HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Özel Savaş Taktiklerine Prim Vermeyiz

Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, gündemi Yeni Özgür Politika gazetesine değerlendirdi.

Kendi cephenizden son 9 yılının önemli aşamalarıyla birlikte özetlemenizi rica etmeden önce karşısında nasıl bir hükümet var ve ne yapmak istedi?

Türk devlet sisteminde geliştirilen iktidarlaşmanın niteliğini ve amacını çok kısa bir biçimde koymamızda yarar var: Ekim 2014’te kaleme alınan 'Çöktürme Planı’nı uygulamak üzere 2015’te altyapısı döşenen ama esas olarak 15 Temmuz 2016’da kontrollü bir biçimde yaşanan darbe senaryosu sonrasında şekillenen ve günümüze kadar devam eden iktidar, normal bir iktidar değildir. Devlet içinde yer alan sağ ve sol kanatlardan ulusalcı-milliyetçi-ırkçı damarların bir araya gelip ittifak kurması sonucu oluşan bir iktidardır. Toplumsal karşılığı olan Erdoğan’ın koordinesinde bir araya gelmiş olan AKP, MHP, Ergenekon ve Kızıl Elmacı kesimlerin katılımı ve desteğiyle oluşan bu hükümet biçimi, 1940’lardan bu yana kurulan hiçbir hükümete benzemeyen, özel savaşın bütün yöntemlerini de kullanan bir savaş hükümeti ve iktidarıdır.

İDEOLOJİK EKSENİ İTTİHAT TERAKKİ’DİR

Temel görevi, Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde Kürtlerin yer almasını önleme, statü kazanmamasını sağlama ve Misak-ı Milli sınırlarını işgal ederek Türkiye’nin bir bölgesel güç haline gelmesidir. Esasta Kürt halkının soykırımına dayanan, Türkiye’nin büyümesini hedefleyen gizli bir stratejiye sahip bir savaş iktidarıdır. Bu amaç için bir araya gelmiş yapılardan oluşan soykırımcı faşist bir rejimdir. İdeolojik ekseni Kemalizm değil, İttihat-Terakki çizgisidir.  Bu zihniyet yapısına dayanan hükümet, ordu, polis faşist-ırkçı bir sistemi kalıcılaştırmayı hedeflemektedir. Sistemini siyasi, sosyal, eğitim, ekonomik, diplomatik, vs. bütün açılardan savaşa göre şekillendirmeyi önüne koyan bir hükümettir.

9 YILDIR YAPMAK İSTEDİĞİ

Bu açıdan son 9 yılda Kürdistan’da geliştirilen savaş, diğer yıllarda yaşanan savaşa benzemeyen, daha kapsamlı, topyekun, devletin bütün gücüyle yürüttüğü bir savaş olarak yaşanıyor. Türk iktidarı, Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumunu pazarlama dahil her şeyini ortaya koyarak, uluslararası güçlerin arasında oynayıp desteğini almaya çalışarak bu savaşı mutlaka kazanmak istedi. Somut amacı Kuzey’de PKK’yi yenmek ve bitirmek; PKK’nin Medya Savunma Alanları’ndaki tüm komuta merkezlerini dağıtmak, Medya Savunma Alanları’nı ortadan kaldırmak, Şengal ve Maxmur Kampı gibi yerleri tasfiye etmek, Rojava Devrimi’ni, Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi'ni tümden tasfiye ve oraları işgal etmektir. Esas olarak Türk devleti, her bakımdan kendisini hazırlayarak dört parçada Apocu hareketi tasfiye temelinde bütün Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmayı öncelikli bir hedef olarak önüne koymuştur. 9 yıldır bunun için tüm gücünü ortaya koyarak topyekun bir savaşı yürütüyor.

Türk tarafı, 'güney sınırı' boyunca 30-40 kilometre derinlikte 'güvenlik koridoru' oluşturmaktan söz ediyor. Türk Savunma Bakanı Yaşar Güler, “Bu yaz çemberi tamamlayacağız”; Türk Cumhurbaşkanı da 13 Temmuz'da “Kuzey Irak'taki Pençe Harekat Bölgesi'nde çok yakında kilidi kapatıyoruz” dedi. “Çemberi tamamlamak” ve “Kilidi kapatmak” dediklerinin, coğrafi olarak ve savaştaki ifadesi nedir, gerçekten böyle bir aşamadalar mı?

Türk devlet yetkilileri, her ne kadar 30-40 kilometrelik bir 'tampon bölge'den bahsetseler de esas amaçları ilk etapta Qendîl (Kandil) dahil bütün Medya Savunma Alanları’ndaki güçlerimizi imha etmek, oralarda işgalı sağlamak ve sonrasında Misak-ı Milli sınırlarını kontrol ve denetim altına almaktır. 40 kilometre ile Garê’yi kastediyorlar. Henüz böyle bir şey yoktur. Şu anda Türk ordusunun Heftanîn’de ortalama olarak sınırdan 8 kilometre içeriye doğru işgali söz konusudur. Yine Metina’da 20 kilometreye yakın bir alanı şu anda işgal etmek istiyor, ancak mevcut durumda orada savaş devam ediyor ve işgal amacına henüz ulaşabilmiş değiller. Zap’ın batısında savaş ve büyük bir direniş var. Zap’ın doğusunda ise Kurêjahro’ya kadar uzanan hattı işgal etmişlerdir. Bunun sınırdan mesafesi 20 kilometre civarındadır. Xakurkê’de de işgal alanları parçalıdır. Bir kol biçiminde içeriye doğru ilerleme yapılmıştır. Lelîkan alanına kadar Türk devletinin bir işgali vardır ama aynı alanda gerilla da vardır. Burada da ilerleme mesafesi, 20 kilometreye kadardır. Xinêre alanı ise işgal edilemedi. Bu yıl belli bir kademe ilerleme yaptı ama Xinêre hala gerillanın denetimi altındadır. Kilidi kapatmak söylemleriyle eğer bu kimi yerlerde 8, kimi yerlerde 20 kilometre civarı olan işgal edilmiş alanları kast ediyorlarsa, bu alanlarda üç ayrı yerde savaş devam ediyor. Yani Metîna’da, Batı Zap’ta ve Xinêre-Xakurkê hattında gerilla vardır. Çemberi tamamlama, kilidi kapatma gibi şeyler henüz gerçekleşmiş değildir. Erdoğan, 13 Temmuz’da bir nevi önüne hedef koydu ve muhtemelen planları da öyleydi ama Türk ordusu bu hedefi gerçekleştiremedi. Gerçeklik budur.

Düşmanın gücü ve destekleri ile gerillanın zorluğunu göz önünde bulundurarak mevcut durumu nasıl tanımlıyorsunuz ve ileriye projeksiyon tuttuğunuzda Kürdistan halkına, Kürdistan Özgürlük Mücadelesine inananlara neler söyleyebilirsiniz?

Bugün bölgemiz Ortadoğu, adeta kaynamaktadır. Bölgedeki 3. Dünya Savaşı, tırmanış halindedir ve giderek bunun daha da gelişeceği görülmektedir. Küresel hegemonik güçler, bu savaşla birlikte bölgeye yeniden bir dizayn vermek istiyor. Açıkça görülen husus budur.

Kürdistan üzerindeki sömürgeci güçler, başta mevcut AKP-MHP-Ergenekon rejiminin bütün çabası, bölgede gelişebilecek yeni dizaynda Kürt halkının yer almaması, statüsüzlüğe mahkum edilmesidir; bu da soykırıma tabi tutulması demektir. Şimdi bütün çabalarını bu yönlü yoğunlaştırmaktadırlar. Bu dönemde en çok ihtiyaç duyulan şey, örgütlü toplum ve birliktir. Kürdistan’da ulusal demokratik birliğe, bölgede halklar arasında demokratik-sol-sosyalist güçlerin birliğine çok fazla ihtiyaç vardır. Böyle bir dönemde KDP’nin Türkiye’deki soykırımcı-faşist rejimin yanında yer alması bir handikap olsa da mücadelenin geldiği düzey, halkımızın belli bir bilinç ve örgütlülük durumu da söz konusudur. Dolayısıyla her türlü parçalayıcı engeli aşarak, devrimci bir mücadele hattını oluşturmamızın koşulları daha fazla vardır. Bölgede acımasız bir biçimde katliamlarla gelişen bu savaş, beraberinde köklü birtakım değişiklikleri de sağlayacaktır. Bu sürecin bazı tehlikeli yanları olabileceği gibi avantajları ve fırsatları daha fazla olacaktır. Biz bölge halkları adına, bölgeyi karanlıklara sürüklemek isteyen güçlere karşı, güçlü bir devrimci demokratik direniş hattını geliştirebilmeliyiz.

ÖNDER APO’NUN ELİNİ GÜÇLENDİRMEMİZ GEREKİR

Bu konuda gelişmelerin yoğunlaştığı ve daha çok üzerinde etki yarattığı zemin Kürdistan’dır. Mevcut durumda en ciddi sorun, Önder Apo’nun üzerindeki tecrit ve işkence sisteminin hala devam ediyor olmasıdır. Buna karşı geliştirilen kampanyalar ve çeşitli biçimlerdeki ulusal ve uluslararası düzeydeki mücadele değerli olmakla birlikte, Önder Apo’nun İmralı’da yükselttiği mücadele karşısında çok zayıf kalmaktadır. Bu konuda sorumluluklarımıza yeterli düzeyde sahip çıktığımızı iddia edemeyiz. Bizim pozisyonumuz Önderlik karşısında öz eleştiri pozisyonudur. Biz özeleştiriyi de daha fazla doğru çizgide pratiğe yüklenerek geliştirebiliriz. Hem Hareket olarak hem halk olarak Önder Apo gerçeğine daha fazla cevap olmamız, yükünü hafifletmemiz, elini güçlendirmemiz en temel görevimiz durumundadır. Buna yüklendiğimiz ve bu konuda başarı sağladığımız oranda, ülke ve bölge çapındaki gelişmelere de cevap olmayı başarmış olacağız.

DEMOKRATİK ÇÖZÜME EVET, ÖZEL SAVAŞ TAKTİKLERİNE HAYIR

AKP-MHP iktidarının son dönemde gündemleştirdiği tartışmalar vardır. Sanki yeni bir süreç varmış gibi kendi kendilerine tartışıyorlar ama bize, yani Kürt tarafına şimdiye kadar yansıyan herhangi bir şey yoktur. Hareket olarak demokratik çözüm sürecine karşı değiliz. Bu kadar tecrübeden sonra sıradan özel savaş taktikleri kapsamındaki algı oluşturma politikalarına da prim verecek değiliz. Elbette koşullar değişmiştir, eskinin tekrarı olamaz. Bu doğrudur. Eskiden ciddiyet ve samimiyet yoktu. Türk devleti bir taraftan Önderliğimiz ile görüşmeleri sürdürüyor, “çözümü geliştireceğiz” diyordu, diğer taraftan da 'Çöktürme Planı’nı karar altına alarak savaşa hazırlık yapıyordu. Son tahlilde, tartışmalar sonucu ulaşılan ortak mutabakat reddedildi. Dolmabahçe Sarayı’nda okunan mutabakattan sonra Nisan'da Önder Apo, PKK Kongresi’nin toplanması ve bu sürecin nihayete erdirilmesi çağrısını yapacaktı. Buna hazırlanırken bizzat Tayip Erdoğan tarafından mutabakat inkar ve reddedilerek tecrit ve savaş dayatıldı. Gerçeği budur. Şimdi de bir taraftan sanki yeni bir şey varmış gibi konuşuluyor, diğer taraftan sopa gösteriliyor, tehditler yapılıyor. Biz mücadelemizi yürütüyoruz ve kimseye muhtaç değiliz.

KİMSE YANLIŞ HESAP YAPMAMALI

Ayrıca kimi tartışmalarda ifade edilen “biz PKK’yi kendi sınırlarımız içerisinde zayıflatmışız, hatta bitirmişiz. Sadece Irak ve Suriye’de var” gibi söylemler de gerçeği ifade etmiyor, manipülatiftir. Bizim stratejik düşünerek Kuzey Kürdistan’da bilinçli bir biçimde belli bir esnemeyi geliştiren yaklaşımımızı, zayıflama olarak görenler, yarın ne kadar büyük yanıldıklarını görecektir. Genelde bizim gücümüz 10 yıl öncesinden daha güçlüdür. Kuzey’de belki gerilla hareketi bakımından belli bir azaltma yapılmıştır ama bu konuda kimse kendini aldatmamalı. Bizim güçlü zeminimiz, potansiyelimiz ve çekirdek mevzilenmemiz vardır. Türk devleti, 4-5 yıldır bizi Kuzey’de bitirdiğini söylüyor; bu büyük bir yalandır. Temel olmayan bir-iki eyalet dışında, her yerde gücümüz mevziisini korumaya devam ediyor. Bu açıdan kimse yanlış hesap yapmamalı. Yanlış hesap yapanların kendileri zarar görür.

KÜRT TARAFI YOK DEMEZ, YAŞ TAHTAYA DA BASMAZ

Eğer Türkiye’nin çıkarını düşünen, gerçek yurtseverliğin ağır bastığı bir durum gelişiyorsa ve bu temelde bazı yeni adımları atacaklarsa Kürt tarafı buna yok demez ama asla yaş tahtaya da basmaz. Herkesin bunu bilmesi gerekiyor. Önder Apo’nun özgürlüğünü eksen almayan çözüm arayışları bizim için yok hükmündedir. Eskinin tekrarı değil, eğer yeni yöntemlerle sürece yaklaşılacaksa bu halkadan yaklaşılmalıdır. Mandela yasası çerçevesinde Önder Apo’ya yaklaşılarak diyalogların geliştirilmesi, beraberinde sorunun köklü çözümünü de getirebilir.

BASİT TAKTİKLERDEN UZAK DURULMALI

Kuşkusuz Önder Apo’nun da işaret ettiği gibi PKK’nin, yine yasal-demokratik Kürt siyasetinin çözümde oynayacağı önemli roller vardır. Rejimin yaptığı, birini öbürüyle çatıştırmak gibi basit bir taktiktir. Bundan uzak durularak, Kürt tarafının bileşenlerinin her birinin oynayabileceği rol de göz önünde bulundurulup yaklaşılırsa, sorun olmayacağı açıktır. Kaldı ki, geçmişte Türk devleti Kürt sorununun çözümünde Önder Apo’yu ve PKK’yi muhatap olarak kabul etmiştir. Yine yasal demokratik siyasete rol biçmiştir. Şimdi ondan geri adım atılamaz ve bunun tartışma konusu yapılması iyi niyet olamaz. Devlet, 'Oslo görüşmeleri'ni kiminle üç yıl boyunca sürdürdü? İmralı görüşmeleri hangi temelde sürdürüldü? Devlet, Önder Abdullah Öcalan’ı muhatap olarak kabul ettiği için bu görüşmeler sürdürüldü.

DEVLET BAHÇELİ MUHATAP OLARAK GÖRÜYOR

En son, Devlet Bahçeli’nin çağrısı da her ne kadar kendi anlayışına göre ve bizim asla kabul etmeyeceğimiz, akıl dışı bir içerikte olsa da özünde Önder Apo’yu muhatap olarak görmesinden dolayı yapılmış bir çağrıdır. Bu gerçek ortadadır. Bu gerçeği atlayıp, başka bir versiyon üzerinde durmakla herhangi bir çözüm durumu gelişemez. Hakikat budur, bu hakikate göre yaklaşım olursa elbette ki Kürt tarafında da karşılık bulur. Böyle değil de sıkışmışlıktan kurtulmanın arayışları çerçevesinde çeşitli taktikleri geliştirme yaklaşımları da sonuç almayacaktır. Bu gibi taktik manevralara karşı Kürt tarafının karnı toktur.

Sonuç olarak şunu belirtmek isterim ki; Kürdistan Özgürlük Gerillası, özel savaş taktiklerine asla prim vermeyecektir. Tarihin bu önemli döneminde yüksek bir kararlılıkla Önder Apo çizgisinde her zamankinden daha fazla üstüne düşen rolü oynayacak ve görevini layıkıyla yerine getirecektir. Dayandığı tecrübe birikimi, ideolojik, politik ve askeri performansı ile daha güçlü direnecek ve savaşarak kazanmayı başaracaktır.

Kendi cephenizden son 9 yılı, önemli aşamalarıyla birlikte özetleyip, sizin bunlara karşı nasıl bir savaş stratejisi ve taktik destekler geliştirdiğinizi paylaşabilir misiniz?

9 yıl boyunca yaşanan savaşı burada kısa bir biçimde izah etmem kolay değildir, çünkü bu savaşın birçok boyutu vardır. Esas olarak 5 Nisan 2015’ten itibaren Önder Apo’ya karşı İmralı’da geliştirilen ağır tecrit uygulamasıyla bu süreç başladı. Daha sonra 24 Temmuz 2015’te Medya Savunma Alanları’na karşı geliştirilen kapsamlı hava saldırılarıyla savaş resmen ilan edildi. Türk devletinin, bu 'Çöktürme Planı’na dayalı yok etme saldırısına karşı ilk önemli çıkış, Demokratik Özerklik sloganıyla Kürdistan’ın bazı şehirlerinde gösterilen direnişler oldu.

Bu şehir direnişleri, doğrultusu doğru, ancak yeterli hazırlıkları olmayan, yeterli bir tarza kavuşamayan, ne tam siyasi-sosyal ne de tam askeri olan ve içinde birçok hatalı durumu barındıran bir süreçti. Çiyager, Xebatkar, Zeryan, Mehmet Tunç, Asya Yüksel, Çeko Çatak, İslam Gever, Ruken Hoserî gibi direniş öncülerinin damgasını vurduğu bir kahramanlık süreci olarak yaşandı. 10 ay süren bu direnişler, 'Çöktürme Planı’na karşı verilmiş ilk cevap oldu, ancak amaca ulaşılmadı. Saldırılara karşı bir direniş ruhu yarattı, bu anlamda direniş çizgisini netleştirdi.

Ertesi yıl, yani 2016, mücadele tarihimizde bir fedailer yılı olarak yaşandı. Ankara, İstanbul, Kayseri, Cizîr, Şemzînan gibi birçok yerde çok önemli, büyük ve kapsamlı fedai eylemleri gerçekleşti. Sadece başarılı olan fedai eylemlerin sayısı 27’dir.  Aynı zamanda 2015-2016 yıllarında kırsal alanda da savaş, çok kapsamlı ve yoğun bir biçimde yaşandı. Esas olarak Fethullahçı kesimin adeta tuzağa düşürülerek kontrollü bir darbe girişimi ardından tasfiye edilmesiyle devlet içindeki ittifak süreci tamamlandı. Özellikle bu süreç ardından ilan edilen OHAL kanunlarına dayanarak savaş hükümetinin inşa süreci tam olarak gerçekleşti. Devlet içi güçlerin ittifakının kesinleşmesiyle birlikte bu ittifakın kabul ettiği ve üzerinde inşa edildiği konsept temelinde hemen harekete geçildi.

Hem uluslararası güçlerin onayı hem de DAİŞ'le uzlaşma temelinde 26 Ağustos 2016’da Cerablus işgal edildi. Türk ordusu, Ortadoğu’daki sürece bu temelde fiilen dahil oldu. Ardından 31 Ağustos 2016’da Çelê’den (Çukurca) Ertuş ve Medya Savunma Alanları’nın Bakur (Kuzey) kısmına karşı karadan kapsamlı bir saldırı başlatıldı. Bunun için Çelê’ye gelen dönemin Başbakanı Binali Yıldırım, “Bu savaş, Türkiye’nin İstiklal Savaşı’dır”; aynı törende konuşan o zamanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler de “Bu savaş Türkiye’nin ölüm kalım savaşıdır” dedi. Türk devleti, bu biçimde Apocu harekete karşı kapsamlı bir savaşı, bölge genelinde yürütmeye başladı.

Burada önemli olan nokta, oluşan bu savaş hükümetinin NATO’dan destek alması konusudur. Tayyip Erdoğan, bizzat Amerika’ya giderek, kaç kez ABD’den SİHA satın almayı istedi. ABD vermedi fakat NATO Gladiosu yoluyla bir çözüm geliştirdiler. SİHA sisteminin yazılımı, yine parçaları NATO’nun değişik ülkelerinden tedarik edildi. Türkiye’de montajı yapıldı, böylece Türkiye SİHA sistemine sahip kılındı. NATO, Türk ordusunun gerilla karşısında yenilmesini istemiyor, gerillanın yenilip tasfiye edilmesini kendi çıkarlarına daha uygun görüyordu. Onun için savaşın dengesini Türk ordusu lehine çevirecek olan SİHA tekniğini Türk devletine verdi. Savaşın dengesini değiştiren esas olgu da budur.

Ondan sonra savaş, giderek Türk devletinin lehine doğru bir seyir izledi. 2017-2018 yıllarında başta Kuzey’in tüm eyaletlerinde olmak üzere, çok büyük tarihi direnişler gerçekleşti. Birçok komutanımızı ve çok kıymetli yoldaşımızı bu dönemde şehit verdik. Türk devleti, 2017'nin sonundan itibaren yeni bir taktikle Başûrê Kurdistan (Güney Kürdistan) topraklarını işgal etme sürecini başlattı. Başta Xakurkê’de böyle bir girişimi geliştirdi. Ardından Ocak 2018’de Efrîn’e; sonrasında Ekim 2019’da Serêkaniyê-Til Ebyad alanlarına uluslararası güçlerin onayı ve desteğiyle işgal işgal saldırıları geliştirdi. Türk devletinin bu işgal girişimi, hem Kuzey’de hem Rojava’da önemli bir direnişle karşılaştı. Ayrıca uluslararası tepkiler de aldı.

Türk devleti, hem Kuzey’in gerilla hareketini zayıflatıp tasfiye etmek hem de aynı şekilde Rojava’yı daha kolay yollardan işgal etmenin esas yolunun, Kürt Özgürlük Hareketi'nin komuta kontrol merkezinin üslendiği Medya Savunma Alanları’nı hedeflemekten geçtiğine inandı. Medya Savunma Alanları’nı tasfiye etmediği sürece direnişin hep olacağını, diğer alanları düşürmenin çok zor olacağını görerek önce Medya Savunma Alanları’nda darbe vurma planını geliştirdi. Bu amaçla Bağdat-Hewlêr ziyaretlerine girişti. Irak ve KDP’nin desteği sağlandıktan sonra bu planının ilk adımı olan 10 Şubat 2021'deki Garê saldırısını başlattı. Her ne kadar bu ilk adımı yenilgiye uğramış olsa da Türk devleti, bu süreci geliştirmekten geri adım atmadı; bu kez sınırdan Metîna, Avaşîn ve kısmen Zap alanlarına karşı 23 Nisan 2021'de daha kapsamlı bir işgal  saldırısı başlattı.

Türk devletinin gelişen bu topyekun savaş süreci ve saldırılarına cevap olmak için çeşitli arayış ve yoğunlaşmalarımız hep gündemdeydi. 2017-2018 sürecinde yeniden yapılanma projesi temelinde, gerillanın tümden yenilenmesi, çağın teknolojik gelişmeleri, bu teknolojik gelişmenin yarattığı muazzam istihbarat imkanları, yine imha silahlarına karşı savaşabilecek bir gerilla düzeyini açığa çıkarma; özellikle de özgür alanları çağın modern teknolojisine karşı koruyabilme taktiği üzerinde yoğunlaşma yaşandı. Bu temelde;

* Köklü bir değişim ve yenilenme anlamına gelen tabur, bölük, takım sistemini tümden lağveden, uzmanlığa dayalı tim sistemini geliştiren, koordineli gerilla tim savaşı kararı ve yapılanması somutlaştı.

* Teknolojiye dayalı savaşa karşı hem araziye dağılmış, arazide kaybolabilen tim hareket tarzı ve hem de yer altı savaş tarzı olan tünel savaş taktiğinin geliştirilmesi öngörüldü ve önceden yapılan kimi hazırlıklara dayanılarak, 2021’de ilk kez Garê’de bu taktik uygulandı. Aslında öncesinden uygulamaya dönük kararlılığımız vardı fakat bir taktiğin uygulanabilmesi için öncelikle uygulayıcı gücün, komutanın, savaşçının bu taktik hakkında ikna olması gerekiyor. Bu ikna süreci bizde zamana yayıldı. Aslında 2016’da uygulanması gereken bir savaş taktiği, bu belirttiğimiz nedenlerden dolayı ancak 2021'de kahraman komutanımız Şoreş Beytüşşebap öncülüğünde Garê’de/Siyanê direniş tünelinde uygulandı. Bundan sonra bu taktik çıkışın elde ettiği başarıya dayanarak artık tüm alanlarda uygulama sürecine girildi. Aynı yıl kahramanlıklar yaratan Girê Sor, Werxelê, Mamreşo ve Zendûra direnişleri bu temelde şekillendi.

* Bu dönemde önemle ele alınan en önemli husus ise Önder Apo’nun ifade ettiği “en büyük teknik insanın kendisidir” değerlendirmesi ekseninde, ideoloji ve felsefesi temelinde daha da ağırlık verilen eğitimlerle insan yeteneğinin geliştirilmesi üzerinde daha fazla duruldu. Apocu fedai ruha sahip, uzmanlıkta derinleşen, kaliteli insan gerçeğini geliştirme temelinde gerilla güçlerinde yoğunlaşma, derinleşme ve fedaileşmeye önem verildi. Yeniden yapılanmanın en önemli hedeflerinden birisi de buydu.

 

Bu temelde geliştirilen taktik açılım ve uygulama ile özgür alanların modern teknolojiye karşı savunma stratejisi giderek şekillendi. Bu taktik açılım ve fedaileşme temelinde sürdürülen son dört yıllık direniş, bu stratejiyle en gelişmiş teknikle donatılmış orduların durdurulabileceği, dolayısıyla özgür alanları savunmanın mümkün olduğunu gösterdi. Savaşta yaşanan gerçekleri sadece biz dilendirdiğimiz için savaş meydanındaki bazı gerçekler kamuoyuna tam olarak mal edilemiyor. Yoksa bu dört yıl içerisinde sürdürülen direniş, Türk ordusunu tamamen tıkattı, başarısız kıldı. Bu dört yıldır Türk ordusu bütün modern tekniğe, NATO desteğine, Irak ve KDP’nin sahadaki dahline ve aktif istihbarat paylaşmasına rağmen Zap Vadisi’nde hakimiyet kurmayı başarmış değildir. Bu önemli bir sonuçtur. Bu, taktik açılım temelindeki gerilla direnişinin nelere kadir olabileceğini açıkça gösteren bir gerçekliktir.

Askeri ve siyasi kanadınızdan yapılan açıklamara göre; KDP'nin yanı sıra Irak ile yapılan anlaşmalar sonrası, yani 3 Temmuz'dan itibaren işgal saldırılarının niteliğinde ve kapsamında farklılık oldu. 3 Temmuz'dan itibaren değişen nedir? Yerleşim yerlerinin vurulması, insansızlaştırma ve hava araçlarıyla hedefli suikastlar arttı mı? Metîna, Xakurkê ve Xinêre hattındaki yoğunlaşma, indirmeler ve tutulan Şekîf'ten ilerleme ne kadar sağlanabildi?

Türk devleti ile Irak ve KDP arasında Nisan'da anlaşmanın gerçekleşmesi ardından Türk ordusu, Kuzey Kürdistan’da nasıl hareket ediyorsa Güney Kürdistan’da da aynı biçimde hareket etmeye başladı. Daha önce resmi yolları ve sınır kapısını fazla kullanmıyordu ya da gizli kullanıyordu ama bu anlaşmadan sonra aleni bir biçimde tüm yolları kullanmaya başladı. Tüm yollar, Türk ordusuna açıldı. Çelê’de (Çukurca) Serzerê diye birkaç yıl önce sözüm ona ticaret amaçlı açılan o sınır kapısı, şimdi tamamen askeri güçlerin geçişi için kullanılıyor. Bu anlamda köklü bir değişim oldu.

Askeri olarak 3 Temmuz’dan sonra birkaç adım attılar. Bu adımları atarkenki bütün resmi yolları, KDP’nin eskortluğunda geçti. Bir nevi işgal saldırıları resmiyet kazanmış oldu. Daha önce KDP’nin Türkiye ile bu denli iş birliği ve ortaklığı, aslında Irak Anayasası'na da ters düşüyordu. Yasalara karşı suçtu. Anlaşmadan sonra bu yasallaştı. Türk devletinin işgali de 'meşrulaştı' ve dolayısıyla daha rahat hareket etme olanağına kavuştu. Tüm tekniğini, hatta beton bariyerleri, ağır silahları, tankları, topları hep bu yollardan Güney Kürdistan’a taşıma olanağına kavuştu. Askeri olarak da Serê Metîna’ya doğru uzandı. Serê Metîna’da kimi yerlerde işgali bir adım daha ilerletti. Aslında Nisan’da başlamıştı fakat 3 Temmuz’la birlikte bunu daha da geliştirdi. Girê Bahar’a dönük saldırısını üç yıldır planladığı halde yapmaya cesaret edemiyordu ama bu kez KDP ve Irak’tan aldığı destekle güney tarafından Amediyê ve Deralok üzeri giden yolu da kullanarak Girê Bahar’ı işgal etme girişimini başlattı. Tabii bunu KDP’nin aktif desteği temelinde yapmaya çalışıyor. Alanın belli yerlerine asker getirdi. Bütün bunları KDP güçlerinin eskortluğunda yaptı.

Türk ordusu, sadece kendi güçlerini arazinin çeşitli kesimlerine yerleştirmiyor. Kendi güçlerini yerleştirirken aynı zamanda adına pêşmerge denilen KDP güçlerinin nerede konumlanacağını da belirliyor. Yani boşluklarını onlar yoluyla dolduruyor. Irak Sınır Güçleri denilen güç de tıpkı KDP gücü gibi, Türk devleti nereye istiyorsa, daha doğrusu nerede boşluk varsa oralara yerleşiyor. Alanda gerillanın dayanabileceği bazı muhkem araziler vardır. Türk devleti, kendisi açısından güvenlikli görmediği ve bu nedenle gitmek istemediği yerlere Irak veya KDP güçlerini yerleştiriyor. Böylece kendine yardımcı güçleri de koordine ederek işgal saldırısını daha rahat geliştirmeye çalışıyor.

Bu anlamda KDP güçlerinin sergilediği pratik, Kürtlük ve Kürdistan adına rezilce bir konuma düşmedir. İş birlikçiliğin en berbat, uşakça bir düzeyini sergilemeden başka bir şey değildir. Bir işgal gücü olan Türk ordu güçlerinin bekçiliğiyle görevlendirilmiş bir konumdadır. Türk devleti nereye gidecekse önce onları eskort olarak gönderiyor. Nerede konumlanmada hassas bir boşluk varsa onları yerleştiriyor. İstihbaratı zaten onlardan alıyor. Kısacası hem ajanlığı hem bu biçimde uşaklığı geliştirmekle gerçekten belki de tarihin tanık olabileceği en rezilce bir konumu sergileyerek pêşmergenin adını da bu biçimde lekeleme durumuna düşmüşlerdir.

Aynı zamanda Güney Kürdistan’ın her yerinde sivil hedeflere karşı hoyratça suikast saldırılarını da bu sayede daha fazla ağırlık verdi. Türk ordusu, bu süreçte Lelîkan’dan Xinêre’ye doğru bir kademe ilerledi. Girê Hemîn denilen, Sînênê Boğazı’na yakın yere kadar bir ilerleme yapıp orada durdu. Aynı paralelde 3 Temmuz’da Şekif Dağı’nı da yeniden işgal etti. Bu Şekif Dağı’nı aslında 2019’da da işgal etmişti fakat sonra gücünü çekti. Çok yüksek, boş bir alan. Önemli özelliği İran karşısında stratejik bir değeri olabilecek olan bir alan olmasıdır. Boş bir zirve olduğu için gerilla güçleri orada bulunmuyor. Şimdi Türk devleti orada kapsamlı bir mevzilenmeyi geliştiriyor. Bu anlamda Şekif’e de böylece yerleşmeye çalışıyor.

Kısaca 3 Temmuz’dan itibaren bu belirtiğimiz gelişmeler yaşandı ama burada KDP’nin ve Irak Sınır Güçleri’nin aktif yardımı temelinde gelişen bir süreç oldu.

Siz, 13 Ağustos'taki bir açıklamanızda “Garê, Musul’un yukarısında bir tepedir, Hewlêr ve Duhok’un ortasındadır, bölgenin kalbidir. Burada düşmana yol vermiyoruz” demiştiniz. Başika'daki üsle ilgili mutabakat ve düzenlemeden sonra Garê üzerindeki tehdidin boyutu nedir, gerilla yol vermeme kararlılığını sürdürüyor mu?

Evet, daha öncesinden de belirttiğim gibi; Garê Dağı, çok geniş, dalgalı ve Güney Kürdistan’ın en stratejik yeridir. Garê’ye hakimiyet aynı zamanda Musul Ovası’na da hakimiyet demektir. Yine Hewlêr-Duhok arasındaki yola tam hakimiyet demektir. Güney Kürdistan’ın kalbi gibi bir yerdir.

Gerillanın bu konudaki kararlılığının sürüp sürmediğini sordunuz. Gerilla, sadece Garê değil, tüm Behdînan’da Türk ordusunu yenme kararlılığındadır. Son dört yılda yaşanan savaş, gerillanın bu konudaki kararlığını daha da pekiştirmiştir. Behdînan, Türk ordusu ve AKP-MHP-Ergenekon rejimine mezar olacaktır. Bakın; 1980’lerde Sovyet ordusu tüm Afganistan’ı işgal etti ama Afganistan’daki Pencşir Vadisi’nin işgalinde yaşadığı başarısızlık onun için bir genel yenilgiye dönüştü. Türk ordusu için de Behdînan’daki başarısızlığı, rejimin genel olarak yenilgisine dönüşecektir. Gerilla bu konuda sonuna kadar kararlı, taktik ve teknik açıdan belli düzeyde donanımlıdır. Bu temelde Behdînan’da şimdi devam etmekte olan direniş ve savaş, eğer Türk devletinin daha da geliştirme ve yaygınlaştırma çabası olursa gerillanın da ona karşı çok daha büyük ve tarihi bir direnişinin gelişeceği kesindir.

Sizin tünel ve hareketli tim savaşı tarzınıza karşı Türk ordusunun tünellerin uzağına indirme yapıp alan tuttuğu; Zergelê hattının bu şekilde tutularak, alanlar arasındaki bağın da koparılmak istendiği ifade edildi. Bunu biraz açabilir misiniz?

Türk Genelkurmayı ya da savaş bakanlığı yürüteceği taktik konusunda bir bocalamayı yaşıyor. Uygulamalardan bu sonucu çıkarmak mümkün. Türk ordusu, Zap alanında tünelleri üç yıldan bu yana hemen hemen akla gelebilecek her türlü yöntemi ve tekniği kullanmasına rağmen düşüremedi. Hala o tünellerde direniş devam ediyor. Burada gerillanın karşı saldırılarıyla Türk ordusu sürekli kayıp veriyor. Orada savunma değil, saldırıda olan bir gerilla var. Bunun karşısında duran Türk ordusu zorlanıyor; sürekli kayıp veriyor. Gerilla ise belki de savaş tarihinde olabilecek en az kayıpla bu savaşı yürütme başarısını gösteriyor. Kuşkusuz bu ordu generallerini çıldırtan ürkütücü bir durumdur.

Mevcut savaş kurmayı, bundan çıkardığı sonuçlardan hareketle bu sene yeni işgal ettiği alanlarda tünellere karşı farklı bir taktik yürütüyor. Bir yerde, “boşuna gücümü yıpratmayayım; zaten kolay kolay düşmezler. O zaman uzaktan alanların işgalini sağlayayım, tünellerdeki gerillanın lojistik ve takviye kanalarını keseyim. Böylece kayıp vermeden uzun süreli kuşatmayla sonuç alırım” diye, bu biçimde uzun vadede kuşatmayla düşürme taktiğini öngören bir uygulama var. Bu, tıpkı tarihte kalelerde direnen güçlere karşı geliştirilen kuşatmalara benziyor. Uzun süre kuşatmada tutarak, lojistiğin bitmesini bekleme ve orada lojistiksiz kalan güçleri kendiliğinden o direniş noktalarını bırakmaya zorlama taktiğidir. Yeni yerlerde bu taktiği yürütüyor.

TÜNELLERE KARŞI HER YÖNTEMİ KULLANIYOR

Aynı zamanda üç yıldır savaştığı tünellerde de yakın bir çatışma sistemiyle düşürmeye dönük yoğun bir çaba sergiliyor. Hem eski taktiğini sürdürüyor hem de yeni işgal alanlarına yeni bir taktik uyguluyor. İki taktiği aynı anda, ayrı yerlerde uyguluyor. Şimdi Metîna ve Girê Bahar’da uzaktan kuşatma taktiğini yürütüyor ama eskiden beri savaşarak düşürmek istediği tünellere dönük de daha fazla kimyasal gaz, daha fazla ağır silah kullanmanın yanında, işte dronlarla kapılara patlayıcı bırakma, uçaklar ve obüslerle kapıları vurma, robotlarla içeriye patlayıcı gönderme, köpeklerle içeriyi keşfetme, vb. akla gelebilecek tüm yöntemleri kullanmaya çalışıyor. Bunların hepsini basına yansıtmaya gerek görmedik ama bunların hepsini şu anda Şehîd Delîl Batı Zap Eyaleti’nde uyguluyor. İşgaline yeni yeltendiği yerlerde ise tünellerin bir kilometre kadar uzağında mevzilenip ağır silahlarla veya havadan saldırılarla aslında uzun vadede lojistiğin bitmesi temelinde düşürmeyi hedefliyor.

UYGULADIKLARI TAKTİK, SONUÇ ALAMAZ

Şimdi Yaşar Güler (Türk Savunma Bakanı), hem iki-üç yılda bile onlar açısından başarı kesinliği belirsiz olan bir taktik uyguluyor hem de “kilidi Kasım ayında tamamlayacağız” diye demeç veriyor. Bu açıkça kamuoyunu kandırmadır. Öyle Kasım ayında sonuçlanacak herhangi bir şey yok. Zaten uyguladığı taktik iki-üç yılda sonuç alamaz. Bu açıdan taktik konusunda bir darlık ve çözümsüzlüğü yaşadıkları kesin. Bir çıkmaz içindedirler.

HAREKETLİ TAKIMLARI DA BAŞARAMAZ

Yaşar Güler’in çok kere övünerek söz ettiği yeni bir girişimi var. "Öngörülemez, beklenmedik, sürekli operasyon” dediği şey, aslında 20-30 kişiden oluşan, arazinin çeşitli yerlerine gizli bir biçimde girip çıkan hareketli birliklerdir. Bu yıl için yeni olan budur. Öbür uyguladıkları bütün taktikler, aslında eski, sonuçsuz kalanlardır. Bu yeni hareketli takım tarzındaki birlikler de Medya Savunma Alanları’nda sonuç alamaz. Belki Kuzey gibi geniş bir arazide belli düzeyde bir sonuç almış olabilirler ama yoğun bir savaşın olduğu Behdînan gibi bir yerde sonuç alamaz. Zaten o güçleri belli düzeyde darbe yediler fakat bana göre daha fazla darbe yiyebilirdi. Bir keresinde Garê’ye girmeye yeltendiler. Daha Garê’nin ilk birkaç yüz metresinde pusuya düştüler. Ağır bir darbe yediler ve ondan vazgeçtiler. Girê Bahar’ın eteği gibi kimi başka yerlerde de yine birkaç kez darbe yediler. Belirttiğim gibi; bu taktik, yeni bir şey ama bu da tutmaz. Eskiden Kuzey’de uygulanan bir şeydir.

 

Kısaca Sergelê hattını, o bütün yol hattını KDP’nin de aktif katılımıyla tutması ve yol yapması hep bu amaçladır. Direniş tünellerini kuşatma taktiği çerçevesinde geliştirilen faaliyetlerdir.

YJA Star Merkezi'ne göre; KDP ve Irak'ın işgal saldırısına dahliyle birlikte Goşînê hattının tutulması, Lolan'ın bir bütün işgal altına alınması, böylece Qendîl ile Xinêre hattını; Garê ile Qendîl hattını; Garê ile Metîna ve Zap hattını koparma hedefi var. Bu doğrultuda adım atıldı mı, ne yapıldı, bunu öngören gerilla ne yapıyor?

Bizim siyasi ve askeri kanattan arkadaşlarımız, askeri alandaki gelişmelerle ilgili olarak bazen erkenden şeyler söyleyebiliyor. Düşmanın düşünemediği veya düşünüp de henüz pratikleştiremediği şeyleri, önceden ifşa edeyim diye birtakım değerlendirmeler yapılıyor. Sanki düşman cenahı planladığı hemen her şeyi yapabilir, her şeyi düşünüp planlı bir tarzda uyguluyor gibi bir izlenim yaratan yansıtmalar, pek doğru değildir. Askeri konularda biraz daha temkinli ve yerinde konuşmak, somut değerlendirmeler yapmak daha doğru olur.

Bu yıl içerisinde Irak ve KDP güçlerinin, Goşînê alanına yapması düşünülen operasyon gibi bir şey gelişmedi, yani böyle bir şey yapılmadı. İlgili güçler de biliyor; buraya yapılacak olan bir operasyon, doğrudan bir savaş anlamına gelecektir. Şimdiye kadar böyle bir şey olmadı, umarız hiçbir zaman da olmaz. Eğer olursa belirttiğim gibi zorunlu çatışma ve savaşın gelişmesi söz konusu olacaktır, çünkü ancak bizim güçlerin tasfiyesi temelinde ilerleme yapabilirler.

Diğer yandan doğrudur; Türk devleti, hem Kuzey’de hem Güney’de alanları kuşatma, aralarını kesme, gidiş-gelişleri önleme, alanların birbiriyle dayanışmasının önüne geçme, birbirinden koparma taktiğini uyguluyor. Bu, Behdînan’da bunu hemen uygulayabileceği anlamına gelmiyor. Zordur; onun zorlukları vardır. Dolayısıyla o arkadaşların sözünü ettiği planların çoğunu bu yıl için gerçekleştirmediler ya da gerçekleştiremediler.

Bugünkü teknik üstünlük ve koşullarda Bakurê Kurdistan'da gerillanın zorluğunu sizler de kabul ediyorsunuz. Bu sene Serhed Eyaleti'nden Botan'a kadar önemli şehadetler yaşandı. Bakur'daki gerillanın varlığı ve mücadelesinin, içinde bulunduğu dönem itibarıyla Kürdistan Özgürlük Mücadelesi açısından rolü ve önemini nasıl izah ediyorsunuz?

Evet, Kuzey Kürdistan’da bu yıl önemli kayıplarımız yaşandı. Aslında geçen yıl da yine Kuzey Kürdistan’da çok önemli kayıplar verdik. Leyla Sorxwîn, Axîn Muş, Dilgeş Guzereşê gibi değerli komutanları 2023'te şehit vermiştik. Bu yıl da öyle; başta Merkez Komite Üyemiz Berwar Dêrsim arkadaş olmak üzere çok sayıda değerli komuta ve savaşçı yapımızın şehit düştüğü büyük çatışmalar oldu. Serhed, Wan, Botan, Gabar, Amed ve Mêrdîn eyaletlerinde çatışmalar yaşandı ve kayıplarımız oldu.

Tabii Türk devleti, son üç-dört yıldır bizi Kuzey’de bitirdiğini, artık gerillanın kalmadığını ya da çok az sayıda kaldığını iddia ediyor. Bunu zamanında dönemin Türk İçişleri Bakanı Süleyman Soylu söyledi. Biraz da siyasi rant için bu tür şeyleri hep gündemleştirmişti. Şimdi kimse ondan geri adım atamıyor ve herkes aynı şeyi söylüyor. Bu son günlerde birçok siyasal yorumcu da benzer şeyler söylüyor. Peki eğer öyle ise Kuzey Kürdistan’da bu bitmez tükenmez operasyonlar niye yapılıyor? Şu anda bile operasyon vardır. Sürekli bir biçimde operasyon var. Kaldı ki 2023 yılı için 29 bin operasyondan söz ettiler. Madem bitmişse, eylem yapamayacak konuma gelmişse niye bu kadar operasyon ve masraf yapılıyor; niye bu kadar efor sarf ediliyor? Durum, dedikleri gibi değildir; biraz daha farklıdır. Bu yıl Kuzey Kürdistan’da şehadete ulaşan bütün kahramanlarımızı; değerli komutan Şêxmûs Malazgirt, Berwar Dêrsim, Herekol Şiyar Gever, Brûsk Kato ve Hebûn Amed yoldaşlar şahsında saygı ve hürmetle anıyorum. Onlara verdiğimiz sözü bir kez daha tekrarlıyorum.

KUZEY’DEKİ ÖNCELİK, EYLEM DEĞİLDİR

Biz Kuzey gerillacılığında dört yıldan beri 'Yeniden Yapılanma Projesi' çerçevesinde köklü bir yenilenmeyi, değişimi hedefliyoruz fakat çeşitli zorluklardan dolayı bu değişim sürecini henüz tam olarak tamamlamış değiliz. Bu, bizim tarz ve tempo konusundaki bir yetersizliğimiz olarak da değerlendirilebilir. Öngörülen değişimi ve yenilenmeyi zamanda yapamama durumudur. Artık eski/klasik gerilla aşılmıştır. Bu bizim için net bir sonuçtur. Yeni dönem gerillası dediğimiz Demokratik Modernite Gerillası’nı geliştirmemiz gerekiyor. Bu olmadan gerillanın Kuzey’de gelişme yaşamasının söz konusu olmayacağını biliyoruz. O açıdan yeni bir gerilla tarzını geliştirmek istiyoruz. O temelde gerilla gelişimi yaşar ve yetkin bir savaşı geliştirebilir. Bu yapılmadan darbe yemekten kurtulamayacağı açıktır. O açıdan üzerinde duruluyor. Şu anda Kuzey gerillasının öncelikli görevi eylem değil, yeniden yapılanmayı ve değişimi hedeflemesidir. Daha çok bunun üzerinde duruluyor. Bahse konu olan yeniden yapılanmayı tamamlamadan, hareket tarzı ve eylemde köklü bir yenilenmeyi gerçekleştirmeden yapılacak eylemlerin de çok anlamlı olmayacağını düşünmekteyiz. Kuzey gerillacılığı, şimdi bu çerçevede üzerinde durulan bir çalışmadır.

Kürt Özgürlük Hareketi'ne bağlı bazı birimler eskiden Türk metropollerinde askeri (asker ve polis araçları ile merkezleri) eylemler düzenliyordu. Bunların durdurulması, Türk tarafının iddia ettiği gibi 'önlemler ve başarılı operasyonlar' sonucu mu yoksa merkezi bir kararın gereği mi?

Her ikisinin de etkisi vardır. Belirttiğiniz her iki olgunun bir şekilde birbirini dengelemesi ve tamamlaması diyebileceğimiz bir durum söz konusudur. Son yıllarda geliştirilen teknoloji temelindeki kamera, vb. teknikler ile ajanlaşma ağı karşısında bunları alt edecek, aşacak bir derinlik ve zenginlik geliştirilmeden güçlerimizi eski yöntemlerle şehre ve hemen her yere sürmenin, beraberinde kayıplar getireceğini iyi biliyoruz. Biz, tecrübeli bir Hareketiz. Geliştirilmiş ajan ağı, ileri teknolojiyle güçlendirilmiş istihbarat sistemi ile teknik temelinde saldırıların geliştiği bu ortamda gücümüzü öyle hemen riskli yerlere sürmeyiz. Geçmişte bu tecrübeleri çok yaşadık. Uygun olmayan zeminlere güç yönlendirme, oralarda güç bulundurma durumları, daha ‘90’lı yıllarda bile çok yaşandı ve ağır kayıplarını zamanında verdik. O açıdan yeterli düzeyde tedbiri alınmamış saldırılar karşısında bizim temkinli yaklaşmamız, gücümüzü korumamız, örneğin Kuzey eyaletlerini fazlasıyla takviye etme politikasında hafifletmeyi yaratmamız, Türk devlet yetkilileri tarafından bilinçli veya bilinçsiz farklı yorumlanarak manipülasyona zemin ve malzeme olarak kullanılmaktadır. Olabilir; onlar gerçeğin ne olduğunu zamanı geldiğinde görürler.

STRATEJİK, SABIRLI VE PROFESYONEL YÖNTEMLER

Biz, bir strateji geliştiriyoruz; bu stratejiyle nihayetinde bu rejimi yenmeyi hedefliyoruz ve bunu başaracağız. O açıdan temkinli yaklaşmamız gereken yerlerde ya da zamanlarda gerekenleri yaparak başarı yolunu açmayı hedefliyoruz. Daha fazla uzmanlaşma, tekniki ve fiziki açıdan geliştirilen bütün istihbarati tedbirleri alt edecek yöntemlerde derinleşme ile ancak başarılı sonuçlar alınabilir. Bu olmadan öyle amatör, sıradan, klasik yöntemlerle bu dönem mücadelesine yönelmenin beraberinde başarısızlığı getireceği kesindir. O açıdan daha sabırlı, daha stratejik yaklaşabilen ve daha profesyonel yöntemlerle sonuç alma ve nihayetinde bu savaşı kazanmak önemli oluyor. Bizim AKP’liler gibi günlük propagandaya ve kitleyi manipüle eden çıkış ve söylemlere ihtiyacımız yok. Bizim ihtiyacımız olan şey, devrimsel başarıdır ve onun üzerinde yoğunlaşıyoruz. Şimdi onun üzerinde yoğunlaşmak ve sonuç alıcı yöntemlerde derinleşerek gücümüzü doğru zamanda, doğru mekanda devreye koyma temelinde başarılı sonuçlar elde edebiliriz. Doğru mekan ve doğru zaman konusu, bu açıdan önemlidir. Biz esas olarak bunun üzerinde durmaktayız. Bu dönemde zaman zaman bazı mesajların verilmesiyle yetinmek bize daha doğru geliyor. Hem siyasi hem askeri açıdan süreci dengelemek bakımından böyle bir yaklaşım daha uygundur.

Kürdistan'ın dört parçasındaki askeri kapasite ve halk desteğine; bölgesel ve küresel güçlerin rolünü de dikkate alarak baktığınızda anti sömürgeci/işgalci ordulaşmasının önündeki temel engeller nelerdir?

Bugün Kürdistan’da özgürlük savaşçılarını geliştirme, bu temelde ordulaşmayı örgütlemenin önünde çeşitli pratik zorluklar olabilir, ancak onları aşmak çok zor olmaz. Her pratik zorluğu aşabilecek bir takım yol ve yöntemler de vardır. Esas olarak sonuç alıcı bir gerilla ordulaşmasını geliştirme sorunu vardır. O noktada zorluklar söz konusudur. Her şeyden önce çağı doğru okumak önemli bir husustur. En önemli husus esasen budur.

KLASİK TEORİ VE FORMÜLLERİN HÜKMÜ KALMADI

Önder Apo’nun daha bu yüzyılın başlarında, gelişen bilim ve teknik devriminin çağımızda yarattığı ve yaratabileceği değişimleri analiz edip sunmuş olması, bizler açısından çok büyük bir avantajdır. Bugün, bilim ve teknik devrimi devasa gelişmeleri yaratarak hızla ilerlemektedir. Her gün yeni icatlar, yeni teknolojiler gelişirken, dünya çapında toplumların yaşam tarzını, sosyal ve kültürel ilişkilerini, ekonomik ilişkilerini köklü bir biçimde değişime uğrattığı gibi askeri alanda da çok köklü değişimlere yol açıyor. Geliştirilen teknolojik silahlar, eski klasik teorileri ve askeri formülleri yerle bir ediyor. Bilim ve teknolojinin savaş gerçeği üzerinde yarattığı değişimi göremeyenler, savaşları kazanamaz. Bunu sadece silahların değişimi veya gelişmiş olması gibi ele almamak lazım. Günümüzde artık sıradan askerler savaşta bir rol oynayamaz. Artık bir askeri kuvvetin gücü sadece kele sayısıyla ölçülemez. Bugün daha çok inançlı ve savaşma kararlılığı olan, profesyonel, uzman, daha kaliteli savaşçılarla sonuç alma durumu gelişiyor. Bu gerçeklik kavranmadan doğru hareket tarzı, doğru asker yetiştirme, doğru mevzilendirme ve doğru silahlandırma da geliştirilemez. Dolayısıyla savaş da kazanılamaz.

HEZİMETE ÖRNEK OLARAK ERMENİSTAN ORDUSU

Bu, sadece gerilla için değil, herkes için geçerlidir. Bugün dünyada herhangi bir güç, bu süreci doğru okuyamazsa ordusunu da ona göre yenilemeyeceği için savaşları kazanamaz. Buna örnek olarak Ermenistan ordusundan söz edebiliriz. Ermenistan ordusunun generalleri, eğer süreci doğru okusaydı, öyle yüzeyde tankları yerleştirme, üstü açık mevzilerde asker konumlandırma, vb. eski klasik mevzilenmeleri aşardı. Dolayısıyla TC’nin desteğindeki Azerbaycan ordusu öyle kısa sürede sonuç alamazdı. Mesela 90’larda yaptıkları savaşta Ermenistan ordusu daha başarılıydı ama Ermenistan ordusu o başarısına güvenerek yerinde saydı; yenilenme yaratmadı ve klasik bir düzenli ordu olarak kaldı. Onun için yeni teknolojik silahlara karşı dayanamadı. Aynı şey bütün gerilla hareketleri için de geçerlidir.

ORDULAŞMANIN TEMEL ENGELİ ÇİZGİ SORUNUDUR

Ayrıca Kürdistan somutunda bizim için en önemlisi, Önderlik çizgisini doğru kavrama ve Önderlik felsefesinde şekillenmeyi geliştirme, başarı için olmazsa olmazdır. Devrimci Halk Savaşı çizgisinde doğru derinleşmeyen, onun taktik detaylarında yoğunlaşmayan, ona göre gücü ve toplumu hazırlamayan herhangi bir pratik önderlik, başarılı olamaz. Bu konuda ciddi zorlukları yaşadığımız açık bir gerçek. Eğer biz Devrimci Halk Savaşı çizgisine doğru girmiş olsaydık ilk sorunuzda belirttiğim hususlar olmazdı. Devrimci Halk Savaşı, salt gerillaların ve bazı militanların savaştığı bir savaş tarzı değildir. Halkın da işin içinde olduğu, toplumun tümüyle savunmaya geçtiği bir olgudan söz ediyoruz. Eğer böyle bir şey olsaydı Sur’daki 60 fedai, tek başına 105 gün kuşatma içinde savaşır mıydı? Kentin tümü o direnişe katılırdı. Bunun olmaması bizim Devrimci Halk Savaşı çizgisine girmediğimizi gösterir. İşte en çok zorlanmayı bu gibi konularda yaşıyoruz. Çizgiye tam girememe, çizgi dışında kalma. Bu, bizim ordulaşmayı geliştirmemizin önünde en temel engeldir. Tabii son yıllarda bu konuda belli bir gelişme var; yoğunlaşma daha da derinleşti. Çizgi sorununun olmayacağını düşünüyoruz.

EN BÜYÜK DÜŞMAN, ALIŞKANLIKLARIMIZDIR

Yine de pratikte karşımıza çıkan tutucu, değişime açık olmayan duruş biçimleri olabilmektedir. Ortadoğu ve özellikle de Kürdistan gibi toplumlarda muhafazakarlık fazladır; değişime kapalılık vardır. Önder Apo zamanında bununla çok uğraştı; birçok çözümleme yaptı, kitaplar hazırladı, eğitimler verdi. Değişime açık olmama, dolayısıyla eski-klasik kişiliği aşıp yenilenmeme ciddi bir sorundur. Bununla mücadele ede ede dönemin koşullarına ve çizgimize uygun Apocu bir ordulaşmayı geliştirebiliriz. Bizim için en büyük düşman, kendi alışkanlıklarımızdır. Kendi alışkanlıklarına bağlı kalma, sürekli aynı şeyi tekrar etme, ciddi kayıplarımızın da ana nedenidir. Savaş sahası, sürekli yenilenmeyi, sürekli değişimi ister. Bir yerden bir kere gittin mi ikinci kere aynı yerden gitmemen gerekiyor. Daha değişik bir taktikle ve bir yöntemle yaklaşman lazım. Alışkanlıklara bağlı kalıp aynı şeyi tekrarlayınca, işte o eskinin tekrarı ve kayıplara da açık kapı bırakmış olur.

Önderlik felsefesinde derinleşmiş, yoğunlaşmış, değişimi yaşayan, ister kadın olsun ister erkek, bu temelde militanlaşmış bir öncü komuta düzeyini yaratmadan ve bunu geliştirmeden başarı sağlamamız da mümkün değildir. Özellikle ordumuzdaki çağdaş, kadın özgürlüğüne dayalı, özgür-eşit yaşam bizim için en önemli yaşam ilkesidir. Başarıyı esas sağlayacak olan temel militan duruş, buna dayanmaktadır. Bu temele dayanan birçok kadın yoldaşımızın neleri yarattığını ve öncülüğü nasıl geliştirdiğini pratikte herkes görmüştür. İşte buna dayanarak eski-klasik sistemden, kapitalist moderniteden, feodal yaklaşımlardan kaynaklı bütün geriliklere karşı mücadele edebilen, kendini yenileyerek öncü düzeyine getirme temelindeki bir ordulaşma, başarıyı kesinleştirir. Biz esas olarak bunun üzerinde durmaya çalışıyoruz.