Biz, daha önce de, 12 Eylül rejiminin çeşitli yıldönümleri vesilesiyle ortaya çıkış koşullarını izah etmeye çalıştık. 8. yılını geride bırakırken, daha açıkça ortaya çıkan gerçekler nedir? Halkımızın direniş tarihinde bu yıllar neyi ifade eder? Yakın döneme ilişkin etkileri ne olabilir?
Ortaya çıkan en önemli gerçek, Türk egemenlik sisteminde ordunun rolünün beklendiği gibi, rolünü başarıyla yerine getirip tekrar toplumun koruyucu ve denetleyici rolünü kendine biçtiği bir misyonu, bu sefer de tekrarlanmak istemesidir. Bugün daha iyi açığa çıkan gerçek, Türk egemenlik sisteminde politikasızlığın sorunların halletme gücünde ve yaratıcılığında olmadığıdır. Sosyal sınıflar zorlandıklarında sürekli orduya sığınıyorlar, askeri çözüm yollarına bel bağlıyorlar. Bu sefer de girmek istedikleri çözüm aracı olarak, devreye geçirmek istedikleri ordudur.
Ordu, kendine güvenen ve her ortaya çıktığında toplumun beklentilerine uygun olarak, rolünü icra eden bir konumu, bu seferde sonuna kadar yaşayabileceğini, başarıyla tekrar yerine çekilebileceğini hesaplıyordu. Özellikle karşısındaki direniş ögelerinin tarihsel olarak sürekli rahatlıkla ezilebilme durumları, bu kanıyı daha da pekiştiriyordu. Bu kez daha az donanımlı direniş ögelerinin, rahatlıkla ezilip tasfiye edilebilecekleri bekleniyordu. Bu beklentisine göre bir vuruş tarzı ve istikrar programı düzenlenmişti.Bugün ortaya çıkan diğer bir gerçek, Türk egemenlik sisteminde politikanın güçsüzlüğüdür. Politikadan beklenmesi gereken rolün yerine getirilmesinde, içine düşülen muazzam yetmezlik ve bunun da sorunların çözümüne hizmet eder bir durum olmadığını daha iyi kavrıyorlar. Politikasızlık, cüce politikacılığın toplumsal gelişmede, birlik bütünlük adına "ordumuzun itibarını hiçbir zaman zayıflatmayalım" edebiyatıyla, hiç de gelişmeye hizmet etmediklerini yeni yeni kavrıyorlar. Politikanın rolünün daha iyi sahip çıkılması gerektiğini fark ediyorlar.
Kısaca, Türk kafasındaki siyasal cücelik biraz daha net görülüyor. Fakat çözüm bulmaktan da uzaklar. Her şeyi orduya terk eden zihniyet, yalnız sömürücüsü ve ezeniyle değil, ordu hakkında geliştirilmiş olan imajının bu sefer tam başarıya gitmemiş olmasını ezilenler de bilmiyor, yani direnişimizin karşısındalar. Sonuna kadar orduya güvenerek rahat yaşanamayacağını, sorunların çözülemeyeceğini, dolayısıyla yeni arayışlar geliştirmek gerektiğini, bu konuda kendilerini yorup çözüm üretmeleri, bunun da yolunun politika yapmaktan geçtiğini, bazıları daha iyi görmeye başlıyor. Özellikle aydın gafleti, bu konuda kendine gelmeye başlıyor. Yine egemen sınıflar kadar, ezilen sınıfların da daha iyi yaşam için, kendi programlarını daha iyi yürütmek için, iyi sınıf öncülerine ihtiyaçları olduğunu daha iyi görüyorlar. Bu sonuçlar önemlidir. Bir yandan ordunun geleneksel, tarihsel misyonunu kırılmıştır. Türk egemenlik sisteminin, dünyada ender görülen bir rolü üslendiği ortadadır. Yani "sığınılacak nokta", "her şeyi kurtaracak ocak", "o sağlam kaldıkça her şey istikrar bulur, gerektiğinde güllük gülistanlık ortam sağlar", "ordumuz yaşadıkça bize ölüm yoktur", "ordumuz var oldukça her şey yoluna girer", "ordumuzun itibarıyla oynamayalım", "ordumuz için her şeyimizi feda edelim" gibi anlayışların, istedikleri sonuçları elde etmeye yetmediğini gördüler. Bu, ilk defa herhangi bir dönemden daha fazla bu dönemde ortaya çıkıyor. Ordunun bu geleneksel itibarının aşılmış olması, çözümleyici bir güç olmadığının kavranması önemlidir. Özellikle siyasal mücadelelerin gelişmesi açısından, daha olumlu bir anlayışın gelişimine yol açabilir.
Bu durum böyle olunca, bunun zıddı politikaya yüklenmek gerekiyor. Politikanın gerçek rolünün oynaması zorunluluğu ortaya çıkıyor. Politik mücadele, sınıfların gerçek kuvvetleriyle, ideolojik siyasal hareketlilik içine girmelerini zorunlu kılar. Bunun da ciddi yapılması gerekiyor. Bu yapıldıkça, Türkiye'nin sorunlarına daha kapsamlı yaklaşmak mümkündür. Daha çaplı politikacılar, örgütler, mücadeleler ortaya çıkabilir. Bunun da, bundan sonra daha sağlıklı gelişmesini söylemek mümkündür.
Türk egemenlik sistemi, ordu örgütlenmesine bir klan ve aşiret örgütlenmesi gibi bağlanmıştır. Çok kutsal görür, kutsal duygularla bağlıdır. Bu duygular her türlü gericiliğin de temelidir. Faşizminden tutalım her türlü şovenist, ulusal ve sınıfsal gerçeklerin reddine kadar bu duygular önemli rol oynar. Bu duyguların bugün yıkılması söz konusudur. En çok da generallerin üzerinde titrediği orduya halel getirmemek, ordunun itibarını düşürmemektir. Kastettikleri de budur. Toplum her zaman orduya güçlü duygularla bağlanmalı, ordunun sınıflar üstü ve hatta devlet üstü bir kurum olduğuna, en ufak bir kuşku ve gölge düşürülmemeli, günü geldiğinde herkes büyük bir kölelik ruhu ile buraya bağlanmayı, bu dünyada Allah'a sığınmak gibi en kutsal erek olarak kabul etmeli, dolayısıyla da ocağın hususiyetine hiç halel gelmemeli, gelmediği oranda da, onların düzenini sağlamalıdır.
Bizim direnişimizin en büyük sonuçlarından birisi de, ordunun bu niteliğini teşhir etmesidir. Ordunun en büyük kurtarıcı umacı gibi olmadığı, orduya tam güvenilmeyeceğinin ortaya çıkarılmasıdır. Türk sisteminin toplumsal düzenlenişinde, ordunun bu biçimde kavranmasının, onun en son sığınılacak kurtarcı güç olarak düşünülmesinin doğru olmadığı veya beklentilerini tam yerine getiremeyeceğinin ortaya çıkartılması, bu nedenle çok önemlidir. Uzun vadeli direnişimiz, bilakis şunu kanıtladı ki, ordu toplumsal sorunların kaynağıdır. Genelde devlet, özelde ordu üzerinde durulmadıkça, üzerine gidilmedikçe, siyasal iktidar ve Türk sisteminde, onun içindeki askeri gerçek yerli yerine oturtulmadıkça, sorunun çözümü için üzerine gidilip bu konuda çıkış yolları aranmadıkça, Türkiye'nin hiçbir ciddi sorununa çözüm bulunamaz. Bu, bugün ortaya çıkıyor ve anlaşılır bir husustur.
Ordu, son tahlilde zor olayından ibarettir. Zorun üretimi geliştirdiği, çelişkileri çözdüğü görülmemiştir. Zor, ancak yaratılmış olana el koyar, yaratılmış olanı bir elden diğer ele devrettirir, bunun için emreder. Ama bizzat kendisi üretim yapamaz, üretimi geliştiremez. Hele hele mevcut üretim ilişkileri, üretim güçlerinin gelişmesi önünde engel bir duruma gelmişse, bir toplumsal sistemde Türkiye'nin kapitalist sistemindeki üretim ilişkileri, üretim güçlerinin gelişmesini muazzam frenliyorlar, bunu iyi biliyoruz.
Nüfusun yarısı işsiz, kaynaklar son derece dar bir tekelciholdingci elde çarçur edilerek, üretim güçleri mahfediliyor. Başta insan emeği olmak üzere, her türlü işsizliğin ve her türlü açlığın kaynağı, üretim ilişkileriyle, üretim güçlerine hakim olanların niteliğinde aranmalıdır. Bugün bunlar en vurguncu üretimle, üretimin geliştirilmesiyle alakası olmayan faizle, sadece milyarlara milyarlar katan, ticarette, özellikle de hayalisinden tutalım hakikisine kadar, sadece ihracatçılıkla palazlanan, sermaye birikimini yapan bir sınıfların aleyhine değiştirilmektedir. Tarihte en çok emekçi sınıfların üretim ve tüketim içindeki paylarını en azami indirgeyerek, 8 yıl içinde yarıdan daha fazla indirme ve bunu daha üst sınıflara aktarma durumu ender görülmüştür. Bu, saydığımız tefeci, faizci, tüccar kesime aktarımda rol oynayan ve bunların arkasında olan güçlerdir. Bu güçler, 12 Eylül rejimi askeri yönetimidir. Böyle olunca da ordu, günümüz Türkiye'sindeki üretim güçlerinin gelişmesinin önünde, geri üretim ilişkileri kurulmasının temel gücü, arkasındaki asıl dayanak oluyor. Bu konumuyla da ordu zoru, Türkiye'de en gerici rollerden birisini bu dönemde oynuyor.
Ordunun böylesi üretim ilişkilerini zorla ayakta tutmaya çalışması, tüm emekçi sınıfların üretici güçlerinin geliştirilmesini engellemek için, sendikalardan tutalım tüm örgütlenişlerine ciddi yasaklar getirmesi, nefes alamaz duruma getirmesi şüphesiz ancak faşizmle izah edilebilinecek bir gericilik dayatmasıdır. Bu noktaya zaten vardırılmıştır. Böyle olunca da her zamankinden daha fazla Türk ordu sistemi, günümüzde gerici rollerinin en büyüğünü oynamaktadır.
Bunun uluslararası emperyalist sistemin içindekilerini göz önüne getirmiyoruz. Uluslararası emperyalist sistemin genelde dünya emekçi halklarına karşı ifa ettikleri rol, bölgemizde Türk ordusuna NATO içinde biçilen rol, bütün bunlar uluslararası alanda gericiliğin çok güçlü bir dayanağı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Türk ordu yapısı, böylece bir yandan kendi halkı, yine egemenliği altındaki halklar üzerinde olsun, uluslararası alanda olsun, günümüzde gericiliğin en güçlü dayanaklarından birisi olmuştur. Bir zamanlar Çarlık Rusyası öyleydi. Yine Almanya'daki Prusya gericiliği ki, o da militarizme dayanıyordu böyleydi. Bugün, bu rolü en iyi bir biçimde ve birinci sırada Türk ordusu oynamaktadır. 12 Eylül rejimi döneminde, Türk ordusunun bu niteliği çok iyi ortaya çıkmıştır.
Eğer herhangi bir gelişmeden, ilerlemeden bahsedilmek isteniyorsa, özellikle yapılması gerekenin bu zor sistemine karşı doğru düşünme, doğru tavır geliştirmeyi bilmekten geçtiğini görmekteyiz. Toplum nefes almak istiyorsa, emekçi sınıflar kaderlerine bir çare ve değişiklik sağlamak istiyorsa, yapmaları gereken iş, genelde iktidar, ama daha çok da ordunun bizzat iktidar olmasına veya siyasal politika üzerindeki büyük ağırlığının görülmesine, buna karşı çıkmayla, bunun çözülmesine dikkat etmeleri gerekmektedir. Onların kurtuluşunun bilimsel ve biricik doğru yolu budur. Buna cesaret edilmediği gibi, 12 Eylül faşist rejimi döneminde ordu meselesine yüreklice girilmediği için, bütün ekonomik, sosyal mevzilerden uzaklaştırıldı. Siyasallaşma onlara yasaklatıldı. Ve sonuçta muazzam bir yoksulluk, düşkünlük vb. durumlar içinde boğuntu ya getirildiler. Çünkü doğru yolda mücadele etmeye cesaret edemediler. Bunun için örgütlenemediler. Sonuç, bugünkü durumun kabullenişidir.
Bugün bunalım daha da yoğunlaşmıştır, sorunlar daha kapsamlı hale gelmiştir. Fakat cesaretle çözüme gidilemediği içindir ki, bugün bu tablo karşısında toplum adeta umutsuz, sahte siyasiler ve demagoglar elinde, biraz da ne yapacağını bilmez durumdadırlar. Gerçek çıkarlarını konuşturan örgütler ortaya çıkaramadığı, mücadele yürütemediği için böyledir. Bu toplumsal çürümeye götürür. Nitekim gelişen de budur ve bireyin bu aşamada Türkiye'de içinde bulunduğu çürümüşlük düzeyi, bu tahlillerin dışında zaten çok daha gerçekleri ortaya çıkarır.
Toplumlar durarak çelişkilerin üzerine gitmeden ilerlemeyezler. Toplumsal sınıflar kendileri için politika üretmeden, sorunlarını bu temelde çözmek için büyük mücadele vermeden ilerleyemezler. Türk gerçekliğinde açık bir biçimde ortaya çıkan gerçek budur. Bu gerçeklerin böyle ortaya çıkmasında şüphesiz bizim çözüm yolumuz önemlidir. Eğer kısa vade de ordu zoruyla istikrar hemen sağlanıp ve emperyalizmin de onayıyla biçilen demokrasi, ekonomi programı rahatlıkla uygulamaya geçirilseydi, örneğin bazı ülkelerde denenenler sınırlı da olsa Türkiye'de de başarı sağlanmış olsaydı, belki bu rejimin ömrü daha uzun olabilir, daha sineye oturtulabilir, daha muhalefet le karşılaşabilir ve tarihinde yine ordunun en iyisini yaptığı, "günü gelirse yine böyle yapar" imajı beklentisi güçlü olarak ayakta kalabilirdi.
Direnişin her düzeyde ard arda gelişerek sürdürülmesi ile toplumun bu beklentilerine çok geniş kapsamlı soru işaretleriyle karşılık verildi. Bu işlerin artık eskisi gibi gidemeyeceği, yine halk çarelerinin geliştirilmesi gerektiği, artık orduyu bir tarafa itmek, ordu dışında, hatta orduyu sınırlıyarak, gemleyerek, toplumsal sınıfların, toplumun kendi çıkış yollarını bulmaları gerektiği gerçekliği gösterildi. Bu temelde biliyoruz ki, eski politikacıların yeniden siyaset sahnesine sürülmesinden tutalım yeni politikacıların ortaya çıkarılmasına kadar bir takım deneylere girişildi. Eskileriyle, yenileriyle politikacılık, Türkiye'de emeklemede diyemeyeceğimiz, ağırşaksak, kör topal bir biçimde geliştirilmek isteniyor. Bunlarda politikaya köklü bir inanç zayıflığı söz konusudur. Ordu, geleneksel iktidar içindeki konumunu zayıflatmak istemediği için, her zaman Demoklesin kılıcı gibi, politikacılar üzerinde sallanarak tehdit etmektedir. Dolayısıyla cesaretle buna göğüs gererek, orduyu kendi denetimleri altına almak için gerçek bir kuvvet, sosyal ve siyasal kuvvet yaratacak bir önderlik, burjuva anlamda da olsa geliştirilemediği için, politikacılar kör topal, yücelik hastalıklarına tutulmuş olarak ortaya çıkmak durumunda kalıyorlar.
Politika, toplumların ortaya çıkarılabileceği en güçlü çözüm aracıdır. Bu çözüm aracına, ordunun gölgesi altında, ordunun korkusuyla yaklaşmak, daha başlangıçta felçli olarak doğmak demektir. Türkiye'de politikanın doğuşu, politikaya yaklaşım böyle olduğu için, kavga sağlıklı olmadığı içindir. Ki, ciddi bir politik önderlik, ciddi bir politik mücadele gelişmiyor.
Reber APO