bu altın değerinde sonuca ulaşılmışsa yapılması gereken hızla uyumu yaratacak olan adımları atılmasına geçmektir. Uyum için ne kadar bedel gerekiyorsa o bedelde verilmelidir. Kürt özgürlük hareketi uyumu yaratabilmek için tek taraflı olarak çatışkıyı durdurmuştur. Çatışmasızlık kararı alarak silahları pasif konuma getirmiştir. Ve silahların çok devreye girmemesi için çağrı üzerine çağrılar yapmaktadır. Türk ordusu kışlalarından çıkmadıkça silahlar konuşmayacaktır, Türk ordusu gerillaya saldırmadıkça gerilla saldırmayacaktır.
Şunu hemen belirtelim; Kürt gerillası uyumu yaratma çalışmasında üzerine düşeni yapacaktır. Ancak uyumu sağlayacak tek güç gerilla değildir. Gerilla kendi cephesinde aktif rol oynayabilir. Bir katalizör olabilir. Ancak katalizörler doğru materyal olmadıkça bir yere kadar rol oynayabilir, ilerisine götüremeyebilir. Örneğin benzin de çok aşırı kurşun varsa bunu arındırmak katalizör için çok zor olabilir. İşte o zaman yapılması gerekenin eğer kurşunsuz benzin kullanmak istiyorsak ona uygun maddenin olması gerekir.
Bugün Türkiye’de uyumu yaratmak için her türden maddenin olduğunu söylemek zordur. Çok değerli aydınlar görüş sunuyorlar. Yol gösteriyorlar. Kimisi bizi eleştiriyor, belki kimisi haklıdır da. Kimisi haksız da olabilir. Bunlar kıyamet sorunlar değildir. Yeter ki uyumu yaratacak beyin çalışması yapılsın. Tarihi fırsat deniliyor. O zaman tarihi fırsatlara denk bir çalışma içerisinde olmak insanım diyen herkesin görevi olmalıdır. Ve kaldı ki böylesine süreçleri aşmak için hazır reçeteler yoktur. Çok sayıda düşünce, öneri, görüş her zaman olacaktır. Bazıları ayrıksı da olabilir. Benimsenmeyebilir de. Ancak her konuyu enine boyuna tartışmaya açık olmak böylesine zorlu süreçleri aşmaya destek sunacaktır.
Gerilla cephesi bunu yapıyor. Belki daha fazlasını da yapacaktır. Ancak temel bazı hususlarda hassasiyetini koruyor ve koruyacaktır. Gerilla olmak siyasal bir tercih olarak seçilen bir yoldu. Ve bu yolun halen gerekçeleri vardır. Öyle kızarak dağa çıkan, daralmış, yol bulamamış ve kandırılmış gibi havalara kapılarak yorumlara gitmek sadece ve sadece rencide edecektir ki bu hiçbir zaman tarihi fırsata destek sunmayacaktır. Diğer önemli bir hassasiyet adeta dikkate almayan, tanımayan, yokmuş gibi yaklaşan durumlar olacaktır. Bugün gerilla Kürt halkının bağrına yerleşmiş en kutsal yapılanmadır. Siz Kürdistan’da gerilla olmuşsanız bu halkın yüreğinin-evinizdeki değeriniz ne olursa olsun-derinliklerine direk nüfus etmiş olursunuz. Bu gerillaya katılan bireylerle bağlantılı bir durum değildir. Bu gerillanın Kürdistan’da yarattığı Kürt ulusal dirilişi ile bağlantılı bir durumdur. Gerilla yeni bir kültür yaratmıştır. O da kimseye boyun eğmeyerek kendine güvenme kültürüdür. Bugün bu kültür 5 yaşındaki Kürt çocuklarına dahi aşılanmıştır. Pısırık olandan korkusuz bir yapılanma yaratılmıştır. Ve bu güzel de olmuştur. İşte bunun için gerilla demek Kürt halkın ruhu demektir. Bu ruhu görmeden yaklaşım göstermek ciddi yanılgılara götürür.
Sonuç olarak; gerilla sürece katkılarını sunmaya devam edecektir. Kendi yanlışlarını tartışmaya da açık olacaktır. Uyumu yakalamak için birçok kırmızıçizgisini de aşabilecektir. Ancak tarihi bir sürecin sadece bir tarafın yürütebileceğini sanmak çok büyük bir gaflet olacaktır. Bunun içinde bu sürece gelmeyen güçleri bu uyum sürecine çağırmak herkesin görevi olmalıdır. Sadece çağırmak değil sürece katmak temel bir hedef olmalıdır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
2 Haziran gecesi saat 22:00’den başlayıp sabah 08:00’a kadar Medya Savunma Alanlarına bağlı Xakurkê’nin Musolokê Köyü ve Karker Tepesine yönelik olarak TC ordusu tarafından obüs ve havan saldırısı yapılmıştır.
3 Haziran 2009
HPG Basın-İrtibat Merkezi
- Ayrıntılar