HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

onderlik foto_223 Nisan 1920 TBMM’nin kuruluşunun 76. yılı. Kendi bağımsız siyasetini yaratamayan bir halkın kendi elleriyle nasıl bir tükenişe gireceğinin de en trajik bir tarihi sürecidir. Bu tarih, bir halkın, hatta halkların kaderi konusunda siyasi bilinci, olsa buna sorumluluk düzeyinde yaklaşmayı bilse dönemin en faşist bir cumhuriyet kuruluşu altında yok olmaktansa, en özgür halklar gerçeğine ulaşmayı da sağlayabilirdi.

Türkiye Cumhuriyeti adı altında geliştirilen bu faşist ve dünyada eşi görülmemiş rejim altında, tükeniş yerine belki de Sovyetlerden sonra dünyanın en özgür bir halk cumhuriyeti veya cumhuriyetler birliği olarak Ortadoğu’daki yerini de bulabilirdi. Hiç şüphesiz toplumsal nedenler, ulusal bilinçten yoksunluk, gerici ideolojilerin etkisi, bunun yanında öncülüğe soyunmuş gücün askeri gerçekliği, yine onun sınıf temeli, uluslararası koşullar, bizzat o dönem tarihin somut iç özellikleri, düşünülebilecek olanın en kötüsünün ortaya çıkmasına yol açtı. Bir insan ömrü kadar bir süreçte halklar kötü kaybettiler, Anadolu tam bir halklar mezarlığı oldu. Kazanan da bir avuç, belki de dünyada eşi görülmemiş, hatta 1920’lerdeki kompradorlardan, işbirlikçilerden daha tehlikeli, daha gözü kara bir güruh oldu.

Tarih bir daha geriye çark edilemez, olan olmuştur, fakat çok önemli dersler çıkarılırsa, belki de son derece öğreticidir. Muazzam yol gösterebilir. Bugün de bu kişilikten kurtulun muş olunduğu sanılmasın. Hayır, şu anda da yalnız toplumsal sınıflarda değil, parti içine yansımış kişiliklerimizde de özgürlük iradesini esas alan kişilikler yok denilecek kadar azdır. Bunlara kalırsa, 1920’lerden daha kötü koşulların 2000’li yıllara yaklaşırken de yaşanması işten bile değildir.

Bir halk düşmeye görsün, bir kişilik kendini kandırmaya görsün, onun kolay kolay iflah olması düşünülemez. Bir halk son tahlilde bir kişide dile gelir veya kişilik olayında kendini açığa vurur ki, benim kendi tecrübemden çıkardığım sonuç, şimdi 1920’lerden daha ağır bir durumu yaşadığımızdır. O dönemin hiç olmazsa kendi tarihi kimlik, kişilikleriyle bazı tipler ortaya çıkıp kendilerini savunurlardı, konuşurlardı. Bu gün o da yoktur.

Özel savaşçıların bir savaş tarzı var ve onunla kurdukları bir yaşamları var. Bunu iyi biliyorlar. Ama biz halklar adına ne savaşı anlayabiliyoruz, ne de yaşamı. Büyük vurgunlar ve büyük kaçışlar tarihte çokça görülmüştür. Ama bu 76 yıldır bizde gerçekleşenden daha utanılası, lanetlenesi gerçekleşmemiştir. Tarihte, Yahudi kaçmıştır, Ermeni kaçmıştır, Rum kaçmıştır bizim yakın coğrafyamızdan, ama hiç birisinin bizim tarzımızda kaçtığını sanmıyorum. Daha adını bile koymamak nasıl bir kaçıştır? Başa ne geldi, kimlerle getirildi? Ne yapılması gerekir? Tek kelimeyle doğru düşünüp cesurca konuşmak isteyen bir kişi bulamıyoruz. Haince, lanetlice kaçış dur-durak bilmiyor. Fiziki kaçış burada en zavallı ve en az tehlikeli kaçıştır. Ruhlardaki yitiriliş, hele düşüncedeki kaçışta, teslimiyet, hatta dört dörtlük düşmana olma, ona çalışma, ona düşünmeyi başka bir halk kimliğinde bulmak mümkün değil.

Bu yıllarda bunlar oldu. Benim en büyük utancım bu tabloydu. Aslında denilebilir ki, en erken yaşlarda bu tabloyu görmemek için kendimi çok zorladım. Kaçmak istedim, vazgeçmek istedim, fakat çaresini bulamadım. Neden bu kadar yaramazlık, neden bu kadar çirkinlik, neden bu kadar zavallılık, güçsüzlük tablonun kendisindedir? Onun için kimse cesur bakamıyor. Yüzü yok ki baksın. Anlamaya çalışmıyor. Anlamaya çalışsa kendini keşfeder ki, çokta düşmüş, lanetlinin tekidir. Neden anlamak istesin ki? Yapmaya gelince de zırnık kadar kendine güveni yok. Neyi yapacak?

Bu gerçeği ben öz devrimci pratiğimize bakarak daha iyi anlıyorum. Hazır böyle yaşamın özgür, biraz namuslu diyebileceğimiz yaşamın eşiğine getiriyorsun, lokum gibi onu sunuyorsun, yine tepiyor, yine anlamak istemiyor. O zaman kişilik bambaşka kişilik diyoruz. Bunu yetiştiren iyi yetiştirmiş, köleleştiren iyi köleleştirmiş. Ve bir kölelik biçimine ad bulmak istiyoruz, onu da bulmak da güçlük çekiyoruz.

Yine çok iyi hatırlıyorum; yaşam süresince bu tarihten kaçmak istedik. Zaten adına pek tarih denilesi bir şeyin olmadığını da gördük. Ama nereye kaçacaksın? Şimdi anlıyorum, yaşıyoruz diyenler neden bu kadar sorumsuz. Benim gibi her adımını bin besmeleyle atan bir kişi bile bu durumu yaşadıktan sonra, bu kadar küfürlü yürüyenler nereye varacak, ne olacak? Bir lanetli tarih, bir faşizm ki, eşi benzeri de yok. En kötüsü de onun altında nasıl ezilmiş, yenilmiş, özüne ters düşmüş, hainleşmiş bizzat kendi kendine düşman olmuş ve yine onu savunuyor. Bu hangi halk gerçekliğinde görülmüştür? Bu yıllar bunu böyle hazırladı, yaşattı.

Delirmiş toplum demek istedik olmuyor, sömürge toplum dedik olmuyor. Kimileri sömürgelikten de öteye, ama ne denilmek istendi, o da pek anlaşılır gibi değil. Velhasıl bir gerçek ki anlam verilmesi bile özel bir bilim konusu olabilir. Tabii bunlardan bana ne demeyin. Siz bu tarihin ürünüsünüz. Unutmayın ki, en insani olan, en yaşanmaya değer olan ve mutlaka uğruna bir şeyler yapılacak olanı, en üst düzeyimizde bile tanınmaz hale getirdikten sonra, acaba birey olarak, hatta devrimci militan olarak kendinizi nasıl tanıyacaksınız, kendinize ne ad vereceksiniz? Tam da bu noktada dayattığınız bir gerçeklik “ben anlamam, çok varma üzerime” yaklaşımıdır.

Bu gün başka konuya fazla girme gereği duymuyorum. Daha değişik yaklaşım yöntemi nasıl olabilir diye düşünüyorum. Belli bir aşamaya varılmıştır. Yeni yaşama veya bizzat içinde yaşadığımız sürecin anlamı olduğu kadar, onun yürütülüş tarzını daha yaratıcı yaklaşımlarla değerlendirmek istiyoruz. Bu açıdan da daha anlamlı tartışmalar olabilir. Herkes kendi yeteneklerini daha yaratıcı ortaya koyabilir. En önemlisi de öz gücünüzle ayaklarınız üzerinde yürüyebilirsiniz.

Şunu sona erdirmek istiyoruz; artık hep partinin genel gücüne dayanarak, hep Önderliğe dayanarak yaşama yerine, artık büyüdünüz, öz gücünüzle kendi ayaklarınız üzerinde yürümeyi nasıl sağlayabilirsiniz, bunun artık tutarlılığını göstermeniz gerektiğini vurguluyorum veya geçirilen aşama artık sizi bu noktaya getirmiş olmalıdır diye düşünüyorum. Ben kendi tecrübelerime dayanarak söyleyebilirim ki, aslında büyük bir sabırla büyüttük. Deney ve tecrübeyle yürüyebilecek konuma getirdik. Dönem herkesin kendi öz gücünü düşüncede, ruhta, fiziki değerde olsun, sergileme dönemidir. Bununda anlamı şudur; eskisi gibi yaşayamazsınız, saflarda da bulunamazsınız.

Ben her zaman şunu söyledim; parti sonuna kadar bireyindir, birey de sonuna kadar partinindir. Bu parti benimdir dediğin zaman, ben de her şeyimle ama hastalıklarımla değil ölüden beter kişiliğimle değil, sonuna kadar kazandıran kişiliğimle ben partiliyim. Benim şimdiye kadar kendimi PKK’li hissetmem, sonuna kadar kazandırdığım orandadır. Yoksa en ufak kaybetme olduğu zaman, ben PKK’ye ihanet eder gibi kendimi hissederim. Kaybeden ben, asla PKK’li değildir. Kazanan ben PKK’lidir. İlke budur.

Asker olmanın ilk şartı, kendine hâkim olmaktan geçer. Ama neye hâkim olacaksınız? Çizilen bir yaşam çerçevesi vardır, amacı vardır, aracı vardır, çabası vardır, ona bağlı olmayı bileceksin. Disiplin budur. Gereklerine tam uydun mu, kendine hâkim oldun; kendine hâkim olan asker olmanın ilk adımını çok ciddi bir biçimde neredeyse başarının en kesin adımını atmıştır.

Savaşçılar birbirlerine omuz vererek yaşarlar.

Savaşçıların birbirilerini boşa çıkarma hakkı yoktur.

Tarih bunun bile mucize olduğunu gösteriyor. İsterdim sizin gibi hareket etmeyi, bana da birisinin yol göstermesini ve dağa çıkarmasını ama kimse yok. Bırak dağa çıkarmayı, yol göstermeyi herkes yoldan çıkarıyor. Zaten her şey yoldan çıkarılmıştı. Biz yola koyduk. Sizi de en özgür dağa, onun her türlü silahına kavuşturduk. Siz bunu inkâr mı edeceksiniz. Onu kullanmayan sizsiniz. O zaman olup bitenleri iliklerinize kadar doğru anlayacaksınız.

Bütün bunları ayrıca şunun için söylüyorum; düşman gözüne kestirmiş, sizin bu savaşçılık tarzınızı çok iyi kavrayarak, inceleyerek bitirmek istiyor. İşte hükümetin son politikası da bu. Buna malzemeyi sunan, buna “gerillayı yenebilirsiniz” dedirten sizsiniz, ben değilim. Çünkü benim gündemim değişiktir.

Bundan sonra çok önemli olan, düşmanın da kaldığınız yeri yerle bir edecek kadar çılgınlaştığı bir dönemde iyi iş yapmak istiyorum, sonuç alıcı iş yapmak istiyorum. Düşmanın bu kadar yüklendiği bir aşamaya biz de yüklenip oldukça başarılı iş çıkarmak istiyoruz. Bu hem temel görevimizdir, hem de zor-bela yakaladığımız mevzilerin başarılı kullanılmasıdır. Bunun gereklerini en üst bir sorumlulukla siz de kavrayın ve gereklerini yerine getirin. Sizin şimdiye kadar çektiğiniz benden de zor geçen bir yaşamınız var, onun anlamını hakiki bir biçimde bilince çıkarmış bir savaşçılık iddianız var, komutanlık iddianız var. Onun da çerçevesini artık bulmuş olun. Bu konuda sonuna kadar disiplinliyim, gereklerini yerine getirmede amansızım. Bütün bu yönleri kavrayıp söyledikten sonra, bu işler çok geç de olsa tekrar doğru yola gelir ve başarısı da arkasından gelir.

Önder APO