İnsan içine doğduğu toplumla var oluyor. Çoğu zaman toplum olmadan insanın var olamayacağı, var olsa bile bizim kullandığımız manada insan olamayacağı söyleniyor. İnsan bu bağlamda sadece biyolojik bir varlık olarak ele alınmıyor. İnsan derken toplumsallık bir varlık olarak ele alınması söz konusudur.
Bugün içine doğduğumuz çağda halen Kürtler tanınmıyor. Başka bir deyimle Kürtlerin toplumsallığı kabul edilmiyor. Kürtler kendi toplumsal varlıklarını kabul ettirebilmek için tam 40 yıldır direniş halindedirler. Toplumsallığını kabul ettirmek için verilen bedeller oldukça ağır da olmuştur. Belki de bu toplumsallığı köklü bir şekilde kabul ettirmek için daha büyük bedeller de ödenebilir. Bunun nedeni açıktır; toplumsallığın tanınmıyorsa, kabul görmüyorsa orada bir ret ve inkar vardır. İnkarın ve ret olduğu yerde ise fiziki ve kültürel yok oluş süreci devrededir demektir.
Eğer bugün Kürdistan’da yüksek bir sesle kültürel soykırım diye haykırıyorsak bunun nedeni bu gerçekliktir. Kürtlerin toplumsallığı bilinçli bir şekilde kabul edilmiyor, ret ediliyor, inkar ediliyor. Ve bununla da hedeflenen uzun vadeye yayılmış bir yok etme yani imha sürecidir. Buna kimimiz asimilasyon diyoruz, kimimiz de kültürel soykırım diyoruz. Kürt halk önderliği kaleme aldığı bir çalışmasında: “Kültürel Soykırım Kıskacında Kürtleri Savunmak” başlığını kullanıyor. Gerçekten de Kürt toplumsallığını ısrarla ret etmek özü itibariyle Kürtler için tehlike çanlarının çalması demektir.
Kürt toplumsallığına en büyük saldırı ise bilinçli bir şekilde geliştirilen, geliştirilmek istenen bireycilikle yapıldığını unutmamız gerekiyor.
Bireycilik bilindiği gibi kapitalizmin bir hastalığı daha doğrusu kapitalist modernitenin bilinçli bir şekilde tüm insan toplumsallığını dağıtmak için özenle geliştirdiği, ahlaki ve politik değerlerden uzak yaşam biçimidir.
“Toplumsal ahlakın çok zayıfladığı ve kapitalizmin özellikle postmodern aşamasında içine girdiği ‘gemisini kurtaran kaptandır’ ilkesinin egemen olduğu aşamasında, toplumsal değer yargılarıyla bağlarını kopartmış kimliği ifade eden insanlık durumu tam bir bireycilik hali olmaktadır. Bireycilikte bireyin kendi toplumuyla ilişkisi topluma saldırı durumu olmaktadır. Bu durum bir bencil olarak sadece tüketmekle yetinme hali değildir. Bencilik sadece kendini düşünme gerçekliği olduğundan, kendi çıkarı için toplum ve diğer toplumsal katmanlarla sürekli çatışır halde olmayı yaratır.”
Dikkat edecek olursak, insanlığın şafak vaktinde bugüne gelmesinde en önemli rol toplumsallığın oynadığı roldür. Toplumsallık insanlığı bugüne getiren temel güç olmuştur. İnsanlığın en temel değerleri olarak her zaman ahlak örnek gösterilir. Dayanışma yine öyle. Ortaklaşma keza. Yardımlaşma. Birbirini düşünme. Birbirini koruma, savunma, ortak değerler uğruna birlikte yaşama vb. yine tüm dinlerin verdikleri mesajlar da hep toplumsallığın güçlendirmesine dönük mesajlar olmuştur.
Ne zaman toplumsallığı kutsayan mesajlar azalır, ağırlıkta yıkım anlarında yani ahlaki çöküşlerin yaşandığı anlarda. Ahlaki çöküşlerin yaşandığı anlar en büyük vurgunların yapıldığı an’lar olarak da bilinir. Hırsızlık, fuhuş, pazarlama, yıkma, çalma, yalan-dolan, savaşlar gibi durumlar dikkat edilirse en çokta ahlaki çöküş anlarında rağbet bulur.
Bunun için öncelikli olarak ahlaka vurmak gerekir. Yani öncelikli olarak toplumsallığa vurmak gerekiyor. Toplumsallığa vurmanın en etkili silahı da yukarıda ifade etmeye çalıştığımız bireycilikle yapılır.
“Bireycilik, birey ve bireyselliğin toplumsal değerlerden adeta intikam alırcasına tam bir toplum karşıtlığına dönüşmesi durumunu yaşamasıdır. Bunun için bireyciliğe kapitalizmin insan tipi demek yerindedir. Bu insanda toplumun tüm ahlaki değerlerine saldırmak temel bir davranıştır. Her şey ama her şey –kendisi de dahil- bu kişiliğin alım-satım malzemesidir. Günübirlik yaşam felsefesi içinde olmak ve tarihsel değer yargılara yabancılık, bu insan tipinin en belirgin özelliği olmaktadır. Toplumsal kolektivizme gelmeyen bireycilik, insanlar arası ilişkilerde çıkarcı olduğundan saldırgandır.”
Saldırganlığını kendi çıkarları için inanılmaz ölçüde savunmasıyla bağlantılıdır. Bir bit’i için yakmayacağı döşek ya da yorgan yoktur. Kendi çıkarı için satmayacağı değer de yoktur.
“Bireycilik, bireyin toplumda göstermesi gereken sorumluluk ve yaratıcılığı gösteremez. Bu gerçeklik, toplumu ören temel ilke olarak ahlaka saldırmak demektir. Sürekli kendi çıkarını esas alan insanın karşısındaki insanları düşünmemesi gerekir. Bunun için de karşıdakini kendisi gibi bir insan olarak ele almamak, kendisinden faydalandığı ve kendisi için kullanabildiği kadar yakınlık duymak, bireycilikle ortaya çıkan önemli bir anti-sosyal ilişki olmaktadır. Bu yaklaşımda insanın insana güven duyması gerçekleşmez. Toplumsal ilişkilerde ören ve kuran değil çözen ve yıkan ilişkiler üzerinden toplumda yeni ilişki ağları gerçekleştirir. Toplumdaki dayanışma, yardımlaşma, kolektivizm gibi temel insani ilişkiler en anlamsız ilişkilere dönüştürülünce, kendini kurtarmak, kendini kurtarınca da birçok insanı batırmak temel 'insani' özellikler biçiminde yeni bir sapkın yaşamın doğrusu haline getirilir.”
Kürt halk önderliği: “Kapitalist modernite dönemi, bireycilik ve tekelciliğin azami geliştirilmesi sonucunda ahlâki ve politik toplumun en işlevsiz halini yaşadığı dönemdir. Azami iktidar olarak ulus-devlet, politik karakterini azami ölçüde yitirmiş toplumdur. Ulus-devlet böylesi bir toplumu doğurur. Hatta ortada toplum diye bir şey kalmaz. Toplum ulus-devlet ve küreselleşen şirketler içinde âdeta eritilmiştir. Michel Foucault bu noktada toplumun savunulmasını özgürlüğün temeli olarak görür. Toplumun yitirilmesini (aşırı bireycilik ve tekeller tarafından, modernitenin ta kendisi olarak) sadece özgürlüğün değil insanın da yitirilmesi olarak değerlendirir” demektedir.
Hayri Engin