HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

İnsanlık bir kuyuya sığar mı (?) diye bir alt başlık geçiyor izlediğimiz televizyon kanalında. Konu toplu mezarlar gerçeği. Midyat’ta 17-18 yıl önce, evlerinde, resmi olarak devlet yetkilerince alınan ancak bir daha evlerine dönmeyen gerçekliğe dönük yapılan bir haber. Öyle ki aileler artık evlatlarının katledilmelerini sormuyorlar, artık ondan vazgeçmişler. Sadece ve sadece evlatlarının kemiklerini istiyorlar. Evlatlarının kayıp kemiklerini...
Sahiden insanlık bir kuyuya sığar mı diye sorabiliriz? İnsanlık bir kuyuya sığmamalıdır ancak söz konusu Kürdistan oldu mu buralarda tüm kanunlar, hukuk biraz ayrı işliyor. Bir yoldaşımızın yazdığı gibi: “Buralarda bazı kanunlar ayrı işler, bazı kanunlar farklı hayat bulur. Buralarda biraz diyalektik tersten, çapraz, sarmaşık, sarmal, dolambaçlı derken bilinenin ötesinde bir şekilde işler. Çünkü burası Kürdistan’dır. Kimi şairin diliyle “Allahın üvey çocukları Kürtler”’in yeridir. Dışlanmışların, hor görülenlerin, suyun diğer yakasında kalmışların, ezilmişlerin, dili yasak edilmiş ve kesilmişlerin, evlatlarının gündüz ortasında kolları kırılanların, ana ve bacılarının meydanlarda toplanarak coplarla vurulanların, it sürüsü devlet polislerinin çocuklarına sopalarla saldırarak vantuzlar gibi kanı emilenlerin diyarıdır.
İşte bu diyarlarda yasalar, kanunlar birazda ayrı işler. Biraz da kendine özgü işler, biraz da alışılmışın dışında ayrıksı işler” diyor. Ve bir şairin de belirttiği gibi:  “Benliği yaralı bir ülke”dir burası.
Evet “benliği yaralı bir ülke” diye yazmış Mithat Sancar yazısında. Tuhaf ama bu yazıyı okurken insanlık bir kuyuya sığar mı sorusunu çokta fazla kendimize sorma ihtiyacı doğuyor. Evladının kemiklerini bulma umuduyla sevinen ananın “İnsanlar, hiçbir şeyden, keder duymaksızın ayrılmazlar; kendilerini en çok mutsuz eden yerleri, şeyleri, insanları bile acı çekmeksizin bırakmazlar” sözlerini alıntılamışken yazar, evlatlarının kemiklerinden nasıl ayrılacak bu benliği yaralı ülkenin anaları. “Hikâye yoksa kişi de yoktur. İnsan kendi hayat-hikâyesi olan, bu hikâyeye sahip olan ve bu hikâyeyi anlatabilen bir şeydir” ancak bu toprakların tüm hikayeleri hep kan doludur. Kanlıdır. Bu ülke öyle bir ülke ki benliği yaralıdır. Benliği ondan çalınmıştır. Benliğine yapılmadık işkenceler, vurmalar, kırmalar, el atmalar, tecavüzler kalmamıştır. Bir benliğin başına ne kadar felakat gelecekse getirilmiştir. Öyle bu benliği yaralı ülkenin içerisinde ya da üstünde yaşayan insanların dilleri de yasaklıdır. Yasaklı olan dil varsa hikaye nasıl anlatılacaktır? “Herkes kendini en iyi kendi tarzında ifade eder” ama bu kendini en iyi ifade etme tarzı kuyularda son buluyorsa o zaman dönüp dolaşıp bir şeyler yapmalıdır herhalde.
Uzun yıllar önce meçhul asker diye bir şiir okumuştum. Şöyleydi:
“Meçhul asker
Bir heyet gidince başka bir yere
Çelenk koyar meçhul askerin anıtına
Yarın şayet
Ülkeme gelir de öyle bir heyet
Sorarsa bana
“nerde meçhul asker anıtı” diye
“beyim” derim
“beyim”,
Kıyısında her arkın
Sekisinde her caminin
Kapısı önünde
Her evin
Her kilisenin
Her mağaranın
Kayalarında her dağın
Ve ağaçlarının üzerinde her bahçenin
Kürdistan’da
Gökyüzünün altında her yerde
Her karış toprak üzerinde
Çekinme!
Eğip başını hafifçe
Koyuver çelengini.”
İşte “benliği yaralı ülke” gerçeklik buyken evlatlarının kemiklerine bulmak için dağ taş arayan ve bir parça evlat kemiği bulduğunda buna sevinen ananın, anaların acılarını dindirmek için bile olsa inadına özgürlük kavgası her yerde, her ortamda, tüm zamanlarda, insanlık kuyulara atılmaktan kurtarılana kadar devam edecektir.
K. Nuda