HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

tutuklamaHDP Heyeti’nin 29 Kasım’da İmralı’ya gidip Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşme yapması ardından “çözüm süreci” tartışmaları yeniden yoğunlaştı. Gerçi Hükümet sözcüleri “çözüm süreci” kavramını dillerinden düşürmüyorlardı, fakat pratikleri buna ters olduğu için pek inandırıcı olamıyorlardı. Ama HDP Heyeti İmralı’ya gidip de açık bir uyarı ve somut bir “Çözüm Projesi” ile dönünce herkes sürecin ciddiyetine ve yeni bir çabanın varlığına inandı.

Şimdi artık çözüm sürecinde yeni bir çıkış ve yeni bir proje var. Bu kesin! Fakat bu çıkışın da ne kadar sonuç verici olup olamayacağı pek belli değil. Çünkü AKP Hükümeti bu tür çabaları hep oyalama ve iktidarını güçlendirme tutumuyla karşılıyor. Sürekli iç politikanın ve seçim kazanmanın aracı yapıyor. Aslında şimdi de sürece böyle yaklaşıyor. “çözüm sürecini” aslında bir “seçim süreci” olarak ele alıyor. Ve bu temelde 2015 genel seçimlerini kazanmayı hedefliyor. Bu da ikinci kesinlik oluyor.

30 Ekim tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısının “imha ve tasfiye” kararı ardından gösterilen sert tutumda biraz yumuşama başlayınca ve AKP sözcüleri HDP Heyeti ile görüşmeleri yeniden gündemleştirince, bu tutum AKP’nin seçim sürecini başlatması olarak yorumlanmıştı. Dolayısıyla AKP “çözüm süreci” deyince, bunun “seçim süreci” olarak anlaşılması gerektiği tespiti yapılmıştı. Aslında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bu yeni girişimi söz konusu durumu ortadan kaldırmıyor. Tersine AKP’nin “çözüm sürecini” yeni bir “seçim süreci” olarak ele alma yaklaşımına karşı yeni bir siyasal hamle oluyor. AKP’nin seçim süreci yaklaşımını gerçek bir “çözüm sürecine” dönüştürmeyi hedefliyor. Bakalım başarılı olabilecek mi?

Kuşkusuz başarılı olabilmesi için bazı şartların gerçekleşmesine ihtiyaç var. Peki nedir bu şartlar? Birincisi, bu çabayı tüm demokratik güçlerin sahiplenmesi ve örgütlü bir ortak çalışma içinde olması gerekir. Çünkü AKP’nin hileli ve sadece kendi çıkarını öngören yaklaşımını yalnızca Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ve bazı çevrelerin çabaları boşa çıkaramaz ve süreci gerçek anlamda bir çözüm süreci haline getiremez. Bunu ancak tüm demokratik güçlerin ortak çabası sağlayabilir.

İkincisi, tüm demokratik güçlerin Kürt Halk Önderi’nin bu “çözüm süreci” çabasını doğru anlaması gerekir. Yani bunu yaklaşan genel seçim öncesinde AKP’ye karşı yöneltilmiş bir siyasal mücadele olarak görmesi ve bu temelde yaklaşıp mücadele görevlerine sahip çıkması gerekir. “Çözüm süreci” çalışmalarını seçim öncesinin yoğunlaşmış bir siyasal mücadelesi olarak ele almayan yaklaşımlar kesinlikle doğru değildir ve demokratik siyasete zarar verir. Bu noktada süreci mücadelesiz ele almak ile onu küçümsemek iki temel yanlış anlayıştır ve ikisi de aynı kapıya çıkar. 

Üçüncüsü ve bunların tamamlayanı olarak, tüm demokratik güçlerin kendi görevlerine sahip çıkmaları ve başarıyla yerine getirmeleri gerekir. Nedir bu görevler? Kuşkusuz tüm devrimci-demokratik güçlere düşen, AKP iktidarına karşı çok yoğun bir siyasal mücadele yürütmektir. Başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm halk kesimlerinin hak, adalet, ekmek, özgürlük ve demokrasi mücadelelerini seçim sürecinde en etkili yöntemlerle ve çok güçlü bir biçimde geliştirmeleri zorunludur. Bu öyle olmalıdır ki, AKP’nin tüm kirli çamaşırlarını ortaya dökmeli ve toplumda yeni bir yönetimin gerekli olduğu bilincini ve inancını kesinleştirmelidir. 

Bununla birlikte demokratik siyasete düşen diğer bir görev ise, 2015 genel seçiminde barajı aşarak ülke yönetiminde söz sahibi olacak bir meclis grubuna ulaşmaktır. Bunun gerektirdiği propaganda, örgütlenme ve ittifak çalışmasını yürütmektir. Aslında iç ve dış koşullar bunun için son derece uygundur ve büyük imkanlar sunmaktadır. Eğer başta HDP olmak üzere tüm demokratik siyasal güçler gerçekten sorumlu davranır ve yaratıcı yöntemlerle aktif bir çalışma içinde olurlarsa söz konusu görevlerin başarılması kesindir.

Demek ki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın öngördüğü yeni “çözüm süreci” statik değil, dinamik bir süreçtir, aktif bir siyasal mücadele sürecidir. Öyle masa başında tartışma ve anlaşmalarla gerçekleşen değil, mücadele meydanlarında kazanılacak olan bir süreçtir. 30 Ekim MGK kararı ardından AKP’nin geliştirmeye çalıştığı seçim sürecine karşı geliştirilen bir demokratik seçim mücadelesi olmaktadır. AKP’nin seçim hamlesine karşı demokratik seçim hamlesi olma özelliği taşımaktadır.

Selahattin Erdem

Kaynak: Yeni Özgür Politika Gazetesi