Öncelikli olarak belirtelim ki; şiddet kültürü iktidar adacıkların oluşumu ile başlamış ve ne zaman ki kendini kurumsallaştırmış ise bu şiddet savaş halini alarak halkların, tüm insanlığın başına bela olarak bugüne kadar gelmiştir.
Bunun için şiddete karşı köklü duruş bireysel karşı duruş ile giderilemez. Köklü karşı duruş bu bağlamda ideolojik bir duruşu gerektirir.
Nedir bu ideolojik karşı duruş?
Şiddetin köklerine inerek oradan alıp getirmek, çözmek ve karşı çözümü bulmayı gerektirir. Bu bizi doğal toplum diye tabir ettiğimiz, insanlığın ilk şiddetsiz hafızasına kadar götürür. Orada varsa bir şiddet o da birilerini tahakkümüne almaktan ziyade yaşam ihtiyaçlarını aşmayacak bir şiddet olacak ki, buna da ne kadar şiddet denilir, bu da tartışmalıktır. Ancak ne zaman ki doğal toplumda var olan; ortakçı, paylaşımcı, barışçı, eşitlikçi ve de adaletli yaklaşımlar, ana yanlı toplum yerine ataerkin hüküm sürdüğü toplum düzenine yerini bıraktı, oradan başlayarak bugüne kadar bu şiddet ve savaş kültürü adım adım gelişti. Ve unutulmasın ki ata erk denilen erkeğe dayalı sistem kendisini devlet haline getirerek kurumlaştırdıktan sonra ise şiddet tümden kurumsallaşarak, önceleri olmayan, ayıplanan adeta normal hale getirildi. Ve nitekim bugün içerisine doğduğumuz dünya maalesef böyle erkek şiddetine dayalı, kadını dışlayıcı bir dünya haline gelmiş ve getirilmiştir.
Bunun için diyoruz ki kadın şiddetine karşı duruş önce ideolojik bir duruşla mümkündür. Önce erkek egemenlikli zihniyete karşı verilecek mücadele ile bu mümkündür. Önce kendi oluşmuş ya da oluşturulmuş olan egemenlikli zihniyetimize karşı mücadele etmemizle mümkündür.
Bu yapıldıktan sonra yapılacak başka mücadele yöntemlerine geçmek daha yerinde olur. Aksi taktirde ormanı bırakıp ağaçlarla uğraşır ya da çok meşhur olan deyimle, bataklığı bırakıp sivrisinekle uğraşmış oluruz ki bu da sonuç vermez. Ya da sonuçları harcanmış olan emeklere denk düşmez.
Evet, önce eril ve egemen zihniyete karşı bulunduğumuz her yerde cephe açmalı ve mücadele etmeliyiz. Önce iktidar zihniyetine karşı durmalıyız. Önce iktidarın en yoğunlaşmış hali olan devlete ve devlet zihniyetlerine karşı durmalıyız. Önce tahakkümün her türlüsüne karşı durmalıyız.
Bunu yaparken de şiddet uygulayan egemen zihniyetlere karşı da elbette çok ciddi bir duruş ve tavır içerisinde olunması şarttır. Ve bunu yaparken kendimizi bunun dışında tutmadan yapmalıyız ki inandırıcı olsun, sonuç alsın.
Bugün Türkiye’de günlük olarak karşımıza kadına el uzatan, şiddet uygulayan, taciz eden vakalara rastlamaktayız. Günlük olarak ruh sağlığımız bu tür vakalarla bozuluyor. Bozmaya çalışıyorlar. Bu sinir bozucu, insanı insan olmaktan utandıran zihniyet bozukluklarına karşı da yapılması gerekli çok şey vardır ve olmalıdır da.
Birçok toplumda -bizim bile bildiğimiz- toplum normlarına uyulmuyorsa sosyal tecrit cezaları vardır. Toplumlar bunu ahlaki değerlerine dayandırarak yapıyorlar.
Örneğin; bazı toplumlarda, toplumun ahlaki değerlerine uymayanları dıştalıyorlar, içlerinde tutmuyorlar, atıyorlar. Yine bazı yerlerde sosyal tecrit dediğimiz, suç işleyen yani toplumun ahlaki değerlerine riayet etmeyenlerle, toplum konuşmuyor. Söz konusu edilen bireyler kendilerini düzeltene kadar bu durum, yani sosyal tecritlik durumu devam ediyor.
Konumuza dönersek; kadına şiddet uygulayanlara, el kaldıranlara, taciz ve tecavüz edenlere ve hakaret edenlere karşı bir hamle biçiminde sosyal tecrit neden uygulanmasın.
Bir ön adım olarak, önce bu tür kişi ve kişiliklere-tahakkümcü ve egemen iktidarcı zihniyete karşı mücadelemizi yürütürken- selam vermeyelim. Selamımızı keselim. Yüzlerine bakmayalım. Yüzümüzü böylelerinden çevirelim. Ve bu eylemimizi bu tür kişi ve kişilikler kadınlardan özür dileyene kadar sürdürelim. Ve bunu bir kampanya olarak tüm Türkiye ve Kürdistan’a yayalım.
Evet, Kadına kem gözle bakan egemen erkek zihniyetine karşı, her yerde bir kampanya biçiminde, “Selam Verme” kampanyasını geliştirerek, hastalıklı olan bu zihniyete her cepheden savaş açalım.
Kasım Engin