HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

dulusUlus devlet batının geliştirdiği bir modeldir. Bu ise özü itibariyle tek ulusun hükümranlığına dayanan bir sistemdir. Ancak biliniyor ki dünya tek renkli olmadığı gibi, birçok farklı etnik yapı aynı coğrafyayı da paylaşıyor. Bu durumda oluşturulmak istenen ulus devlet yapıları doğası gereği tüm diğer renkleri ezip geçmişlerdir. Tüm renkleri öldürmüşlerdir. Hepsini bir potada eritebilmek için adeta silindir gibi üzerlerinde geçmişlerdir.

Peki, sonucu ne olmuştur? Sonucu bastırılmış, ötekileştirilmiş, dıştalanmış, hatta horlanmış muazzam bir insan kitlesi ortaya çıkmıştır.

Unutmayalım ki; bastırılmışlık, ötekileşmişlik, dıştalanmışlık insanın ruhsallığını bozduğu gibi hasta da kılar. Hasta hale getirilenlerin, tepkileştirilenlerin, asabileştirilenlerin ise nerede, kime, ne zaman hangi yöntemlerle vuracakları her zaman kestirilemez. Baskı ne kadar ağır olursa olsun, köle haline getirilme hangi düzeyde olursa olsun, insan varlığı ve oluşumu doğası gereği buna karşı tepki gösterir, ret eder ve karşı durur.

Boşuna yüz yıllar önce Jean Jacques Rousseau;  “Yalnızca gücü ve güçten doğan etkiyi dikkate alacak olsaydım, derdim ki bir halk eğer boyun eğmek zorundaysa ve boyun eğiyorsa iyi ediyordur. Fakat boyunduruğunu silip atabilecek duruma gelir gelmez silip atarsa daha iyi eder. Çünkü özgürlüğü elinden alınanın, bu hangi hakka dayandırılarak yapılmışsa aynı hakka dayanarak onu geri alma hakkı vardır. İnsanın özgürlüğünden vazgeçmek demek insan olma niteliğinden, insan haklarından hatta ödevlerinden vazgeçmesi demektir. Böyle bir vazgeçiş insan doğasıyla bağdaşmaz. Çünkü özgürlük elde edilebilir, ama kaybedildi mi bir daha ele geçmez” dememiş. Yine boşuna: “İnsan dünyaya hür doğar” diye de eklememiştir. Dünyaya hür doğanların hangi türden bir baskı olursa olsun kafa tutacakları muhakkaktır.

Gerçeklik böyle olmasına rağmen, onlarca farklı rengi adeta silindir gibi üzerinde geçmek demek dinamit lokumlarını kendi elleriyle yerleştirmek demektir. Nitekim böyle olduğu da bugün daha iyi görülmektedir. Yine önemli başka bir husus ise ulus devletin temel ideolojik argümanı liberalizmdir. Ancak devlet yapısına hakim kılınan ise milliyetçiliktir. Milliyetçiliğin varacağı yer ise militarizmdir. Birisi sahte özgürlük hayalleri kuruyor, birisi halkları birbirine düşman kılıyor, bir diğeri ise halkları baskılamanın yolunu sağlama alıyor.

Dikkat edelim; ulus devlet modeli kendi içerisinde düşmanlığı taşıyor. Çünkü önce yok sayıyor, sonrada yok sayılmak ve öyle görülmek istenmeyenlerin direnişi gelişince de üzerlerine giderek eziyor. Yetmeyince her türlü kıyımı gerçekleştiriyor.

Böyle bir sistem dünyanın neresinde olursa olsun ortaya çıkaracağı sonuç budur. Bu gerçekliktir. Yani Paris’te olanlardır. Ruanda’da olanlardır. Nijerya’da olanlardır. Irak’ta, Suriye’de ve Rojava’da olanlardır.

Ulus devlet yapısı tekçi olan bir sistemdir dedik. Bu sadece siyasal yapı için geçerli olan bir durum değildir. Tekçilik dini inançlara da yansır. Yani tek ulustan tek dini yapıya uzanır. Çünkü zihniyet böyle bir kere oluştu mu gideceği yer de bu olur.

Devlet ulus modeli kimin ya da kimlerin siyasal çözüm modelidir? Kapitalistlerin ve onların modernite projelerinin. Kapitalistler zamanında eğer kendilerince tek ulusa dayalı devletler oluşturmasaydılar, tek para birimi, tek ağırlık birimi, tek konuşma dili, tek dini inanç derken ne kadar bu kadar teklik oluşturmasalardı, doğası gereği tekçi olan pazarlarının da oluşturamazlardı ve halkların çok doğal yürüyen, insana, yüreğe ve ahlaka dayalı halkların ekonomik modelini ezip geçemezlerdi. Ve tabii ki bunun için de kar edemezlerdi, ceplerini dolduramazlardı. Hiç yatırıp milyarlar vuramazlardı. Uluslar da sahte duygular ve hisler uyandırarak kendi yanına çekmesini bilen kapitalist modernite bunu yapmasaydı, halkların varlıklarına el atamayacak ve soyamayacaktı.

Evet, ulus devlet modeli ile kapitalistler kendi yollarını düzlemişlerdir. Meşhur bir deyimle stabilize etmişlerdir.

Şimdi soralım kendi dar çıkarları için Ortadoğu’ya insanın ruhsal sağlığını bozan bu hastalığı kim bulaştırdı? Kim bu hastalığı Ortadoğu’ya taşıdı? Hangi yöntemlerle bu hastalığı getirdiler? Ve şimdi bu hastalığı nasıl ve hangi yöntemlerle idare ediyorlar?

Böyle yüzlerce soruyu sormak mümkündür. Ama biz biliyoruz ki verilecek en sade cevaplardan bir tanesi şudur; Ortadoğu’ya kapitalistler yani batı dünyasının emperyal devletleri bu insanlık düşmanı hastalığı getirdiler. Bu hastalıkla halkları birbirine bıraktılar. Kıyımlar gerçekleştirdiler. Ermeni kıyımı, Asuri kıyımı, Kürt kıyımı, Çerkez kıyımı, Arap kıyımı, Yunan kıyımı derken Êzîdî kıyımı, Alevi kıyımı, Kakai kıyımı ve tabii daha ne kadar çok böyle kıyım…

Söylenecek çok şey vardır ama kısa keserek belirtelim ki, bu model Ortadoğu’ya sadece kıyım getirdi. Teklik gerçekten de sadece kıyım getirdi, getiriyor ve gelecekte de getirecektir. Emperyalistlerin hem bu hastalığı bu coğrafyaya bulaştırdıkları hem de halen bugün bile karıştırmaya devam ettikleri de göz önüne getirildiğinde, buralarda ortaya çıkacak ve yaşanacak olanların dünyanın başka yerlerine de yansıyacağını görmek çok mu zordur? Zor olmadığını biz bugün Paris’te görüyoruz. Yarın ise başka yerlerde göreceğiz.

Özü itibariyle; hastalık siyasal çözüm modelindedir. Önce bu modeli aşmalı ki bugünden başlayarak yarın olacakların önü alınsın. Ulus devlet insanlığa sadece kıyım getirdiği için hemen terk edilmelidir. Bunun yerine bugün Rojava’da uygulanmaya konulan ve bunun için büyük mücadelesi verilen demokratik ulus modelinin geliştirilmesine yol açılmalıdır.

Şimdiden birçok farklı rengin bir arada aynı çatı altında bir araya geldiğini görüyoruz. Halbuki demokratik ulus modelinin yürümemesi için ne kadar da çok engel ve saldıran vardır. Halen büyük batı dünyası bu kadar büyük çabaya rağmen tanımış değildir. Tam tersine bu modele saldıranlara destek bile çıkılmaktadır. Yine TC Devleti gibi açıktan tasfiye etmeye çalışan bir tekçi devlete ses bile çıkartılmıyor.

Halbuki belirtiğimiz gibi eğer Parisler engellenmek isteniyorsa önce demokratik ulus modelinin önü açılmalı. Yani Rojava tanınmalı. Ve Rojava modeli tüm Ortadoğu’ya mal edilmeli. Aksi taktirde belirttiğimiz gibi Parisler sürekli yaşanmaya devam edecektir. Çünkü ulus devlet modeli sürekli olarak kendi kendine Parisler üreten bir modeldir. 

Kasım Engin