HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

12 Eylül karanlığından bu sözün pratikleştirilmesiyle çıktık. Varlığı inkar edilen bir halkın dirilişini sağlamak amacıyla başlatılan tarihi yürüyüş bu söz etrafında kilitlenmiş militanların, yiğit Kürt gençlerinin inanç ve iradeleriyle bugüne dek geldi. Karanlık duvarlar, kalın sisler bu küçük ışıktan alınan güçle ve sadece insanın kendisine inanmasıyla aşılabildi.

Bu karanlık dönemler belli oranda aşıldı. 12 Eylül’ün faşist askeri yönetimi gerilla atılımıyla yenilgiye uğratılmış, yaşadığımız coğrafyada belli bir özgürlük düzeyi yaratılmış olsa da liberalizmin yeni plan, proje ve konseptleriyle çok daha fazla iddialı bir biçimde saldırılarının devam ettiği kesindir. Bu saldırılarda düşünceye yönelim, bilinç karartması çok daha fazla. Kavramlara biçilen anlamlarla çokça oynandığından doğru/yanlış, iyi/kötü ayrımı içinden çıkılmaz bir düzeye getirilmiş bulunuyor.

Bu gerçeklik karşısında Önderliğimiz İmralı’da tüm insanlık tarihinin en ağırlaştırılmış tecrit ve izolasyon politikalarına rağmen yaratılan bu çarpıtmaları aydınlatmak adına değeri her geçen gün daha fazla anlaşılan bir külliyat oluşturdu. Sırf insanların kendine inancını yükseltmek, tarihin çarpıtmalarını düzeltmek, Kürt kimliğine anlam kazandırmak adına kendi düşünce ve duygularına yüklenerek bir şaheser yarattı.

Ciltleri bulan savunmalar yaşadığımız dünyanın gerçeklerini anlamak için de oldukça önemli. Hakikat yolunda yürümek isteyen her birey, dürüst ve onurlu her insan evladı bu savunmalarda kendi mücadelesi için çok değerli bir düşünce sistemini edinebilir, yürüteceği mücadelede güçlü bir moral desteği sağlayabilir.

Yapılan tespitlere doğru anlamlar yüklemek şartıyla tabii.

Bir Halkı Savunmak adlı eserde Önderlik “her kavrama kutsallık düzeyinde önem vererek yeniden ele almalıyız” diyerek liberalizmin demagoji sanatı karşısında bize güçlü bir silah vermişti. Şu anda yaşanan karmaşa buradan ileri geliyor. Barış derken kimin ne kastettiği, demokrasi, özgürlük denildiğinde sistemin neden söz ettiğini iyi anlamamız gerektiğini belirtmişti. Yine Kapitalist Moderniteyi tüm yönleriyle çözümlediği son savunmalarında “sistemin her yerinden ona karşı durarak” mücadelenin yükseltilebileceğini belirtmiş, sistem karşısında zaferin de bu şekilde elde edilebileceğini söylemişti.

Günümüzde mücadelemizin geldiği aşama göz önüne getirildiğinde yaptığı ciddi uyarıyı tekrardan hatırlamakta fayda var. “neoliberalizmin yeni dalgalarında kaybolmamak” adına neler yapılabileceğini herkesin sorgulaması gerekiyor.

2002’den beri Türkiye’de iktidarda bulunan AKP hükümetinin duruş ve politikalarını bu perspektifler ışığında yeniden değerlendirmek gerekiyor. Şüphesiz Kürtler üzerinde yürütülen soykırım politikaları salt bu hükümet tarafından uygulanmıyor. Çok geniş bir batı dünyası ve bölge gericiliğiyle işbirliği halinde böylesi bir yönelim sahibi olabiliyor. Fakat hakkını yememek, AKP hükümetinin liberalizmin demagoji sanatındaki üstünlüğünü de görmek gerekiyor. Bu denli rahat yalan söyleyerek, gerçekleri tersyüz ederek, ilke ve değerleri ayaklar altına alarak, ahlaktan yoksun bir politika yapabilmek Ortadoğu coğrafyasında çok mümkün değildir. Batı dünyasının ahlaktan boşaltılmış bireycilik stratejisi olmadan, hileci, yalancı kapitalist modernite mirası olmadan Ortadoğu toplumları üzerinde böylesi bir politika uygulanamaz.

Bu anlamıyla AKP hükümetinin ideolojik, paradigmasal kökenini iyi görmek gerekir. AKP Ortadoğu geleneğinin değil, kapitalizmin yaratıcısı batı dünyasının bir piçi durumundadır. Ortadoğulu halkların değerler sistemini onlara karşı kullanan, dini kendi emellerine alet eden faydacı, ilkesiz, ahlaksız bir harekettir.

Bu gerçekliğinin yanında AKP’nin politik uygulama alanları ve bunun yarattığı algı dünyasının da ciddi bir çözümlemeden geçirilmesi gerekir. Ortaya konulan pratikler ve değerlendirmeler bu konuda özellikle Kürtler arasında ciddi yanılgılar yaşandığını gösteriyor.

Örneğin siyaset, demokrasi çarpıtması ve savaş/barış kavramlarına yüklediği anlamlar herkes tarafından doğru değerlendirilebilmeli. Buyurun siyaset yapın diyen, ardından herkesi zindanlara tıkan bu zihniyet doğru çözümlenmedikçe sistem karşısında ciddi bir mücadele yürütülmeyeceği anlaşılmalıdır. Buyurun siyaset yapın demek, gelin teslim olun demekle aynı kefede ele alınabilir.

Bu düşünceyi dillendiren iyi niyetli insan ve gruplar olsa da sistem içinde bunu denemenin kesinlikle bir şekilde sistemle işbirliği içinde olmaktan geçtiğini iyi biliyoruz. Nitekim BDP üzerinden yürütülen politikalar, meclise gidişi ve ardından siyasi partilerin, devlet erkanının yaklaşımları bunu çok açık bir şekilde göstermiştir.

Daha da önemlisi bunun karşısında gelişen reflekssizlik bu durumun ne kadar içselleştirildiğini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Soğuk suya atılarak yavaş yavaş arttırılan ısıyla kendinden geçen ve en sonunda kaynar su içinde ölen kurbağa örneğini yeniden hatırlamakta fayda var. Şu anda Türkiye devlet ve hükümetinin yarattığı siyaset alanı içinde yer alan her bireyin böylesi bir sonu öngörmesi yerinde olur. Buna karşı direniş adına kimi girişim ve yaklaşımlar söz konusu olsa da beş bin yılık bir devlet geleneği karşısında yer alındığı çokça hatırda tutulmadığından bunu aşacak politik duruşlara ulaşılamamakta, dolap beygiri gibi dönülmektedir.

(Ayrıca bunun bir hakaret olmadığını bir sistem gerçeği olduğunu hatırlatmak isterim)

En son üç seçilmiş milletvekili için açılan davalara da bakıldığında teslim alma politikalarının ne kadar yürürlükte olduğu, devlet sistemi içinde muhalif politika yapılmasının ne kadar zor olduğu rahatlıkla görülebilir.

Böylesi bir durumu çok yoğun hissetmek gerekir. Sadece görmek değil, bu teslim alma zihniyetini, teslim alma yöntemlerini, taktik ve planlarını, konseptlerini çok yönlü değerlendirmek gerekir. Bunun dışında eğer gerçekten politika yapılmak isteniyorsa güçlü bir dayanak bulunmalıdır. Halktan desteğini aldığını iddia eden birçok hareket tarih içerisinde kısır düşünce dünyaları, bulanık zihniyet nedeniyle yenilmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu sistem karşısında bunca uzun yılları alan bir mücadele yürütebilmesinin altında yatan da aynı destektir. Ama tek bir farkla.

PKK ve etrafında oluşan sistem halkı temel dayanak, destek merkezi olarak ele almakla birlikte asla sistem içinde olmamayı da ilkesel bir duruş olarak kabul etmiştir. Hem sistemin suyundan içip, hem de ona karşı mücadele etmeye kalkmamıştır. Sistem dışında olmayı, ona karşı mücadeleyi de her zaman dağa, özgürlük mekanlarına dayanarak yürütmüştür. Günümüzde yaşanan gerçeklerden de anlaşılacağı üzere ovada siyaset yapmanın tüm yolları tıkanmıştır. Ama halen mecliste, seçilmiş olmanın verdiği avantajlarla siyaset yapılabileceği düşünülmektedir.

Durum ortadadır. Daha seçimlerden çok önce, yine geçmiş yıllarda legal siyasetin gelişimini sürekli desteklemiş olsak da var olan Kürt karşıtı konseptin yönelimlerinin ancak halkın yürüteceği direniş ile yenilgiye uğratılabileceğini belirtmiştik. Bunun karşısında birçok neoliberal tutum ve etrafında şekillenen yarım yamalak sözde demokrat kesim bizi savaş çığırtkanlığı yapmakla, legal siyasetin iradesine ipotek koymakla suçlamıştı. Bu kesimlerin durumu tekrardan değerlendirmesini öneriyoruz.

Yine siyaset yapmak, halkın mücadelesine destek sunmak isteyen kesimleri de mücadele yöntem ve araçlarını gözden geçirmeye davet ediyorum. Kürt halkının 12 Eylül karanlığından çıkışında ne denli rolü olduğu ortada olan Teslimiyet ihanete, direniş zafere sözünü yeniden mücadelenin merkezine yerleştirerek Kürt halkının dirilişini sağlayan mücadelenin pratiklerinden dersler çıkarmasını öneriyorum.

Anlamak lazım. Eğer doğru mücadele yürütülmek isteniyorsa dağa dayanmak zorundasınız. Bunu yapmadığınız müddetçe tutuklanacak, hakarete uğrayacak, işkencelerden geçecek, onursuzluk dayatmalarıyla yüz yüze kalacaksınız. Legalin de, illegalin de yolu dağdır. Bunu görmeyenin mücadelesi, bunu kabul etmeyenin istemleri asla hedefine ulaşmayacaktır. Eğer TC devletine, bölge gericiliğine ve batı dünyasının özgürlük adına geliştirdiği kölecilik dayatmalarına karşı PKK hareketi bugünlere gelmişse ve zaferi elde etmeye ramak kalmış bir eksende dimdik ayakta ise dağa dayanarak bunu başardığını anlamak lazım. Yoksa emekler, çabalar, bedeller boşa çıkacak, tarih bir kez daha tekerrür edecektir.

Bunu sadece Kürtler değil, Kürtlerin haklı davasına yakınlık duyan Türkiyeli demokrat kesimler ve tüm sistem muhalifleri de anlamalıdır. Sistem karşısında yer almak mekan olarak da ondan soyutlanmayı gerektirir. Bunu bir kez kabul ettiğinizde, dağın özgürleştirici gücünü hissettiğinizde içinizdeki gücün kudretine kendiniz bile şaşıracaksınız…

Pir Kemal