İlke ve ahlak çerçevesinde toplumsallığı oluşturan insanlar olarak kendi toplumsallığımızı kutsallaştırmamız, onun için yaşayıp var olmaya çalışmamız bizi biz yapana duyduğumuz şükrandan kaynaklanır.
Ahlaki ve politik toplum olarak yeniden güncellemeye çalıştığımız toplumun var oluş özüne duyulan bu saygı şüphesiz bir yanıyla da insan aklının yüceleştirilmesidir. Çünkü toplumsallığın oluşumu direkt akıl ile bağlantılıdır. Akıl ve aklın yaratımları ile var olup bugüne dek gelebildiğimizi biliyoruz.
Fakat kutsalımız olan toplumsallığı oluşturan akıl bazen zehir de saçar. Nedeni ise insan toplumsallığın ürünü olan aklın, özünden yani toplumsallıktan kopmasıdır. Akıl, toplumdan kopup da salt kendi için, ‘bir’ için yaşamaya adadığında kendini, yolundan sapar. Akıl, kendini var eden, insani özellikler kazandıran toplumsallığı ret ettikçe, ona karşı mücadeleye soyunur. Kendini var etmek için toplumsallığı yok etmeye çalışır.
Günümüz toplumuna yön veren düşüncenin temeli de burada yatar. Bireycilikte yani.
Bunu bilinçsiz bir şekilde, tutku, arzu, şehvet gibi bilinçaltına işlemiş güdü yansıması duygular yoluyla yaşayanların bireycilikleri kendilerin geriletir, toplumsallığın bireye kazandırdığı erdemlerden uzaklaştırır. Bu konuda, yaşanılan sistemin bilinçli yönlendirmeleri, yetiştirme tarzı, eğitim ilkeleri teşvik edici olduğundan büyük çoğunluğun bu yöne kayması da beklenir bir durum olarak kendiliğinden ve itirazsız bir şekilde oluşur.
Ama bir de bu bireyciliği körükleyen düşüncenin sözcüleri, militanları vardır. Kendilerini bütünün, insanlığın büyük çoğunluğunun yanında gösteren fakat insanlığın var oluş nedeni toplumsallığı küçülten, yok sayan, buna düşmanlık sergileyenlerden oluşan koca bir ordu. Toplumu küçük gören, toplumu oluşturan geniş kesimleri cahiller, ehlileştirilmesi gereken vahşiler, yolunu kaybetmiş sebiller olarak adlandıran bilinçli çarpıtıcılar, dilleri tatlı cehennem zebanileri var. Bilinci, bilgiyi, kısacası aklı zehir saçmakta kullanan toplumsallık karşıtı, egoistler takımı.
Buna karşın sistemin teşvikleri sayesinde sisteme zorunlu entegre edilmenin birçok insan açısından kabul edilmeme durumu da sıkça karşılaşılan bir durumdur. Alıklaştıran, kendi zehirli dünyasına hapseden, bilinci karartan, ortaklaşmayı ve paylaşmayı unutturan sistemin uygulamalarına itiraz eder. İçinde, insan olmasını sağlayan duygu ve düşüncelerin farkında olan tüm insanlar bu itiraza dayanarak mücadele yürütür.
Mücadele tarzlarında tabii ki farklılıklar vardır. Kimi tek başına yürütmekte ısrar eder mücadelesini. Bu itirazın salt kendisine ait olduğuna inandığından ve sistemin, itirazlar buluşmasın diye yaptığı perdelemeler sonuç aldığından, düşüncesinden ‘başkalarının’ olabileceği geçmez. Ve de esas aldığı mücadele yöntemleri dışında farklı yöntemler olacağı. Dış dünyaya güvensiz bu mücadelecilerin zamanla kendilerine karşı da güvensiz düşeceği ve hem de ikna olarak insan olmaktan uzaklaştıran sisteme teslim olacağı kesindir.
Belli bir grup içinde mücadele ise en yaygın olarak ortaya çıkan mücadele tarzı oluyor tabii. Birlikten güç doğar diyerek girilen, güvenin ve ilkelerin merkezinde yer aldığı mücadele alanlarında yürütülen itirazlar daha sonuç alıcı oluyor çünkü.
Yöntemler hep farklıdır ama. Bir itiraz grubunun mücadele yöntemi ile diğeri uyuşmaz pek. Zaten uyuşmaması için sistemin ayak oyunları çokken bir de suni çelişkilere dayalı, karşıdakini teşhir etmeye çalışan ithamlarla sistem karşıtı mücadele zayıflatılır çoğu zaman. Ne için? Kendi mücadele yöntemine çekmek, farklılığı yok ederek aynılaştırmak, benzeştirmek için. Dolaylı yoldan mücadelesiz kılmak için kısacası. Aklın zehirli yanını kullanarak ve karşıdakini ‘akılsızlıkla’ suçlayarak eleştirilerini hakarete, düzeysizliğe taşırır.
Günümüzün en güçlü sistem karşıtı hareketlerinden birisi olan PKK’ye yönelik ithamların böylesi bir zemini var. Beş bin yıllık devletçi zor sistemi boyunca yürütülen tüm sistem karşıtı direnişlerin mirasını bağrında toparlayan PKK, bu özelliği nedeniyle oldukça büyük bir cephede mücadele yürütmek zorunda kalıyor. Haliyle mücadele yürüttüğü, rahatına dokunduğu birçok kesim tarafından da ucuz ithamlara maruz kalıyor. Zaten erkek egemenlikli devletçi sistemle ideolojiden siyasete, sosyal alandan askeri alana geniş bir yelpazede mücadele eden PKK, bir de bunlarla uğraşmak zorunda bırakılıyor.
PKK’yi PKK yapan özelliklerin başında gelen mücadeleciliğini dayandırdığı temeller, mücadele yöntemleri kabul edilmeyebilir. Fakat tercih ettiği ve mecbur bırakıldığı yöntemlerin uygulamasında karşısında mücadele ettiği güçlerin etkisini görmek gerekir. Daha kuruluşundan itibaren yerel gericilikle, sosyal şoven örgütlerle, sol-sosyalist kesimlerle ve faşist devlet güçleriyle mücadeleye tutuşan PKK’nin mücadele yöntemini hep savaştığı kesimler belirlemiştir. Buradan PKK’nin iradesiz bir güç olduğu sonucu çıkarılmasın. Sorun mecbur bırakılmasındadır. Tercih ettiği mücadele yöntemlerinin şiddeti ve dozajı karşıdan gelen şiddetle bağlantılı olarak şekillenmiştir hep.
Buna rağmen yani tercihi olmamasına rağmen eğer PKK bir mücadele yöntemini kabul ediyor ve uygulamaya koyuyorsa bu, yöntemin başarısına duyulan kesin inançtan kaynaklanır. Nitekim ilk gününden itibaren yürüttüğü mücadelenin başarısı bu inancın ne kadar yerinde olduğunu da gösteriyor. Diğer yandan PKK’nin uyguladığı yöntemler insanlık ve halklar lehine kesin ve kalıcı sonuçlar yaratabildiğinden bu denli ağır saldırılara göğüs geriyoruz. Var olan ve uyguladığımız yöntemler sonuç alıcı olmasaydı zaten şu anda PKK olarak adlandırılan oluşum da olmazdı. Tıpkı devletçi sistem karşısında beş bin yıl boyunca mücadele yürütmüş, kısmi başarıları olsa da kalıcı dönüşümler yaratamayan sistem karşıtı hareketler gibi silinip giderdi.
Bunun yanında bizler, yani PKK’liler, sistemle mücadeleyi bir yaşam tarzı ve amacı olarak benimsemiş, buna uygun yaşamaya çalışan insanlar topluluğuyuz. Biz PKK’liler, var olan sistem içinde yer alıp, sistemin aklı ve mücadele yöntemleriyle sistemi değiştirebileceğine inananlardan bu nedenle oldukça farklıyız.
Bu farkın kimliği olan PKK’nin yeni bir mücadele yılına daha giriyoruz. Resmi ilanından bu yana 33, grup dönemi ile birlikte 39 yıldır yaşayan, yaşadığı her an’ı değişimin hizmetine koyan ve yeni toplumsallığı kuran PKK’nin yeni bir mücadele yılına adım atıyoruz. Kürtlere ve bölge halklarına, insanlığa yeni ve farklı bir yaşam olabileceğini 33 yıllık mücadelesinin her an’ında ispatlamış olan PKK, otuz dördüncü mücadele yılına her zamankinden daha güçlü ve iradeli bir şekilde giriyor.
Çünkü Önder Apo’nun felsefi, ideolojik çizgisi şimdi her zamankinden daha güçlü. Kürdistan Özgürlük Mücadelesi her zamankinden daha geniş bir kesimi kucaklamakta. Ve düşmana kinimiz, yalanlarına tahammülsüzlüğümüz her zamankinden daha büyük.
Önderliğimizin son savunmasında kendisi için yaptığı tespitlere uygun bir yaşam ve mücadele perspektifiyle yaşayıp savaşacağımız kesindir. Yeni mücadele yılında ve tüm PKK’li mücadele yıllarında amentümüz bu olacaktır…
“O halde olası bir çıkışta her nerede olursam olayım, hangi anda yaşarsam yaşayayım, mensubu olmaya çalıştığım toplumsallık için, bunun en trajik bir gerçeğini yaşayan Kürtler için, onların çözüm ve kurtuluş yolu olan demokratik uluslaşmaları için, parçası oldukları komşu halklar başta olmak üzere tüm Ortadoğu halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Demokratik Uluslar Birliği için, onların da bir parçası oldukları dünya halklarının çözüm ve kurtuluş yolu olan Demokratik Uluslar Birliği için sonuna kadar gerekli olan her söylem ve eylem tarzıyla sürekli mücadele içinde olacağım doğaldır. Bunun gerekli kıldığı etik, estetik, felsefi ve bilimsel güçle büyük pay kazanan hakikat kişiliğimle yürüyeceğim, yaşamı kazanacağım ve herkesle paylaşacağım.”
Pir Kemal
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 9 Kasım günü 18.00-19.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Xakurke’nin Şehit Beritan alanı, Telefon Boğazı ve Karker Silsilesine yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs-havan saldırısı düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 7 Kasım günü 22.00-23.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Zap’ın Çiyaye Reş alanı, Kovî Tepesi sırtları, Ferhat tepesi ile Sernê ve Nêrveh köylerine yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs-havan saldırısı düzenlenmiştir. Saldırılarda işgalci TC ordusu misket bombaları da kullanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 4 Kasım günü 20.00 ile 5 Kasım günü 02.00 saatleri arasında Medya Savunma Alanları’na bağlı Haftanin’in Keşan Köyü çevresi ile Haftanin köyüne yönelik işgalci TC ordusu tarafından obüs-havan saldırısı düzenlenmiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 4 Kasım günü saat 18.15 sularında Siirt’in Eruh ilçesine bağlı Bokan köyü yakınlarında gerillalarımız ile işgalci TC ordusuna ait bir birlik arasında bir çatışma yaşanmıştır. Aynı gün saat 20.30 sularında gerillalarımız ile düşman askerleri arasında ikinci bir çatışma yaşanmıştır. Yaşanan iki çatışma sonucunda düşmanın 1 askeri gerillalarımız tarafından öldürülürken, 1 asker ve 1 korucu yaralanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 1 Kasım günü saat 08.00 sularında Dersim merkeze bağlı Çalkıran köyü çevresinde bulunan Zerguit alanında operasyona çıkan işgalci TC ordusuna ait bir birliğe yönelik olarak gerillalarımız tarafından bir eylem gerçekleştirilmiştir. Gerçekleştirielen eylem sonucunda düşmanın ölü ve yaralılarının sayısı tarafımızdan netleştirilememiştir.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 2 Kasım günü Medya Savunma Alanları’na bağlı Xakurke’nin Geliye Reş alanında bulunan Bermiza köyüne yönelik işgalci TC ordusu savaş uçaklarıyla düzenlenen saldırıda köylülere ait hayvanlar telef olurken, bağ ve bahçeler zarar görmüştür.
- Ayrıntılar
Bu süreçte köşe yazarları birbirilerine yazıyor. Siyasetçi birbirleriyle konuşuyor.
Halkta yalnızlaşıyor. Bir tek özel gün olan seçim sandıklarının ki Türkiye’de artık tabutu andırıyor. Oy vermek için sandığın başına giderken besmele çekiliyor, dualar okunuyor. Dilek ağacı olur kimileri için. Kısacası halk sandıkla konuşuyor.
Yoksul bir ailenin ziyaretine gitmek böyle özel günlerde yüksek oy ediyor. Oy ise daha sonra para getiriyor. Parti yöneticilerinin, dost ve akrabalarına pastadan pay ayırdığını kim bilmez. Her partinin basın ordusu olunca yanında götürmesi çok zor olmuyor. Derinden nefes alan siyasetçi içeri dalıyor. Arkasında gelenlerde belli etmeden siyasetçinin yaptığı gibi bir nefes alıyor. Arkada kalanlar, siyasetçinin ve görüntü çeken kameramanın karesinde değilse çaktırmadan daha içeriye girmeden, dışarıya kaçışı yok mudur? Hemen kısa bir ziyaret olması yüce Allahtan dileyen dileyene. Neden derinden nefes alıyorlar? Tabii, fakirlik kötü kokar burjuvazi alemi için. Sonra geçmişini çok önemli bir sır gibi açıklarken siyasetçi; ‘ben de fakir bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm, açlık nedir, bilirim’ sözleri yürek burkuyor. Gözleri dolması ise tam bir manşet haber.
Kim diyor ‘...ananı al da git’, ‘ya sev, ya terk et’,’...kadın da olsa çocuk da olsa ...gereken neyse...’
Affedersiniz ‘düşünce özgürlüğü’ olmayan bir ülkede kimse kimsenin işine karışmasın. Düşününce özgürleşiyorsun. Özgürleşince düşünebiliyorsun. Bu ne anlama gelir TMK. Yani Terörist olursun. Amman Yarabbi bizi TMK’dan koru. Düşünmeyelim, özgürleşmeyelim. Zaten ‘düşünmesen sorun yok’ bu ülkede. Düşünme, düşünme. Düşünmeyince insan olursun. Düşününce terörist olursun. Kim demiş ‘insan düşünen bir canlı’ diye? Hangi bilge ‘düşünüyorsam öyleyse varım’ demişse doğru söylememiş.
Halk politikadan uzaklaşsın. Bunu beğenmeyen yakınlaşsın ama siyasetçiye dokunmasın. Savaş için (devletin refahı ve huzuru için) insanlar aç kalsın, acı çeksin ve ölsün, diye, mecliste ve bir dizi iç-dış toplantılarda kararlar alınsın. Ülke parça parça özelleştirilerek satılsın. Sonra da çek bir nutuk ‘vatan bölünmez’ diye. Doğru bölünmüyor, sadece satılıyor. Ta ki yeni bir sandık zamanı gelene dek buna da şükür mü denilmeli? Tekrar sandığa gel sadece besmeleni çek, duanı oku ve dile. Ama düşünmeyelim.
Yazarlar birbirlerine yazıyor ve konuşuyorsa, siyasetçi nutuk atıyor ve derinden bir ajite çekiyorsa diğer bir siyasetçiye, anla ki; Halk için bütün bunlar.
Artık, hakaret ve küfür de varsa birbirlerine değil, o da halk içindir. Çünkü siyaset- medya- mafya-asker-devlet acısı hatıralarda silinmiş değil. Türkiye ve Kürdistan’da savaş sürdükçe eski yaralar kabuk bir türlü tutmadı. Seçim ve Tezkere yerine bu sefer Barış oylaması yapılacak günler için kime sorumluluk düşüyor? Siyasetçi ve medyaya mı sadece? Ve o günü kim belirleyecek?
Amman sakın ha siyasetçi ve medya şirketlerine dokunma! Onlar yaparsa yapar, yapsa yapmaz. Siyasetçi medyaya, medya ise siyasetçiye dokunabilir. Dokunulmazlığı olanlar sakın dokunma yanarsın mesajı Türkiye’de vermeye gerek duyulmuyor artık. Bazı yazar ve siyasetçiler korkmadıklarını söylüyorlar. Bu önemli. Basın özgürlüğü olmalı, ahlaki ve vicdani sorumluluk sahibi insan olan herkes için düşünce özgürlüğü olmalı. Özgür düşünen kahraman insanları, devletçi iktidarların zülümkar baskıları yıldıramadığı gibi özgür düşünebilecek bir dünyayı bizlere miras bıraktıkları, bugünümüzü var kılan tarihsel gerçekliğimizde yaşamakta ve yaşatmaktadırlar. Korkmadan düşünenleri düşünelim. Korkmadan yazmak ve yazılanları korkmadan yaşamına yer vermek. Yazmak ve hakikati söylemek, aşk işidir. Bilinir, Hz. Muhammed’e oku denildiğinde. Hz. Muhammed okuma yazma bilmediğini söyler. Allahın adıyla oku deyince. Hz. Muhammed başlar okumaya. Hz. Muhammed neden ve neyi okudu? İslamiyet’i. İslamiyet nedir? BARIŞ. Hz. Muhammed nerede duydu bu sesi?
Dağda.
Dağların Sesini dinleyelim.
Tüm türküleri ve efsaneleri güzelleştiren dağları.
Yazılacak ve okunacak bir BARIŞI HALKLARLA YAŞAMAK İÇİN.
DÜŞÜNELİM.
Zagros Sipan
- Ayrıntılar
İktidarda olduğu on yıla aşkın süreden beri sanal bir dünya yaratarak Türkiye’yi tozpembe hayallerde yaşatan AKP, aslında dış politikada Türkiye halklarının her türlü maddi ve manevi değerlerini emperyalist güçlere peşkeş çekerek elde ettiği nakit krediyi içte Türk-İslam faşist zihniyetiyle birleştirerek başta Kürt Özgürlük hareketi ve onun şahsında Kürt halkı olmak üzere tüm halkların kanının emmiştir, emmeye devam etmektedir. Bir yanda başta Kürt halkı olmak üzere yoksul Türk halkı, işçiler, emekçiler, köylüler, kadınlar, öğrenciler, farklı etnik ve inanca sahip halklar kısacası ülkenin büyük çoğunluğu kan kaybederken, diğer tarafta ise başta Erdoğan olmak üzere AKP çevresinin göbekleri ve cepleri bu kanla şişmektedir. Ülke çoğunluğunu sömüren bu azınlığın gözünü çıkar hırsı o kadar bürümüştür ki, Erdoğan adeta kendini Tanrı ilan ederek herkesi “hizaya çekmeye” çalışmaktadır. Yani çılgın sömürgeci egosunu tatmin etmek için devletin tüm imkânlarını arkasına alan Erdoğan, Machavelli’yi aratmamaktadır.
Erdoğan’ın ve AKP çevrelerinin doymak bilmeyen egoları yüzünde Türkiye’nin adım adım bir felakete gittiğini, çatlakların her geçen gün genişlediğini, yıkılmanın an meselesi olduğunu artık herkes biliyor. Öyle ki Türkiye halkları her an yıkılma olasılığı olan AKP enkazının altında ne yapacağını bilememektedir. APO’cu Kürt halkı dışında neredeyse ülkenin çoğu, kesilmeyi bekleyen kurbanlık gibi kendini Tanrı- Kral Erdoğan’ın iki dudağı arasında çıkacakların insafına terk etmiş bulunmaktadır. Açıkça dilendiremezlerse de AKP’nin sanal cilalarının derinleşen çatlakları gizlemeyeceğinin farkındalar. Ülke gerçekliği böyle iken, AKP enkazından ilk nasibini alan insanlık olmaktadır.
Bildiğiniz gibi birkaç gün önce Wan’da meydana gelen şiddetli depremin ardında ortaya çıkan dramatik manzara, AKP enkazında insanlığın nasıl ezildiğini tüm dünya görmek durumunda kaldı: Deprem olmuş, yüzlerce insan göçük altında, binlercesi evsiz kalmış, hava soğuk, insanlar zor durumda ve çaresiz...Fakat derhal orada olup insanlara yardım edecek devlet yani hükümet yani AKP ortalıkta yok. Halkın en ufak demokratik gösterisinde bile oraya binlerce asker, polis, ajan, görevli gönderen Erdoğan, adeta sıra kadem basarak deprem rantını hesaplıyor.
Yaşananları anlatmak o kadar zor ve insanlık için utanç verici ki, insan ne söyleyeceğini bilemiyor…
Erdoğan, makamıyla, hükümetiyle, valisiyle, medyasıyla, faşist zihniyetlileriyle kısacası tüm gücüyle Wan halkı şahsında Kürtlerden intikam alayım derken aslında insanlığı utandırmakta ve öldürmektedir.
Erdoğan, üşüyen elleriyle ıslanan iri siyah gözlerini silmeye çalışan Wanlı Kürt çocuğunun ızdırabından haz alacak kadar aşağılaşmış ve insanlığı da aşağılamaktadır.
Erdoğan, insanın tüylerini diken diken eden Wan soğuğunda Wanlı aileye gelen yardımı çalarak, iktidarının çıkarına saklayacak kadar insanlık hırsızı olmuştur.
Erdoğan, Wan’daki insanlık dramını saklayarak ve yandaş medya ile manipüle ederek, insanlığı diri diri gömmekte ve onun üzerine saltanatını inşa etmektedir.
Erdoğan, dünyanın her yerinde gelen insani yardımları elinin tersiyle iterek, insanlığı kendi sömürgeci ve intikamcı egosuyla ayaklar altına almaktadır.
Erdoğan, tüm Kürt halkını yasa boğan Wan acısına aldırmadan askeri, siyasi, ekonomik savaşına hız vererek, insanlığa savaş açmaktadır.
İnsanlık kiri ve katili olan Erdoğan listesini kitaplarca uzatabiliriz. Fakat kısacası, iktidara geldiği günden Wan depremine kadarki sürede Erdoğan pratiğini yani AKP’yi eleğe vurduğumuz zaman ortaya çıkan yegane sonuç: ERDOĞAN, İNSANLIK İÇİN BİR UTANÇTIR VE ERDOĞAN GİBİLERİNE İNSAN DENDİKÇE HAYVAN OLMAK TERCİHTİR!
Mem AMED
- Ayrıntılar
Nasrettin Hoca’nın “Ördek Ali” hikâyesini bilirmisiniz?
Bilmeyenler için anlatalım. Ayakları eğri-büğrü tıbbi deyimle “x” ayaklara sahip bir Ali varmış. Ali yürüdüğünde ayaklarını x biçiminde attığı için oyun arkadaşları ve toplum ona Ördek Ali demeye başlar. Gel zaman git zaman Ördek Ali büyür, evlenir, çoluk-çocuğa karışır. Ve o artık Ali Efendidir. Herkes de ona öyle hitap eder. Bir gün Ali Efendi bir arkadaşıyla bulutlu bir havada yürürken arkadaşı “Ali Efendi havada bulut var” der. Vay bunu söyleyen senmisin diyerek Ali Efendi arkadaşının boğazına yapışır. “Sen bana ördek Ali dedin” der. “Ya Ali Efendi, el insaf ben nerede Ördek Ali dedim size. Ben sadece havada bulut olduğunu söyledim.” diyerek kendisini savunmaya çalışır. Dedin demedin tartışması ardından. “Söyle bakalım sen ne dedin? Ben havada bulut var dedim. Peki, havada bulut olursa ne olur? Yağmur yağar. Peki, yağmur yağarsa ne olur? Yerde göletler ve göller oluşur. Peki, göletler ve göller oluşursa ne olur? Tabii ki ördekler içinde ve üzerinde yüzerler. Sen bana Ördek Ali demek istedin” diyerek Ali efendi kendisini haklı olduğunu söylemiş olur.
Şimdi gelelim meseleye. Türkiye Cumhuriyeti diye kendisini adlandıran terörist devlet, “Kürt” ve ya “Kürt Sorunu” denildiğinde hemen “eşkıya, bölücü, terörist” eskilerden ise “şaki” deyi veriyordu.
“Ya sen devletsin, bak, bu halkın yani-Kürt halkının-şöyle sıkıntıları var” dendiğinde “terörist görüşler, Türklüğe hakaret, bölücülük yapılıyor” diye tutturuyorlar. Ya kardaş kim sana hakaret ediyor, ya kim ülkeyi bölüyor-kaldı ki bu topraklar ezelden beri atalarımızın, halis ve muhlis Kürt memleketi ve onların yaşadıkları topraklardır-ve senin ne zaman ve nasıl işgal ettiğin ve kana buladığın tarihi belgelerle senin arşivinde. Kimsenin bölelim diye öyle bir görüş ve niyeti de yok. Sadece bu topraklarda yaşayan bu halkın-yani Kürt halkının-yaşadıkları; özgürlük, eşitlik, siyasal, örgütsel, kimlik, dil, ekonomik, sağlık, güvenlik, eğitim ve tabii ki geri bırakılmışlık gibi bir sürü sorunu var. Bunları nedeni sensin, hem yaratan sensin, hem de bunların devam ettirilmesinde ısrar eden sensin. O zaman bu soruna, yani Kürt Sorunu’na bir isim takmak gerekmez mi? Gerekir değil mi? O zaman nedir bu Ördek Ali numaraları? O kadar mı kendinden kuşkulanıyorsun? O kadar mı kirlerin var? O kadar mı güvensizsin kendine? O kadar mı toplum dışısın? Ya da gerçekten çok mu gizlediklerin var? Yani senin bilip de bizim bilmediklerimiz mi var acaba?
Türkiye cumhuriyeti devleti diye bilinen bu terörist devletin de sakladıkları ve yaptıkları vardır. Yani öyle derine işlemiş ki biz “Kürt, Kürt Sorunu, Kürdün hakları” dediğimizde hemen aklına ilk gelen “eşkıya, şaki, bölücü, anarşist” ve yeni moda deyimle de “terörist” deyi veriyor.
Değerli aydın ve Türk kemalistti Baskın Oran “Merhaba 1938” başlıklı makalesinde belgeler sunuyor. Şeyh Sait isyanında o kadar vahşet uygulayan Terörist Devlet, Kürdistan’ın başka sahalarında isyanların çıkmasına afallanıyor. Çünkü o kadar insanlık dışı uygulamalar var ki, aklı olanlar akıllarını başlarına alarak bir daha ayaklanmazlar. Mantık bu.
Şöyle diyor Baskın Oran makalesinde:
Bunlara rağmen eşkıya 1930 Ağrı’da yeniden ayaklandı. Günün basını şöyle anlatıyor: “Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkıyaya iltihak eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan harekâtında imha edilenlerin sayısı on beş bin kadardır. Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur. Bir hafta içinde Ağrı Dağı tenkil harekâtına başlanacaktır. Kumandan Salih Paşa bizzat Ağrı’da tarama harekâtına başlayacaktır. Bundan kurtulma imkânı tasavvur edilemez.” (Cumhuriyet, 16.07.1930). “
Dikkat edelim yukarıda ki uygulamalar terörizmi en üst boyutta uygulayan bir devlete aittir. Ancak aynı bugünlerdeki gibi asker ve ağzı kanlı basının öncülüğünü yapan Cumhuriyet gazetesine aittir bu yazı. “Zilan Deresi ağzına kadar ceset dolmuştur” derken sevinç çığlıklarını atan bir basın.
Devam edelim:
“Burada da askerî harekâtla yetinmedik, “gayet mahrem ve zata mahsus” bir Türkleştirme genelgesi yayınladık. Yabancı lehçelerle görüşen köyler” den küçük dağınık olanları “civar Türk köylerine” dağıtılacaktır. “Bilhassa kadınlar arasında” Türkçenin yaygınlaştırılmasına çalışılacak, Türkçe bilmeyen köylü kadınları şehirlere celbederek Türk evlerine münasip hizmet ve suretlerle” yerleştirecektir. “
Makalesini sonlandırırken şöyle diyor:
“Fakat hiç anlamıyorum. Bütün bu insanüstü çabalarımıza rağmen bu “eşkıya” meselesi hortladı da hortladı. Tek farkı, 1970 ve 80’lerde “bölücü ve anarşist”, şimdi de “terörist” adını alması...”
Yukarı da dile gelenlerde neden terörist devletin her Kürt ya da Kürdistan denildiğinde hemen “terörist, bölücü, eşkıya” dedikleri şimdi daha iyi anlaşılıyor değil mi? Türk egemen sınıflarının tarihi o kadar kirlidir ki, tek kelimeyle TERÖR VE TERÖRİZM’dir. “Terör, kurbanlar kategorisindeki insanlara karşı yapılan eylemler olarak tanımlanır. Bu, ‘diğer insanların’ gelecekteki davranışlarını değiştirmek amacıyla yapılır.“ bakın aynı bugünlerde ki gibi o zamanlarda da Türk’ün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkıyaya iltihak eden köyler tamamen yakılmaktadır.
İşte, lafı uzatmadan bu terörist devlet ve bugün sözcüleri olan Erdoğan, Kimyasal Necdet, Arınç, Gül ve cümle cemaat diğerlerinin hepsi bu psikolojik terörist tikten dolayı terörist, terörizm diye yatıp kalkıyorlar.
Anlayan anlar ya!
Ördek Ali havada ki bulutta nem kaparak “bana Ördek Ali dedin” derken nedenini biliyorken, TC’nin yöneticileri de her konuda hatta sigara kampanyasında da “terör ve terörist” dediklerinin nedenlerini biliyorlardır.
Hani vardır ya “eşek dokuz çeşit yüzme bilir ve suyun kenarına geldiğinde hepsini unutuverir” diye. “TC’nin saygın yöneticilerinin” durumu da biraz böyle olsa gerek.
Kasım Engin
- Ayrıntılar