HPG

Kurdistan Halk Savunma Güçleri

Düşman cephesinin son günlerde nasıl yüklendiklerini ve kendilerine göre sonuca ulaştıklarını iddia ettiklerini görüyorsunuz. Başbakan “terör ya bitecek, ya bitecek” diye bir yumurta yuvarladı, bu arada Genelkurmay Başkanı da, “artık terörü bitmiş sayabiliriz” diye bir yargıda bulundu. Ayrıca “ikinci dönemi açıyoruz” dediler. Yeni dönem dedikleri, ekonomik yatırımlar dönemiymiş. Bu, onların gündeminin icabıdır. Belli bir planları var, uygulamaya çalışırken bu gibi gösterileri, psikolojik savaşın tabiatı gereği uygulamak durumundadır.

Gerçeklerin oldukça çarpıcı ortaya çıkması söz konusu. Bu on yıllık savaşım sürecinin, düşman cephesindeki yansımalarını da izlediğimizde, savaşın ekonomik, sosyal, psikolojik ve en önemlisi de askeri boyutlarını çok iyi görmek zor değil. Bu arada faşist karakterini de çarpıcı bir biçimde, adeta başbakan Türkeş kişiliğinin birlikteliğinden görmek çok açık. En iyisi de Türkiye halkını biraz uyarıyor bu gelişme. Daha önce de vardı, açığa çıkardık. Dengeleri sarstığı açıktır.

Sizler biraz anlamaya başlamalısınız. “Savaşta varım” deyip de güçlü bir çözümleme kabiliyetine ulaşmamak, kişiyi çok sahte ve çok kaybeder konumda bırakır. Savaşın her cephesindeki gelişmelerde gördük. Yalan cephesinde parlamento düzeyi de açığa çıkartıldı. Savaşın onuncu yıl dersleri bu anlamda yakıcıdır. Hatta gerilladaki yetmezliklerin sonuçları da birçok yönüyle ortaya çıktı. Halen onun yoğunlaşmış ifadesini sürekli tekrarlamaya çalışıyoruz. Ama sizlerin savaş gerçekliğine baktığımızda, insan öfkelenmeden edemiyor.

Bu kadın Başbakan, Asena rolüne soyunmuş. Değerli dostumuz iyi bir değinmede bulundu. Ben şimdiye kadar bilmiyordum, Türk tarihinde boz kurtlar geleneğinde, dişi kurda Asena diyorlarmış. Herhalde bu faşist masallarında böyle bir şey varmış. Çok ilginç! Erkek boz kurtla, dişi boz kurdun Yozgat’ta el ele verişleri çok ilginç! Sanki tarihi araştırıyorlar.

Bizim de bir tarihi ortaya çıkarmamız söz konusu; halk tarihini. Halklar tarihine büyük katkımız oldu. Onların da adeta bu Hitler ve faşist demagojili birçokları gibi, şoven-milliyetçiliği var. Sanıyorum Mussolini böyle yaptı bir ara, Roma’yı tekrar canlandırdılar. Hitler, Germen ırkının bin yıllık serüvenini canlandırıyordu. Bunlar da kaç bin yıllık bir canlandırmayı yapıyorlar. Bayan bunu kendine oldukça yakıştırmış, hâlbuki Amerikalıydı, gerçi Türkeş de gücünü oradan aldı; Amerika’nın sayesinde böyle bir ikili oluşturdular.

En önemlisi de sizin çıkarmanız gereken sonuç; onların ataklığıdır. Gören “bu nasıl atak bir ba-yan” diyor. Dün sekiz yeri birden dolaşmış ve sözüm ona kimse ona yetişemiyormuş. Kimsenin ona yetişememesi denince, benim durumum akla gelir. Çünkü bu, benim en temel özelliğim. Tempomun süratliliği biliniyor, onu taklit ediyor. Kesin faşist demagoji, zaten bunsuz yapamaz. Hız, çarpıcılık ve hatta kelimeleri bile vurgulayarak etkileyici olmaya çalışıyor. Bizim gibi yapmaya çalıştığı açık. Sorun değil, mühim olan o da kendi cephesinde sözüm ona zaferin sağladığının başarısını ilan ediyor. Hızı, temposu ne kadar süratliymiş. Bir adımı, tarihi bir aşamayı bitirmiş, ikinci aşamaya başlıyormuş.

Bunu niçin söylüyorum? Bu çözümlemeler ışığında daha iyi anlayabilirsiniz. Çünkü anlamaya ihtiyacınız var, özellikle davranışları dönüştürmeye ihtiyacınız var. Düşmanınıza bakın öğrenin. Düşman bana bakıyor öğreniyor, bir de siz düşmana bakıp öğrenin. Bunu size söylemek fazla ileri bir kanıt gerektirmiyor. Cepheler savaş halindeyken, birbirine karşı ne kadar derinden görüp ve gerekeni yaparsa, o kadar kazanır. Bu konuda gafleti aşalım. Özelikle duyarsızlık, çok hantal, döneme cevap vermeyen yetmez yanlarımızı açalım. Göreceğiz ki, savaş mevzilerinde, her sahada iyi yer alınıp başarıyla vuruşlar yapılabilir.

Savaş mantığı böyledir. Başka türlü savaş kişiliği ele alınamaz. Ben de bu günlerde gördüğünüz gibi, epey gerçekleri gözlerinizin önüne serdim. Yerim son derece dar, onlar gibi helikopterlere atlayıp oradan oraya koşmam veya benim böyle bir imkanım olsa bile gitmem. Daracık bir yerde birçok şeyi yaptığıma da inanıyorum. Etkileri sonra ortaya çıkacaktır. Bizim burada açtığımız sorunlara öngördüğümüz çözüm yolları kesin etkisini gösterecektir. Anlamamanız bunu değiştirmez, geç kavramanız yine de beni fazla etkileyemez.

Ben çok açık konuştum aslında. Umarım okursunuz da sonuçlarını. Orada bir özetleniş vardır, tarihin iyi bir özetlenişi vardır. Savaş sanatının iyi bir formasyonu vardır. Akıllıysanız mutlaka önemli sonuçlar çıkarabilirsiniz.

Hemen her sahada savaşçı olmaya ihtiyacınız var. Biz genelde halkları, özgülde Kürt halkını savaşkan bir halk haline getirirken, çok yönlü hareket ediyoruz. Hatta sizleri, bırakalım halkın kendisini, hareket halindeki kitlemizi veya parti bünyesini savaşkan hale getirirken hareketliyiz. Bu çok önemli. Türkiye solculuğu niye yan yattı? Hareket kabiliyetini yitirdi. Dengesini yitiren bir gemiye benziyor. Çoktan denizin dibini boyladılar, ama bizim maharetimize bakın, dengeyi en azgın sularda bile nasıl tutturmaya çalışıyoruz.

Değerlendirme kabiliyetiniz fazla gelişkin değil. Olsaydı, bizim düzenimizi anlamanız zor değildi. Siz insana bakıp öğrenmesini de bilmiyorsunuz. Bir film gibi, gelişme süreçlerini gözlerinizin önüne serdim. Kendinizden korkuyorsunuz, korkmayın. Çünkü yıllarca bağlanmış kişilik, birden bire kendi gerçekliğini fark edince ürküyor, ama bence gerek yok. Size kolay düşmeyeceğiniz ve sağa-sola yalpalanmayacak bir tarz ve tempo verebiliriz. Bu çok önemli.

Ben savaş olayını hem çok kapsamlı, hem de çok tutkulu ele almaya çalışıyorum. İşte bunu size kavratamamam büyük bir sorun yaratıyor bizde. Neden kavrayamıyorlar? Çünkü savaşın bir sanat, hele bizim için en tutkulu bir sanat olduğunu kavramamak, kendinizi en kötü yaşama koyuvermeniz veya kaybetmeniz anlamına gelir.

Savaşma imkanlarını ve hatta yaşam gerçeğini çok kötü değerlendirdiler. Düşünün yaşama bizim verdiğimi anlam neye yol açıyor? Kendi son derece hantal yaşamınıza gösterdiğiniz düşkünlük niye kaybettiriyor? Bunu biraz öğrenin, ya da başka türlü kazanamazsınız. Çok uzağımızda olmasına rağmen değerli dostumuz Yalçın Hoca bile, süreci derinliğine ele alma ihtiyacını duyuyor. Sanırım bizim pratiğimize bakarak bu sonuçlara varıyor. “Bolşevik Devrimi sosyal temeli çok zayıf ve bir anlık bir devrimdir, dolayısıyla kökleşemedi. Yine Türk Ulusal Devrimi, bir Sakarya, bir Afyonluktu, köklü olmadı ve hemen uzlaşmaya çekildi” diyor. Bizim Doğululaşma düzeyimizin, uzun süreli, devrimi döne dolaşa geliştirmemizin etkilerinin, nasıl bununla bağlantılı büyüdüğünü görüyor ve bunları hemen çıkarabiliyor. Bu bir sonuç! Buna benzer birçok sonucu hemen her biriniz çıkarabilirsiniz, çünkü sıcak savaşımın içindesiniz.

Düşünmesini bilmeyenler, pratiğin anlamlı gelişmesini de beceremezler. Bu günler hem düşünsel, hem ruhsal, hem pratiksel patlama günleridir. Kim çok çarpıcı kendini verirse, o kurtarabilir, yoksa anında çökebilir. O zaman siz devrimci sürece çok tehlikeli ön yargılarla gelmişsiniz, özellikle çok tehlikeli, çok fanatik önyargılarınız var. Bir çırpıda canını da kaybedecek özellikleriniz var. Bunları hemen aşma gücünü göstermeliyiz. Eskiden sille-tokat girişirlerdi öğretmek için, buna gerek yok ama, buna gerek yok diye böyle kendinizi dayatmanızın da anlamı olamaz. Bazen bakıyorum gafil kişilikle-re, yıllar sonra bir hainden daha beter oluyorlar. Yıllardır en yakınımda beni bile aldatan kişilikler var. Kendini aldatmış, beni de aldatmaya çalışıyor.

Dayatma gücü, direnme gücü gibi bazı yönleriyle herkes benden daha güçlü belki. Benim söylemek istediğim, devrimin pratik süreci, anlık süreci kesin vurup koparmayı emreden bir stil ister. Bu-nu gösteremezsen bir lafazansın, gevezesin. İstediğin kadar laf söyle, hiçbir değeri yok. Süreçler var, anlar var. Sen herhangi bir şey koparmak istiyorsun veya kılıç var elinde, bazı kelleleri vurmak istiyorsun. Selahattin’in kılıcını düşünelim; ilginç bir kılıç! Özelliği şu, çok isabetli vuruyor. Tarihi ünü de buradan geliyor zaten, boşa çalmıyor. Savaş ustası, kılıç ustası!

Günümüzde örgüt ustaları söz konusu olabilir; halk savaşının taktik ustalığı! Bizim bir çok arkadaşımız farkında bile değil, savaşacağını sanıyor. Geçen gün bazı arkadaşlara, sizlerin de yanında bir eleştiri geliştirdim. Saflar, sanmıyorum bu arkadaşlarımız bilinçli bir hain olsun. Fakat öyle gafiller ki, savaş nedir tam bilmiyorlar.

Şiir okudunuz geçen gün, iri laf ettiniz. Söylediğiniz şeylerin farkında mısınız? Eğer insan laf düzeyinden öteye olmak istiyorsa kendini geliştirmeli. Lafazanlıkta iyi bir şey olabilir, iyi laflarla belki bazı yerlerde katkı sağlayabilir ama savaşçının dilinde laflama yetmez, daha farklı olmak gerekiyor. Aslında bu size lazım, size lazım olanı biraz daha vermeyi düşünüyorum. Çünkü benim için yaşam son derece akışkan. Donmuş yaşamlar, çürümüş yaşamlar, çirkin yaşamlar benim için tam bir savaş gerekçesi. Donuk yaşamlar, başarmayan yaşamlar, hissetmeyen yaşamlar, anında vuramayan yaşamlar, kısaca emre hazır olmayan yaşamlar. Bunu halk olgusunda söylersem, halkın eyleme katılış biçimi, siyasi, askeri, ideolojik bütün cephelerde eyleme kalkmış bir halkı ifade ediyor.

Kendinizi bile eyleme kaldırabilmiş misiniz? Bazı arkadaşlar “gelişme yeterlidir, çok şey öğrendik” diyor. Ne öğrendin sen, ne yeterlidir? Jenosit tehlikesi altında bir halksın, örgüt olarak da zor bela nefes aldırıyorum. Yeterliliği nerede? Kurbanlık koyun bile bu kadar kılıç altı, bıçak altı değildir. Maddi-manevi her türlü tehlike var. Koyun kesildi kesilecek. Beni düşündüren nedir, aslında siz de bunu anlamalıydınız: Düşmanın vuruş tarzı senin duygularını dehşete düşürür, o senin beynine kan sıçratır. Eğer sen panik içine girmişsen, biraz soğukkanlılığını yitirmişsen, ondan kaçışı değil, karşı bir hamle yapma sonucunu çıkarabilirsin. Dehşet veya baskı dayanılmaz; acı, yoldaş kanı, işkence, halkın yoksulluğu, acısı yüreğine vurur, yüreğin de beynine. Beynin tekrar çözüm üretir, bu da yürekle olur. Zaten ikisi de bütünüyle iç içe, bütün duyarlılığınla hissediyorsun. Bu da kesin vuran taktiktir. Eğer siz öyle olamıyorsanız, kendinizden kuşkulanmalısınız.

Yaşamda vuruş tarzımı tamamen günlük olarak bana vuranlardan çıkarıyorum. Bir yerlerden ba-na vuruş gelir, duygulardan, düşüncelerden, düşmandan izlenimle, parti içi izlenimlerden yararlanırım, yine yanımızdakilerden çok yoğun izlenim alırım. Ve bunlar bende bir patlamaya dönüşür sürekli. Duygu gücü, düşünce gücü haline getiririm. Ertesi sabah eyleme geçiririm. Size bakalım, uykudasınız. Günde kaç izlenim alıyorsunuz veya ne kadar cevap verebiliyorsunuz. Kendi düzeyinizi böyle anla-yabilirsiniz. Benim durumum tamamen farklı. Hiçbir etkiyi, yansımayı tepkisiz bırakmam. Bir de ken-dimi sizin gibi yaptım, ettim diye kandırmam. Yüz defa ölçer biçerim. Doğru mu yapıyorum, yanlış mı yapıyorum, yeterli mi yapıyorum, yetersiz mi, güzel mi yapıyorum, çirkin mi; hepsini hesaplıyorum. Kolay kolay yaptığım işi kendim bile onaylayamam.

Kendinize bakın; sizin de ölçüleriniz acaba böyle midir? Doğru-dürüst hayata yaklaşımınız yok. Kendinizi çok beğeniyorsunuz. Kendini çok beğenen gelişemez. Her gün tepki almayan veya her gün yansıma almayan, güçlü tepkiler geliştiremez ya da aldığı yansımaları tepkiye dönüştürmeyen militan olmaz, eylemci olamaz. Kendinize uygulayın bu iki cümleyi, kendinizi anlarsınız.

İlgilerinizle hayran kalıyorum, fakat anlamamanız beni düşündürüyor. Savaşkan olmayacak mıyız? Savaşta üretken olmayacak mıyız? Komutanlık çıkmasın mı sizden? Karanlıkları yırtan bir aydınlık gelişmesin mi? En güzel sözleri söyleyen, en güzel belirlemeleri yapan bir kişi neden çıkmasın? Bakın yaşamı siz kendi elinizle boğmuşsunuz, bu suçtur. Benim bu bir haftalık verdiğim dersleri samimiyetle incelerseniz, zafer kadrosu olup çıkarsınız. Neden zafer kadrosu olmaya çalışmıyorsunuz? Yaşam başka nedir? Ben bu kadar kazanıyorum, tenezzül dahi etmiyorum, bu kadar kazandım diye oyalanmıyorum bile. Neden bendeki bu vuruş zenginliği? Veya tutku ve rüya, hep daha büyük fethetme neden?

Sizin ya küçük bir kazanımınız var, ya yok. Hatta kendinizi bile ne kadar kazandığınız belli de-ğil, bırakmışsınız kendinizi; affedilmemesi gereken veya mutlaka aşılması gereken yön burası. Şimdi unutmayalım ki, kişilikleriniz aciz, zafer kişiliği değil. Dağlara da gönderdik, Avrupa’ya da gönderdik, kitleye de gönderdik. Hakkıyla karşılık veremediğinizi biliyorsunuz. Zafer kişiliği değil, vurucu kişiliği değil.

Düşmana bakın; bizi takip ederek veya hızımıza göre Diyarbakır, Batman, Siirt, Şırnak, Hakkari, Antep ziyaretleri yapıyor. Neden? Çünkü dönem tempo dönemidir. Hiçbir Başbakan böyle dolaşır mı, hem de kadın? Dişi Asena, dişi kurt! İstanbul yatalağıydı, şimdi oldu bir dişi kurt! Siz kendinizi bir de yaman erkek sayarsınız, o tempoyu yakalayabiliyor musunuz? Düşünmezlik edemezsiniz; o da siyaset yapıyor, siz de yapıyorsunuz. İnkar mı edeceğiz? Neredeyse bir erkeği bile cebinden çıkarır. Askerler onun için “bu tek başına kırk tane erkeğe bedel, bir taburdan daha güçlü” diyorlardı. Mühim olan işletiyorlar, veriyor. Aslında bir çocuk şımarıklığı biçiminde, fakat mühim olan dersleri en az onun şımarıklığı kadar biliyor musunuz? Onun komutan, askerleri öyle söylüyor, biz de size söylüyoruz. Öyle yapmacık olun da demiyorum ama kesin bizim de tempoya ihtiyacımız var.

Bunun gibi düşünceler bir çırpıda sökün edebilir bizde. Kapsamlı olarak bütün anlamını da ve-rebiliriz. Özellikle geçirdiğimiz günlerin doğru anlaşılmasına büyük değer verdim. Gördüğünüz gibi, aslında bu son yıla büyük bir tempoyla getirildi. Bu son tempoyu değerlendirmelerde okuyabilirsiniz. Son yıl temposunu da mutlaka incelemelisiniz. Boşa gitmemeli ve en önemlisi de bu son günlerin tem-posudur. Dünya bile bizi öğrenmeye çalıştı, temel merkezler bizden mesaj almaya önem verdiler. İlgiyle dinleyebiliyorlar, tartışabiliyorlar. En önemlisi de, belki basına yansımıyor ama, en temel merkezler değerlendirme yapıyor.

Savaş hamlemizin onuncu yılını yaşıyoruz ama, bir anlamda on beş yıl sayılabilir veya öncesi de var. Fakat en çarpıcı on yılını öyle geçirdik. Çıkaracağımız en önemli sonuç; iyi bir zafer kadrosu nasıl olunur? Başta ordumuz ARGK olmak üzere, diğer siyasi cephe militanı haline nasıl gelinebilir? Güvenmelisiniz kendinize, çünkü yol-yöntem belirlenmiş, hazırlıklar ve olanaklar seferber edilmiştir. Tahmin ediyorum ki, eski bir duygu durumunuz var. Çünkü eskiden size hiçbir şeyi kazanabileceğinizi söylettirmemişler. Ata kültürü, TC kültürü “sen silik bir adamsın, sana verilen sınırlı şeylerle oyalan, oldukça demagog ol, münafık gibi yaşa bu en iyisidir, geçer yoldur” denilmiştir. Düşmanla, ona karşı savaşan arasında bocalayan, iki tarafı da az-çok yaşayan tip de budur. Sonuç; bilinen her türlü baskı-ya, sömürüye boyun eğen kitle veya sözüm ona neyin adına konuştuğu belli olmayan sahte partiler, sahte solcular sahte aydınlardır. Bunlar sağlıklı değil. Saflarımızda da sahte bir sürü geri devrimci var. Nihayetinde dürüst, ama kişiliği ve pratiği tanınmaz haldedir. Ben bile kendimi sahte bir konumdan çıkarmak için günlük olarak işletiyorum.

Bir münafık olmamak, bir demagog olmamak için, sözümle pratiğimin az-çok at başı gitmesi için, kendime müthiş yükleniyorum. Kendimi kolay beğenmem veya olmamış şeye, başarmadığım şeye de başardım diyemem. Kolay kolay beğenmem, fakat başarmak için de oldukça iddialı olmayı esas alan bir konumda seyrediyorum. Anlayamadığım şey şu; bunları çok çarpıcı gösteriyorum da, sizin seviyenizin kaldıramaması mı desem, veya şekillenmişsiniz, o şekillenmenin kemikleşmesi mi desem, düşman cephesindeki kadar etkilenmiyorsunuz. Zor etkileniyorsunuz, zor dönüşüyorsunuz, zor şekilleniyorsunuz ve bu da tempoya gelmemedir. Tempoya gelemedin mi, düşman arkadan yetişir ve vurur.

Şimdi zafer sağlanma zamanıdır. Tempoya ulaşmak zorundayız. Gerçek bir savaşa girmişiz, bunun savaş olduğunu herkes söylüyor. O zaman savaş kanunlarını işletmeliyiz. Çoluk-çocuk işi değil, bir halkın savaşımı içine girdik. Savaş var, demagojiyi bırak, savaş yasalarına biraz nüfus et! Bu, en temel okulumuzu bile kendi haline bıraksak, bir hafta sonra demagojiye boğulur. Önemli oranda düşmanın şu veya bu yıllarda etkilediği kişilikler, kendini birden açığa çıkarıyor. Büyük komuta üslubu, büyük bir siyasi üslup, büyük eğitim, büyük dönüşüm gereği hiç birisinin aklına gelmiyor. Benden yüz de yüz alıyor, bir hırsız gibi çalıyor ve bunu saptırmaya çalışıyor. Seçkin bir komuta gücü böyle olabilir mi? Bu kadar demagojiye kendini batıran bir kişilik, bu kadar olayları, olguları, ilişkileri çözemeyen ve hatta saptırmaya çok müsait bir kişilik düşündürtmez olur mu?

Maalesef bu arkadaşların belki de yüzde doksanı böyle. Askerleşmemişler, dört dörtlük gerillacılık yaptığını sananlar az değil. Düşünemiyor ki, bu kadar yoğunlaşıyor, hâlâ kendini iyi bir asker yeri-ne koyamıyor. Halbuki savaşımı da bu sınıra getirmek yüzde doksan dokuz benim çabalarımın sonucudur. Tek bir kuşun çıkartmaktan tutalım en güncel taktikleri belirlemeye kadar, hepsi hemen hemen bizden kaynağını bulur. Ama halen kendimi arkadaşların sandığı gibi asker sayamıyorum. Halen yapılması gereken çok şey var diye düşünüyorum. Bu kadar alçakgönüllüyüz ama, bu kadar da iddialıyız. Siyasi konularda da, edebi konularda da öyleyiz. Bütün bunlar önemlidir.

Bir de zamanımız çok önemli. Zaman deyip geçmeyelim. Çünkü zamanı doğru değerlendiremez-sek, kaybetmek işten bile değildir. Mesela bize biçilen hüküm bir aydır diyelim. Biz ilk ayda kazanamadık mı, ikinci ayda bizi vururlar. O açıdan tempo çok önemli. Tempo nedir? Eğer ikinci ayda vurulacağını biliyorsan, birinci ayda kesin kazanmayı bilmektir. Tabii siz bu formülün farkında mısınız? Bana neden bu tempo hakim? Çünkü biliyorum ki, zaman benim dilediğim gibi bana sunulmaz. Aylar, yıllar keyfimce yaşanmaz. Birileri engel olacak ve belki de beni boğacak veya o yıl boğma planıdır. O zaman ben, yaşadığım günleri bir ayı bir güne, bir yılı bir aya sığdırarak kapasitelendireceğim ve böylece düşman planını boşa çıkaracağım.

Ben hızlı düşünüyorum. Bir dostumuz “hızlı düşünen, hızlı yapan veya dünü düşünürken ya-pan” diyordu. Kendisi bir bilim adamıdır. Doğru bir tespit bu! Düşünürken yapan, yaparken düşünen! Öyle tahmin ediyorum ki, siz düşünceyle yapma arasında belki de fersah fersah zaman ve mekan farkı yaratıyorsunuz. Yani pratik-teorik farkı olan bir konumdasınız. Benim için dakikası dakikasına olmak önemli. Telsizde konuşurum, bana ufak bir bilgi verir, anında ona nasıl karşılık verileceğini bilirim. Belki de yarım saniyede cevap veririm. Düşüncem o kadar hızlı çalışır. Belki sizin düşünceniz hiç bunu almaz bile. Düşünmeyi bilmemek veya düşünürken pratiğini aylarca sonra akla getirmek kaybettirir. Bu yüzden tempo tutturulamaz.

Hızlı düşünmek neden gerekli? Hızlı düşünmek için nasıl olacaksın? Komutan biraz öyle olmak zorunda. Benim gibi yapın demiyorum ama yine de düşmanın size ulaşamayacağı bir hızınız olmalı. Bunlar gerekli. Savaş günlerini yaşıyoruz her cephede ve siz de bu işin içine girmişsiniz. Ben de mutlaka size karşı sorumluluklarımı yerine getirmek zorundayım. Getiremezsek olmaz. Amacınız çok kapsamlı ve yürüdüğünüz yol da tehlikelerle dolu. Çok ciddi olacağız. Korkmayalım, paniklemeyelim ama, keyfimizce de yürüyemeyeceğimizi bilelim. Disiplin bundan doğar. Yolda nasıl tedbirli, sağlıklı yürüyeceksin. Disiplin, tarz, tempo, yine bağlı olduğun amaç karşısındaki düşman nedeniyledir.

Bugünleri anlamak, şehitleri anmak, bir şeyler duymak ancak bu çerçevede geçekçi ve yararlı olabilir. Ve ben de böylece sizi değerlendirmiş oluyorum. En iyi düşünceyi, en iyi yaşam biçimini bir çırpıda vermeye çalışıyorum. Yine de benden isteyebilirsiniz. Halkın da, partinin de, savaşa ilişkin hemen hemen tüm taleplerine anı anına cevap veririm. Kendimi biraz bu konuda ayakta tutuyorum. Hiç olmazsa savaşma konusunda başarma konusunda istemesini bilin, biz vermeye hazırız. Verdik de birçok şeyi.

Sanıyorum bugünler sizin için de son derece çarpıcı oldu. Olağanüstü çarpıcı ve dönüştürücü günler. Kendi açımdan fazla boşa geçirmiyorum bu günleri. Tam istediğimiz gibi olmasa da, boş geçen günler değil. Sanırım ilginç gelişmeler oluyor. Yine gerillayı geliştirmek çok önemli ve belirleyicidir, Türkiye’nin problemini derinleştirmek çok önemlidir. Sosyal-demokrat çıkmazı derinleşiyor, DYP parçalanıyor, hepsinde bir alt-üst oluş yaşanıyor. Faşizm mi başa gelir, bizim dayattığımız büyük demokratik hamle mi başarıya ulaşır, onu önümüzdeki dönemlerde göreceğiz. Bunlar çok önemli ve sürecin baştan sona inisiyatifimiz altında yönlendirildiğinin farkındayız.

Özel savaş zaten baştan beri kanun dinlemedi. Bir adam diyordu ki, “biz yüklendik, vurduk, faili meçhul cinayetleri devlete, parlamentoya gerek görmeden vurduk” diyor. Yıllardır bu klik işlerini kendi başlarına, kanun dışı yürütüyorlar. Ve şu anda meşrulaşmak isteyeceklerdir. Yapmamız gereken işler tarihi önemdedir, Türkiye içinde de tarihi önemdedir. Maalesef Türkiye’nin sözüm ona işçi temsilcileri, solu gaflet içinde, hatta delalet içinde.

Mühim olan, size ilgi duyanları ülkesine bağlayabilirsiniz. Çünkü Ermeniler de kırk yıldır, yüz yıldır koparılmışlardır, halen kendi ulusal bilinçlerini paylaşırlar. Yahudiler iki bin yıldır kopmuşlardır, nereden koptukları da hiç belli değildir ama ona rağmen bir Yahudi bilinci taşırlar. Dolayısıyla sizin gözünüzü korkutmamalı. Temel insani, ulusal, sınıfsal yönü de vardır. Değerler temelinde kesin güçlü bir topluluk oluşturabilirsiniz. Hem teorik olarak, hem birçok örnekte olduğu gibi pratikte bu mümkündür. Başarmaya çalışacaksınız.

Grubunuz çok şey gördü; tarihin gelişimini bizzat gözleriyle gördü, bunu parti içinde gördü, halkta gördü. Bol doküman da aldınız, büyük bir silahtır, kullanacaksınız. Birçok demeç verdik, çözümleme yaptık, zaten kitap da veriyoruz, bu büyük silahı kullanıp başarmamanız düşünülemez. Sizin için çalışmalarımız tamamlanmıştır ve amacına da ulaşmıştır. Son sözlerinizi de anlamlı geliştirmiş bulunuyorsunuz. Küçük, kapsamlı bir çalışmadır ama oraya dayanarak ülkeye yansıtacaksınız. Tanıdık çevrenizi telefon, mektup gibi değişik yöntemlerle kazanacaksınız. Yeni her ilişkiyi, bir siyasi yurtseverlik ilişkisi diye değerlendirmeye tabi tutacaksınız, nerede akraba var, nerede etkileyebileceğiniz insan varsa ve hatta zincirlemesine onları da gerektiğinde harekete geçireceksiniz. Bir önder gibi olacaksınız.

Bütün bunları yaptığınızda oradaki dört beş bin kitle, on binlerce kitleye de ulaşma şansınız vardır. Zorlayın kendinizi, herkese söylediğim gibi başarırsınız. Başarmak için bundan sonrasını kendinize yakıştırın, anlamlı günleri kendinize yakıştırın, attığınız her adım bize layık adımlar olmalı, umutlu olun.

Ben de yıllarca tek başınaydım, kimsem yoktu. Şimdi büyük yürütüyoruz, büyük başarıyoruz. Bu anlamda hiçbir sıkıntımız yok, ama hâlâ daha işin başlangıcında olduğumuzu söylüyoruz. Bu sizin için de bir ilham kaynağıdır. Oradaki kitle bitti mi, ülke kitlesine, hatta insanlığa bile açılmasını bilen bir hareketiz. Bu kadar içeriği zengin bir hareket boş duramaz ve her yerde mutlaka bir şeyler yapar, başarır. Sizin de ülkeye bu anlamlı gidişiniz, halka kavuşmanız, bizim için de iyi olmuştur, yapılan hizmet amacına ulaşmıştır, selamlıyoruz.

Daha sonra sizlerle de bu platformu geliştiririz. Siz arkadaşlar için başlangıçta söylediğimiz gibi, görüyorsunuz ki gelişme mümkündür, gelişmede sınır tanımamak gerekir. Sizde büyük tutuculuk görüyoruz. Bu tutuculuğu son günlerde adamakıllı darbeledik. Ben de kendimi on beş yaşındaki delikanlı gibi ele alıyorum, öyle başlatıyorum her günü. Hem heyecanlıyım, hem duyguluyum, hem başlangıçta gibiyim. Ulusal kadro olabilmek, insani özlemlerle dolup taşmak kötü bir şey değil. Kendinizi olmuş-bitmiş, köhnemiş feodal konumlarda görmeye veya kendini abartmaya hiç gerek yok.

Gördüğünüz gibi, bizde sizin gibiyiz; ama çalışıyoruz, düşünüyoruz, tartışıyoruz ve yaşıyoruz da. Hem de çok işi başararak yaşıyoruz. Bugünlerin anısına, bu on yılın bu kadar şahadetine, halkımızın böylesi duyarlılığına, dostların ilgisine verebileceğimiz en iyi karşılık; başaran PKK kadrosu ola-bilmektir. Bunun şansı çok iyi önünüze serilmiştir, imkân ve olanakları çok verilmiştir. Mutlaka değerlendireceksiniz, başka çareniz yok. Bu parti içinde başka türlü yaşanmaz. Olgun olacaksınız, kesin başarı çizgisinde yürüyeceksiniz, o zaman saygıyı bulabilirsiniz. Aksi halde, aldatarak, sahte tutum göstererek, ne genelde, ne de parti içinde yaşam imkânı vardır.

Görüyorsunuz, biz eskiden sizden daha zavallı durumdaydık. Ama insanca çalıştık, ilgili ve alçakgönüllüyüz. Öğretiyoruz, alıyoruz ve bu bir yöntem olmuştur. Etle-tırnak gibi ayrılmaz biçimde yaşamımız haline gelmiştir ve başarıyoruz. Niye bunu esas almayacaksınız? Niye iki de bir bencillik, kokuşmuş düzen kalıpları, kokuşmuş feodal kalıpları içinde olacaksınız? Hiç gerek yok! Bundan sonrası öğrenmedir ve öğretiyoruz da. Alçakgönüllü olun, biraz kulağınızı açın. Şehitlerin büyük anıları var; mutlaka hepsini yürekten yaşamaya çalışın, fethetmeyeceğiniz bir enginlik yoktur.

Parti Önderliği

18 Ağustos 1994