HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Rêber APO

Sosyal zeminin zayıflığı ve bu zemin üstünde yükselen politikalarının yetersizliği, içerde ve özellikle de dışarıda içerisine girmiş oldukları son derece hatalı ilişkiler nedeni ile ilkel miliyetçi ve reformist yaklaşımların sorunu çözmek bir yana yarayı daha da derinleştirdikleri ortadadır. Geçmişte doğru bir siyasal program, stratejik ve taktik anlayış geliştiremeyen bu güçler, bugün de aynı olumsuz yapılarını devam ettirmekte ve bu nedenle de sorunun kaynağı olmaktan kurtulamamaktadırlar.

Her şeyden önce, ilkel miliyetçi ve küçük-burjuva güçler, Kürdistan geneli ve kendi parçaları içindeki gerçek konumlarını doğru belirleyememekte ve bu konudaki olumsuzluklarını devam ettirmektedirler. Coğrafyası, nüfusu ile Güney Kürdistan'ın Kürdistan geneli içindeki yeri ve rolünün ne olacağı, ne olması gerektiği sorusunu hala çözüme kavuşturmaktan uzak bulundukları gibi, geçmişte daha çok kendi öz güçleri ile değil, bazı fırsatlara dayanarak hareket geliştirmişseler de, bugünkü yapılarıyla fazla ileriye gidemeyecekleri açık olduğu halde, bu durumlarını görememekte veya görmemezlikten gelerek olumsuz yapılarında ısrar etmektedirler. Geçmişte yarı-feodal, yarı-burjuva önderliğin yaptığı gibi, günümüzde küçük-burjuva yanı ağır basan önderlik de, mevcut yapısıyla kendi parçasında bile önderlik yapamazken, Kürdistan geneline önderlik yapmasının mümkün olmadığını kavrayamamakta ve bu konudaki olumsuz tutumunu sürdürmeye devam etmektedir. Bu anlayış, söz konusu güçlerin doğru bir program, strateji ve taktiğe ulaşmalarını ve doğal olarak soruna çözümleyici bir güç olmalarını engellemekte, giderek mücadeleye engel bir konuma düşmelerine neden olmaktadır.

Bu güçler Kürdistan halkının çıkarlarını gözeten doğru devrimci program geliştirememekte, daha çok burjuvalaşmak isteyen yarı-feodal, yarı-burjuva kesimlerin çıkarlarını gündemleştiren bir otonomi programı ile ortaya çıkmakta, kendi çıkarlarını Kürdistan ve Irak'taki devrimci bir hareketin geliştirilmesinde değil, otonomi vb. yollarla elde edecekleri birtakım hakların gerçekleşmesinde görmektedirler. Bu doğrultuda oluşturdukları siyasal programları, kendi sınıfsal konumlarının bir ifadesi olarak devrimci-demokratik bir hareket geliştirmek yerine, bazı reformlarla kendi burjuva dönüşümlerini sağlamayı hedeflemektedir. Günümüzde küçük-burjuva eğilimi örgütleme iddiası ile ortaya çıkan önderlik de hemen hemen yarı-feodal, yarı-burjuva önderliğin sahip olduğu siyasal program, strateji ve taktikleri benimseyerek aynı olumsuzluğu devam ettirmektedir.

Halbuki, Güney Kürdistan için devrimci bir ulusal kurtuluş programının oluşturulması, Irak'ta devrimci-demokratik bir programın çözümlenmesinde de temel bir faktör olacaktı. Ama bu güçler, bugün de önlerine koydukları gelişmemiş, dar reformist siyasal programları ile sonuca gitmeye çalışmakta ve hem de siyasal iktidarın özüne dokunmadan bunu yapmak istemektedirler. Ülkenin içerisinde bulunduğu sosyo-ekonomik koşulların doğru bir tahlili yapılamadığından, doğru devrimci bir program da yaratılamamıştır. Program diye ortaya konulan şey, halkımızın bağımsızlık ve özgürlük mücadelesiyle bir ilişkisi olmayan, feodal-burjuva öğelerin dar sınıfsal çıkarlarını korumaya yönelik birtakım formülasyonlardır. Halkımızın ulusal ve sınıfsal talepleriyle bu denli ayrı ve aykırı düşmüş olan bir programın birçok olumsuzluğa zemin oluşturacağı açıktır.

Soruna hala, hem Kürdistan ulusal kurtuluş hareketi ve hem de Irak'taki devrimci dönüşümler açısından yetersizliği ve gericiliği açığa çıkmış olan otonomi talebinin programlaştırılması temelinde yaklaşılırsa, açık ki çözüm sağlanması mümkün olamaz ve bu güçler çatışmalardan kendilerini kurtaramazlar.

Stratejik düzeyde içerisine girilen hatalı eğilimler giderilmeden, bu güçlerin sorunu çözüme götürme girişimlerinin hiçbir sonuç vermeyeceği çok açık olduğu halde, bu konuda olumlu bir tutum içine girmekten ısrarla kaçınmaktadırlar.

Dışarıda geliştirilen stratejik anlayış, aynı hatalı biçimiyle kendisini mevcut güçlerin aralarındaki ilişkilerde de duyurmaktadır. İçte yurtsever güçler arasında ittifak ve ilişki geliştirilmesi gerekirken, aşiretçi-feodal çıkarlar ön planda tutularak, bölünmüşlük ve parçalanmışlık daha da derinleştirilmekte ve dışarıda yedeği durumuna düşülen güçlerle ilişkinin bir ürünü olarak, içeride de çeşitli kümelenmeler ve gruplaşmalar doğmaktadır. Bir de buna sosyal zeminin zayıflığının yol açtığı karmaşıklık eklenince, durum daha da vahimleşmektedir. Kendi aralarında cephe ve ittifaklar sorununu doğru bir temelde ele alıp pratikte somutlaştıramayan bu güçler, ittifak sorununu Kürdistan'ın diğer parçalarına da yanlış bir biçimde yansıtmakta ve önemli sorunların doğmasına yol açmaktadırlar.

Dış güçlerle bağımlılık temelinde girilen ilişkiler çatışmaların derinleşmesindeki en temel etkenlerden biridir. Her ne kadar, bazı güçlerin içerisine girdikleri ilişkiler nispeten ilerici bir özelliğe sahipse de, bu ilişkiler çatışan tarafların tutumlarını olumlu yönde etkileyebilecek veya çatışmaları engelleyebilecek bir düzeyde bulunmamaktadır. Nitekim ilerici ülkelerle ilişkide olan güçler bile, kendileri bu çatışmaların bir tarafı ve kaynağı olmaktan kurtaramamaktadır. Kuşkusuz, sorunun çözümü sıradan bir-iki ilişkiye dayanmamaktadır. Stratejik anlayışın hem içte ve hem de dışta doğru temele ve doğru ilişkilere oturtulması gerekmektedir. Soruna böyle bir temelde yaklaşılmadıkça, hatalı ittifak ve ilişkilerin yol açtığı çatışmaların birliğe dönüştürülmesi olanaklı görülmemektedir.

Ama mevcut güçlerin durumunu incelediğimizde, böyle bir konumdan uzak bulundukları acı gerçeği ile karşılaşmaktayız. Bırakalım tüm güçlerin kendi aralarında bir cephe ve ittifak geliştirmelerini, benzer anlayışlara sahip gruplar bile birlik konusunda fazla mesafe alamamakta, bu konuda sarfettikleri sınırlı çabalar ise belirtilen konumlarından ötürü dağılıp gitmektedir. Bu derece zayıf bağlarla birbirine bağlı olan bu güçlerin halkın çıkarlarından çok kendi çıkarlarını gözetecekleri ortadadır. Bu anlayışın stratejik yönelimlerine de hakim olması, açık ki bu güçleri iç çatışmalara yatkın bir hale getirmektedir.

Bunun yanı sıra, benzer stratejik hatalar taşıyan Kuzey Kürdistan'daki reformist-teslimiyetçi güçlerin oportünist yaklaşımları da, sorunu çözüme ulaştırmaktan uzak bulunmaktadır. Geçmişte "UDG" adı altında ortaya sürülen ve Kürdistan halkının değil, sadece bazı güçlerin dar grup çıkarlarını korumaya yönelik "birlikler"le sorunun çözülemeyeceği bugün artık herkesçe bilinmektedir. Fakat son derece açık olan bu gerçeğe rağmen, aynı çevreler günümüzde de "5'li Platform" vb. gibi sözde "birlik" çabalarıyla bu olumsuz tavırlarını sürdürmeye devam etmektedirler. Kaldı ki, gerek geçmişte "UDG" olayında ve gerekse günümüzde "5'li Platform" çabalarında görüldüğü gibi, halkın ulusal kurtuluş mücadelesinden uzak, bazı ince hesaplar üzerine kurulan birlikler fazla yürümemektedir. "UDG" daha oluşumunun 1. yılını doldurmadan dağılmakla yüz yüze kalırken, bugün de "5'li Platform" daha vücut bulmadan, kendi içinde bölünmeye ve dağılmaya uğramıştır. Fakat bu kadar açık ve son derece öğretici olması gereken gerçeklere rağmen, bazı çevrelerin aynı olumsuz yapıyı, bir parçayla da sınırlı tutmayıp tüm Kürdistan çapında geliştirmek istediklerini görmekteyiz. Özellikle de her dört parçadaki otonomici küçük-burjuva eğilimin fırsatçı ve diğer güçleri zayıf düşürücü bir anlayışla, ilkesiz bir temelde reformist talepler çerçevesinde geliştirmek istedikleri birlik sorununun çözümünde bir yol olmadığı gibi bölünme ve gruplaşmayı daha da artırmakta ve çözümsüzlüğü daha da derinleştirmektedir.

Aynı şekilde bu güçlerin doğru bir örgüt ve eylem çizgisi geliştirememeleri de birliğin gerçekleştirilmesini engellemektedir. Bu güçlerce günümüze dek de Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin sorunlarını yüklenecek modern, ulusal kurtuluşçu bir örgütlenme yaratılamamış, klasik öğelerle modern öğeleri, komünistlerle ilkel-miliyetçileri bir arada tutan karmaşık ve ilkel örgütlenme aşılamamış, hatta birçok güç aşiretçi-feodal yapıyı olduğu gibi koruyarak onu modern örgütlenmenin yerine geçirmeye çalışmıştır. Örgüt bağları yerine, aşiretçi-feodal bağların geliştirilmesi, mevcut güçlerin iç yapılarını toplumdaki aşiretçi-feodal bölünmüşlüğün etkilerine açık tutmakta, bu ise örgütlerin iç yapılarını bile çatışmalara uygun bir zemin haline getirmektedir.

Doğru bir eylem çizgisinin geliştirilmemesi ise sorunun çözümünü engellemektedir. Doğu ve Güney Kürdistan güçleri, kendi öz güçlerine, tarihi-toplumsal koşullarına ve devrim ile karşı-devrimin durumuna dayanan ve bunları temel alan bir eylem hattı değil, daha çok dış güçlere ve bazı fırsatlara bağlı bir eylem çizgisi geliştirmektedirler. Halkın savaşçı ve direnişçi potansiyelini Kürdistan bağımsızlık mücadelesine kanalize edecek bir eylem çizgisi izleyeceklerine, bu potansiyeli kendi bencil çıkarları içerisinde eriten ve giderek tüketen bir tutumla; otonomi elde etme doğrultusunda bir eylem çizgisi geliştirmektedirler. Örgütler, aşiretlere vb. güçlere dayandığından, eylemler de, aşiretçi-feodal güçlerin çıkarlarını korumaya yönelik olarak geliştirilmektedir.

Gerek örgüt ve gerekse eylem konularında bu güçlerin içerisinde bulundukları olumsuzluklar ve yetersizlikler nedeniyle ortaya çıkan çatışmaların önü alınamamakta, bilakis bu tutumların sürdürülmesi sonucu çatışmalar daha da derinleştirilmektedir. Halbuki, ulusal kurtuluş hedeflenip, doğru bir örgüt ve eylem çizgisi geliştirilmesi halinde, sorunun çözümü son derece kolaylaşacaktır. Bu nedenle yıllardır kullanılan fakat olumlu bir sonuç vermediği gün gibi açık olan ilkel reformist-milliyetçi örgüt ve mücadele çizgisinin aşılması, doğru bir örgüt ve mücadele hattına ulaşılması, problemin çözümü için temel önemdedir. Sorunun çözümünde hala o eski anlayışlara bel bağlamak -hiç istenmese de- acımasız iç çatışmaların kucağına düşmeyi kaçınılmaz kılacaktır.

Sonuç olarak, yarı-feodal, yarı-burjuva güçlerin soruna çözüm getirmeleri; dayandıkları sosyal zeminin zayıflığı, Kürdistan ulusal kurtuluş sorununun çözümünü devrimci değil reformist bir tarzda gerçekleştirmek isteyen siyasal programları, içeride ve özellikle de dışarıda içerisinde bulundukları hatalı stratejik eğilimleri, çeşitli dış güçlerin yedeği durumuna düşmeleri ve taktik hattın doğru geliştirilememesi nedeniyle mümkün değildir. Sorunun esas olarak ilkel milliyetçi ve oportünist eğilimlerden kaynaklandığını göremeyip, hala bu tutumlarda ısrar edilmesinin çözümsüzlüğü daha da derinleştireceği açıktır. Bunun için her şeyden önce ilkel-milliyetçi ve oportünist yaklaşımlarla soruna çözüm aramaktan vazgeçilmelidir.

 

Mayıs 1983