HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Bazı zamanlar hayatlarımızda önemli gün ve anlar var olmuştur genelde. Benim de hayatımın önemli günlerinden bazılarını, hep altı rakamları oluşturmuştur. Örneğin ilk protesto eylemlerini acemice geliştirmeye çalıştığım dönemlerde, 6 Kasım benim için önemli olmaktaydı. YÖK’e karşı giriştiğimiz yüklü sloganlarımızda, hep yöksüz bir dünya istiyorduk. Ve Kasım’ın 6’sında kampus bahçelerinde ve kantinlerde, kurulu olana ya da bunu bize yutturmaya çalışanlara isyan ediyorduk. Sonrasında bu isyan duygusunun verdiği bir rahatlıkla, hakkaniyetin hâkim olduğu yolları kendimize seçmeye başlıyorduk.
Bu dönemler birçoğunuza tanıdıktır, yani yabancısı değilsinizdir. Hayatımıza isyan ve protestolar girince, ilk elden doğruyu ve güzeli aramaya koyuluruz. Onlara doğru bir yolculuk bütün düşüncelerimizi, hatta ruhumuzu sarmaya başlar. Bunlara da çok fazla karşı koyamayız. Çünkü ancak bu yollarda ilerleyebildikçe güzelin ve doğrunun, ab-ı hayatında kendimizi pak eyleyeceğimize yönelik yürek dolusu bir inancı, yerleştiririz göğüs kafesimizin sol köşesine.
Mücadele eşiğini aşmaya başladığım bu dönemlerde, hayatıma giren ikinci önemli 6 ise Mayıs ayına düşmüştü. Aslında sonraki dönemlerde daha çok direniş ve öfke düşecekti bu Mayıs’a… Fakat benim bilincimde gelişen ve Mayıs’ı sorgulatan, bunun ötesinde sistem denilen o acımasız çarkın tarihini, bugününü ve yarınını, belli fikirlerin istikametinde yorumlamaya çalışmam olmuştu. Sonrasında nereden elime geçtiğini tam hatırlayamadığım bir kitapta Gülünün Solduğu Akşam’ların olduğunu da öğrenmiştim Mayıs’ta… Belki de yiğidin, kardeşliğin ve türkünün adı olmuştu Deniz, Hüseyin ve Yusuf…
Sonrasında isyanın ötesine, yani engin bir denize ulaşmayı hedef belledim. Bu hedefi felsefe edinmiş bir gerilla olarak, şimdi memleketin ahvaline bakıyorum, Mayıs’ın mayasında mıdır? Diye düşünüyorum. Bu kadarını nasıl barındırır kendinde. Feodal örgüler tarafından kalıplandırılan bir toplum nosyonu, batısında yer altına doluşturulan bombalar, doğusunda ise omuz hizasında kollara yapıştırılan bayrağın yanında yazılan “geçici köy korucusu” sisteminde katledilen 44 insan…
Ve basında HC’nin yaptığı röportajlar, yani K. Irak notları. KCK Başkanlığının yaptığı açıklamalar ve çağrılar var. Önemli bir noktada “akil adamlar”a değiniliyor. Aslında çözümün güzergâhı çok net bir şekilde anlatılıyor, ortaya konuluyor. Nedense bazı akilsız adamlar orasından, burasından anlama çabalarında canhıraş bir efor harcamakta ısrar ediyorlar. (İ. Berkant gibileri) herhangi bir olgu da ya da bir sorunda çözümün ortak paydalarda gelişebileceğini hiç mi düşünemiyorlar? Hele hele Kürt sorunu gibi yüzyıllara yayılmış ve bu coğrafyanın kangrenleşmiş sorununa böylesi bir yüzeyselliğin getirisi ne olabilir? Diye fikir üretemiyorlar ya da plaza aydıncılığında menfaat güdüyorlar…
Bu altıncı gününde gündemde bunlar var bu yörelerin ve ben artık Mayıs’ın daha derinliklerinde hissediyorum “halkların kardeşliğinin” bir slogan olmadığını,  bunun bu coğrafya’da birlikte yaşamın besmelesi olduğunu da biliyorum. Fakat bunun yol göstericileri ve savaşçıları olmak gerektiğine yönelik sarsılmaz inancımda, bedenimin nabzı olmakta.
Burada ben türkü gibi geceye nakşişleyen yiğitlere ve doğruluk ile güzelliğin ab-ı hayatına adananlara sesleniyorum; zamanı kendini öğüten bir ritüel olarak görmüyorsanız, isyan etmeye başlayın bir yerlerinden altı’ların… otuz sekinci yılındayız ve Zap’a köprü yapanların anılarına sahip çıkabilmek için, bu tepeden tırnağa değin kardeş ve genç bedenlerin kanıyla sulanmış düzene daha güçlü protesto edin. Unutmayın! Biz pir sultan abdal’ların torunlarıyız ve deniz’lerin, İbo’ların, Haki’lerin, Kemal’lerin devranı takipçisiyiz… Böylesi bir tarihi kültürün hâkimiyetinin olduğu bu memlekette “bir olması gereken canlarız” ve ölümün bile ensemizde olduğu zamanlarda “yaşasın halkların kardeşliği” diye haykırmalı ve onu bir yaşam uğraşısı haline getirmeliyiz… Ancak böyle Gülümüz Solmayacak Mayıs’larda…

toprak cemgil