Uzak diyardan gelen Dersim grubuyla, dostlar grubuna tekrar hoş geldin diyorum. Bizimle buluştular, şüphesiz anlamlı ve oldukça da gelişmeye hizmet edebilir. Bizim sahamız temel gelişme sahası olmaya devam ediyor. Fakat sizler hazırlıklı değilsiniz ve çok geri kalmışsınız. Biz gerilikten, en az düşmana duyduğumuz nefret kadar nefret ederiz. Yani, düşmüş insanı, geri insanı düşman kadar affetmeyiz. Ama bu demek değildir ki, sizi hiçe sayıyoruz. Hayır, tam tersine değer verdiğimiz için, kesin gelişme temposuna tüm halkımızı çekmek istiyoruz. Bu önemli. Sizler için yaşam o kadar boş geçti ki ve yine o kadar hafif kaldınız ki, belki de bir yaprak kadar etkili olamadınız. Hepiniz bir yerlerde savrulup gittiniz. Biz bunu durdurmak istiyoruz. Ağırlıklı, kendi karar yönünü belirleyen ve yürüme gücü olan insana ulaşmak istiyoruz. Bu önemli. Gerçi bu, yalnız sizin sorununuz değildir.
Bir kaç gün önce halkla bir toplantı daha yaptım. Birisi kalkıp şunu dedi; “siz bu çocukları da eğitseniz, bunlara da ağırlık verseniz olmaz mı?” Ben de şunu dedim; otuz-kırk yaşındaki çocuklar çok daha fazla bizi uğraştırıyor, hatta çocuk da değil, bebek. Bu bebekleri biraz eğitinceye kadar iflahımız geveliyor. Sıra, ancak bundan sonra oldukça rahat oldukça eğitebileceğimiz on yaş civarındaki çocuklara gelebilir. Hatta yaşlılar daha da çocuksu kılınmışlar. Hepsinin eğitime ihtiyacı var, hepsinin gelişmeye, yaşamı yeniden tanımaya ihtiyacı var. İstiyorlar tabii, biz de elimizden geleni vermeye çalışıyoruz.
Sorunlar hayli karmaşık, çözüm gücü olmak çok önemli. Alışmışsınız, gelene ağam, gidene paşam demeye. Bir de her türlü yaşama boyun eğmeye varsınız. Tabii biz bunu yapamayız. Geldiğimiz karar düzeyi, savaşım düzeyi, taktik bazı hususlar da bizi kesin sonuç almaya zorluyor. Örgütlenmek, savaşmak, kesin iş yapabilen insanları ortaya çıkarmak, lafazanlığa yer vermemek, kesin yürütme gücü olan, başarma imkanı olan adımlara sahip olmak; yaşamsaldır, hayati bir noktadır. Lafla kendimizi oyalayamayız, çünkü anında vuruluruz. Fazla hata yapmaya hakkımız yok, yine vuruluruz.
Ama unutmayın ki, hepiniz de laf salatası yapmaktan öteye fazla gidemezsiniz. Yaşamınız kocaman bir kandırmaktan ibaret. Nasıl kandırıldığını bile bilmeyecek kadar saflıkla kör olmuş, buraya kadar gelmişsiniz. Ve yine toplantı da “sen hiç eski usule göre konuşmuyorsun veya eskisi gibi hal-hatır sormuyorsun” dendi. Ben de, “nefret ediyorum, eski usul, hal-hatır sormaktan, öyle hal-hatır sormak çok yalandır, içinde hiçbir değeri yoktur. Hal-hatır sorma tarzının en anlamlısı, en güzeli benim tarzımdır” dedim. Çünkü, bunda bir gerçek var, kendini anlama var, yenilenme var, ruhunu özgürleştirme var. Bunlar çok önemli. Fakat dediğim gibi, anlamaya gücünüz ne kadar yeter? Bu yaştan sonra, yine gençler dahil bebek olmaktan nasıl çıkacaklar? Korkunç!
Hepsi kendini öyle kandırmış ki, savaşa sürsen bir türlü, sürmesen bir türlü veya yaşama gelebilirler mi, önlerinde yaşanacak bir dünyaları var mı? “Evet” demek mümkün değil. Ama yine de yaşadıklarını sanıyorlar. Bütün bunlar bizim üzerimizde ezici baskı yaratır. Ülkesi olmayanlar, özgürlüğü olmayanlar, geleceği olmayanlar kendilerini nasıl yaşatacak, nasıl yürütecekler? Gücü olmayanların hali haraptır, perişandır. Ama siz, dediğim gibi yine de yaşamaya alışmışsınız. Ben yaşamıyorum. Gerçekten şu anda kendime bakıyorum, yaşam benim için nedir diyorum. Nasıl yaşayacağım? Büyük sorun. Tabii sizin gibi yaşayamam. Sizin gibi yaşamaya “evet” desem bittim. Ama istediğim gibi yaşamak için de, kesin başarı üstüne başarı veya eylem üzerine eylemde bulunmak, ona yol açan ne ise, ne gerekiyorsa öyle olmam gerekir.
Bana hakim olan psikolojiye bakıyorum, durumuma bakıyorum; -özellikle sizler gibi- yaşayamam diyorum. Fazla başarı olmadan da yaşayamam, hele sıradan bir gelişmeyi beni doyuramayacak gibi görüyorum. Ama sizin ciddi bir başarınız bile yok. Çok rahatlıkla yaşayabileceğinizi sanıyorsunuz. Halkımızın hiçbir geleceği yok, hiçbir varlığı yok. Ufak bir kırıntıyla bile “bin şükür” deyip yaşamaya çok gafilce yaklaşabiliyor. Tabii bunlar bizim için büyük tehlikedir, biz böyle yaşayamayız. Özellikle önderlik grubu, böyle geleceği olmayan, böyle içeriği, böyle varlığı olmayan bir yaşama kesinlikle olumlu bakmaz. “İşte bu kadarı için de eyvallah, Allah’a bin şükür olsun” demek önderlik için çok tehlikelidir.
Sizin kendinize yakıştırdığınız dualarla, alışkanlıklarla yaşamanız kendinize ve halka yapabileceğiniz en ciddi kötülüktür. Bunun yerine, ne kadar gelişilebilir, işte onun savaş dili, savaş nedir, mücadele nedir, örgüt, parti nedir, bunu kimler yapabilir, nasıl yapmalı; gece-gündüz amaç bu olmalı. Yoksa dediğim gibi, bu kadar insanın sorunları nasıl çözümlenebilir? Kaçan kaçana, kendini yerden yere atan atana, kendini bilmem şu-bu alışkanlığa, bu pisliğe yatıran yatırana! Vicdan gerekir. Nereye? Bu gidişat nereye? Vicdan sahibi olmak lazım. Sana insansın diyen bile yok. Üzerinde her türlü baskı, her türlü sınırsız işkence de uygulanır; hiçe sayılırsın, umurunda bile olmazsa senden hayır gelmez. Kendini ciddi adam yerine koyamazsın. Ben bu adamlara alçak derim, namussuz derim.
Maalesef, toplumumuzun ezici bir kesimi de böyle. Tabii bunlar böyle oldukça, bizim rahat durmamız imkansız. Bana yön veren duygular, düşünceler hep bu temelden, bu halkın durumundan kaynaklanıyor. Tabii, siz kendinize böyle sorular sormazsınız. Ama bunlar benim gece-gündüz balyoz gibi kafama iner ve bir de bunun altından çıkarak yaşamaya çalışırım. Biraz vicdan, duyarlılık, hele “ben de katılım için varım. Benden daha fazla değerler var. Bencillik, çıkarcılık biraz da ikinci plana bırakılsın” dediğin zaman böyle olma gereği duyarsın. Aptal olmamak, biraz iyilikten dem vurmak, yüce olmak bunu şart kılar.
Bu genç arkadaşlara bunu göstermeye çalışıyorum, ama zor anlıyorlar. Halka şunu söyledim; “siz bu çocuklarınızı hiç terbiye etmemişsiniz, ben böyle çocuk istemiyorum”, yani onlarla çok sert konuştum. “Nefret ediyorum, sözüm ona bize genç gönderdiğinizi sanıyorsunuz, ama çoğu başa bela” dedim. Onlar da kabul etti. Çünkü biliyorlar, savaşacak hiçbir yetenekleri yok. Zor bela onları biraz kazandırıyorum. Ne sanıyorsunuz? Yaşam bir anlamda, acımasız savaş demektir. Savaşın kenarından, kendinizi bile örgütlemenin kenarından geçemeyeceksin ondan sonra da yaşadığınızı sanacaksınız. Bu suçtur. Bunu özellikle bu eğitim devreleri boyunca sıkça söylüyorum ve halen de bazıları anlamak istemiyor. Kendinize bir sürü uyduruk şey, böyle dogmalar, yalanlar dizmişsiniz, bunlara kendinizi inandırıyorsunuz. Böylece at gözlükleriyle gerçeklere bakmak istiyorsunuz.
Kişilikte bunlar çok etkili. At gözlüğüyle, yalancı gözlüklerle etrafa, çevreye bakar ve böylece kendini dayatmaya çalışır. Bunlar doğru değil. Çok özlü olmak gerekir, çok dürüst olmak gerekir. Dürüstlük; doğru düşünce, doğru karar, doğru tavırdır. Başka türlü de çareniz yok. Benim bütün yaptığım; biraz kendimi kandırmamak, biraz düşündüğümü hayata geçirmek, bunu tüm gücümle etrafa yaymak ve böylece ısrarlı olmaktır. Buna göre kendimi her gün düzenliyorum, yiyorum, içiyorum, kalkıyorum. Bunun için başka türlü tutarlı olunamaz. Bizim insanımız kendini çok kandırıyor, kendini yerden yere çok atıyor, çok çocuksu ve ondan sonra da “bana hep yardım edilsin” diyor, mümkün değil. Zaten, bizim dünyada bu kadar geri olmamızın nedeni budur. Dünyanın neden ciddiye almadığı, niye bizi adam yerine koymadığı bu nedenledir.
Sen kendini çocuktan daha beter edersen, deliden bile daha deli yaşatırsan elbette sana saygı olmaz, sana ilgi olmaz, sana merhaba olmaz. Bunu anlatmaya ve gidermeye çalışıyoruz. Başka çaremiz yok, çünkü bu dünyada sizi kabul eden yok. İşte ülkemiz; yaşamıyorsunuz, kaçıyorsunuz. Harabeye çevrilmiştir, arkanızı dönüp değer bile vermiyorsunuz. Nereye? Dünyanın en geri halkları bazı yerleri kendi toprakları olarak sınırlandırmışlar ve bir karış bile kaptırmazlar. Seni orada yaşatmazlar, ama yaşayabileceğinizi sanıyorsunuz. Bütün bunlar gaflettir. Diyoruz ki; acaba kendimiz için de bu yeryüzünde bir toprak parçası, onun üzerinde özgür bir yaşama fırsatı bulabilir miyiz? Çabamız buna yöneliktir ve çok gereklidir.
“Arkadaşların durumu nasıl?” diye soruyorum. Kimi şöyle sıkılıyor, kimi böyle dayanamıyor... Sormak gerekir, senin başka sığınacak yerin var mı? Yani, mezar kadar bile girecek bir yerin var mı? Hayır! Derdini iyi anlayacaksın, başına getirileni iyi anlayacaksın ki, adam olasın. Laf anlamayan çocuklar gibi sürekli ağla-sızla ve deki, “bana mama gelsin.” Mümkün mü? Çoğunuzun hali öyle ağlamaktan ibarettir. Neden gerçekçi düşünemiyorsunuz? İyi düşünmek demek, ağlamaktan vazgeçmek demektir. İyi yapmak demek, kendini tembelce sağa-sola yatırmaktan uzaklaştırmak demektir. Akıllı olmak, yararlı olmak budur. Hepinize bunu vermeye çalışıyoruz. Çok gerekli. Bunlar olmadan dediğimiz gibi sizi yaşatamayız. Milyonlarcasınız ve şu anda dünyada ciddi bir sorun. Onu çözmek bizim görevimiz.
Yiğit olmak demek, çözüm gücü olmak demektir.
Benim üzerime düşen ne ise yapayım. Siz de anlayışlı olun. Böyle anlamadık, dayanamıyoruz demeyin. Özgürlük isteyen biraz da söylediklerimizi anlamak zorunda.
Evet, bunları tartışıyoruz. Dikkat ederseniz, bunu yeni gelenlere merhaba için söyledim ve başka türlü de nasılsın diyemem. Her gün bu temelde gerillaya nasılsın diyorum, bu gerçekler temelinde dostlara, halkımıza nasılsın diyorum. Başka türlü söylesek, yalan söylemiş oluyoruz ki, bu da tabii bana yakışmaz. Yani sizin yaptığınız gibi yaşamak durumunda olursam çok şey kaybedilir. Yine de gelişmeye inanıyoruz, iş yapabileceğinize inancımız var. Zaten siz de ilgi gösteriyorsunuz. Bu benim eski tarzımdır. Bu tarzda başardım, bu tarzda geldim. Gelişmelerin olduğunu biliyoruz. Hatta söylenen şeylere dikkat edilirse, zaferin de imkan dahilinde olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Dediğim gibi; vicdanınız, anlama gücünüz varsa, bunu zafere kadar zorlamak mümkündür. Buna güvenilebilir.
Başkalarının da düşüncesine saygı gösteriyoruz. Dediğim gibi ilgi var. Benim bütün partililere, gerillaya, tüm dostlara bu son dönemlerde yaptığım çağrılar, talimatlar güven, inanç kazandırdı. Gerçeklerimizin kavratılması ve en önemlisi de artık yaşamda, özellikle de günlük yaşamda nasıl yürümemiz, nasıl yaşamamız gerektiğini bul ve başar. Dolap beygiri gibi kuyunun etrafında dönmemeyi, ileriye doğru yol almayı ısrarla vurguladık. Bu da gelişmeye yol açıyor. Herkes biraz yaptığım gibi yapmalı. İşte benim yerim daracık, bu kadar, bu bile çok fazla ve fazla güvencesi de yok. Ama görüyorsunuz, ne kadar büyük iş çıkarıyorum. Adeta, düşmanın ölüm fermanını biz burada çıkarıyoruz veya onun çöküşünü burada hazırlıyoruz.
Unutmayın ki, sizin çok geniş yerleriniz var, çok geniş sahalarda yaşıyorsunuz. Ama maalesef onu geliştirme, savaşma alanına çeviremiyorsunuz. Bu da sizin büyük eksikliğiniz. Dünyada en çok kuşatılan ve hakkında tedbir alınan benim; ama buna rağmen, şimdiye kadar kesinlikle pratiğimi zorlayacak hiçbir engel tanımadım. Ve en daracık yerler de bile oyunu mükemmel işlettim, oyunun kurallarını mükemmel oynadım. Ve çok köklü başarılara, gelişmelere yol açtık. En önemlisi de bunlar görülmeli diyoruz. Birileri çok darda olduğu halde, imkan-olanakları çok kısıtlandığı halde, bir zindan köşesi gibi daracık yerlerde nasıl bir gelişmeye yol açıyor? Bunu görmeniz çok önemli. Bundan dersler çıkarmanız hakeza o kadar önemli. Ve mümkünse, kendi yaşam felsefeniz, yaşam yönteminiz haline getirmelisiniz. Bizim yaptığımızı biraz örnekleme yoluyla benimsemelisiniz, siz de hayatta böyle bir çalışmanın sahibi olmalısınız. Ve mutlaka bazı başarılarınız olmalı.
Başarısız adamın varlığıyla-yokluğu birdir. Bizim için de hayat demek; başarmak demektir, elinden iş gelmeli demektir. “Şu kadar iyilik istedim, bu kadar bekledim de olsun” demek, sözlerle kendini kandırmak demektir. Ben bile bu kadar yaptıklarımı çok az görüyorum. Ve hemen başka bir çalışmaya fırlarım, bugünü nasıl iyi geçiririm diye. Özellikle sizler gibi çok çeşitli alanlardan gelenleri ve üzerinde hayli çalışılan grubu biraz daha nasıl ilerletebilirim diye tam gücümle yükleniyorum. Kendim için başka türlü yaşama fırsatı vermiyorum. Nefes nefeseyim ve söyledik, başka çaremiz yok. Yeni yeni bizim yaşam tarzımız oluyor. Varsa gücünüz, sabrınız, inadınız, olduğunuz her yerde mümkünse böyle göstermelisiniz. Zaten düşman sana ölüm fermanını dayatmışsa, eğer sen de yırtmak istiyorsan başka türlü yapamazsın, başka türlü nefes alamazsın.
Gerçekten üzerinde ölüm fermanı var, “ya teslim ol, ya öleceksin” diyor, her gün çağrı üzerine çağrı yapıyor. Biz de “ne öleceğiz, ne de teslimiyet olacağız; kurtuluş kesindir” diyoruz. Bunlar üç kelimedir ve üçü de hayatidir. Teslimiyet, ölüm ve kurtuluş üç kelime ve bizim hayatımızın üçgenidir. İki köşesi bitirir, bir köşesi kurtarır. Onda çok ısrarlı olacağız. Kurtuluş köşesini, kurtuluş imkanını öyle kullanacağız ki, düşmanın çok iddialı olup, bizi düşürmeye çalıştığı noktalara düşmeyelim. Bu önemli, teslimiyet de çok korkunç, onun da dayattığı ölüm çok korkunç. O açıdan bir noktada çok yoğunlaşıyorum. Akıllıysam –zaten başka çarem yok, bu sizin için de geçerli- hiç kimse “bu benim için değil, anlayamam, gereklerini oynayamam” diyemez. Benden daha fazla sizin için geçerli.
Bütün bu çarpıcı gerçeklerle yeni gelen yoldaşlara, dostlara hoş geldin demek en doğrusu. Zaten onlar da hayattan bir çok şey öğrendiler, hızla da öğreniyorlar. Herhalde bundan sonra dayanma güçleri, yaşama güçleri doğru temelde olur ve kesin daha iyi yaşarlar, savaşırlar, başarırlar. Başka tür karşılama fazla anlamlı değil. “Ne yedin, ye içtin” demek fazla anlamlı değil. “Az mı, çok mu yedin, içtin, kaldın, gittin, yürüdün” bunlar çok fazla anlamlı değil. Bu temelde gerçekleri iyi gördüysek, bu geliş ve bizimle tanışmalar anlamlıdır. Az da olsa, çok da olsa, bir ders de olsa, çok ders de olsa özü eğer böyle kavranırsa değer diye düşüyorum. Zaten biz de bu temelde kendimizi veriyoruz. Yani yalnızca yeni gelenlere değil, herkes için, tüm halka, bizi sormak isteyen tüm insanlığa diyeceğimiz budur. Kaçmıyoruz veya doğru yolda tüm gücümüzle yürümeye varız, ilk günden son güne kadar böyleyiz. Öyle olmak gerekir.
Önceden de bizi böyle tanıyacaktınız. Bizimle bu temelde ilişkiye geçecektiniz. Ve umarım bundan sonra ilkenizle sağlam görünüş, yürüyüşünüzle sağlam, sözünüzün de adamı olursunuz. Keşke daha büyük savaş meydanlarında sizleri karşılasak da büyük savaş sorunlarını tartışsak, kahredici darbeleri düşmana vursak. Bunu daha çok isterdik. Ama bizler yaban ellerdeyiz, çok az bir imkanla, yine de tarihte kimsenin yapamadığını yapmayı biliyoruz. Boş durmam, gördüğünüz gibi çok büyük çalışıyorum. Kimse bana “yap” demedi, hep kendim yapıyorum. Ben öyle sizin kendinizi kandırdığınız gibi kendimi kandırmam. Yerim aslında sizlerden çok daha dar. Çünkü hep yalnızım ve tek başıma çözüm bulmak zorundayım. Ve ortaya da çıkarıyoruz. Adım adım, an be an başarıyoruz.
Dersim’den gelen yoldaşlarla zaten uzun uzun konuşacağız, onları devre gerçekliğine alıyoruz. Onlarla zaten yoğunlaşırız. Yeni gelen dostlar, halkı gördüler sanırım, inşallah bir şeyler öğrendiler. Sanırım biraz da buradaki arkadaşlarla tanışırlar, epey alış-veriş yaparlar ve bu da kendi hayatlarında bir dönüm noktası olabilir. İnşallah onların da bazı yaratıcı düşünceleri ortaya çıkmıştır. Bazı gelişmeleri ilk defa görüyorlar, ruhlarında bir yenilenme var. Yine düşüncelerinde kesin bir takım yeni kıpırdanmalar var. Gençleşme var ve daha fazla iş yapma isteği, kararı gelişmiştir. Bunu arada tartışırız. Güvensinler kendilerine ve bundan sonra hayatlarını iyi görsünler. Çünkü bizi görmek sıradan olamaz veya bizim ortamımızla tanışmak sıradan bir ziyaret olarak değerlendirilemez, hayatın dönüm noktalarıdır. Böyle olduğunu herhalde şimdiden anlıyorlar. Kısa sürebilir, fakat yaşamları boyunca bunu tamamlayacakları, hep bağlı kalacakları gerçekleri de görürler ve bağlanırlar.
Benim ilkokul deneyimimde çok açıkça ortaya çıkmıştır ki, halka saygılı olan, ona karşı hizmette kusur etmeyen kesin eğitir, örgütler. Ve bu, yıkılmazcasına olur. Dolayısıyla bizim halkla, dostlarla olan bu ilişkilerimizde çıkaracağımız sonuç; en büyük güç kaynağımızın halk olduğu ve bunun da örnek bir yaşamla sağlanabileceğidir. Siz de bu gelişmenin ürünüsünüz. Sizi yaşatan halktır, kendi yaramaz-yetmez davranışlarınızla halkı zorlamamalısınız. Tam tersine halkı eğitme göreviniz vardır. Bunu göz ardı edemezsiniz. Temelde benim rolüm da, halkı biraz eğitmedir, halktan alıp vermeyi bilmedir, buna saygılı olmadır. Bu açığa çıktı. Geri olabilir, geriliğe öfkeliyiz; bu, halkımızı çok sevdiğimiz içindir. Yani geriliğe çok öfkeli olmamız demek, halkı bastırmak, hiçe saymak demek değildir. Onu daha da özgürlük tutkusuna kavuşturmak içindir. Veya halka duyduğumuz bağlılığı özgürlükle kanıtlamak içindir.
Öfkemizin nedeni de budur. Yoksa halkı adam yerine koymamak, bilmem ağzımıza geldiğince küfretmek veya bastırmak düşmancadır, alçakçadır ve affedilmezdir. Bu yakıcı gerçekleri bir kez daha gördünüz. Gördüğünüz gibi, halk önderi olmanın başka yolu da yoktur, söz konusu da değildir. Başka yol-yöntem uygulanamaz. Doğrusu budur, sonuç alan budur, yenilmeyen, yıkılmayan budur. Halkın büyük bağlılığı bu temelde sağlanmıştır. Ve PKK’yi PKK yapan, yenilmez kılan da halka bağlılığıdır, halkla birlikte böyle yaşama gücü göstermesidir. Kesin, hem sonuç almak, hem de gerekeni yerine getirmek zorundasınız.
Sanırım geçen günlerde cephe dersini işlediniz. Cephe dersi, halka bağlanma, halkı örgütleme dersidir. Bu da en başta halka yakışır bir şekilde yaşamakla mümkündür. Gönül köprülerini ağzına kadar halka açan, saygılı, olmayı bilen en iyi cephe çalışanıdır. Ve bu konuda gerilikten nefret etmek kadar; halkın özgürce yürüyüşünü, örgütlenmesini, eylemini yapan kişi halk önderidir. Ve biz de bundan başka bir anlama sahip olamayız.
PKK militanlığı bütünüyle kendini halkı için hazırlayan, yürüten militanlıktır.
Cephe dersinin en belirleyici, sonuç alıcı dersi budur. Görmedik, duymadık demeyin. Bu dersten çıkaracağınız sonuç; halk çizgisini yakalamadır. Halk çizgisini yakalamak demek; halkın içinde halkın hem öğrencisi, hem de öğretmeni olmayı bilmektir. Yine halkın yürüteni, halkla birlikte yürümeyi, birlikte olmayı bilmektir. Devrimcilik halktan kopuk yürütülecek bir eylem olamaz. Bunu deneyenler tarihte hep kaybetti. Duyguda, düşüncede, örgütlenmede kendini halktan ayrı tutmayanlar, halkla birlikte götürenler her zaman kazanmıştır. O açıdan halka bağlılık cephe dersini layıkıyla özümsemek, zaferin en temel bir gereğini karşılamak demektir. Bu tartışılmaz, sadece gerekenleri yerine getirilir. Bunu iki cümleyle böyle değerlendirebilirim. Yani, hepinizden beklenen de budur. PKK’nin kitle çizgisinde yer almak, halk içinde böyle bir çalışan olmakla mümkündür.
Halk içinde böyle bir çalışma çizgisine ve anlayışına sahip olamayanlar asla başarılı olmayacakları, en zarar verecek tutum ve davranışların da bu kişiliklerden geleceği ortadadır. Bu asla kabul görülemez ve hiçbir gerekçeyle de savunulamaz. Bunu size tekrar gösterdik. Bunun gerekleri tüm davranışlarınızda ifade edilmelidir. Biz de halkçı yaşamışız. Gördünüz, siz bizden üstün değilsiniz. Halk üzerinde bizden daha fazla tasarruf hakkınız olamaz. Biz buna nasıl sahip olduğumuzu gösterdiğimize göre, aynı yaklaşımı siz de göstermek zorundasınız. Ağanın, jandarmanın tavrını denerseniz, kesinlikle halkımız içinde, partimiz içinde yeriniz olamaz. Bunu da eğitimsizlikle, “bilmem canım keyfiyet istedi, ağalık istedi, bastırmacılık istedi” tarzında yaparsanız yanarsınız. Ben bunu affetmem, bunu hiçbir zaman unutmayın, sizi de adam kabul etmem.
Bizim anti-ağalığımız, anti-jandarmalığımız ve buna karşı tavrımız da en başta partimiz içinde ağa, jandarma anlayışlarını taklit edenlere karşı partimizi temiz tutmaktan geçer. Bunu da gördünüz. Eminim bundan sonra doğru partileşmeyi, doğru kitleselleşmeyi esas alacaksınız. Düşmanın politikaları sonucu yetişmişsiniz. Kemalizm etkileri, ailede gelenekler sizi bir ağa gibi yetiştirmiş. Bunlar bizi bitiren etkilerdir. Öfkeli olmak demek, Önderlik çizgisine bağlı olmak demek, bunlara karşı olmak demektir. Bu konularda kendinizi yetiştirin. Diğer bir şey var; dostlardaki geriliği ve kendinizdeki geriliği gördünüz. Bu gerilik her ne kadar halk özelliği gibi gelse de, düşmanın halka yakıştırdığı bir özelliktir. Geri özellik, özgür bir halk kimliğinin kabul etmeyeceği bir özelliktir.
Doğru-dürüst konuşup tartışamıyorsunuz. Özgür bir halk adamı kendini bu geriliklerle yaşatamaz. Halk adamı, halktan olan kişi, gerilikten kendini sıyıran kişiliktir. Okuması, tartışması, örgütlenmesi yerinde olan bir kişiliktir. Dolayısıyla “gerilik halkımızın kaderidir” deyip, boyun eğemeyiz. Ve geri halka dayanıp partili komutan olarak da yaşayamazsınız. Çoğu halkın geriliğinden yararlanmak istiyor. Kimdir bunlar? En başta sömürgecilerdir, ağalardır. Halkın geriliği onlar için bir kazanç kaynağı, bir sömürme kaynağı olabilir. Ama bizim için bir öfke kaynağıdır. Geriliğe saldıracağız; sömürgeciliğin, işbirlikçi, lanetli her türlü kişiliğin çıkar ve dolayısıyla insanlıktan alıkoyma imkanlarını elden alalım diye bunu yapacağız. Yoksa, geri halka bir de siz yüklenirseniz, sizin onlardan farkınız kalmaz.
Görüyorsunuz, bütün bunlar yakıcı bir temelde bir kez daha kendini gözler önüne serdi. Kendi geriliğinizden de nefret edeceksiniz, geri özelliklere sevdalanmayacaksınız. Geri özelliğe sevdalanan alçağın tekidir. Bak, sıradan bir dost olsa bile ne kadar nefret ettiğimi ben de ortaya koydum. Ama diğer yandan ne kadar saygılı olduğumu da ortaya koydum. Bunlar son derece yakıcı derslerdir ve kesinlikle dostlar da, bütün partililer de, ARGK ordu bünyesinde varım diyenler de sonuna kadar bu dersi alır. Görmedik, duymadık demeyin, ben karşınızda çok açık ve özlü konuşuyorum. Geldiniz, gördünüz, bütün işleri bir tarafa bıraktık. Ve bu gerçekleri zor düşünen, zor duyan beyninize ve yüreğinize bir kez daha nakşetmek için sizlerle tekrar karşılaştık. Artık anlamanın zamanıdır, duymanın zamanıdır derim. Zaten sizi başka türlü yaşatamayız, hep hor görülürsünüz, ayaklar altında ezilirsiniz ve bu da sizlere yakışmaz.
Özgürlük isteyenler bunun gereklerini yerine getirmeyi bilmelidirler. Bu da lafla olmaz. Biraz doğru yaşamayı esas almak, sonuç almış bazı çalışma esaslarına bağlı kalmakla olur. Bunu sizden beklemek, görevlerinize bağlı olmanız gerektiğini söylemektir ki; bir devrimci için bunlar esastır.
Cephe çalışanlarımız, dostlarımız da herhalde daha bilinçli, geriliklerinden daha sıyrılmış, daha iş bilir, kendi kendine örgütleyip yönetir bir duruma gelmeyi, bu vesileyle çarpıcı bir biçimde bir daha görecekler. En önemlisi de; bundan sonra böyle yapacaklar, yaşayacaklar, savaşacaklar, başaracaklar. İnanıyorum ki, sizlerin de, halkımızdan henüz tam partilileşmemiş, ama partiye oldukça bağlı çalışanlar olarak alış-verişiniz çok güçlüdür. Halk ilişkiniz, cephe ilişkiniz çok güçlüdür. Bunun çok yakıcı olduğunu gördük, başarı için ne kadar gerekli olduğunu gördük. Dolayısıyla savaşan parti ve hatta savaşan bir ordu için zaferin en temel kaynağı bu halk bağıdır. Bu ders, teorik olarak da görüldü, pratik olarak da biz kendi tecrübemizi size yansıttık. Ve bunda dürüstseniz, özlüyseniz, başarınız için çok önemli bir esastır; bir kez daha çarpıcı olarak beyninizde yer edinsin.
Militanlaşmak bu temelde olursa, bütün çalışmalarda kesin başarınız gelişir. Gerisi teknik düzenlemedir, örgütlenmenin şu veya bu tarzı, gizli-açık tarzı, planlamasıdır. Ama esas budur. Bu esas olmadıkça hiçbir teknik, hiçbir örgütlenme fazla sonuç alamaz. Bunu gördünüz. Başarı kesin gereklidir. Her zaman halka bağlı kalmaya çalışacaksınız. Yaşamınız halk içindir, saygı esastır. Onun sorunlarına çözüm bulmak esastır. Bunun dışında bir devrimciliğin tanımı olmaz. Eksiklikleriniz varsa gidereceksiniz, dersinizi bu temelde alacaksınız. Başarılı bir halk militanı olarak görevinizi yapacaksınız. Gün biraz da bunu gerçekten kavrama, uygulama günüdür. Biz elimizden geleni yapıyoruz.
Kendi ihtiyacınız için ne kadar eksikliğiniz varsa, hiç olmazsa onu giderme temelinde bizden almalısınız. Ve bir daha da, “kitleyle ilişkileri uygun değildir, halkın üzerinde despotizm uyguluyor, kuyruğundan çekiyor, halkın kuyruğuna takılmış” yaklaşımlarını terk edeceksiniz. Önderlik sözü, halka bağlılık sözü kesin bu temeldedir. Biz de bağlılığımızı ortaya koyuyoruz. Sözün nasıl yerine getirildiğini görüyorsunuz.
Umarım her zaman olduğu gibi sözlerinizle oynamazsınız. Sözün eri olmayı bileceksiniz. Sözünün eri olmayı bilenler tarihte her zaman anılacak, ona gururla bağlı kalınacaktır. Ve yaraşan da budur. Başarıya götüren her an, her zaman anılacak, ona gururla bağlı kalınacaktır. Ve dolayısıyla sizi de bu çok sıkıldığınız durumlardan çıkaracak tek yaşam tarzı da budur. Hiç kimse bizden başka türlü çıkış beklemekle kurtulacağını sanmasın. Başımıza daha kötüsü gelebilir, gelmemesi için kendi gerçekliğimizin bilincine ve en önemlisi de onun özgürlük tarzına yükleneceğiz.
Ben bu temelde yüklenenlerin başaracağına inanıyorum. Ve bu temelde yürüyenlerle sonuna kadar birlikte olduğumuzu söylüyorum. Kanıtlanan, bunun başarılabileceğidir. Kesin zafer de bu temelde sağlanacaktır.
REBER APO
11 Eylül 1994