Demokratik Özerklik Statüsü Kürtler için artık vazgeçilmez bir talep olarak ortada durmaktadır. Kim ne derse desin tarihin çarkı bir dönmeyi görsün, bu çarkın önünde kimse kendisini tutamaz. Hani var ya şairin dizeleri:
Bu
Ne benim sana,
Tepeden inme bir emrim
Ve ne de
Ayaklarına kapanıp ağladığım
Bir yalvarışımdır
Bu
Eğilmez başların
Bükülmez bileklerin
Yani tarihin
Durdurulmaz emridir” diye. Aynen öyle.
Demokratik Özerklik Projesi, Kürtlerin devletsiz olan çözüm projesidir. Kürtler devletin neme nem bir aygıt olduğunu yaşadıklarıyla gördüler. Bir de Kürtler ulusalar arası konjonktürü de iyi okuyorlar. Uluslar arası konjonktürün başka çözüm seçeneği sunmadığını da biliyorlar. Birde Kürtler politikleşmiş bir toplum olarak ebediyen Türkiye ile savaşmayacaklarını da biliyorlar. Aşiretvari kan davası misali çatışmaya da karşılar. Ve dünya deneylerinden biliyorlar ki her savaşın birde barışı vardır. Barışı olmayan savaşın anlamı da yoktur. Sürgit bir savaşı hiç mi hiç istemiyorlar. 30 yıllık direniş mücadeleleri ise sadece ve sadece kendilerini savunmaya dönük sürdürülen bir meşru savunma direnişiydi. Bu meşru olan direnişin yer yer aşırıya kaçtığını bizatihi özgürlük hareketinin önderliği birçok kez ifade etti. Yapılması gerekenin genelde direniş mücadelesini meşru olan direniş zemininde tutmaktı. Ve bunu Kürt halk önderliği tüm pürüzlere rağmen görkemli başardı. İşte bunun için Kürtler 30 yıllık bir mücadeleyle ortaya çıkarmak istediklerini ortaya çıkardılar. Başka bir deyimle “diriliş tamamlandı sıra kurtuluşta.”
Kürtler bu sorunu çözmek istiyorlar. Ve Kürtlerin çözüm projesi dediğimiz gibi demokratik özerkliktir.
Kürtler siyaseten kendi yönetimlerini oluşturmak istiyorlar.
Kürtler kültürel olarakta doludizgin kendi kültürlerini yaşamak istiyorlar.
Kürtler ekonomik olarakta kendilerine yeten bir ekonomik politika oluşturmak istiyorlar.
Kürtler eğitimlerini kendi dillerinden görmek istiyorlar.
Kürtler sosyal sahada kendilerini güçlü örgütleyerek yeni sosyal, komünal bir toplumu ana tanrıçalarına layık bir şekilde yeniden kurmak istiyorlar.
Kürtler komşu halklarla barış içerisinde yaşamak isterlerken, diğer parçalarda boyunduruk altında yaşayan Kürt halkıyla da sıcak ilişkiler içerisinde olmak istiyorlar.
Kürtler birde her zaman tehlike altında yaşamış, onlarca saldırı görmüş, devlet eliyle fuhuşa zorlanmış, çetelerce hedeflenmiş durumlara karşı da kendilerini savunmak istiyorlar. Özcesi Kürtler kendi kendilerini savunmak istiyorlar. Bu kendi kendilerini savunmaya Kürtler öz savunma diyorlar.
Kimileri polis gücünün var olduğunu, askerin var olduğunu, bunların dışında savunma gücünün olamayacağını, olmaması gerektiğini belirtiyorlar. Kulaklara bu sözler hoş gelse de Kürtler en çok bu sözü geçen polislerden ve askerlerden çekti. Neden bu askere ve polise bir daha güvensin ki?
Bu polis ve bu asker daha 10-15yıl önce Kürdistan’ın birçok ilçe ve il’inde Hizbullahçıları koruyarak Kürtlerin üzerine sürdü. Binlerce Kürt yurtseverini bunların elleriyle katlettiren bizatihi bu polis ve askerlerdir. Hatta bu devlettir.
Kürtler neden bu devlete ve polisini ve askerini güvensin ki?
Evet, neden güvenelim ki? İşte bu güvensizlik durumunun çözümünü Kürtler kendi savunmalarını kendilerinin yapması olarak ele alıyorlar. İşte bu kendi kendine savunmaya herkes öz savunma diyor. Dünyanın neresine giderseniz gidin eğer devlet denen aygıtın güvenlik güçleri sizleri koruma yerine vurulmanız için her şeyi yapıyorsa orada her türlü direniş meşrudur. Orada kendi savunma gücünü oluşturman meşrudur. Kürtlerin de yaptığı ya da yapmak istedikleri budur.
“Toplumun doğal duruşu politik ve ahlakidir. Dolayısıyla politik ve ahlaki toplumun da kendini savunma durumu gelişebilecek tüm saldırılar karşısında gündeme gelecektir. Bu politik ve ahlaki toplumun kendini savunmasına da öz savunma savaşı diyoruz. Demek ki öz savunma savaşı ve Meşru Savunma savaşı, savaşın karşıtı olarak gündeme geliyor. Gasp ve talan amaçlı geliştirilen şiddete, saldırıya karşı doğal toplumun, politik ve ahlaki toplumun kendini savunma durumu da bir direnmeyi, savaşı ifade ediyor. Saldırı ve imha savaşına karşı kendini, değerlerini sahiplenme ve koruma amaçlı bir savaş durumu gündeme geliyor. Buna da öz savunma savaşı deniliyor.“
Evet, Kürtler her türden saldırıya karşı kendi savunma haklarını kullanacaklardır. Bu savunmanın önceliği çok güçlü bir örgütlülüktür. Adeta örgütsüz tek bir Kürt ferdi kalmayacaktır. Öz savunma sadece silahlı gücü ifade etmiyor. Kürtlerin silahlı gücü zaten vardır. Buna HPG diyorlar. Gerilladır. Ancak halkın içerisindeki öz savunma güçleri silahlı olmayan güçlerdir. Kim bunlara ne derse desin, kendisini son derece güçlü örgütlemiş, refleksleri gelişkin, halkı için kendisini gerekirse feda edecek, öz verili, cesaretli, dinamik bir yapıdır. Önemli ölçü burada halka karşı duyarlı ve sorumlu olmasıdır. Kendisini öyle örgütlemiş ki örneğin bir yerde bir şey mi olmuş oraya birkaç dakika içerisinde binlerce gençle yığılabilecek bir örgütlülüğe kendisini kavuşturmuştur. Yine örneğin devlet halka ya da Kürt halkının değerlerine mi saldırmış orada hiç kimseden emir almadan, direktif almadan hızla kendisini örgütleyerek gereken misillemeyi demokratik ölçüler içerisinde vermesini bilen bir güçtür. Yine Kürt halkına ve onun değerlerine saldırılanlara karşı da son derece duyarlı bir duruşu vardır. Dediğimiz gibi bu güç kimseden emir almaz. Bu gücün emir mercii Kürt halkına karşı gösterilen yaklaşımlardır.
Yukarıda dile getirdiğimiz esasta komple bir halkın direnme duruşudur. Savunma duruşudur. Öz savunma duruşudur. Bu öz savunma duruşu ise meşru olan bir var olma hakkıdır. Kimse Kürtleri bu haktan mahrum tutamaz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Kod adı: Rızgar
Adı Soyadı: Hasan Güler
Doğum tarihi ve yeri: 1972 Pazarcık
Katılım tarihi: 1992 Almanya
Şahadet tarihi ve yeri: 13 ocak 2007 Amed’de
PKK öncülüğünde zafere giden özgürlük hareketimiz 35 yılı aşkın şiddetli bir mücadele tarihi içerisinde nice Kürt tarihinde görülmeyen değerler ortaya çıkarmıştır.
Kimliğini inkar eden beynine kadar sömürülen, köleleştirilen hor görülüp aşağılanan benzeri görülmemiş bir asimilasyonla kendi özünden uzaklaştırılmaya çalışılan başkasına benzeme özentisiyle övünen bir halkın kendine ait olana sahip çıkması kendini yeniden diriltip yaratması için kuşkusuz büyük bedeller verilecektir. Rebêr APO önderliğinde büyük zorluk ve güç dengesizliği içerisinde verilmiş özgürlük mücadelesinin zaferden başka herhangi bir yolu kabul etmiyeceği Agitlerin, Erdalların, Zilanların, Beritanların ve tüm Kürdistan şehitlerimizin soylu direnişinde kendini ispatlamıştır.
Bu yüce ve kutsal mücadele tarihinde binlerce şehidimiz Kürt halkının gasp edilen haklarının kazanılması özgür birer insan olmak, bununla birlikte kendine saygısı olan bir toplumu yaratmak için gerekli olan bedeli adeta kanlarıyla sulayarak kurumuş topraklara tekra ruh vermiş can vermiş diriltmiştir. Soylu direnişimizin kahraman sembolü olan şehitlerimizin kervanına Rızgar arkadaşta 13 Ocak 2007 yılında Amed eyaletinin Ş. Remzi alanında faşist sömürgeci TC ordu güçleri ile girdiği çatışma sonucu PKK’nin militan duruşu direniş çizgisi temelinde katılmıştır.
Şehitlerimizi soylu mücadele kişiliklerini duruşlarını tarif etmede devrimci duruşlarını ifade etmede onların gösterdikleri büyük fedekarlıkları yansıtmada zorlanmaktayım. Bu durumun kabul edilebilecek bir yanı olmamakla birlikte genel şehidlerimizin huzurunda özeleştiri verilmesi gereken bir husus olarak görüyorum.
Çok kısa bir tarifle Rızgar arkadaşı nasıl tarif edebilirim sorusuna “doğal devrimci sorumluluğun sembolü pratik uygulayıcısı bir arkadaş olarak” cevabını verebilirim. Rızgar arkadaş düşmanın Kürdistan’da yürüttüğü insanlık dışı asimilasyon, sömürge ve işkencenin yanında Kürt halkını kendi yurdundan vatanından koparma temelinde geliştirdiği sinsi politikalar neticesinde abisinin Avrupa ülkelerine çıkmasının ardından kendiside Maraş’ın Pazarcık ilçesinden oraya gider Kürdistan’da Pazarcık’ın özgürlük mücadelemiz içerisindeki yeri yurtseverliği özgürlük davasının zafere ulaşması için verdiği bedeller bilinmektedir.
Köylü emekçi bir aileden gelen Rızgar arkadaş belli bir süre Avrupa’da çalışmalara katkı sunduktan sonra mücadelenin en aktif zeminine girip özgürlük savaşçısı olmak için 94-95 yıllarında Kürdistan’ın asi ve özgür dağlarında gerillaya katılır. PKK hareketinin özü olan emek ve mücadelenin bir timsali idi. Rızgar arkadaş yapılması gereken bir işi çalışmayı yoldaşına bırakmadan hesaba girmeden en temiz ve sağlam bir şekilde yapmaya çalışan hakkını veren kutsal bir emeği vardır. Rızgar arkadaş Rebêr APO’dan PKK’den ve PKK’nin asıl sahipleri olan şehitlerimizi böyle öğrenmişti.
Sorumluluğunda yürütülen bir çalışma ve görev için hiçbir zaman arkadaşların kaygısı olmadı görevinin gereklerini yerine getiriyor mu diye bir soru kafamıza takılmadı çünkü tüm silah arkadaşlar bundan emindi ki Rızgar arkadaş çalışmasının en ince detayına kadar hesaplayarak tartarak ölçerek uzun vadeli planlayarak yürütecekti çalışmalarını.
Önderliğimizin 1999 ve sonrası geliştirdiği büyük barış çabalarına karşı inkâr imha politikalarında ısrar eden barış çabalarını bir zayıflık belirtisi görerek çürüme politikasını bize dayatan TC’nin politikalarına karşı meşru savunma savaşı çerçevesinde yeniden mevzilendirme çalışmalarında 2003 yılında Amed eyaletinde büyük bir istek ve coşku ile gitti Rızgar arkadaş.
2004-2005 yıllarında geliştirilen ihanetçi-tasfiyeci teslimiyetçi çizginin etki ve dayatmalarına karşı Rızgar arkadaş Rebêr APO’ya, şehitlere, halkımıza olan derin bağlılığıyla hiç tereddüt bile etmeden yerini zaferin garantisi olan Önderlik çizgisinde olarak Kuzey sahalarında aktif bir mücadeleyi esas almıştır. Rebêr APO’nun “bana bağlı olanlar Amed’e gitsin” sözüne bağlı olmak istiyordu.
1 Haziran hamle kararının pratikleşmesi için Rızgar arkadaş Amed eyaletinin birçok bölgesinde değişik düzeylerde aktif mücadele yürüttü. Görev ne olursa olsun katılımının özü yukarıda belirttiğimiz çerçevedeydi. Rızgar arkadaşın halka olan bağlılığı, sevgisi ekseninde yürüttüğü çalışmaları birebir halka yansıyor güven veriyordu onun için görev yaptığı her alanda halkın Rızgar arkadaşa büyük bir sevgisi gelişiyor onun şahsında mücadeleye daha güçlü katılıyor ve destek sunuyorlardı. Çünkü Rızgar arkadaşın halkçı özelliği hesapsız katılımı sade ve mütevazı yaşamı katılımı onlara güçlü bir güven veriyordu. Kendilerinden biri olarak görüyorlardı.
Emekçi halkçı sorumlu militan duruşuyla tüm yoldaşlarının da derin sevgi ve saygısını kazanmıştı. Örgütün talimatları doğrultusunda bir pratiğin ortaya çıkması için Rızgar arkadaş elinden gelen her türlü çalışmayı yürüttü. Bununla yetinmedi yoldaşlığın dayanma ruhu çerçevesinde arkadaşların yardım etti. Perçinledi ruh verdi. Mütevazıliliği alçak gönüllüğü Apoculuğun yoldaşlık ruhuna denkti.
Amed eyaletinde pratik yürüttüğü dört yıl emek verme mücadeleye değer katma anlamında dolu geçti. 2006 yılının bahar ve yaz hamlelerinde özellikle Rızgar arkadaşın kaldığı Ş. Remzi alanında düşman büyük darbeler aldı. Bu darbelerde 40 yakın askeri 1 yarbay, 1binbaşı, 1 skorski helikopteri imha edildi. Bu sonuç hem HPG için yürüttüğü savunma savaşına büyük bir katkı hemde halka büyük bir moral oldu. bu sonuçların ortaya çıkışında Rızgar arkadaşın rolü katkısı ve hazırlığı belirleyici konumdaydı. Bu pratik sonuçların daha sonra ki yıl katlanarak gelişmemesi için kış sürecinde üslenme ve eğitim çalışmaları için kaldığı aynı alana düşmanın yoğun yönelim ve operasyonları gelişti.
13 Ocak 2007 tarihinde bu operasyonlar da arkadaşları ile birlikte kaldığı sığınağın deşifre olmasıyla faşist TC ordu güçleri ile çatışma çıktı. Düşmanın gerillanın tekrar kuzey mevzilerinde üslenerek yeni bir savaş tarzıyla verdiği mücadeleyi sindirememesi “yok oldular tasfiye oldular” dediği noktada güçlü darbelerin şoku ile adeta intikam için kıvranıyordu bu çatışmayı da kendi intikam arzuları için. Bir sonucu götüreceği arzusu ile yönelirken, yine Rızgar arkadaşın öngörülülüğü kıvrak zekâsı planlı ve hızlı karar verme yeteneğiyle adeta kursağında kalmıştır.
Zorlu gerilla için dezavantajlı kış süreçlerinde düşmanın gelişkin teknik ve sayı yoğunluğuna rağmen, Rızgar arkadaş düşmanın bu dar çemberinden yoldaşlarını çıkarmayı başarmıştır. Hem de en önde ve başta kendi göğsünü düşmana siper ederek çatışarak PKK militan duruşun direnişçi kahraman karakterine denk bir kahramanlıkla 13 Ocak 2007 saat 15.30 civarında düşmanı kahreden kahraman duruşuyla şehitler kervanına katıldı. Bu duruşu ve katılımıyla ardılları olan bizlere birçok öğretici vasiyet bırakarak…
Rızgar arkadaş senin şahsında tüm şehitlerimize bağlı kalacağımızı uğruna canınızı feda ettiğiniz bu yolda kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğimizi silahımızın yerde kalmayacağını belirterek yüce anılarımızın önünde saygıyla eğiliyoruz…
Mücadele arkadaşları
- Ayrıntılar
Yeni bir yıla girdik. Adettendir her bir yeni yıla girerken geçmiş bir yılın muhasebesi yapılarak, yeni yılın yol haritası belirlenir.
Geçmiş yıla, özgürlük hareketi sözün tam manasıyla damgasını vurduğunu söylememiz abartı sayılmaz. Özgürlük yoluna giren Kürt halkı farklı kampanyalarla gündemi hep sıcak tutarak dikkate alınması gereken bir aktör olduğunu da herkese hissettirdi. Kürt özgürlük hareketinin gerillası kısa süreli sürdürdüğü 4 stratejik dönem hamlesi çerçevesinde, inkârcı ve imhacı rejimi sözün tam manasıyla felç etti. Kaldı ki biz gerillalar biliyoruz ki bu eylemlilik süreci sadece ve sadece gerillamızın çok düşük bir potansiyelinin kullanılmasıydı. Bu kısıtlı potansiyel kullanımına rağmen Türkiye sarsıldı. İskenderun Deniz Kuvvetleri baskını, Dörtyol ve Samsun’daki polis pusuları, gerillanın açılım sahalarına sadece bir iki küçük örnek teşkil etmiştir. Bunların yanına Pervari ilçe baskını, Gediktepe-Hantepe süpürme hareketleri gibi birkaç eylemi de koyarsanız, gerillanın ne yapabileceğini rahatlıkla görülebilir.
Unutulmamalıdır ki; bir, bunların hepsi iki buçuk aylık bir zaman dilimini içerisinde yapıldı, birde gerilla tüm gücünü dediğimiz gibi ortaya koymadı.
Önemli bir gelişme de alenen Türkiye ortamında Kürt Halk Önderliğiyle yapılan görüşmelerin ifade edilmesi olmuştur. 17 yıldır yaşanan muhatapsızlık sorunu kısmen de olsa giderilmesi, Kürt sorunun geldiği düzeyi göstermek açısından da önemli olmuştur.
Tüm bunlar yaşanırken gerillalar olarak 2010 yılını ağırlıklı olarak eylemsizlik süreciyle geçirdik. Eller tetikte ancak çatışmalara fırsat vermemek içinde hep dağların zirvelerinde bekledik. Buna rağmen inkârcı, imhacı faşist zihniyet onlarca öldürücü saldırı gerçekleştirdi. Bu saldırılarda çok sayıda yoldaşımız şehit düştü. Bu kadar Provokatif saldırılara karşı sadece ve sadece misilleme hakkımızı kullandık. Başka da eylemsizlik kararına harfiyen uyduk. Felsefik-Siyasal bir hareket olarak aldığımız kararlara uymak için elimizde gelen her şeyi yapmamız adettendir. Geleneğimizdendir. Kaldı ki Kürt halk önderliğinin aldığı her karar, biz gerillaları için bir emirdir. Bunun içinde olsa Kürt halk önderliğinin söyledikleriyle çelişmemek için büyük özenler gösterdik.
Geri baktığımızda büyük gelişmelerin yanı sıra inkârcı, imhacı ve faşist zihniyetli yapının gerillayı ve özgürlük hareketi taraftarlarına dönük imhacı anlayıştan vazgeçtiğini söylemek çok zordur. Gever’de bir genci gündüzün ortasında kurşuna dizmeleri bu faşist zihniyetin sadece ve sadece bir tasavvurudur. Yine Kürt halkının iki dilli yaşama dönük gösterdiği duyarlılığa karşı gösterilen tahammülsüzlük bu faşist zihniyettin geldiği düzeydir. Hele hele halkımızın kendisini yöneteceğine dönük düşünce beyan etmesi nasılda saldırılarla yüz yüze kaldığı ibretliktir.
Dünyanın neresine gidersek gidelim hiç kimse ama hiç kimse insanların diline ket vuramaz. Dillerin serbest gelişimi için her şey yapılır. Yine dünya giderek yerellere kayarak bu kadar hastalıklı merkeziyetçi yaklaşımlarla, Kürt halkını boğmaya kalkmak inanılmaz bir şeydir. En ufak bir beyin tartışmasını böyle saldırılarla ipotek altına almaya kalkışmak korkunç bir derin faşizanlıktır.
Kaldı ki Kürt halkı nasıl, kiminle yaşar onun kararını verecek olanda Kürt halkıdır. Onun adına başkası Kürt halkına ağızlık olamaz. Kürt halkı adına konuşmaya kalkışmak tarihe karışmış bir hastalıktır. Kürtleri yok sayarak onlar adına konuşmaya kalkışmak, çoktan Kürtler nezdinden aşılmış bir ruh halidir.
Kürtlerin de dünyadaki tüm halklar gibi kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Bu kendi kaderini tayin hakkı Kürtlere aittir. Başkaları Kürtleri kendi boyunduruklarına davet edemezler buna hakları da yoktur. Başka halklar için haklar neyse Kürt halkının da hakları onlardır. Ne az ne de fazla.
Ancak öyle görülüyor kendileri için demokrat olanlar Kürt halkı için faşistleşiyor. Kendisi için özgürlükçü olanlar Kürt halkı için sömürgecileşiyor. Kendisi için hümanist olanlar Kürt halk için sadistleşiyor. Kendisi için duygu yüklü olanlar Kürt halkı söz konusu olduğunda yılan gibi soğuk oluyor. Evet, kendileri için insan olanlar biz Kürtler söz konusu oldu mu insanlıktan çıkıyor.
Ancak özgürlük yoluna giren bu halk sergilenecek tavır ne olursa olsun kendi yolunu çizecektir. Kimsenin lamı cimi yapmadan, oraya buraya çekmeden bu halkın kendi kaderini tayin etme hakkına yapacakları sadece ve sadece saygı duymalarıdır. Kabul etmeseler de, hazmetmeseler de saygı duyacaklardır. Nasıl ki biz Kürtler tüm halklara bu saygıyı kusursuz sergiliyorsak başkaları da Kürt halkına bunu gösterecektir. Bunun başka da yolu yoktur.
Evet, yeni bir yıla girerken kendimize daha fazla güveniyoruz, daha fazla umut doluyuz. Tarihin yürü ya kulum dediği bir anla karşı karşıyayız. Böylesine tarihi bir anı yaşarken tüm Kürdistanlı gençleri başta olmak üzere tüm demokrat, ilerici yurtsever gençleri özgürlük dağlarına davet ediyoruz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına Ve Kamuoyuna!
27 Aralık 2010 günü öğleden sonra TC ordusuna bağlı birliklerin Mardin’in Kerboran ilçesinde yaptığı kasıtlı, imha amaçlı bir operasyon sonucunda üç kişilik gerilla birliğimiz bir çatışmaya girmek zorunda kalmıştır. Bu saldırıya karşı yoldaşlarımız büyük bir direniş göstermişlerdir.
- Ayrıntılar
Düşünce özgürlüğü ya da ifade özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmazlarından kabul edilir. Düşüncenin kendisini açıkça ifade edememesi durumunda orada, çokta uzun zamana sarkmadan rahatsızlıkların yaşandığını göreceksiniz. Düşünceler hür ifade edildikçe de her türlü tehlikenin önü alınmış olur.
Düşüncelerden korkan çok sayıda rejim türleri vardır. Bunlardan en belirgini kendine güvenmeyen otokratik rejimlerdir. Yine oligarşik yapıları da bunların arasına katmak gerekir. Babadan oğula geçen iktidar yapılarında da bu korku yaşanır. Birilerine dayanarak iktidar da kalan her ne rejim varsa düşüncelerde korkar. Tabiatı gereği bu böyledir. Kendi gücüne dayanmayan, başkalarına dayanarak var olan, iktidarın sunduğu nimetlerden yararlanarak ayakta kalan, ekonomik güç, polis ve askeri gücü kendisine kalkan edenlerin tümü düşüncelerden korkarlar.
Korkarlar, çünkü bu tür yapılar birilerinin icazetiyle ayakta kalırlar. Onlara bağlanan oksijen tüpüyle nefes alıp verirler. Bunun için bu yapılar hep tedirgindirler. İkilidirler. Mütereddüttürler. Güvensizdirler. Böyle olunca da söylenecekler onları rahatsız eder. Onlar, onların istediklerine izin verirler. Verili olanı severler. Onları okşayan sözlere kulak kabartırlar.
Evet, otokratik yapılar onları rahatsız eden düşünceleri sevmezler. Bunun için ilk yapacakları ve bugüne kadar da yaptıkları onları rahatsız eden düşünceleri yasaklamaktır. Bu düşüncelerin yayılmasına ket vurmaktır. Düşüncelerin yayılmasını engelleyemezseler ilk elden bu düşünceleri yayanlara yönelirler. Tutuklarlar. Kodese tıkarlar. Teşhir ederler. Hakaret ederler. Yapabilirlerse onlar için tehlikeli olan düşüncelerin bir daha yeryüzüne çıkmaması için her şeyi yaparlar.
Evet, otokratik yapılar, rejimler ve tabii ki bireyler düşünce özgürlüğünü de sevmezler. Onlar aslında her türlü özgürlüğü sevmezler. Onların sevdiği ve sevebilecekleri sadece ve sadece onlara riayet eden düşüncelerdir, sözlerdir. Onlar hep karşılarında emir eri beklerler. El pençe duruşları severler. Onlara methiye yağdıranları seçerler. Başka da hiçbir düşünceye izin vermezler.
AKP’nin ajitatörü ve gladyatörü iktidara doğru giderken, en çok kullandığı argümanlardan bir tanesi düşünce özgürlüğüydü. Ne de olsa o da güya düşüncelerinden hatta bir şiir okuduğu için zindana düşmüştü. Onun da kızı kafasını örtündüğü için okullara alınmamıştı. Özcesi düşüncelerinden dolayı çok çekmişti. Çok acılar yaşamıştı. En azından AKP’nin gladyatörü bize kendisinin böyle olduğunu söylüyor. Öyle olmasa da öyle olduğuna bizi inandırmak istiyor. Ve milyonlarca insanı inandırdığını da hemen ekleyelim.
Yıllarca ne kadar mağdur edildiklerinin propagandasını yaparak neredeyse tastamam bir rejim kurdular. Kemalist devletin neredeyse tüm kurumlarını ele geçirdiler. Ele geçirilemeyen Kemalist kurumları ise hizaya getirdiler. Paçavraya çevirdiler. Bir kedinin bir fareyle oynaması misali öldürmeden önce doyasıya oynayarak halden düşürerek bunu yapmaya devam ediyorlar. Ve yeşil Kemalizmlerini de kurmaya da ramak kaldığını biz ekleyelim.
Evet, düşüncelere özgürlük diye gelenler bugün en küçük düşünce özgürlüğüne tahammül göstermiyorlar. Kendilerine itiraz eden öğrencileri faşistlikle, teröristlikle, illegal yapılarda yer almakla suçluyorlar. Onları eleştiren medyaya inanılmaz hakaretler yağdırıyorlar, muhalif olanlara ise alayın ötesinde yaklaşımlar sergiliyorlar. Taraf olmayan bertaraf olur ilkesiyle onlarla olmayanları bertaraf ediyorlar.
Evet, bunların tümü otokratik yapıların, duruşların, bireylerin ve yaşam tarzlarının ortaya çıkaracakları sonuçlardır. Daha da ileri götürürsek bu karakter yapısı faşizmin inşasına götüren karakterdir. Faşizm karakteri gereği hiçbir düşünceye tahammül göstermez, gösteremez.
Daha da somuta indirgeyecek olursak; Kürtlerin iki dilli yaşama ve kendilerini yönetecek pozisyona götürecek demokratik özerklik düşüncelerini dile getirmeleri karşısında AKP’nin gladyatörü, ne kadar düşünce özgürlüğüne saygılı olduğunu meclis kürsünde haykırdı. Teröristlikle, eşkıyalıkla, birilerinin ekmeğine yağ sürmekle derken ne kadar tekçi olduklarını alenen herkesin gözlerinin önünde yeniden haykırdı. Ve bunları yaparken de ilginçtir ama ne kadar laf salatası varsa hepsini yan yana dizerek yapmaktan da çekinmedi. Gladyatörün bakanlarından biri olan Zafer Çağlayan “hepsini yaratan Allah olduğu için, insanları hiçbir ayrım yapmaksızın seviyoruz. Bu önemli bir hadisedir. Bayrağımızın tekliği, ana dilimizin Türkçe olması, bunlar asla tartışılmayacak şeylerdir” diye de aynen gladyatörü gibi konuşabilmektedir. Bu zat insanları hem de hepsini hiçbir ayrım yapmadan seviyor, lakin bayraklarının tekliği, ana dillerinin Türkçe olmasını da asla tartışmasına izin vermeyeceğini de söylüyor. Dediğimiz gibi aynen gladyatörün kendisi gibi; gladyatör Türkçülüğe ve Kürtçülüğe de karşıdır ancak tek millet, tek dil, tek vatan ve tek bayrakçıdır. Tek milletçilik, tek dilcilik, tek vatancılık ve tek bayrakçılık sade bir kavramla Türkçülükte değil bunun ötesinde olan faşizmdir. Kaldı ki bu tekçiliğin bir halkın değerlerini yok sayarak savunulan bir tekçilik olduğunu da unutmayalım.
Evet, biz düşüncelerimizi daha fazla dile getireceğiz. Her fırsatta konuşacağız. Herkese meramımızı anlatmak için her ortamda düşüncelerimizi haykıracağız. Artık gladyatör ve onun sahte İslamcı yeşil Kemalist partisi mağduriyet tezinin arkasına saklanamıyor. Bunun için saldırganlaşıyor, saldırganlaşıyorlar. Bunun için bu sahte yeşil faşist yapıyı daha fazla deşifre etmek için en güçlü silah; düşünce özgürlüğüne yüklenmektedir.
Evet, otokratik yapıları aşmanın tek bir yolu vardır o da özgürce hiç çekinmeden düşünceleri ifade etmektir. Çünkü böyle baskıcı, tekçi, otokratik, hoşgörüsüz ve faşist yapıların en çok korktukları şey düşüncelerdir. Bunun için inadına düşüncelerimizi alenen her yerde daha gür ifade edelim. Düşüncelerin akmasına yol verelim.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Demokratik Özerkliliğin, ülke gündemine bomba gibi düşmesiyle birlikte herkes konuyu tartışmaya başladı. Fakat dikkatimizi çeken en önemli noktaların biri Kürt Gençlik Hareketinin başta olmak üzere gençlerin bu tartışmalara ve dolayısıyla sürece istenilen oranda katılmamasıdır.
Elbette kimsenin gençlikten TV ekranlarına çıkıp gürültü kirliliği yapma beklentisi yok. Öncelikle kültürel katliamlara maruz kalmış Kürt gençleri olmak üzere tüm devrimci gençlerin Demokratik Özerklik inşa sürecinde aktif çalışmalı, eylemleriyle katılmalı ve öncülük yapmalıdır. Çünkü toplumu kapitalist modernitenin “demir kafesinden” kurtarıp demokratik özüne kavuşturacak demokratik ve özgür toplumun yolu Demokratik Özerklikten geçmektedir. Bunun içinde toplumun motor gücü olan gençlerin omuzlarına tarihi görevler düşmektedir.
Fakat üzülerek belirtmekteyiz ki, Gençlik bu süreçte pasif kalarak, toplumu oy sevdalıları olan siyasetçilerin insafına bırakmaktadır. Elbette biliyoruz, Gençlik her gün siyasi kırımlarla karşı karşıya kalmakta ve binlerce çalışanı bu kırımların sonucunda zindanlarda esir tutulmaktadır. Ancak Gençliğin muazzam dinamizmi ve potansiyeli düşünüldüğünde söz konusu tutuklamalar ve baskılar mazeret olamaz. Öyleyse buna rağmen gençlik neden rolünü oynayamıyor? Neden pratiğiyle gündem belirlemesi gerekirken gençler, gündeme müdahil bile olamıyor?
Bu soruların ve nedenlerin listesini uzatmayı gerek görmüyoruz. Fakat gençliğin başarısızlığın temelinde Önder APO’nun gerektiği kadar okunmaması ve özümsenmemesinin yattığını düşünmekteyiz. Neredeyse her fırsatta “Gençlik APO’nun fedaisidir” diyen ve her gençlik çalışanının ya da sempatizanın başköşesinde Önder APO’nun kitaplarının bulunmalarına hatta bundan dolayı cezalandırılmalarına rağmen gençliğin Önderliği istenilen oranda okumaması ve pratikleştirememesi temel bir çelişkidir. Bu da başarısızlığı getirmektedir. Gençliğin bu esas ışıktan kendini mahrum bırakması, gençleri karanlığa sürüklemekte, bu da başta yöntem sorunları olmak üzere rolünü oynayamama, gündemin temel aktörü değil de seyirci kalmaya, takvim ve slogan devrimciliğiyle marjinalleşmeye ve en önemlisi de koruyucusu olması gereken demokratik topluma karşı borçlu olmasına yol açmaktadır. Örneğin son günlerde yoğunlaşan Demokratik Özerklik inşasına baktığımızda başta anadil, öz savunma, toplumun eğitim ve örgütlemesinde öncü olması gereken gençler maalesef sadece birkaç ilçede sınırlı eylemlerle yetinmektedir ki bu eylemlerin çoğu da gençliğin örgütlülüğün sonucu değil, yurtsever reaksiyonların sonucudur. Oysa eğer gençlik, Önder Apo’yu sözde değil özde kavramış olsaydı ve gerekenleri yerine getirmiş olsaydı bugün ne Kürtçe sömürgecilerin kayıtlarına “bilinmeyen dil” olarak geçerdi ne de ağzını açan her sömürgeci, Kürt halkını tehdit edebilirdi. Eğer 21. yüzyılda da işgalciler, Kürt halkını bu kadar aşağılama cesaretini kendilerinde buluyorlarsa, şüphesiz cesaretlerini gençlerin suskunluğundan almaktadırlar. Eğer başta Kürt gençleri olmak üzere devrimci geçinen her genç, Önder APO’nun yol göstericiliğinde sürece hakim olabilselerdi, “bilinmeyen dilin” çocuklarının neler yapabileceğini herkese gösterirlerdi ve eylemleri ve mücadeleleriyle “bilinmeyen dilin” çocuklarını varlıklarını tanımayan işgalcilere kendilerini tanıtırlardı.
Gençlik, günümüzde gündemi sürüklemesi gerekirken söz konusu yetmezlikleriyle gündem tarafından sürüklenmektedir. Fakat gençliğin, işgal prangalarını kırıp demokratik toplumu kurtarma ve korumaları için yeteri kadar enerjilerinin, kaynaklarının, tecrübelerinin olduğuna inanıyoruz. Belirtmek istediğimiz gençliğin bir an evvel Önder APO’nun fikirlerine sarılarak, insanlığın kurtuluş reçetesi olan bu ışığı pratikleştirmesi gereğidir. Aksi takdirde toplum ve onun şahsında insanlık, koltuk sevdalıların insafına terk edilmiş olur. Bu da toplum tahribatını derinleştirir ve telafisi zor yaralara yol açar. Böylesi bir toplumda ise bir avuç egemen dışında, başta gençler olmak üzere toplumun tüm kesimleri ağır zararlar görür ve insanlık katledilmeye devam edilir. Bunda da en ağır vebal rolünü oynayamayan, zamana yanıt olamayan gençliğin olur.
Mem Amed
- Ayrıntılar
2010 yılına Yeşil Türk Irkçısı AKP rahat mı rahat girdi.
AKP’nin rahat olmasının bir nedeni vardı.
HPG, eylemsizlik sürecindeydi. AKP ise saldırı sürecindeydi. Belediye başkanlarından belediye meclis üyelerine, il başkanlarından il genel meclis başkanlarından tutun, BDP’in aktif çalışanlarından kim varsa tutukluyordu. Sadece tutuklamalarla kalmıyor, tutukladıklarını zindana atıyordu.
AKP’nin direktifleriyle Kürdistan HPG gerillalarına yönelik operasyonlarda azalma değil artış yaşandı.
Şehirlerde Kürt çocuklarına karşı Fetullahçı polis teşkilatının terörü tavan yaptı.
AKP şehirde, köyde ve kırsalda yaptığı saldırı üzerine saldırılarla Kürt Özgürlük Hareketi ile Kürtleri bastırabileceğini ve böylece marjinalize edip sınırlandıracağını hesapladı.
Bunları yaparken HPG gerillasının öfkesini ve intikam kılıcını üzerine çekeceğini hesaplayamadı.
Hesaplasa bile, T.C’nin kimsayasını dağıtacak düzeyde enine ve boyuna Kürdistan ve Anadolu’nun her tarafında eylem koyacak düzeye gelebilen bir gerilla gücünü tasavvur edemedi.
HPG, ilk kılıcını 31 Mayıs’ta İskender’un eylemiyle vurdu.Türkiye bu eylemle şoka uğradı.
Gerillanın bu derecede etkili vuruşunu, ne Türk ordusu ne de AKP hükümeti kabullenmediği için oraya buraya bağlamaya çalıştı. Gerilla karşısındaki uğradığı yenilgiyi kaldıramadığı için hayali yardımcılar yaratmaya çalıştı.
Gare eyleminde de dumura uğradılar.
Bilican eyleminde ise iyice dağıttılar. Ne Türk ordusu, ne AKP, ne Türk kamuoyu, ne de dış komuoyu Kürdistan gerillasının bu kadar çok planlı, geniş coğrafya da yoğun bir düzeyde çok ani vuruşlarla eylem yapabilecek niteliğe ulaştığını düşünemedi.
Hele o Gare Karakol tepesinde çekilen bir fotoğraf varya – Erdoğan, Başbuğ ile Gürbüz Kaya- o fotoğraf işgalci Türk devletinin halet-i ruhiyesini gösteriyordu.
Karşımızda ki fotoğraf, gerilla karşısında diz çökmüş bir devletinin fotoğrafıydı.
Yüzlerdeki ifade de yenilen Türk devletinin moralsizliğinin yüz ifadesiydi.
1 Haziran atılımı T.C’yi öyle bir noktaya getirdi ki, Önder APO ile görüşmek zorunda kaldı.
1 Haziran atılımı AKP’yi öyle bir noktaya getirdi ki, AKP’nin başındaki Erdoğan’ın maskesini düşürdü.
O’nun nasıl Yeşil Bir Türk Irkıçısı olduğunu dünya alem gördü.
1 Haziran atılımı dünyayı öyle bir noktaya getirdi ki, HPG gerillasının yenilmezliği yeniden onandı.
1 Haziran atılımı Kürtleri öyle bi noktaya getirdi ki, gerillanın “Kürtlerin varlığını koruma ve özgürlüğünü kazanmada” yegana güç olduğu tartışmasız bir şekilde yeniden açığa çıktı.
2010 yılında Kürdistan gerillası esas şunu ispatladı, 2011 yılında gelişebilecek bir “Devrimci Halk Savaşı’nda” rolünü gereken bir şekilde yerine getireceğinin işaretini verdi.
HPG gerillaları, çıkabilecek bir “Devrimci Halk Savaşı’na” amadedir.
Eğer tek tek tüm Kürt gençleri ihtimal dahilinde olabilecek bir “Devrimci Halk Savaşı’na” amade ise Özgür ve Özerk Kürdistan’ın kuruluşu hiç uzak olmayacak.
Bunu herkes bilsin.
Özgür Bilge
- Ayrıntılar
Basına Ve Kamuoyuna!
27 Aralık 2010 günü öğleden sonra TC ordusuna bağlı birliklerin Mardin’in Kerboran ilçesinde yaptığı bir operasyon esnasında üç kişilik gerilla birliğimiz bir çatışmaya girmek zorunda kalmıştır. TC ordusunun eylemsizlik pozisyonundaki gerillalarımıza...
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
27 Aralık 2010 günü sabah saat 09:00 da TC ordusu Kobra tipi helikopterlerle Medya Savunma alanlarımızdan Haftanin sınırında saldırı gerçekleştirmek istemiştir. Bu saldırılara karşı gerilla güçlerimiz uçak savarlarla karşılık vermiştir.
- Ayrıntılar
Fikirlerimize güveniyorsak ruhsal davranışlarımız rahat olur. Oraya buraya höt demeyiz. Söyleyeceklerimizi sakin bir şekilde ifade edebiliriz. Fikirlerine güvenmeyeler ise hoşgörülü ve tahammülkar olamazlar.
Fikir zafiyeti yaşayanların ortak ruh halleri genelde agresif oluşlarından fark edilir. Düşünce olarak gelişkin olmayanların başvuracakları ilk yol ya da yöntem pazuları olur. Ve tabii biz biliyoruz ki pazularının dışında imkânları olanlar daha farklı araçlarda devreye koyarlar. “Sinirlidir, tabiatı böyledir” sözleri lafı güzaftır. Sinirli olmak ruhi sıkışmışlığın, duygusallığın, tepkiselliğin emareleridir ki bunların temel kaynağı ise düşünsel yetersizliklerden ileri gelir.
Özcesi düşüncesi gelişkin olanın kızmaya, daralmaya, oraya buraya laf atmaya ihtiyacı olmaz. O zaten kendisine güvenendir. Bu öz güvenden kaynaklı da sabırlıdır, tahammüllüdür. Erken rayından çıkarılamaz.
Düşünce olarak gelişkin olanlar düşüncelerin dışında araçlara başvurmazlar mı? Elbette düşünsel olarak gelişkin olanlar da, kendine güvenenlerde başka araçlara -hatta silahlara da -başvurabilirler, ancak bu ne zaman başvurulacak bir yol ya da yöntem olabilir diye sorarsak; ancak ve ancak düşüncelerimizi açıklamaya izin verilmediğinde, bizi imha etmek amaçlı saldırı geliştiğinde, var oluşumuza cebren bir kasıt hedeflendiğinde bu yola başvurulabilir. Özcesi bize ve görüşlerimize yaşam hakkı tanınmadığında kavganın en sertine de kalkışabiliriz. Buna insanlık: direnme hakkı diyor.
Özgürlük hareketi ilk günden başlayarak düşünceleriyle meydana çıktı, ancak kısa bir süre sonra bu düşünceler tehlikeli bulundu ve özgürlük hareketinin liderlerinden yani öncülerinden olan Haki Karer yoldaş, çirkin bir komployla katledildi. Ve düşüncelerimize tahammül gösterilmeyeceğini o zaman öğrendik. Ve işte o günden itibaren de düşüncelerimizi yayabilmek için silahta dahil her türlü savunma aracına başvurulmuştur. Özü öz savunma olmuştur. Meşru müdafaa olmuştur.
Biliyoruz kimisi diyecek ki devasa özgürlük savaşı sadece meşru savunma ekseninde mi gelişti? Evet devasa mücadele sadece ve sadece meşru savunma ekseninde gelişti. Maksadını aşan durumlar hiç mi yaşanmadı? Maksadını aşan durumlar yaşandığında da Kürt Halk Önderliği en sert tavrını koyarak, soruşturmalar açarak bu durumu yaşayanların bir daha bu durumları yaşamamaları için her türlü tedbiri almaya çalıştı. Islah olmayanlara karşı ise ideolojik politik mücadelesini aralıksız sürdürmüştür. Ve kimi zaman ise bu bireyleri partinin mahkemelerinde yargılayarak partinin dışına atmıştır.
Evet, PKK ilk günden başlayarak her zaman düşüncelerini yaymak için bunun ortamının yaratılması için mücadele etmiştir. Ancak buna her zaman fırsat verilmediği için direnme hakkını kullanmıştır.
Bugünlerde herkes düşünce özgürlüğünden bahsediyor. Bizde düşünce özgürlüğünden dem vuruyoruz. Bırakın düşüncelerimizi özgürce ifade edelim, bırakın düşüncelerimizi alenen herkesle paylaşalım. Bırakın da düşüncelerimizin yanlışlığına ya da doğruluğuna halk karar versin. Kamuoyu karar versin.
Madem çok özgürlükçüsünüz, madem buraya kadar düşüncelerle geldiniz, bırakın bizde görüşlerimizi herkese iletelim. Bu yasakçı zihniyeti terk edin. Ve iki de bir faşist bir ortamda oluşturulan, meşru olmayan bir anayasayı karşımıza çıkarmayın. İkide bir anayasanın ilk üç yasasının değiştirilemez olduğunu önümüze koymayın. Dikta bir süreçte oluşturulan yasaların halkların vicdanında yeri olamaz. Kaldı ki bu anayasa maddeleri Kuranı Kerimin ayetleri değildir ki değişmezsin! Hani düşünce özgürlüğü vardı, bırakın bizde görüşlerimizi ifade edelim. Senin anayasan senin olsun, madem çok sağlam temellerde ve ilerici insanlık için hizmet ediyorlar, o zaman kimse zaten onlara dokunamaz. Çünkü o zaman bu anayasa maddeleri halkların vicdanında yer bulmuştur. Yok, eğer bu anayasan ve anayasa maddelerin halkların vicdanında yer almamışsa değiştirilir. Kaldı ki hiçbir belge -bu hukuk bir belge de olsa-bir insanın toplumsal var oluş haklarını, kültürel haklarını, insan olma hakkını sınırlama ve yasaklama hakkına sahip olamaz. Varsa böyle anayasalar sadece ve sadece çiğnenmek için vardırlar. İnsan olmanın erdemi direnme hakkını köklü kullanmaktan geçer.
Tekrar ifade edelim: fikirlerinize güveniyorsanız bırakın özgürlük hareketi de fikirlerini alenen tartışsın. Fikirlerimizi daha ifade etmeden savcılarınızı harekete geçirmeyin. Yargıçlarınızı devreye koymayın, polislerinizi üzerimize salmayın, asker potinlerinizle topraklarımıza basmayın.
Evet, düşüncelerinize ve de haklılığınıza güveniyorsanız bırakın biraz tartışalım. Ama her şeyi tartışalım. Her şeyi ifade edelim ve tabii sizde ifade edin. Ne de olsa devasa bir medyanız var. O kadar hünerli bir medyadır ki yirmi yalanı bir doğruya çevirebiliyor.
Evet, yirmi yalanı bir doğru yapacak kadar maharetli olan medyanıza rağmen, dil konusunda usta hitabetçi olan başbakanınıza rağmen bırakın sadece fikirler kavga etsin. Kan akmasın. Kavgalar çıkmasın.
Evet, var mısınız fikirler kavgasına?
Hayri Engin
- Ayrıntılar